Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Sakird

Member
BEDIÜZZAMAN’DAN FIKHÎ TESBITLER

Risâle-i Nur’da fikhî meseleler

Kur’ân’in asrimiza bakan yönünü, Risâle-i Nur Külliyati adi altinda izah ve tefsir eden Bediüzzaman Said Nursî, yüz otuz risâleye ulasan adi geçen külliyatin muhtelif yerlerinde degisik fikhî konulara temas etmis, bu konuda sorulan sorulara cevap vermistir. Asagiya aldigimiz soru ve cevaplar, belli bir sira takip edilmeden külliyatin degisik yerlerinden seçilmistir.

Helâl ve haram olan sesler

Suâl: Hangi sesler helâldir?
Cevap: Seriatta bazi savtlar helâl, bazilari da haram kilinmistir. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî asklari îras eden (hatirlatan) sesler helâldir. Yetîmâne hüzünleri, nefsanî seheviyâti (nefsî arzulari) tahrik eden sesler haramdir. Seriatin tayin etmedigi kisim ise, senin ruhuna, vicdanina yaptigi te’sire göre hüküm alir.

(Isârâtü’l-I’câz, s. 72.)

Küfrün bölümleri

Suâl: Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler, Hazret-i Muhammed’i (asm) evlâtlari kadar taniyorlardi.
Cevap: Küfür iki kisimdir. Bir kismi, bilmedigi için inkâr eder; ikincisi, bildigi halde inkâr eder. Bu da, birkaç sûbedir. Birincisi, bilir, lâkin kabul etmez. Ikincisi, yakîni (bilgisi) var, lâkin itikadi yoktur. Üçüncüsü, tasdiki var, lâkin vicdanî iz’âni (vicdanen özümsemesi) yoktur.

(Isârâtü’l-I’câz, s. 68)

Seytanin kalbinde marifet var midir?

Suâl: Seytanin kalbinde marifet var midir?
Cevap: Yoktur. Çünkü, san’at-i fitriyesi (yaratilisi) iktizasinca, kalbi daima idlâl (dalâlete sevk) ile telkin için, fikri, daima küfrü tasavvur etmekle mesgul oldugundan, kalbinde veya fikrinde bos bir yer, mârifet için kalmiyor.

(Isârâtü’l-I’câz, s. 68.)

Küfre hadsiz bir ceza.

Suâl: Kisa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennemde hapis nasil adalet olur?
Cevap: Sene üç yüz altmis bes gün hesabi ile bir dakikada katl (adam öldürmek), yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizasi kanun-u adalet iken; bir dakika küfür, bin katl hükmünde oldugundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle elli yedi trilyon iki yüz bir milyar iki yüz milyon sene beserin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette “Orada ebedî olarak kalacaklardir” (Nisâ Sûresi, 4:169) adalet-i Ilâhî ile veçh-i muvafakati bundan anlasiliyor.

Birbirinden gayet uzak iki adedin sirr-i münasebeti sudur ki:
Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz oldugu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on bes sene maktulün hayatini selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i Ilâhîyi inkâr ve nukuslarini tezyif ve kâinatin hukukuna tecavüz ve kemâlâtini inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti (Cenâb-i Hakkin birlik delillerini) tekzip ve sehadetlerini reddetmek oldugundan, kâfiri, bin seneden ziyade esfel-i sâfilîne (en asagi mertebeye) atar, “Içinde ebedi kalmak üzere”de (Beyyine Sûresi: 8) hapseder.

(Lem’alar, s. 275)

Lâtif bir nükte

Avukat Hulusi Bitlisi Aktürk, 1948 Afyon Mahkemesi Temyiz Lâyihasinda söyle anlatir:
“(Bediüzzaman) Tahir Pasa’nin yaninda bulundugu yillarda bir gün, bir ilim meclisinde Tahir Pasa, Maliki mezhebine ilismek kasdi ile kendisine: ‘Kelp (köpek), hinzir (domuz) gibi necis (pis) mi, degil mi?’ diye sordu. Molla Said de: ‘Maliki mezhebinde kelp tahirdir (temizdir). Fakat Tahir kelp degildir’ diye cevap verir.
“Bu hadise bize meshur hiciv sairi Nef’î’yi hatirlatir:
“Bana Tahir Efendi kelp demis
Iltifati bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim zirâ
Itikadimca kelp tahirdir.
“Bediüzzaman, ‘Tahir kelp degildir’ demekle, hem Tahir Pasa’yi Nef’î’nin hicvinden kurtardi, hem de edebî bir sanat yapti.”

(Bilinmeyen Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursî, s. 79)

Giybet nedir?

Giybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadin en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtir.
Izzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasil meshur bir zat demis: “Düsmanima giybet ile ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü giybet zayif ve zelil ve asagilarin silâhidir.”
Giybet odur ki, giybet edilen adam hazir olsa idi ve isitse idi kerahat edip darilacakti. Eger dogru dese, zaten giybettir. Eger yalan dese; hem giybet, hem iftiradir. Iki katli çirkin bir günahtir.

(Mektubat. s. 267)

Giybetin caiz oldugu yerler

1- Sekvâ sûretinde bir vazifedar adama der, tâ yardim edip o münkeri, o kabahati ondan izâle etsin ve hakkini ondan alsin.

2- Bir adam onunla tesrik-i mesâî etmek ister. Seninle mesveret eder. Sen de maslahat için, garazsiz olarak, mesveretin hakkini edâ etmek için desen: “Onun ile tesrik-i mesâî etme. Çünkü zarar göreceksin.”

3- Maksadi tahkir ve teshir degil, belki maksadi tarif ve tanittirmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti.”

4- O giybet edilen adam fasik-i mütecahirdir. Yani fenaliktan sikilmiyor, belki isledigi seyyiâtla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sikilmayarak asikâre bir surette isliyor. Iste bu mahsus maddelerde garazsiz ve sirf hak ve maslahat için, giybet caiz olabilir. Yoksa giybet, nasil ates odunu yer bitirir, giybet dahi a’mal-i sâlihâyi yer bitirir.

(Mektubat, s. 267-268)

Cünüp iken saç ve tirnaklarin kesilmesinin hükmü

Zahire nazaran (görünüse göre) hasirde eczâ-i asliye (insan vücudunu olusturan asil unsurlar) ile ecza-i zâide (asil unsurlara sonradan eklenen unsurlar) birlikte iade edilir. Evet, cünüp iken tirnaklarin, saçlarin kesilmesi mekruh ve bedenden ayrilan her bir cüz’ün bir yere gömülmesi sünnet oldugu ona isarettir.

(Isârâtü’l-I’câz, s. 59)

Çocuklarda ibadet yasi

Ser’an yedi yasina gelen bir çocuga namaz gibi farzlara peder ve valideleri onlari alistirmak için, tesvikkârâne emretmek ve on yasina girse, siddetle namaz kildirmak ve alistirmak Seriatta var.

(Emirdag Lâhikasi, 306)

Keyifli hevesat (eglence) gerekli mi?

Beser, hakikate muhtaç oldugu gibi, bazi keyifli hevesata (mesrû eglence-lere) da ihtiyaci var. Fakat bu keyifli hevesat, beste birisi olmali. Yoksa havanin sirr-i hikmetine (yaratilis hikmetine) münafi (aykiri) olur. Hem beserin tembelligine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan birakilmasina sebebiyet verip besere büyük bir nimet iken, büyük bir nikmet (ceza) olur, besere lâzim olan sa’ye sevki kirar.

(Emirdag Lâhikasi, s. 307)

Kâfir ve mürtedin sahitligi caiz midir?

Mürtedin (Islâm’dan dönenin) vicdani tamam bozuldugundan, hayat-i içtimâiyeye (sosyal hayata) zehir olur. Ondandir ki, ilm-i usûlde, “Mürtedin hakk-i hayati yoktur. Kâfir eger zimmî (Islâm ülkesinde vergi vererek yasayan gayr-i Müslim) olsa veya müsalâha etse (antlasma yapsa) hakk-i hayati var” diye usul-u Seriatin bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin sehadeti makbuldür; fakat fasik (günahkâr Müslüman) merdüdü’s-sehadettir (sehadeti reddedilmistir). Çünkü haindir.

(Lem’alar, s. 174)
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Hulûsi Beyin sualine cevaptır.

Dişlerin kaplanması hakkındaki suale cevap

1932 tarihli sualinize şimdilik etrafıyla cevap veremiyorum. Fakat bu meseleyle münasebettar bir-iki mesele-i şeriatı icmalen yazıyorum. Şöyle ki:

Abdest vaktinde ağzı yıkamak farz değil, sünnettir. Fakat gusül hengâmında ağzını yıkamak farzdır. Az birşey de yıkanmadık kalsa olmaz, zarardır. Onun için dişleri kaplama lehinde ulemâlar fetva vermeye cesaret edemiyorlar.

İmam-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed (radıyallahü anhümâ) gümüş ve altından dişlerin yapılmasına fetvaları, sabit kaplama hakkında olmamak gerektir. Halbuki bu diş meselesi umûmü'l-belvâ suretinde o derece intişarı var ki, ref'i kabil değil. Ümmeti bu belvâ-yı azîmeden kurtarmak çaresini düşündüm; birden kalbime bu nokta geldi. Haddim ve hakkım değil ki, ehl-i içtihadın vazifesine karışayım. Fakat bu umûmü'l-belvâ zaruretine karşı, fetvalara taraftar olmadığım halde diyorum ki:

Eğer mütedeyyin bir hekîm-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti olsa, altındaki diş ağzın zahirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde yıkanmaması, guslü iptal etmez. Çünkü üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine geçiyor. Evet, cerihaların üstündeki sargıların zarar için kaldırılmadığından ceriha yerine yıkanması, şer'an o yaranın gasli yerine geçtiği gibi, böyle ihtiyaca binaen sabit kaplamanın yıkanması dahi dişin yıkanması yerine geçer, guslü iptal etmez. 3 Madem ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnız süs için, ihtiyaçsız dişleri kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünkü, hattâ zaruret derecesine geldikten sonra, böyle umûmü'l-belvâda, eğer bilerek, su-i ihtiyarıyla olsa, o zaruret ibâhaya sebebiyet vermez. Eğer bilmeyerek olmuşsa, zaruret için elbette cevaz var.

Said Nursî
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Ali köyünde Risale-i Nur şakirtlerinden Ali Efendi, münafıklar hakkında bir âyet-i kerimeyi soruyor. Şimdi zamanım izaha müsait olmadığı için, kısaca bir iki cümle beyan ediyorum.

"Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz" meâlindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlâhî ile bilinen kat'î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şüphe ile münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem Lâ ilâhe illâllah der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tevbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköyde Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfizîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatine dahil olmamak lâzım gelir. Çünkü münafık itikatsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (a.s.m.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.) Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise, değil Peygamber (a.s.m.) aleyhinde, belki Âl-i Beytin muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil, ehl-i bid'a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali (radıyallahu anh), yirmi sene hürmet ettiği ve onlara Şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği, Ebu Bekir, Ömer, Osman'a (radıyallahu anhüm) ilişmeseler, Hazret-i Ali (radıyallahu anh) o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar, yeter.
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

bayram hakkında
Madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevâle mâruzdur.
Elbette biçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek,
sevindirecek,
meşru dairesinde ve
müteşekkirâne,
huzurkârâne,
gafletsiz,
mâsumâne eğlencelerdir
ve sevap cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir.
Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.
dahada vardır. aklıma gelenler bunlar.
 

muzaffer

New member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

yunus abi allah razı olsun çok merak etigim konuydu diş kaplaması :sleepy: çok farklı şeyler söyleniyor bu konu hakkında
:(
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Risale-i nur bu zamanda lazım sorunlu konuları ele almıştır.
Allah üstaddan razı olsun.
Allah c.c bizide şefaatine nail eylesin ins.
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Üçüncüsü: kaidesi, yani, "Zaruret haramı helâl derecesine getirir."
İşte, şu kaide ise, küllî değil.
Zaruret, eğer haram yoluyla olmamışsa, haramı helâl etmeye sebebiyet verir.
Yoksa, su-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuşsa, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez.

Meselâ, bir adam, su-i ihtiyarıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufâtı, ulema-i şeriatçe aleyhinde câridir, mazur sayılmaz.
Tatlik etse, talâkı vaki olur. Bir cinayet etse, ceza görür.
Fakat su-i ihtiyarıyla olmazsa talâk vaki olmaz, ceza da görmez.
Hem meselâ, bir içki müptelâsı, zaruret derecesinde müptelâ olsa da diyemez ki, "Zarurettir, bana helâldir."

Yirmi Yedinci Söz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

yunus44 ' Alıntı:
Üçüncüsü: kaidesi, yani, "Zaruret haramı helâl derecesine getirir."
İşte, şu kaide ise, küllî değil.
Zaruret, eğer haram yoluyla olmamışsa, haramı helâl etmeye sebebiyet verir.
Yoksa, su-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuşsa, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez.

Meselâ, bir adam, su-i ihtiyarıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufâtı, ulema-i şeriatçe aleyhinde câridir, mazur sayılmaz.
Tatlik etse, talâkı vaki olur. Bir cinayet etse, ceza görür.
Fakat su-i ihtiyarıyla olmazsa talâk vaki olmaz, ceza da görmez.
Hem meselâ, bir içki müptelâsı, zaruret derecesinde müptelâ olsa da diyemez ki, "Zarurettir, bana helâldir."

Yirmi Yedinci Söz

Evet abi Allah razı olsun cok ggüzel bir hususa değinmişsin..

Öle ki günümüzde zaruret olmadığı halde harama öle bir alıskanlık varki ve bunu helal gibi gösterme alıskanlığı ortaya cıkmıs .. Mesela bir altı ganyan veyahut sayısal loto tarzındaki şans oyunları ... Söleseniz oynama haramdır diye cevaben der ki ya abi oynamak için değil ya tutarsa diye oynuyorum seklinde kılıf cıkarılmakda...

Ustad Bediüzzaman ne guzel mana vermiş ..Evet Zaruret olmadıkca harama girilmemeli ... Mesela adamın malı var mülkü var gayet iyi bir kazancıda var ama gidiyor parasını bankaya yatırıyor faize bulasıyor .... Fani zamanda üc kurus fazla kazanmak amacıyla tabiri caizse ahiretini karsılığında cennetini satıyor ... Hic akıllı adamın işimidir ?

Hem buradaki Zaruret kelimesi iyi anlasılmalı .Anlam olarak yasayabilecek kadar kullanmak fazlasında ruhsattan istifadeye girer mazallah..

ve saire örnekler coğaltılabilir.. Rabbirahimim gaflete suluk edipde haramlara batmakdan muhafaza etsin ...
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

İKİNCİ SUALİNİZ:
Sahabe-i Kiram Hazeratına radıyallahu anh denildiğine binaen, başkalara da bu mânâda söylemek muvafık mıdır?


Elcevap: Evet, denilir.
Çünkü Resul-i Ekremin bir şiârı olan aleyhissalâtü vesselâm kelâmı gibi radıyallahu anh terkibi Sahabeye mahsus bir şiar değil.
Belki Sahabe gibi, veraset-i nübüvvet denilen velâyet-i kübrâda bulunan ve makam-ı rızaya yetişen
Eimme-i Erbaa, Şah-ı Geylânî, İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazalî gibi zatlara denilmeli.
Fakat örf-ü ulemada Sahabeye radıyallahu anh,
Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîne rahimehullah,
onlardan sonrakilere gaferahullah ve
evliyaya kuddise sirruhu denilir.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ MEKTUP
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

1- Sizin zabitleriniz, müşfik pederlerinizdir. Kur'ân ve hadis ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki, haklı âmire itaat farzdır.

Zira zabitler ûlülemirdirler. Vatan ve millet menfaatinde, hususan nizam-ı askerîde ûlülemre itaat farzdır. Şeriat-ı Muhammedînin (aleyhissalâtü vesselâm) muhafazası da itaat iledir.

Hutbe-i Şâmiye'nin birinci zeylinin zeylinden son parçadır Said Nursî r.a
...........................
2-Şeriatla, Kur'ân ile, hadis ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü'l-emre itaat farzdır. Sizin ulü'l-emriniz, üstadınız, zabitlerinizdir. Nasıl ki, mâhir mühendis, hâzık tabip bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezâlik, münevverü'l-efkâr ve fenn-i harbe âşinâ, mektepli, hamiyetli, mü'min zabitlerinizin bir cüz'î nâmeşru hareketi için itaatinize halel vermekle Osmanlılara, İslâmlara zulmetmeyiniz.
Divan-ı Harb-i Örfî

3-Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.Emirdağ Lâhikası (1)
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

-FATİHAYI OKUMAK-
İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiye, mezheplere hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittibâ edenlere göre

değişir.

Hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur.
Meselâ, hikmet-i İlâhiyenin tensibiyle İmam-ı Şâfiîye ittibâ eden, ekseriyet itibarıyla Hanefîlere

nisbeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakın olup, cemaati birtek vücut hükmüne getiren hayat-ı

içtimaiyede nâkıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kàdıu'l-Hâcâtta kendi derdini söylemek ve

hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fâtihayı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve

mahz-ı hikmettir.

İmam-ı Âzama ittibâ edenler, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla, İslâmî hükûmetlerin ekserîsi o

mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid

olduğundan, bir cemaat bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum, kalben onu

tasdik ve rapt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam

arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
RİSALAE-İ NURDAN
 

hknco

Well-known member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Abi Allah cc razı olsun yawf aslında bu bölümler çıkarılsa ve bir araya toplansa ama iyice irdelense herhalde

gerekli birkitap olurdu ... belkide vardır ... böyle bir kitap ama tesbitler çok hoş ve mantıklı


:p
 

yunus44

Active member
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

şafi mesebinden bir örnek
Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan
İbn-i Hâcer diyor ki: "Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır."
İbni Haceri'l-Heytemî eş-Şâfiî, Tuhfetü'l-Muhtâc li-Şerhi'l-Minhâc, 1:178.

İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar.
Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.
Eğer-hâşâ-ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir.
Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.
Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.
Said NURSİ (r.a)

2.mektup
 
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

yunus44 ' Alıntı:
şafi mesebinden bir örnek
Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan
İbn-i Hâcer diyor ki: "Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır."
İbni Haceri'l-Heytemî eş-Şâfiî, Tuhfetü'l-Muhtâc li-Şerhi'l-Minhâc, 1:178.

İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar.
Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.
Eğer-hâşâ-ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir.
Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.
Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.
Said NURSİ (r.a)

2.mektup

Ne ince bir cizgiymiş :( ...

Allah ustadımdan ebeden razı olsun ne guzel acıklamış...
 
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Peki abi o zaman biri bize hediye verdiğinde ne yapmalıyız ?Hem nakledilen bir hadis-i Şerifde deniyor ya "hediye vermek sünnettir" diye hal böle olunca ne yapmalıyız ?
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ynt: Bediüzzamandan fıkhi tesbitler

Sevban ' Alıntı:
Peki abi o zaman biri bize hediye verdiğinde ne yapmalıyız ?Hem nakledilen bir hadis-i Şerifde deniyor ya "hediye vermek sünnettir" diye hal böle olunca ne yapmalıyız ?

O kısımda bu durumun şartı koşuluyor yani eğer biri sana sen salihsin diye hediye verirse yani Alim ve gunahsızsın diye verirse bu kaide gecerli olur yoksa kişi aradaki soğukluğun giderilmesi dostluğun pekişmesi ,tebrik veya içinden geldiği için verdiği hediyelerde bir kusur söz konusu değildir...
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Müziğin dindeki yeri

Müziğin dindeki yeri



“Ve keza," ve ala sem-i-him" kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların na'ralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her nev'den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba' ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.

Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, matem seslerine inkılab eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.

Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”(İşarat-ül İ'caz-Mhiyet-i Küfür)
 
Üst