iman kavramı(reyyan

Îman Kavramı





İnsanoğlu için varoluş gayesini gerçekleştirebilecek en önemli husus; şüphesiz, Yaratıcı’ya karşı minnettarlığın bir ifadesi olan tezahürlerin kendisinde vücut bulmasıdır. Yani bir mânâda Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c) katında bir değer ifade eden eylemleri kendinde bulundurmasıdır. Bu eylemler sadece gözlem alanımız içinde bulunan fiilleri kapsamaz, bilakis burada insanın iç kabuller (tasdik) nevinden fâili bulunduğu eylemleri de kastediyoruz ki konumuzu teşkil eden yön de burasıdır.
İnanç; genel olarak, mahlûkâtın varoluşuyla vücut bulmuştur ve insanın yeryüzüne inzali ile insan açısından yeni bir çığır açılmıştır. Artık insan yeryüzündedir ve orada bulunması beraberinde birçok soRUNu getirmiş, bir mânâda Allah ile arasına bir de dünya girmiştir. Ama şu var ki yukarıda da vurguladığımız gibi insanın bir yaratılış gayesi var idi... (1) İşte bu gayenin temini için Allah Azîmüşşan târih boyunca da insanlara birçok peygamber gönderdi. Bu silsile içerisinde Hz. Adem’den Hz. Resûlullah’a kadar bütün peygamberler beraberlerinde kendisine îmân edilecek unsurlarla gelmişler, insanlara özellikle bu yönde irşadda bulunmuşlardır. Tabiî biz burada dînin kural koyucu yanına vurgu yapılmadığını söylemek istemiyoruz. Bilakis, dîni tebliğ ederken Resûlullah (s.a.v)’in gösterdiği önem sırasına dikkat çekmek istiyoruz ki o bir yere bir elçi gönderdiğinde, oradaki insanların ilk önce îmâna dâvet edilmesini, daha sonra bunu kabûl ederlerse namaza çağırılmasını ve bunu da kabûl ederlerse zekata, oruca vs. çağırılmasını emrederdi. Yani biz buradan şunu anlarız ki dînin en önemli ve can alıcı yeri îmandır. Çünkü dine girmede ilk adım odur. Zâten îmân etmeyen bir insan îmânın nişâneleri olan ibâdet nevinden fiilleri yapması düşünülemez. Tabiî burada bizim bu savımıza şöyle bir soru gelebilir: “Münâfıklar (Allah katında) îmân ehli olarak sayılmadığına göre (2) bu insanların Hz. Resûlullah (s.a.v) zamanında dahi ibâdet yaptıkları görülmekte, inanmayan bu insanlar nasıl olur da ibadet ederler?” Buna en kısa yoldan şöyle cevap vermek isteriz: Bu tür insanların ibâdetlerini yapma nedeni olarak sosyal ve maddî nedenler gösterilebilir. Şöyle ki Müslüman bir topluluğun içerisinde bulunan ve gerçekten îmân etmese de îmân ettiğini söyleyen bir kişi açısından; toplum nezdinde bilinen bu ikrar, insan üzerinde psikolojik bir baskı uygular ve istemeseler de ibâdetleri yapıyor görünmelerini gerektirecek bir halet-i rûhiye içinde bulunurlar. Ama şu var ki onlar ne zaman Müslüman toplumdan uzaklaşırlarsa o zaman Kur’ân’ın ifadesi ile; “(Münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit ‘(Biz de) iman ettik’ derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: ‘Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz’, derler.” (3) İşte burada biz şunu iddia edebilir miyiz ki; “Onlar, bu hâllerinde bile Allah (c.c)’a ibâdet etmeye devam ederler?...”
Burada, önemine kısaca değindiğimiz, dînin en önemli alanlarından biri olan “İman”ın tarifi üzerinde durmayı uygun görüyorum:
İman, sözlükte “bir şeye inanmak, güveni olmak, bir şeyi doğrulamak, tasdik etmek” mânâlarına gelmektedir. Malum olunduğu üzere bir şeyi tasdik etmek, bir şeye güvenmek, iman ettiği varlığa karşı tam bir tatminkâr durumda olmayı gerektirir ve her türlü şüpheden ârî olmaktır...
İman aslen kalbî bir hal olup; bir şeye inanmak, o şeye karşı kalben duyulan güvenin ifadesidir. Yalnız îmanı beraberinde getirdiği eylemler açısından düşünecek olursak tam bir imanın (güven), kendi varlığını gösteren bazı ameliyeleri de kendisinde bulundurması gereklidir. Şöyle ki, insan ben iman ettim dese ve bunu dil ile takrirden başka bir ameliye ile tezahür ettirmezse bunun kamil iman olduğundan bahsedemeyiz. Çünkü, kendisine inanıldığı ve güvenildiği söylenilen birine karşı, o sözün akabinde ona bir güven duygusu verilmezse söylenilen o sözün muallakta kalacağı bir gerçektir. Ama burada: “Evet, karşımızdaki bir insan olunca bu böyledir fakat kendisine inandığımızı söylediğimiz zât, Âlemlerin Rabbi olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allah (c.c) ise kalbimizdeki imanı dışa tezahür ettirmeden de bilemez mi ki biz bu tür fiillerde bulunalım?” denilebilir. Bu soruya vereceğimiz cevap; “Elbetteki Allah (c.c.), sen içinde saklasan da açığa vursan da her şeyi hakkıyla bilendir. Varsa imanın onu da bilir ama Allah Azîmüşşan kendisine iman ettiklerini söyleyen kullarından salih amel yapmalarını istiyor. Kötülüklerden sakınmalarını iyi olan her işte yarışmalarını istiyor.” (4) Hal böyle olunca da iman-ı kamilin, varlığını tezahür ettirmesi Allah Azîmüşşan’ın (5) emirlerine sımsıkı sarılmaktan geçer. Nitekim Hz. Resûlullah (s.a.v) şu hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “İman, kalb ile bilmek (marifet) (6), dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir.” (7)
Tarih içerisinde imanla alakalı olarak çok değişik ifadeler serdedilmiştir. Bir kısmı imanın sadece kalben bilmek olduğunu söylemişler, (8) bazıları iman sadece dil ile ikrardır (9) demişler ve bu görüşler baz alınarak bir silsile şeklinde değişik bir düşünce sistemleri kurmuşlar ve imanla alakalı yeni görüşler ortaya atmışlardır. (10)
Ayrıca İslâm tarihinde bu görüşlerin tam zıddı bir düşünce de vardır ki (haricîler) bunlar da imanı ameller ile sınırlamış ve büyük (veya küçük) günah işleyeni İslam haricinde saymış ve kanını, malını, ırzını helal sayarak olmadık işler yapmışlardır. (11) Bunlara mukabil bütüncül bir yaklaşımla inanç hususunda mutedil bir yol izleyen hareketler de vardır.
Biz burada şunu söylemek isteriz ki bu yanlış anlayışların tek sebebi yukarıdaki hadiste bulunan iman tarifinde imanın bu üç boyutunun (marifet, ikrar ve amel) iyi anlaşıl(a)mamış olmasıdır. Burada genel toplayıcı bir tarifte bulunacak olursak yukarıdaki, Mürcilerin, “İman, kalbî bir bilgidir (marifet).” sözü kabul edilebilir (kabul edilmesi gereklidir.) Hakikaten de yukarıda değindiğimiz gibi iman kalbî bir marifettir. Fakat bu imanın dışarıya belirmesi gereklidir. Çünkü malum olunduğu üzere şeriat zahire hükmeder ve insanların, kişi üzerinde dini muamelelerini icra edebilmesi için {yani ona iman ehli olarak muamele edebilmesi için (cenaze namazının kılınması, mü’min mezarlığına defnedilmesi vs gibi)} onun iman sahibi olduğunu bilmesi gerekir. Bu da dilin ikrarı ile olur. İşte bundan dolayı dil ile ikrarı -öneminden dolayı- bu tarif içerisinde mütalaa edilmesi gerekir. En son olarak, îman kavramının bir de amelî boyutu vardır ki burada birkaç soruyla konunun genel hattını çizmeye çalışalım: Amelin imandaki rolü nedir? Amel, imanın zayıflamasında veya kuvvetlenmesinde bir rol icra eder mi? Amel olmadan iman olmaz mı? Haricilerin dediği gibi iman eşittir amel midir? Yoksa amel imandan bir parça mıdır vs.
Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir fakat mesele genel olarak bu sorular etrafında şekillenmekte. Şimdi bu sorulara cevap vermeye çalışalım. Elbette ki iman ve amel (12), icra edildikleri alan açısından farklı yerlerdedir. İlk bakışta birbirleri ile alakaları yok gibi gelse de “Kişi inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanır.” sözünde de ifade edildiği üzere insanın yapageldiği işler zaman içerisinde onun şahsî kanaatlerini de değiştirir. Yani hareketlerine uyum sağlar. Bunu psikolojik olarak “algıda uyum”a benzetebiliriz. Misalen; devamlı olarak algılanan nesnelere insan bir süre sonra uyum sağlayarak o nesneyi belli bir zaman sonra algıla(ya)mamaya başlar, bulunduğu durum içerisinde o olaylara etkisiz kalır, insan günlük hayatı içerisinde bir an durup etrafındaki olayları algılamaya çalışırsa bir çok şeye uyum sağladığını yani (onları) algılamadığını da hisseder. Şimdi konumuza dönecek olursak, günlük hayat içerisinde yapılagelen işler veya sözler bir süzgeçten geçirilerek iyi kritize edilmediğinde ne yaptığımızı ve ne söylediğimizi bilmez bir halde düşüncelerimiz, o yaptığımız işlerin esiri olur. Genel mânâda verdiğimiz bu örnek, amel-iman ilişkisi hakkında zihinde az da olsa bir şeyler çağrıştırır kanısındayım. İşte bu bağlamda amelin imanı zayıflatan veya kavî kılan unsurlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü inandığı şeyler muvacehesinde amel-i salih ile mürtekib olan kişi inancını sağlam kalelerle muhafaza etmiş demektir.
Amelin, imandan bir cüz olup olmadığı ve imanla amelin aynîliğine gelince, bir çok akâid kitabında bu mesele incelenmiş, değişik deliller getirilmiştir. Misalen Kur’ân-ı Kerim’de bir çok yerde “İman edip salih (iyi) işler işleyen....” ibaresi geçmektedir. (13) Bu ifadede Allah Teâlâ iman etmeyi ve salih ameli birbirinden ayırıyor. Allah Teâlâ Tin Süresi 6. âyette “Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” buyuruyor. âyetin zahir manasından “iman edipte salih amel işlemeyen kişiler”in varlığı da otomatikman çıkar ki, (en basitinden günlük hayatta rastladığımız insanların durumu gibi) imanı ile ameli eşit değerler olarak değerlendirerek günah işleyen bir insanı hemen iman dairesi dışına iteleyen Haricilere veya daha güncel olması bakımından o fikirde olanlara; “Hangi insan günah işlemez?” diye soracak olursak karşımıza Hz. Fahr-i Âlem’in; “Bütün insanlar hata işler (fakat) hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir” (14) hadisi çıkar. Bu mânâda kendi hareketlerimizi bir gözden geçirir de, “Ben hiç günah işlemedim” gibi bir sözü söylemeye cesaret bulursak (?), bu hakikaten takdire şayandır. O halde herkesin unutarak veya hatâen de olsa günah işle(yebil)mesinden dolayı ortalıkta mü’min diyecek adam kalmazdı. Bunun ise İslam’ın getirdiği anlayışla hiçbir alakası yoktur ayrıca insanlar birbirlerini küfürle itham etmek için de yaratılmamıştır. İnsan böyle bir işle de görevlendirilmemiştir. Zaten birinin kalbini yarıp da iman var mı yok mu gibi bir deneme yapma şansımız da yoktur. Dolayısıyla biz, bize düşeni yani kulluğumuzu yapıp “Şunda iman vardı, şunda yoktu” gibi bir lafazanlığa kalkışmadan kıble ehlini ve ben müminim diyenin (15) (Tıpkı Hz. Resûlullah’ın yaptığı gibi) hesabını Allah (c.c)’a bırakmalıdır (16). Şunu da unutmamalıyız ki eğer söylediğimiz sıfat (kafirlik) karşıdaki insanda yoksa o söz bize döner. (17).
_______
1) Zariyat 56: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 2) Her hangi bir insanın “Falanca münafıktır” demeye hakkı yoktur. Çünkü hiçbir kişinin başkasının kalbini yarıp da bunda iman var mı yok mu diye test etmeye imkanı yoktur. Fakat, Hz. Resûlullah (s.a.v) zamanında Allah Teâlâ münafıkların bazı hallerini açığa çıkarıyordu. İnsanlar da onların münafık olduğunu böylece biliyordu. Buna rağmen yine de, toplumun birliği için onları açık açık ifşa yoluna gitmek yasaklanmıştır. Hz. Resûlullah’ın (s.a.v), kendisine münafıkların isimlerini tek tek saydığı Hz Hüzeyfe (r.a)’ın onların isimlerini kimseye söylememesi gibi. 3) Bakara 14. 4) Bakara 183, 208, 254, 278; Al-i İmran 102, 130; Nisa 29; Maide 2 vd. 5) Ki O (c.c) kendisine inanılan ve yapılan işlerin de kendisine racî olduğu Zât’tır (Celle Şanuh). 6) Burada, bilgi ile alakalı, Arapça kullanımdaki iki kelimeyi inceleyerek bu sözü açıklayabiliriz: Birincisi (A-Li-Me) diğeri ise (A-Ra-Fe) fiilidir. Sözlük manalarına açıp baktığımızda bu kelimeler arasındaki fark hemen göze çarpar. Şöyle ki : (A-Li-Me) fiilinin manası “bilmek, tanımak (hakkında) bilgisi olmak”tır. (A-Ra-Fe) fiilinin ise bu manalara ilaveten “farkında (şuuRUNda) olmak, keşfetmek, bir şeyi hak olarak bilmek,bir şeyin olduğuna kanaat getirmek ve kabul etmek” gibi manaları da içerdiği görülür. İşte burada kalbî marifete “imandır” diyebiliriz. Ama bilgili olmak illa da iman sahibi olmayı gerektirir diye bir şey söylemek de doğru değildir. Nitekim Yahudiler Kur’ân’ın ifadesiyle Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) peygamber olduğunu kendi evlatlarının (kendilerine ait olduğunu) bildikleri gibi biliyorlardı ama yine de iman etmiyorlardı bk. Bakara 146: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.” 7) İbn Mace c: 1 s: 112 (Kahraman Yay.) h. no: 65. 8) Toshihiko İzutsu, İslam Düşüncesinde İman, 104-105. 9) Toshihiko İzutsu, İslam Düşüncesinde İman, 112. 10) Cebrîlerin, en günahkâr bir kulun imanı ile bir melek olan Cebrail’in imanını eşit tutmaları gibi... 11) Toshihiko İzutsu, İslam Düşüncesinde İman, s.11-26. 12) Burada amelden kastımız dıştan görülebilen faaliyetlerdir. (Namaz,hac vs. gibi) yoksa iman da kalbî bir ameldir. 13) Bakara 277; Nisa 173;Yunus 4; Rad 28; Şuara 277; Kasas 67, 80; Ankebut 7,9; Rum 15, 45; Fatır 7; Şura 22, 26; Asr 3. 14) Tirmizî, Kıyâmet 50, (2501); İbnu Mâce, Zühd 30, (4251). 15) Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki: "Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, Müslümandır". (Nesâî, İman 9, (8, 105). Buhârî, Salat 28.) 16) Müslim İman, 35. 17) Müslim İman 111-112 “Kişi din kardeşini kafirliğe nisbet ettiği zaman muhakkak ikisinden biri o küfür kelimesi ile dönmüştür.” Diğer bir hadiste “...Her kim bir kimseyi kafirlikle çağırır yahut öyle olmadığı halde Allah’ın düşmanı derse o deyiş kendi aleyhine döner.”

Davut Ağbal


R_E_Y_Y_A_N
 
Sözler | Yirmi Üçüncü Söz

Sözler | Yirmi Üçüncü Söz' Alıntı:
Yirmi Üçüncü Söz

b424.gif
1

b960.gif
2

Şu sözün İki Mebhası vardır




BİRİNCİ MEBHAS

İmânın binler mehâsininden yalnız beşini Beş Nokta içinde beyân ederiz.

BİRİNCİ NOKTA

İnsan, nur-u İmân ile âlâ-yı illiyyîne çıkar; Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer; Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü, İmân insanı Sâni-i Zülcelâline nispet ediyor. İmân bir intisabdır. Öyle ise, insan, İmân ile insanda tezâhür eden san'at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibâriyle bir kıymet alır. Küfür, o nisbeti kat' eder. O kat'dan san'at-ı Rabbâniye gizlenir, kıymeti dahi yalnız madde itibâriyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.


_________________________________________________
1- Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

2- Muhakkak ki Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. • Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik. • Ancak İmân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ. (Tîn Sûresi: 4-6.)
_________________________________________________
.
.
.
İKİNCİ NOKTA

İmân, nasıl ki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor; öyle de kâinatı dahi ışıklandırıyor, zaman-ı mâzi ve müstakbeli zulümâttan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vâkıada
b961.gif
1 âyet-i kerîmesinin bir sırrına dâir gördüğüm bir temsil ile beyân ederiz.


_________________________________________________
1-Allah İmân edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nuruna kavuşturur. (Bakara Sûresi: 257.)
_________________________________________________
.
.
.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikâtından kurtulabilir.
b966.gif
-1- der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

_________________________________________________
1- Allah'a tevekkül ettim. ( Hûd Sûresi: 56.)
_________________________________________________
.
.
.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi İmân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.

Şu meselenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir bürhan-ı kâtidir.

.
.
.

BEŞİNCİ NOKTA

İmân, duâyı bir vesîle-i katiye olarak iktizâ ettiği; ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi "Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlinde,
b967.gif
-1- ferman ediyor. Hem,
b968.gif
-2- emrediyor.

Eğer desen: "Birçok defa duâ ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumidir; her duâya cevap var," ifade ediyor.

Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her duâ için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlûbu vermek Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.


_________________________________________________
1- Furkan Sûresi: 77.

2- Bana duâ edin, size cevap vereyim. (Mü'min Sûresi: 60.)
_________________________________________________


Not : Anlamını bilmediğiniz kelimelere mouse ile iki defa tıklayarak açılır pencere yardımıyla anlamını öğrenebilirsiniz?
 
Üst