Kaza ve kadere iman

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Bilindiği gibi, Yüce Allah'dan başka yaratıcı yoktur. Bu kainatta meydana gelen her şey, muhakkak Yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "Kaza" denir.


Herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini Yüce Allah'ın ezelde dilemiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir kazadır. Bununla beraber kaza sözü, takdir ve hüküm manasına da gelir.

Kaza ve kadere iman da, müslümanlarca bir esastır. Bunlara inanmak, Yüce Allah'a iman esaslarından sayılır. Allah'ın varlığını ve birliğini bilen, O'nun kainata tek hakim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek mümkün olmaz. Hangi mümkün şey vardır ki, Yüce Allah takdir ettiği takdirde meydana gelmesin? Hangi şey de vardır ki, Yüce Allah dilemediği halde o meydana gelebilsin?


Onun için biz Allah'ın kaza ve kaderine inanırız, kaza ve kadere razı oluruz. Bu bizim bir iman borcumuzdur. Fakat kendi irademizin ve kendi kazancımızın neticesi olmak üzere, Yüce Allah'ın yarattığı bazı işler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına aykırı olması bakımından, bizim bunlara razı olmamamız gereklidir. Bunlara rıza göstermek caiz olmaz ve bunlara Makzî (Kulun dilemesi üzerine Allah tarafından gerçekleşmesine hüküm verilmiş işler) denir.


Örnek: Bir insan bir günah işlemek ister, irade ve gücünü o günah tarafına yöneltir. Yüce Allah da dilerse, bu günahı o insanın arzusuna göre yaratır. İşte bu günah, Yüce Allah'ın rızasına aykırı olduğu için, ona razı olamayız. Bunun içindir ki, kazaya rıza göstermek, Makzî'ye rızayı gerektirmez.

Kaza ve kadere imanın faydasına gelince: Şübhe yok ki, insan bu iman sayesinde Allah'ın yaratıcılığını kudret ve hakimiyetini tanımış olur. Böylece ruhu güç kazanmış olur, ahlak duyguları yükselir, hayata büyük bir güçle atılır ve başarıdan başarıya ulaşır. Çünkü Yüce Allah'ın kaza ve kaderine razı olan bir kimse, hiç bir şeyden yılmaz, sebeblere sarılmayı da, kaza ve kaderin gereği bilir. Bir işte başarısızlığa uğrayacak olsa, "bunda kim bilir, Allah'ın ne gibi gizli hikmetleri vardır" diye düşünür. Allah'ın kazasına razı olur ve ümitsizliğe düşmez, azminde gevşeklik olmaz, heyecana kapılmaz, huzur içinde üzüntü çekmeyen bir kalb ile hayat alanındaki çalışmasını sürdürür.

"Kim Allah'a güvenirse Allah ona yeter"(Talak: 3)

Ömer Nasuhî Bilmen
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
KAZA VE KADER

1-Kelime Anlamları:


Kaza ve kader kelimelerinin anlamları üzerinde tam bir anlaşma yok­tur.

İbrahim el-Bâcurî, [1] en az yedi anlam tesbit edip Kaza'nın yargılama, karar, verilen hüküm manalarına geldiğini bildiriyor.

İbn Hazm ise, semantik anlayışına bağlı kalarak Kadere, takdir, tah­min, tayin, ölçme anlamlarını verip görüşünü kuvvetlendirmek için Arap Dili'ne ve Kur'an'ın çeşitli âyetlerine başvuruyor. [2]

S. Şerif Cureânî, [3] Kader'i mümkinlerin birer birer yokluktan varlığa geçişi olarak tanımlıyor. Bu da Kaza'ya uygun olarak gerçekleşir. Kaza ezeldeki hükümdür, bütün mevcudatın Levh-i Mahfuzda bulunuş halidir. Kader ise şartların var oluşundan sonra bunların birer birer meydana ge­lişidir.Kaza ve Kader'in aldıkları anlam, Eş'arî ve Mâtüridî'lere göre fark [4]

­a)E ş ' a r î' y e Göre Kaza ve Kaderin Anlamları:


Kaza, yaratma, yazma, farz kılma, hüküm verme, bir şeyin oluşundan haber verme anlamınadır. [5]
Eş'arî'ye göre Kaza, Allah'ın ezelî karar ve hükmü oluyor. O'nun yü­ce iradesine göre bütün varlıkları kuşatıyor. Allah'ın ilminde varlıkların durumları biliniyor. Bu ezelî hüküm, yani kaza varlığın akışı içinde ger­çekleşir.

Kader ise, her şeye ait özel karardır, hükümdür. Varlıkların birer bi­rer yokluktan varlığa gelmeleridir. Bu da ilm-i İlâhî'nin zaman içinde onların her birinin ölçü ve sınırını tesbit ederek onları teferruatıyla ortaya koymasıdır. [6]

b) Mâtüridî'ye Göre Kaza ve Kaderin Anlamları :


Mâtüridî ve ona mensup olanlar. Kaza ve Kader kelimelerine Eş'arî ve mensuplarının verdiği manaların tersini veriyorlar.

Kaza, varlıkların Allah tarafından hikmet ve kemâlle meydana geti­rilişidir.

Kader; Allah'ın ezelî olarak yaratıkların zararlı, çirkin, iyi ve gü2el niteliklerini bildiği ve tesbit ettiği ezelî takdir, hüküm ve tahdittir [7]

Sadeddin Teftazânî, Kaza ve kader kelimelerinin taşıdığı anlamları Mâtüridîlere uygun olarak Kur'an'dan Örnekler vererek açıklıyor. [8]

2 -Kaza Ve Kader Anlayışları


İlk Kaderiyeciler, Ma'bed el-Cuhenî (öl. 80/699) ve Gaylan ed-Dımışkî [öl. 99 veya 101/717 veya 719) dır. Ma'bed kader konusunda ilk konuşan­dır. Ondan bu fikri Gaylan almıştır. [9]

a) Mu'tezile'de Kaza ve Kader Anlayışı:


Mu'tezile, Allah'ın kaderini inkâr ediyor, ayrıca insanda kudret oldu­ğunu ileri sürüp yaptıklarının faili ve sorumlusu olduğunu söylüyor. [10]

Mu'tezile, Allah'ın ancak iyiyi dilediğini, kötüyü irade etmediğini ile­ri sürüyor. Çünkü kötüyü dilemek bizzat kötülüktür. Allah'tan böyle bir şeyin sâdır olması düşünülemez. O halde Allah'ın iradesi zâtiyla kaim olmayıp hadistir. [11]

Mu'tezile bu konuda daha ileri giderek birtakım deliller ortaya ko­yuyor :

1. Allah kâfire, imana sahip olmasını emrediyor; oysa emir iradenin aynasıdır. Allah ancak dilediğini emreder. O halde Allah'ın kâfirin küfrü­nü dilemediği sonucunu çıkarmak gerekir,

2. İtaat fiilin ilâhî irade ile uyumudur. Eğer Allair kâfirin küfrünü isitiyorsa, kâfir küfrüyle Allah'a itaat ediyor demek gerekir. Bu ise akla ay­kırı ve saçmadır, küfrü gerektirir.

3. Allah'ın Kazasına, hükmüne yani fiilin önceden takdir edilişine rı­za göstermek zorunludur, vaciptir. Eğer küfür bu kaza ile vazedilmişse, o zaman küfre rıza göstermenin vacip olduğunu söylemek gerekir. Hal­buki bu tarz bir rıza veya kabul, bizzat küfür olur. [12]

Kaza; haber verme, bildirme; Kader, beyan anlamlarına gelir. Fakal kaza ve kader hiç bir zaman yaratma anlamına gelmez. Bu taktirde insa­nın kusur ve arzularına göre meydana gelen fiillerinin ve onların sorum­luluğunun Allah'a isnad edilmesi gerekir ki, bu kabul edilmez. [13]

Mu'tezile'nin bu konudaki açık endişesinin insanın fiillerinde irade ve kudret sahibi olduğu prensibine halel getirmemek olduğu kendini bel­li ediyor. [14]

b) Eş'arî'de Kaza ve Kader Anlayışı:


Mu'tezilenin ileri sürdüğü delillere Eş'arî'nin verdiği cevaplar, onun meseleye bir başka açıdan baktığım gösteriyor.

Hakikatte Kaza ve Kader meselesinde Selefin fazla bir şey söyledi­ğine şahit olmuyoruz. Zira onlar Kur'an-ı Kerim'in açık manasına bakıp daha ileri gitmek istemiyorlar, hele bu mevzuya dalmayı hiç düşünmü­yorlar, bundan kaçınıyorlardı. Kur'an ne diyorsa onunla yetinmeyi kendi­lerine meslek ediniyorlardı. Onlar için önemli olan, neden, niçin, nasıl sorularına cevap aramadan Allah ve Rasûlünden gelen haberlere inan­maktı. [15]

Ebu'l-Hasen el-Eş'arî, Allah'ın kâfiri bırakışır», hızlânı insanda isyan etme gücünü yaratması olarak vasıflandırıyor. İsyanın yaratılışı olarak küfrü de Kazanın doğrudan bir hedefi kabul ediyor. Ona göre Allah hem şerrin, hem de hayrın yaratıcısıdır. İman Allah'ın bir nimetidir, lütfudur. Bu nimeti veren Allah'tan bunu verip vermemesi istenemez.

Allah bunu fazlından vermektedir. Kâfirlere imanla emretmektedir. Onlara iman gü­cü vermediğinde ise onları bırakmaktadır. Bu şekilde onları kendi halle­rine terketmekte ama bununla birlikte onları imandan mahrum etmemek­tedir. Küfürde kalışları zorunlu olmayıp dilediklerinde her zaman iman edebilirler. [16]

Emir ile irade ayrı şeylerdir. İmamu'l-Haremeyn el-Cuveynî, bu konuya geniş yer ayırarak emir ile iradenin ayrı şeyler olduğunu belirti­yor. [17]

Mu'tezile'nin, Allah'ın Hz. İbrahim'in oğlunun kurban edilmesi konu­sunda sadece kurbana hazırlık dilediğini belirtmelerine karşılık [18] Eş'arî'-ler, bu iddiayı reddedip söz konusu olanın Hz. İbrahim'in aldığı oğlunu kurban etme emrinin yerine getirilmesi idî görüşünü ileri sürüyorlar. Böy­lece Mu'tezile'nin emir ile iradenin aynı olduğu şeklindeki birinci iddiası cevaplanmış oluyor.

İkinci Mu'tezile iddiası, taatin irade ile olan alakası idi. Buna karşı ileri sürülen delil şudur: İtaat, irade ile ilgili değildir. İtaatin alâkası emir iledir. Allah kâfirin küfrünü irade eder, diler. Onun küfrü Allah'ın iradesi dışında değildir. Ama bununla birlikte ona iman etmesini emreder. Bu ko­nuda Ebu Leheb'in durumu örnek gösterilir. O iman etmek istemediği hal­de ona iman etmesi emredilmiştir.

Açıklanmak istenen, fiilin iradeden ayrı oluşudur. İrade ile muradın aynı olmayışlarıdır. Murad edilir, fakat gerçekleşmez, fiil haline gelmez. Küfür konusunda kâfir imana sahip olmak istemediği için Allah ona küf­rü yaratmaktadır.

Mu'tezile'nin üçüncü iddiası; "Allah'ın Kazasına rıza göstermek va­ciptir. Eğer küfür bu kaza ile vazedilmişse, küfre rıza göstermenin vâcib olacağını söylemek gerekir, oysa böyle bir rıza küfürdür" şeklindedir. [19]

Eş'arî'nin cevabı şöyledir. Küfür ve isyan, Allah tarafından hükme­dilmiş ve takdir edilmiş olarak kabul edilmelidir ve gerçekte böyledir. Bu açıdan onlara rıza göstermek gerekir. Bu Allah'ın onları kendisinde yarattığı fail ile kesbin alâkası yönünden değildir. Zira kesbin zâtı veya aslî bir etkisi yoktur, o sadece fiilin faile isnadını sağlar.
Eş'arî, kısaca Kaza ve Kaderi kabul edip, buna rıza gösterilmesini İstiyor. [20]

c) Mâtüridî'de Kaza ve Kader Anlayışı:


Fahreddin er-Râzî, İbrahim Bâcurî'nin [21]verdikleri bilgiler Mâtüridî'-nin görüşlerini aksettirmektedir. Küfür İlâhî Kaza ile temasta oluştur. Biz İlâhî Kazaya rıza göstermeliyiz. Takdir edilmiş, meydana gelmiş olan şeye değil. Küfrün iki yönü vardır. O, bir yönüyle Allah'a nisbet edilir. Allah"'îrr?riikmetine binaen küfür, onun yaratmasıyladır. O mülkünde diledi­ğini yapar.

Küfür bir başka yönden insana nisbet edilir. O insanın kesb ve ihti­yarıyla ona sıfat olarak meydana gelir. [22]

Ayrıca Allah'ın kazasına rıza göstermek, bu sıfatın icabına rıza ola­rak anlaşılmalıdır. Bundan dolayı Allah'ın kazasına rıza, küfür değil taat olur. Çünkü zaman ve mekânda oluşuna, meydana gelene rıza gösteril­miş oluyor. [23]

Louis Gardet, Kaza ile Kader ve takdir edilen şey arasında ortaya konan bu farklı anlayışı Allah'ın ilmine bir isnad olarak kabul ediyor. Zi­ra Mâtüridî, Kaza ve Kader meselesini Allah'ın ilim sıfatı ile izaha çalışı­yordu. Kaza sadece irade sıfatından değil; Allah'ın ilim sıfatından da çı­kar. Çünkü Allah'ın ilmi insanın ihtiyarına mütevakkıftır, dayanır. [24]

Mâtüridî, Kaza ve Kader meselesini Allah'ın ilim sıfatına bağlamakla bir yandan insanın hürriyetini kurtarıyor, diğer yandan bu ince ve nazik meseleye psikolojik bir istikamet vererek problemi çıkmaza sokmuyor. Çünkü Mâtüridî, Mu'tezile ve Eş'arî'den daha zeki idi. [25] Onun meseleye yaklaşımı, ilâhî yaratma İle insanî yapma arasında fark gözetme şeklide idi.

Bugün gayet iyi biliyoruz ki zaman ve mekân kavramları nisbîdir, iza­fîdir. Zaman, yer küremizin kendi ve güneşin etrafında dönmesiyle mey­dana gelir.

Cismin hareketine, mekânda yer değiştirmesine bağlıdır, mad­didir, madde ise, bir bakıma enerjiden ibarettir ve zaman kavramının ge­çerliliği insan içindir. Mekân kavramı hususunda da aynı şeyi söylemek mümkündür.

Onun da geçerliliği yeryüzü insanı içindir. Her iki kavram, güneş sistemi dahilindeki insan yaşayışına tatbik edilir. Bu sistemin dı­şına çıkıldığında yeni zaman ve mekân kavramları bulmak gerekecek; öl­çü birimleri tamamen değişecektir.

Meseleye bu açıdan bakıldığında Allah'ın katında zaman ve mekân­dan söz edilmez. O'nun katında, insan için sözkonusu olduğu gibi, za­man ve mekân birimleri yoktur. O, mutlak varlıktır. O halde Yüce Allah, dünü, bugünü, yarını aynı ölçü ve oranlarda bilir. O taktirde Allah'ın Ka­za ve Kader meselesinde ve bu ana meseleye bağlı diğer insanın fiilleri­ni ilgilendiren -insanın saîd ve şakî olacağı gibi- yan meselelerde Allah'­ın mutlak ilminin insanı ve ona verilmiş hür iradeyi kuşatması tabii olur.

Allah'ın ilmi, İnsanı ve yapacağı işleri çepeçevre sarmış ve her yandan kuşatmıştır. İnsan Allah'ın ilminin dışında bir şey yapamaz. Gerçekte ilim bilinene tâbidir.

Vuku bulacak hâdiselerin önceden takdir edilmesi demek olan Ka­deri ve o fiillerin anı geldiğinde vuku bulması, iş haline gelmesi demek olan Kazayı, Mâtüridî'nin bu şekilde ilim sıfatıyla izaha çalışması konuya esneklik getirmektedir. Bu yaklaşım tarzında sertlik ve katılığın yerini iti­dal almakta ve insanın hürriyetini kurtarma çabası özellikle kendini gös­termektedir.

Bununla birlikte Mâtüridî okulunun Kur'an nassını bir kenara bıraktığı söylenemez. Bizzat Mâtüridî böyle bir anlayışı Kur'an'dan almak­ta, gerek Kitabu't-Tevhid'de ve gerekse "Te'vilât" adlı Kur'an tefsirinde buna ihtimam göstermektedir.[26]

*Kelam, Prof. dr. Şerafettin Gölcük,Doç Dr. Süleyman Toprak

Dipnotlar

[1] İ. Bâcurî, Haşiye, s. 66.

[2] İbn Hazm, el-Fasl, c. III, s.'31.

[3] Curcanî, Ta'rifât, s. 152.

[4] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 236.

[5] Eş'arî, el-Luma', s. 46.

[6] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 236-237.

[7] Şeyhzâde, a.g.e., s. 21.

[8] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237.

[9] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237.

[10] Aynı eser, aynı yer.

[11] Kadı Abdulcabbâr, el-Mugnî, c. VI, s. 137, 139, 140, 148, 220.

[12] L. Massignon, Fassion, s. 624.

[13] K. Abdulcâbbar, Şerh, s. 770. vd.

[14] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237-238.

[15] İbn el-Kayyim, Şifau'1-Alîl, s. 3.

[16] el-Eş'arî, el-îbâne, s. 64.

[17] el-Cuveynî, el-İrşâd, s". 37.

[18] Eadi Abdulcâbbar el-Muğnî, c. VI, s. 320 - 321.

[19] K. Abdulcebbâr, Şerh, s. 771 vd.

[20] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 238-239.

[21] F. Razî, Muhassal, s. 145; İbrahim Bâcurî, Haşiye, s. I

[22] Kaza-Kader meselesini Ebu Mansur Mâtüridî, Kitabu't-Tevhid, s. 305 vd. da işliyor. Aliyyu'1-Kâri, Şerh, s. 41, Kahire, 1955.

[23] N. et-Tûsî, Telhîsu'l-Mulıassal, s. 145.

[24] Dr. M. Kasım, Menâhicu'I-EdiIIe Mk. s. 118.

[25] Dr. M. Kasım, Menâhicu'l-Edille Mukaddimesi, s. 116.

[26] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 239-240.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

"şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık." (Kamer/49),

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir." (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah'a kolaydır." (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik..." (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!..." (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den Hz.Ömer (r.a.)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail’e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmaktır." (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor. Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.

*İslam Akaidi
 

ARİF

Well-known member
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ kullarına irade vermiş, bu iradelerini, dilemelerini, işleri yaratmasına sebep kılmıştır. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse, o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Görülüyor ki, insan kendi istekli işlerini, isterse yapar, istemezse, yapmaz.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Kadere İmanın Müslüman'ın Akidesine Olan Etkisi

Bu din Allah'ın hükmüne teslim olma temeli üzerine bina edilmiştir. Emir ve nehiydeki hikmet hususunda fazla soru sorulmamalıdır. Nebiler ve onlara bağlı olanlar böyleydiler. Çünkü insanın İslam'ı ancak bu temel üzerinde olur. Teslimiyetin ilk mertebesi Allah'tan gelen emre inanmak, sonra buna uygun olarak hareket etmek için kolları sıvamaktır. Sahabeler (r.a) böyleydiler. Onlar Allah'a ve Rasulü ne karşı çok edepliydiler.

İbn Abbas (r.a) şöyle dedi:

"Rasulullah'ın sahabelerinden daha hayırlı kimse görmedim. Ölünceye kadar ancak onüç mesele hakkında soru sordular."[1]

Kader konusunda kıyamete kadar olacak herşeyin Levhi Mahfuz'da yazıldığına dair sahabeler ve onlara bağlı olan ehli sünnet ve hadis alimleri icma etmişlerdir.

Ebu Deylemi dedi ki:

Ubeyy İbnu Ka'b'a geldim ve dedim ki: "kader konusunda nefsime bir şüphe (tereddüt) düştü. Bu konuda bana bir şey anlat ki, Allah kalbimden bunu gidersin."

Ubey İbnu Ka'b dedi ki:

" Allah bütün göklerde ve yerde olanlara azab ederse onlara zulmetmeden azab etmiş olur. Onlara rahmet ederse onun rahmeti yaptıkları amellerden daha hayırlıdır. Uhud bağı kadar altının olsa da Allah yolunda harcasan kadere iman etmeden ve sana isabet eden şeyin muhakkak sana isabet edeceğine iman etmeden Allah harcadığın şeyleri kabul etmez ve bu hal üzere ölürsen cehenneme girersin." Sonra İbn Mesud'a aynı soruları sordum, aynı cevabı verdi. Huzeyfe de aynı cevabı verdi. Zeyd b. Sabit de aynı şeyleri söyledi ve bunun Rasulullah'tan olduğunu söylediler.[2]
Ubade b. Samid ölmeden önce çocuğuna şöyle dedi:

"Sana isabet eden hayrın tesadüf olduğuna inanma. Şerrin de başkasına geleceği halde sana geldiğini zannetme. Böyle yapmazsan imanın tatlılığını tadamazsın. Rasululluh'ın şöyle dediğini duydum:

"Allah ilk olarak kalemi yarattı ve şöyle dedi: "Yaz!" Kalem: "Ne yazayım" dedi. Allah: "Kıyamete kadar olacak herşeyi yaz" dedi. "Ey oğlum! Ben Rasulullah'ı: "Buna iman etmeden ölen bizden değildir" derken duydum."[3]

İşte kadere iman sahabelerin hayatını derinden etkiledi. Bu inançla ve Rasulullah'ın öğrettiklerine inanarak yeryüzünün fethine çıktılar.

Rasulullah (S.A.V) İbn Abbas (r.a)'a şöyle dedi:

"Ey delikanlı! Allah'ı gözet ki Allah da seni sevsin. Allah'ın emirlerini gözet ki Allah da san yardımcı olsun. Soracağın zaman Allah'a sor. Yardım isteyeceğin zaman Allah'tan iste. Bil ki bütün insanlar sana bir fayda vermek için toplansalar eğer Allah sana fayda vermeyi murad etmediyse fayda veremezler. Aynı şekilde zarar vermek isteseler Allah sana zarar vermeyi murad etmedikçe zarar vermezler. Kalemler kaldırıldı. Sahifeler kapandı."[4]

İşte bu akide sahabelerin kalbine sükunet indirdi, sinirleri rahatlattı. İslam tebliğ etmek için çıktıklarında karşılaştıkları esn büyük kuvvet bile gözlerine az göründü ve gördükleri eziyetleri hiçe saydılar.

Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu:

"Mü'minin her işi hayırdır. Başına bir sıkıntı gelir, sabreder, onun için hayırlı olur. Sevinçli bir şey isabet eder, şükreder, onun için hayırlı olur."[5]

Musibet veya ezaların kendisine rast gele isabet etmediğine inanan, bütün insanların kendisine zarar vermek için toplansalar bile Allah istemedikçe zarar veremeyeceklerine, rızık ve ecelini tamamlamadan ölmeyeceğine inanan kişiye yeryüzünde hangi kuvvet karşı koyabilir?

İşte bu şekilde inanan kullara kul olmaktan kurtulur. Yalnız Allah'a kul olur. Çünkü her şeyin Allah'ın elinde olduğuna inanan kişi hiçbir kuvvete boyun eğmez, topraktan yaratılmış olan mahluk için zelil olmaz.

İbn Recep şöyle dedi: "Toprak üzerindeki her yarattığın topraktan geldiğine inanan bir kişi kullara itaati nasıl Allah'tan üsttün tutar. Topraktan yaratılan bir kişi nasıl olurda melik olan Allah'a karşı gelmeye razı olur. Bu tuhaf bir şeydir.[6]

Kader inancı mü'minin kalbinden korkaklığı söküp atar. Ve kafirlerin hazırladıkları engellere korkmadan karşı çıkmasını sağlar. Çünkü o bilir ki rızık Allah'tandır ve eceli gelmeden de ölmeyecektir. Başına gelmesi yazılmış olan mutlaka meydana gelecektir. Kadere inanan bir kalp hiç kimsenin elde edemeyeceği razı olma nimetini elde etmiş olur. Çünkü bu şahıs, her şeyin Allah'ın dilemesi ve hikmetiyle olduğunu bilir. Allah'ın her şeyi bildiğini, insanın ise bilmediğini kabul eder.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Savaş hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz. Allah bilir."[7]

Müslüman başına bir sıkıntı geldiğinde bunun Allah'ın kaderinden olduğunu bilir ve ona karşı çıkmaz. Allah, ona bu sabır ve teslimiyetine karşılık mükafat verir.

Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu:

"En şiddetli musibetlerle nebiler karşılaşır. Sonra onlara en yakın olanlara dininin kuvveti nisbetinde eziyet edilir. Dini kuvvetli olan kişiler dininin kuvvetine göre imtihan ve musibetlerle karşılaşır. Dini zayıf olanlar ise gücü nisbetinde imtihan ve musibetlerle karşılaşır. Bu imtihan ve musibetler kul günahından temizleninceye kadar devam eder."[8]

İbni Kayyım: "Eğer sana bir musibet gelirse kerim olan kişinin sabrettiği gibi sabret. Çünkü Allah sana karşı daha Kerim"dir. Eğer bu musibeti ademoğluna şikayet edersen, bil ki rahmet etmeyene Rahimi şikayet etmiş olursun." [9]

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Başa gelen hiç bir musibet Allah'ın izni olmaksızın meydana gelmez. Kim Allah'a inanırsa onun gönlünü doğruya yöneltir. Allah herşeyi bilendir."[10]

Alkame (r.a) bu ayeti şöyle tefsir ediyor:

"Bir adama musibet isabet eder. Bunun Allah'tan olduğunu bilir, razı olur ve ona teslim olur."

İbni Abbas (r.a)"Bir adama musibet isabet ederse kadere inandığından dolayı kalbinde hidayet olur ve bunun Allah'ın takdiriyle olduğuna, bir tesadüf sonucu olmadığına inanır." [11]

Sahabeler bu inançlarından dolayı nefislerini o kadar yükselttiler ki hata onların gözünde eziyet ve ferahlık eşit oldu. Ve sabretmekle şükretmek de aynı seviyeye de olmuş oldu.

Ömer b. El-Hattab şöyle diyor:

" Sabır ve şükür iki deve olsaydı, hangisine bineceğimi düşünmezdim."

Ebu Muhammed el Haşiri dedi ki:

"Sabır, nimet ile imtihan arasında fark gözetmeden nefsin razı olmasıdır."

İmam Ahmed'e şöyle dediler:

"Yanında yüz bin dinar altını ola zahid olabilir mi?"

İmam Ahmed: "Evet, şu şekilde olabilir: Bu suretle arttığı zaman sevinmeyecek, eksildiği zaman üzülmeyecek." [12]

Ömer b. el-Hattab, Ebu Musa el-Eşari'ye şöyle yazdı:"Bütün hayır razı olmakla olur. Her zaman razı olmazsan bile sabret."[13]

Kadere imanın ürünü olan rıza ve sabır demek; başa gelen her türlü musibet ve imtihanlara razı olup sabretmek, Allah'ın emrine itaat ve yasaklarından kaçınmak için sabretmek demektir. Yoksa küfre ve haram olan şeylere rıza göstermek, zillete sabretmek demek değildir. Allah kullarının küfür ve haram işlemesinden zillete düşmesinden asla razı olmaz.

Kader inancı insanların beşeri enerjilerini yapıcı yöne itmelerinde çok önemli rol oynar. Üzülmek için, pişmanlık için neden yok. "Öyle yapmasaydı, böyle olmazdı" demek yok. Fakat "Allah'ın istediği olmuştur ve Allah dilediğini yapar" demek var. İşte bu inançta kalbin mutluluğu , vücut ve kafanın rahatlılığı var. Bu inançla üzüntüden dolayı nefis parçalanmaz. Nefsi hastalıklar, sapıklıklar, şahsiyet meydana gelen bozukluklar yoktur. Allah'ın adaletini karşı rıza ve sabretmek vardır.

Kader inancı Allah'a tevekkülün yanında sebeplere sarılmayı da hiçbir zaman engellemez. Fakat bu sebeplerin ancak Allah'ın izniyle sonuç verebileceğine iman etme şarttır. Çünkü sebepleri yaratan ve bu sebepleri sonuçlar için vesile kılan sadece Allahu Teala dır. Kim salih bir nesil istiyorsa bunun sebebi olan meşru bir evlilik yapması gerekir. Fakat salih neslin sebebi olan bu meşru evlilikten salih bir nesil meydana gelebilir veya gelmeyebilir. Bu Allah salih nesil vermeyebilir diye hiç evlenmemek doğru değildir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Göklerin ve yeri hükümranlığı Allah'ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk , dilediğini de erke çocuk verir. Yahut hem kız ve hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır kılar. O, bilendir, herşeye kadirdir."[14]

Onun için Allah sebeplere sarılmayı terk etmeyi haram kılmıştır. Rızık elde etmek için çalışmayı terk eden bir kişi haram işlemiş olur. Allah onun rızkını onun yaşamını sürdürmesine yetecek kadarıyla verir.

Rasulullah (S.A.V) meşru olan sebeplere sarılmanın kaderden olduğunu belirtti. Ona şöyle soruldu:

"Biz hastalıktan korunmak için rukye yapıyoruz ve ilaç alıyoruz. Bu kaderden bir şeyi kaldırabilir mi?"

Rasulullah(s.a.s):

"Bunlar Allah'ın kaderindedir" dedi.[15]

Sebeplerin Allah'ın dilemesi dışında etkili olduğuna inanmak şirktir.Sebeplerin etkili olmadığına inanıp da sebeplere sarılmayı terk eden kişi hem İslam şeriatına hem de selim akla karşı gelmiş olur. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.s) insanlara tedavi olmalarını ve ilaç almalarını emretmiştir.

Usame b. Şerik (r.a) şöyle dedi:

"Rasulullah (s.a.s) ve ashabının yanına vardım. Başlarına kuş konmuş gibi hareketsiz oturuyorlardı. Selam verip ben de yanlarına oturdum. Az sonra Rasulullah'a soru sormak için değişik yerlerden bedeviler geldi ve şöyle dediler:

"Ya Rasulullah! Hastalandığımızda ilaç kullanalım mı?" Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu:

"Evet kullanın. Çünkü Allahu Teala yaşlılık hariç bütün hastalıkların ilacını vermiştir." [16]

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

"Allahu Teala'nın verdiği hiç bir hastalık yoktur ki ilacını vermiş olmasın."[17]

Sahabeler sebeplere sarılmanın kaderden olduğuna inanıyorlardı. Bu onlara tezat gelmiyordu. Bilakis tevekkül ile beraber sebeplere sarılmak da kader inancının gerektirdiği bir şeydir.

Ömer (r.a) Şam'a gitmek için yola çıktığı zaman şehirlerin valileri ona gelip Şam'a veba salgını olduğunu haber verdiler. Hz. Ömer muhacir ve ensarın ileri gelenleriyle Şam'a gidilip gidilmemesi hakkında istişare etti. Onlar Şam'a gidilmeyip geri dönmeyi uygun gördüler. Hz. Ömer geri dönmek için emredince Ebu Ubeyde ona: "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsunuz?" dedi. Hz. Ömer (r.a) ona: "Ey Eba Ubeyde! Bunu sen mi söylüyorsun. Evet biz Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ey Eba Ubeyde! Bir tarafı yeşillik bir tarafı kurak olan bir vadide bulunduğunda hayvanını yeşillik tarafta otlattığında da Allah'ın kaderiyle yapmış olursun, hayvanını kurak tarafta otlattığında da Allah'ın kaderiyle yapmış olursun. Sen hangisini seçiyorsun?" [18]

Muaviye İbn Kurre dedi ki:

Hac için, azıksız olarak yola çıkan Yemenli bir grup Hz. Ömer onlara:

"Siz kimsiniz?" Onlar: "Biz Allah'a tevekkül eden kimseleriz." Ömer: "Hayır. Allah'a tevekkül eden kimeler değilsiniz. Siz yiyicilersiniz. Allah'a tevekkül eden kişi taneleri yere (toprağın içerisine) atıp sonra Allah'a tevekkül eden kimsedir."[19]

Sehl b. Abdullah: "Rızık için hareke yapmayı kötü gören imanı kötülemiş olur. Allah'a tevekkül Rasulullah'ın halidir. Rızık için çalışmak Rasulullah'ın hali gibi yapmak isterse sünneti terk etmesin." [20]

*İman ve onu Bozan Şeyler/Seyfuddin El Muvahhid

Dipnotlar

[1] (A'lem'ül Muvakkiin c:1 s:71)

[2] (Ebu Davudİn Mace Ahmet Taberani İni Hibban)

[3] (Ebu Davud)

[4] (Tirmizi rivayet etti ve sahih hasen dedi.)

[5] (Müslim-Ahmed)

[6] (Cami'ul Ulum ve'l Hikem) s: 385)

[7] (Bakara:216)

[8] (Buhari Müslim)

[9] (Medaric'us Salikin)

[10] (Tegabun:11)

[11] (İbn Kesir Tefsiri)

[12] (İddetüs Sabirin s: 90)

[13] (Medaric'us Salikin c:2 s:177)

[14] (Şuara:49-50)

[15] (Zad'ül Mead:c :3 s:66)

[16] (Ebu Davud Tirmizi Neseiİbn Mace) (Tirmizi bu hadis için "hasenSahih dedi.)

[17] (Buhari Müslim)

[18] (Buhari-Muvatta)

[19] (Cami'ul Ulum ve'l Hikem s:384)

[20] (Medaric'us Salikin c: 2 s: 116)
 
Üst