Ölüm

Yeltegiyan

Elfidam
ÖLÜM
ÖLÜM NEDİR?

Ölüm yokluk değil, hiçlik değil, bitiş değil, bir ebedi uyku değil; bilakis bir var oluştur. Aynen bir tohum gibi; yerin altına girer fakat vakt-i merhunu gelince, bir sünbül olarak arz-ı didar eder.Yine o, bir hiç hükmünde olan dünyadan her şey olan Allah’a yürüyüştür. O, bir başlangıçtır. Esas ve ebedi hayatın başlangıcı. Ve o bir uyanıştır. Hazreti Ali Efendimiz’in ifadesiyle, bu dünya bir rüyadır. İnsanlar ölünce uyanırlar.
O bir vuslattır; aşığın Maşuk’a, dostun Dost’a vuslatı. Sahabeden Huzeyfe el Yemanî, son demlerini yaşarken şöyle diyordu: “Dost aniden geldi, dostun gelişine pişman olan asla iflah olmaz.”

Ölüm yıllardır süren vatan hasretinin bitişidir. Zira, inanan bir insanın ana vatanı cennettir. Oraya göre bu dünya ise bir zindandan ibarettir. Hadiste, dünyanın mü’min için bir zindan olduğu ifade edilir.

Ölüm, bir istirahate çekiliştir. Zira insan yıllarca bu dünyanın yükünü çekmekle yorulmuştur. Ölümle o yükü sırtından atar ve rahatlar.

Hadisin ifadesiyle; “Mü’minin armağanı ölümdür.” Zira, bu dünya cennete kıyasla bir zindan gibidir. Ölen bu zindandan kurtularak en büyük hediyeyi kazanmış olur. Ölüm bize bayram sevinci,
Yolda bulunmuş inci.
Ölüm, bu dünyadan öbür dünyaya atılan bir adımdır. Niceleri vardır ki, “ah ne olur, bir adım atsam ve sanki şu evin bir odasından diğer odasına geçer gibi öbür tarafa geçiversem” diyerek ölümü çok rahat karşılamışlardır. Fakat nice çok okumuş, çok görmüş insanlar da vardır ki, ölüm karşısındaki ürpertilerini yenememişlerdir.

Ölüm, hadisin ifadesiyle bir nasihatçidir. İmam Gazali, iki vaiz vardır der. Biri vicdan, diğeri ölüm.



ÖLÜMÜ HATIRLAMAK:
“Her nefis ölümü tatmaktadır, tadacaktır. Sonra hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” (Ayet)
“Uyku ölümün küçük kardeşidir.”(Hadis) Uykuyla insan ölümü tadar. Sonbahar bir ölüm gösterisidir. Vücudundaki hücrelerin her altı ayda bir değişmesiyle insan, senede iki defa ölümü tatmış olur.
“İnsanların hesap günleri yaklaştı. Böyleyken onlar hala gaflet içindeler. Ölümü düşünmekten nasıl da yüz çeviriyorlar!”(Enbiya, 1)

“De ki, kendisinden kaçtığınız ölüm bir gün mutlaka karşınıza çıkacaktır. Sonra görülen görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O siz yaptığınız her şeyi teker teker haber verecektir.” (Cuma, 8)

Hadis:Eksirû zikra hâdimil lezzât: “Bütün lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikredin.”

Hadis: “Ölümü çokca anın. Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.”

Rivayete göre Hazreti Ömer, kendisine ölümü hatırlatacak bir adam tutmuştu. Sonra saçları ağarmaya başlayınca adama gerek kalmadığını söyledi ve bıraktı.

Bir kadın Hazreti Aişe Validemiz’e gelerek kalbim çok katı, ne yapayım der. Validemiz de ona ölümü hatırlamasını tavsiye eder. Kadın denileni yapar ve gelir Validemiz’e teşekkür eder.



İbrahim et Teymi der ki; “İki şey var ki benim için dünyada zevk lezzet bırakmadı: Ölüm ve Allah’ın huzuruna çıkma endişesi.

Ömer b. Abdülaziz, her gece bir sohbet grubu toplar, onların ölümden bahsetmelerini sağlardı.Ölümden bahsedilince hepsi de hüngür hüngür ağlardı.

Ömer b. Abdülaziz der ki; “Sıkıntılı bir hayat yaşayan ölümü hatırlasa teselli bulur, rahat bir hayata sahipse, dünya sevgisinden kurtulur.”

Eş’as diyor ki, “Ben ne zaman Hasan Basri Hazretlerinin yanına girsem, devamlı cehennemden, ölümden bahsederdi.”

Hadis: El Keyyisü men dâne nefsehû ve amile lima ba’del mevt: “akıllı kimse kendini Allah karşısında küçük gören ve ölümden sonrası için çalışandır.” Hasan Basri Hazretleri der ki; “Ne kadar büyük ve akıllı insan tanıdıysam, hepsini de ölümle içli dışlı gördüm.”

Hadis: “Allah’a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez.”
O’nunla büyük randevu, yani O’na kavuşma vesilesi ölümdür. Ölümü hatırlamayanı Allah da hatırlamaz. Ölüm istenmez ama hatırlanmalıdır.

Abdullah b. Salebe şöyle diyordu: “Kefeniniz kefencinin elinden çıkmış, siz hâlâ gülüyorsunuz.!”

Demir fırınında kalan bir işçinin yaşanmış hikayesi: Bir işçi yanlışlıkla demirin bilmem kaçbin derecede eritildiği fırında kalır. Fırının çalışma saati yaklaştıkça adam erir. Her saniyesi bir yıllık cehennem azabı olur. Nihayet adam, çalışma saatine az bir zaman kala arkadaşı vesilesiyle kurtulur; kurtulur ama simsiyah saçları o bir iki saat içinde bembeyaz olmuştur.


ÖLÜMÜ HATIRLAMADA METOD

Ölümü hatırlamada en etkili metod, insanın kendi akranının ölümünü düşünmesidir. Daha dün beraber gezip oynadığı, beraber çalıştığı, yol arkadaşlığı yaptığı, küçüklüğünü beraber yaşadığı, aynı okulu, aynı mahalleyi paylaştığı arkadaşının şimdi ölmüş olması insanda derin izler bırakır. Hem dünyadan soğutur, hem de öbür tarafa bir özlem oluşturur, arzu uyandırır.
Bir diğer mesele, meşhurların, zenginlerin ölümünü düşünmektir. Daha dün yanından geçilmeyen, herkesin imrendiği bir konumda bulunan, şöhretinin zirvesinde yaşayan insanlar, bugün toprak altındalar. Nasıl yaşamışlarsa öyle muamele görmekteler. Bunu düşünen insan, nefsinin iştahla istediği şöhretten de, mal mülk sevgisinden de soğur ve bunların doğuracağı akıbetten kurtulur.
Ölümü hatırlamada bir diğer yol, kabir ve hastane ve yaşlı insanları ziyarettir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de kabir ziyaretini ölümü hatırlattığından dolayı tavsiye eder.
Bir diğer metod, ölümü hatırlatan kitaplar okumak, vaazlar dinlemek.
Başvurulacak diğer bir metod da, görüldüğünde Allah’ı hatırlatan, nasihatçi bir arkadaş edinmek.

ÖLÜMÜ UNUTTURAN SEBEPLERDEN BİRİ: UZUN EMEL

İnsan, uzun emellerle ölümü unutur. Yarının hesabını yaptığı gibi elli yıl sonrasının da hesabını yapar. Bunu yaparken de sırf dünya için yapar. Allah, yeteri kadar rızkı garanti etmişken o, çoluk çocuğuna ne bırakacağını düşünür. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışır. Zamanla ölümü istemez hale gelir. Hatta keşke şu kadar sene yaşasam der, ömrüne ömür katılmasını ister.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a der ki: “Sabaha çıktığında akşamı bekleme, akşam olduğunda da sabahtan dem vurma. Hayatından ölümün için, sağlığından da hasta zamanların için bir şeyler ayır. Yarın isminin ne olacağını bilemezsin.”
Bir defasında da Hazreti Ali’ye (ra) der ki: “Hakkınızda iki şeyden endişeleniyorum. Nefsin hevasına uymanız ve uzun emellere saplanmanız.”
Hadis: “Yaşlandıkça, iki şey devam eder: Hırs, uzun emel.
Efendimiz, bir dikdörtgen çizerek ortasına müstakil bir çizgi çeker. O müstakil çizgiden dikdörtgenin kenarlarına doğru bağlantılar kurar. Sonra da dikdörtgenin dışına müstakil bir çizgi çizerek sorar: Bunlar nedir biliyor musunuz? (Dikdörtgenin içindeki) şu çizgi insanın hayatıdır. Şu (dikdörtgen), insanın ecelidir. Çekilen hatlar ise, insanı hayatında rahatsız eden ısıran olaylardır. Biri ısırmazsa diğeri ısırır. Dışardaki çizgi ise insanın emelleridir.
Allah Resulü bir gün ashabını ikaz ederek; “Yiyemeyeceğiniz şeyler biriktiriyor, içinde oturamayacağınız binalar yapıyor, ulaşamayacağınız şeyleri düşlüyorsunuz.” buyurur.
Süfyan Sevri der ki, “Zühd, kepekli ekmek yemek, yamalı elbise giymek demek değildir. O, uzun emellere girmemektir.”

ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN FAYDALARI

Ölümü hatırlamak insanı salih amel işlemeye, ibadet yapmaya zorlar, zorlamalı. Hazreti Ömer der ki; “Her işte teenni (sırasıyla, sabırla, aheste aheste yapmak) iyidir. Fakat, Ahiret işinde acele edin!”
Hasan Basri bir vaazında şöyle diyordu: “ Acele edin! Acele edin! Bu hayat nefeslerden ibarettir.” Sonra da Meryem 84. Ayeti okuyordu: “ Biz ancak onların günlerini ve nefeslerini sayıyoruz.”
Ölüm insanı hayattan koparmaz, koparmamalı. Bilakis, daha da çalışmaya zorlar. Her işinde Ahiretini kazanması için insanı teyakkuzda tutar. Çünkü insan ne yaparsa yapsın, hesap vereceği endişesiyle yaşar.
Ancak insanı hayatın içinde ve dinamik tutacak ölümü hatırlama şekli, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği şekilde olmalı. Yani, şu an öldüm, şimdi yıkanıyorum, şimdi kabire konuyorum.. şeklinde değil de, “ben bir faniyim ve er geç öleceğim. Ufukta, beni her şeyden koparacak bir ölüm görünüyor. o geldiğinde alakadar olduğum her şeyden alakamı kesip gideceğim. Ben şimdi adım adım ona doğru ilerliyorum. O ölüm ya ayağımın altında veya az ilerde her an beni bekliyor..”şeklinde olmalı.
Efendimiz buyuruyorlar ki; “Sabah akşam düşman orduları üzerinize gelecekmiş gibi ölüme hazır olun!” şimdi böyle bir ruh haline sahip insan hiç boş durur mu?
Özellikle gençler açısından düşünüldüğünde mesele daha bir ehemmiyet kazanır. Zira, dünya nüfusunun önemli bir bölümünü onlar oluşturdukları gibi, dünyanın önemli bir iş bölümü de onlar üzerinde yürür. Ölümü hatırlayan genç, işine daha iyi konsantire olur, daha verimli çalışır. Haksızlıklardan, yolsuzluklardan uzak bulunur. Serkeşlik yaparak kimsenin hakkına tecavüz etmez.

İhtiyarlar ölümü hatırlamakla rahatlar. Çünkü, onlar için artık hayat şartları ağırlaşmıştır. Bir an önce bu yükten kurtulmak isterler.

Hastalar, musibetzede ve yaralılar, ölümü hatırlamakla, ne kadar acı çekseler de bu acının bir gün mutlaka ölümle sona ereceğini bilirler ve yâ sabır der dayanırlar.

Çocuklara mutlaka ölümün arka yüzü anlatılmalı. Bediüzzaman Hazretleri, ne güzel konuşturur çocuğu; “bir yakını ölen ve ölümün hakikatini kendine göre bilen çocuk der ki, o öldü ama şimdi cennetin bir kuşu oldu. Biz de yakında ona kavuşacağız.”

SON DEMLERİNİ YAŞAYAN İNSANIN SERGİLEYECEĞİ TAVIRLAR
Ölüm acısı çok şiddetli olmalı ki, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ediyordu. “Allahım, ölüm sancısını bana kolaylaştır.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem vefat ederken yanında bir maşraba su vardı. Zaman zaman elini suya daldırır, çıkarıp yüzüne sürer ve “Allahım, bana ölüm sancılarını hafiflet” diye dua ederdi. Kızı Fatıma, “Canım babacığım nedir bu sıkıntı?” deyince, “Üzülme kızım, bundan sonra babana sıkıntı yok” buyurmuştu.
Efendimiz, “Kul ölüm belası ve ölüm sancıları arasında kıvranıp dururken mafsalları birbirini selamlayarak, “Allah selamet versin, kıyamete kadar birbirimizden ayrılıyoruz!” derler.
Yine Efendimiz buyururlar ; “Melek mü’minin ruhunu öyle kolay alır ki, sanki pamuğu çeker gibi. Kafirin ruhunu da öyle sarsarak alır ki, sanki dikenden yün çeker gibi.”
Rivayete göre, Hazreti İbrahim, vefat ettiğinde Allah O’na sorar, “Ölümü nasıl algıladın?” Der ki, “Ölümü ıslak yünler içine gömülüp de çekilen bir pıtrak gibi algıladım.” Allah şöyle buyurur: “ Haberin olsun biz onu sana kolaylaştırmıştık.”
Allah, Hazreti Musa’ya da aynı şeyi sorar. O, şöyle cevap verir: “ Kendimi kasabın diri diri yüzdüğü bir koyun gibi gördüm.”



AZRAİLLE KARŞI KARŞIYA KALAN İNSANIN HALLERİ

Efendimiz buyuruyor: “Herhangi biriniz varacağı yeri bilmedikçe, cennet ve cehennemdeki yerini görmedikçe, dünyadan ayrılmaz.” Başka bir sözlerinde,
“Mü’mine varacağı yer görterildiğinde, Allah’a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister.” buyuruyorlar.
Hadis: “ Allah bir kulundan hoşnud olduğunda, ölüm meleğine; “Falancaya git, ruhunu bana getir, kendisini huzura kavuşturayım, onun ameli yeter, kendisini denedim ve istediğim yerde buldum” der. Bunun üzerine ölüm meleği yanında beşyüz melekle beraber yere iner, yanlarında gül desteleri ve zaferan kokuları vardır. Her biri yarı ayrı müjde verir. Yanlarında reyhanlar, ruhunun çıkmasını beklerler.
Şeytan bu manzarayı görünce ellerini başına götürüp çığlık atar. Askerleri kendilerine; “ne oldu beyimiz!?” derler. Şeytan, “Şu kula yapılan ikramları görmüyor musunuz? Siz neredeydiniz, bunu neden yoldan çıkarmadınız?” diye hayıflanarak sorar. Onlar da, “Biz onu yoldan çıkarmak için çok uğraştık ama o korunmuştu.” derler.
Hasan Basri Hazretleri diyor ki: “ Mü’min ancak Allah’a kavuştuğunda rahata erer. Huzuru Allah’a kavuşmasına bağlı bulunan kişinin ölüm günü sevinç, neşe, güvence, izzet ve şeref günüdür.”
Mevlana da, ölüm gününü düğün gecesi manasına “şeb-i arus” olarak isimlendirmişti.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ölünün durumunu şu üç noktada belirleyin: Alnından terler sızdığı, gözlerinden yaşlar boşandığı ve dudakları kuruduğunda bunu Allah’ın kendisine rahmetinin indiğinin bir belirtisi sayın. Boğulan kişi gibi hırıltılar çıkardığı, rengi kıpkırmızı kesildiği ve dudakları paslandığında da bu Allah’ın ona azabının indiğinin bir belirtisidir.”

Ölüm sekeratında bulunana kelime-i tevhid telkin edilmeli,hayır konuşmalı.
Hadis: “Ölülerinize “Lâ ilâhe illallah”ı telkin ediniz. Çünkü bu kelime daha önceki günahları yok eder.”
“Ölünün yanında güzel sözler söyleyin. Çünkü ölünün yanında konuşulanlara melekler amin derler.

Ölüm anında da mutlaka Allah hakkında güzel düşünceler beslemeli:
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ölmek üzere olan bir gencin yanına varır. Kendini nasıl hissediyorsun der. Genç, Allah’tan ümitvarım ama günahlarımdan korkuyorum cevabını verir. Allah Resulü, “ böyle bir konumda kulda bu iki duygu birleşince, Allah o kula umduğunu verir ve o kulu korktuklarından emin kılar.” buyurur.
Efendimiz, son anlarında şöyle dua ediyordu: “ Allahım, beni affeyle, bana merhamet eyle ve beni Yüce Dost’a kavuştur.”
ÖLÜM VE SONRASI

Ölüm anında yaşananlar:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, tekrar tekrar şöyle diyecektir :
“ Rabbim beni geri gönder, ta ki zayi ettiğim ömrüm karşılığında güzel amelde bulunayım.” (Mü’minûn, 99/100)
“Artık gözünüzü açın! Can hulkuma geldiğinde, “yok mu tedavi edecek?” denilir. Can çekişen bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. Ve bacakaları birbirine dolaşır. İşte o gün sevkedilecek yer sadece Rabbi’nin yanıdır.” (Kıyame, 26/30)

Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir Hadis’te Efendimiz şöyle buyuruyor: “Mü’min can verme sürecine girdiğinde melekler içinde misk ve reyhan kırıntıları bulunan bir ipekle yanına varırlar. Hamurdan çekilen kıl gibi ruhu çekilir ve; “Ey itmi’nana ermiş ruh! Sen Rabbi’nden O da senden razı olarak Rabbi’nin hazırladığı rahatlığa çık! denilir.Ruhu çıktığında bu misk ve reyhanların üzerine konur ve ipek elbise ile alınıp alay-ı illiyyine yükseltilir.
Kafir can çekişme sürecine girdiğinde ise melekler içinde kor bulunan kıldan mamul bir örtü ile gelirler, ruhu çok çetin alınır ve; “Ey çirkef ruh, sen öfkeli ve Rabbin de sana öfkeli olarak Rabbi’nin azabına çık!” denilir. Ruhu çıktığında da kor üzerine konulur, hışırtılar çıkarır, kıl bohçaya konularak Siccîn’e gönderilir.

Kabre konunca:
Bera bin Azib anlatıyor: bir gün Efendimiz ile beraber, Ensar’dan birinin cenazesine iştirak ettik. Başı eğik bir vaziyette kabirin başına oturdu ve “Allahım, kabir azabından sana sığınırım” diye üç defa ilticada bulunduktan sonra, şöyle dedi: “mü’min ahiret yolculuğuna çıkacağı zaman, Allah yüzleri güneş gibi olan ve yanlarında o mü’minin koku ve kefeni bulunan bir takım melekler gönderir. Bunlar mü’minin gözünün erişebildiği bir yere otururlar. Ruhu çıktığında yerle gök arasında ve göklerde ne kadar melek varsa, hepsi onun için istiğfarda bulunur. bütün gök kapıları açılır. Ve her kapı bu mü’minin ruhunun kendisinden gecmesini bekler. Ruh yükselince; “Rabbimiz, falanca kulun geldi” denilir.
Allah, “onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım nimetleri gösterin. Çünkü ben ona, “Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız.” diye vaadde bulunmuştum” der.
Ruh tekrar mezara getirilir. O sırada kendisini defnedenlerin ayak seslerini duyar. Derken ölüye adıyla hitab edilerek; “Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir?” soruları sorulur. O da, “ Rabbim Allah, dinim İslam, peygamberim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem” cevabını verir.
Münker ve Nekir melekleri onu sorgularken, biraz amansızca davranırlar ki, bu, o mü’min en son maruz kalacağı imtihandır. Mü’min bu cevabı verdikçe bir tellal “ doğru söyledin” der. (Gazali der ki; İbrahim Suresi, 17. Ayette buyurulur ki; “ Allah’a iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder.” Bu ayetle bu an vurgulanmış olmalı!)
Sonra güzel yüzlü, güzel kokular saçan, sırtında güzel giysiler bulunan biri gelir ve: “ Müjde! Rabbimin rahmeti ve içinde sonsuz nimetler bulunan cennet senin.” der.
Mü’min, “Allah da sana hayırlar bahşetsin, sen kimsin?”diye sorar. O şahıs, “Ben senin iyi amelinim, yeminle sölüyorum ki ben seni Allah’a itaate koşan, isyanlara karşı ayak direten biri olarak bilmiştim. Allah seni hayırla ödüllendirsin” şeklinde cevap verir.
Sonra bir tellal, “Haydi bunun için cennet yatakları serin, cennet bir kapı açın” diye seslenir. Cennet yatakları serilir ve kapı açılır. Mü’min, “Allahım, kıyameti bir an önce gerçekleştir de, aileme ve malıma kavuşayım” diye Allah’a niyazda bulunur.
Kafire gelince, dünyadan ilişkisi kemsilip de, ahiret güzergahına girdiğinde, yanlarında ateşten entariler, katrandan şalvarlar bulunan sert davranan bir takım melekler etrafını çevirirler. Canı çıktığında bütün melekler kendisine lanet okurlar. Gök kapıları yüzüne kapatılır ve hiç bir kapı onun kendisinden geçmesini istemez. Ruhu göğe yükseldiğinde, her kapıdan kovulur. Bu esnada, “Rabbimiz, falancanın ruhunu ne yer ne de gök kabul ediyor” denilir. Allah da, “Onu geri götürün ve kendisine hazırladığım şerri gösterin. Çünkü ben ona, “Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız.” diye vaadde bulunmuştum” der.
Bu azaplık ruh da geri kabrine döndürülür. O sırada kendisini defnedenlerin ayak seslerini işitir. Derken kendisine münker ve nekir melekleri tarafından mü’mine sorulan aynı sorular sorulur: “Rabbin kim, dinin nedir, peygamberin kim?” Kafir “bilmiyorum” der. Bilmez olasıca! diye mukabelede bulunulur. Akabinde çirkin görünümlü, pis kokular saçan ve elbiseleri çok çirkin biri yanına yaklaşır ve “ Müjde! Allah’ın sonsuz azabı seni bekliyor! der. Kafir, Allah da seni azabla müjdelesin, sen kimsin diye sorar. O da, “ben senin çirkin amelinim, vallahi sen Allah’a isyanda çok hızlı, O’na itaatte de çok yavaştın. Allah cezanı versin.
Sonra bu kişiye dilsiz, sağır, kör biri gönderilir. Kendisi için öyle bir tokmak hazırlanır ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, onu yerinden oynatamazlar, bununla dağa vursalar, dağı tuz-buz eder. Müvekkel melek ona öyle bir vurur ki, o anda toprağa dönüşür. Sonra ruhu kendisine iade edilir. Bu kez, tokmak iki kaşının arasına vurulur. Tokmağın sesini insan ve cinlerin yanında bütün canlılar da duyar.
Akabinde bir tellal, “Ona ateşten iki yatak yapın ve cehennemden bir kapı açın” diye seslenir. Bunun üzerine ateşten, biri yatak biri döşek iki levha serilir ve oradan cehenneme bir kapı açılır.”
Diğer bir Hadisinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor. “Mü’min kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira genişletilir ve içi aydınlatılıp dolunay aydınlığı gibi olur. Sizler Allah’ın: “Muhakkak onun için dar bir geçim vardır” sözlerinin kimler hakkında indiğini biliyor musunuz? Allah ve Resulü bilir dediler. Dar geçit, kafirin kabirdeki azabıdır. Orada kendisine doksan dokuz tinnin (yılan) tebelleş olur. Tinin nedir bilir misiniz? Allah ve Resulü bilir dediler. Tinnin yedi başlı yılandır. Yani kafire yedişer başlı doksan dokuz yılan tebelleş edilir. Onu ısırırlar, yalarlar ve insanların tekrar diriltileceği güne kadar vücuduna zehir zerkederler (akıtırlar).”
Gazali bu Hadisi şerifi açıklarken diyor ki; “ Bu sayılar garibinize gitmesin. Çünkü bunlar, yılan ve akreplerin sayıları kibir, riya, hased, kin, kıskançlık ve benzeri yerilmiş, İslam’ın kötü gördüğü huyların, amellerin sayısıyla doğru orantılıdır.” Yani öyle huylar vardır ki, insan onlarla insanları bu dünyada adeta sokar. İşte o huy, öbür tarafta bir yılan sokması şeklinde tecelli edebilir.
Huzeyfe anlatıyor: Efendimiz ile beraber bir cenazede bulunuyorduk. Kabrin başına oturdu. Bir süre kabre baktı ve ardından: “ Mü’min burada öyle tazyik edilir ki, bunun neticesinde, kaburgaları birbirine geçer.” buyurdu. Başka bir yerde de, “Kabrin öyle bir sıkması vardır ki, eğer kurtulacak biri olsaydı o, Sa’d bin Muaz olurdu.” (Müsned)
Sa’d bin Muaz hakkında kısa bir malumat.

Hazreti Abbas’ın (r.a) Hazreti Ömer’i (r.a), vefatından altı ay sonra rüyasında görmesi hadisesi.
Münker ve Nekir Melekleri: Ebu Hureyre naklediyor: Efendimiz buyuruyorlar: “ kul öldüğünde yanına gök gözlü, simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine nekir, diğerine de münker denir. Bunlar mü’mine sorarlar: “Peygamber hakkında ne diyorsun? O da, şehadet kelimesini getirir. Melekler: senin böyle diyeceğini biliyorduk derler. Ardından kabri yetmişe yetmiş zira genişletilir ve aydınlatılır. Kendisine de uyu denilir. O da, bırakın beni aileme döneyim, durumumu kendilerine haber vereyim. der. Kendisine tekrar uyu denilir. O da, Allah onu kıyamet sabahı uyandırıncaya kadar uyur.
Fakat ölen münafık ise, meleklerin sorularına karşılık; “Bilmiyorum, insanlar bir şeyler söylüyordu ben de söylüyordum.” der. Melekler ona senin bu cevabı verceğini biliyorduk derler. Ardından kabre, onun üzerine kapan denir.Kabir münafıkların üzerine öyle bir kapanır ki, kaburgaları birbirine geçer. Allah kendisini diriltip de mahşer yerine gönderinceye kadar bu azap böyle devam eder.” (Tirmizi ve İbni Hibban farklı şekillerde rivayet etmişlerdir.)

İkinci Diriliş:
“Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.” (Rum, 50)
“İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de tutuyor, bize apaçık düşman kesiliyor. Kendi yaratılışını unutarak bize misal vermeye kalkışıyor ve “şu çürümüş kemikleri kim diriltecek” diyor. De ki, “Onları ilk defa yaratan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”(Yasin, 77/78)
“Kabirde bulunanlar diriltilip, dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman insan, halinin ne olacağını düşünmez mi? Hiç şüphe yok ki, Rableri onlara o gün, bütün yaptıklarını haber verecektir.” (Adiyat, 9/11)
“Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkada bırakacaksınız.” (En’am, 94)
“Allah sizi çağıracağı gün, kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve dirilmeden önceki halinizde çok az kaldığınızı sanırsınız.” (İsra, 52)
yasin 48-52


“Düşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini de yaratmaya kadirdir.” (İsra, 99)
“De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra aynı şekilde Ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.” (Ankebut, 20)
O gün; istirahat için bir kenara çekilmiş askerlerin bir komutla hemen ayağa fırlayıp toplanmaları gibi insanın uzuvları da, bir sur sesiyle hemen toplanacak ve insan tekrar yaratılacaktır.
Merkezden yapılan bir aydınlatmayla nasıl şehrin her tarafındaki lambalar yanar, bunun gibi bir sur sesiyle o gün, bütün ölüler adeta elektriklenmiş gibi ayağa kalkarak, haşir meydanında toplanacaktır.

Surun Üflenmesi:
Sur, bir boynuzdur. Keyfiyeti bizce meçhuldür. İsrafil, boru şeklindeki boynuza ağzını koymuş beklemektedir. Boynuzun başının cevresi göklerle yerin genişliği gibidir.birinci üfürüşte, herşey ölür. En son dört büyük melek ölür.birinci üflemeden sonra mahlukat berzah aleminde kırk yıl bekler. Allah İsrafil’i diriltir ve üfürmesini söyler. İkinci üfürüşte de herşey dirilir.
Sura üfürüş bir sayhadır. Bununla kabirlerin üzerleri açılır. Ölüler yerinden fırlar. O an ki insanın psikolojik hali ne hazindir. Gam, endişe, perişanlık…”Birinci sura üfürülecek, o zaman yerde ne var, gökte ne varsa Allah’ın diledikleri müstesna, düşüp bayılır.sonra sura bir daha üfürülür. O anda bir de bakarsın ki, ölüler kalkamışlar etraflarına bakıınıp duruyorlar.” (Zümer, 68)
Sura üfürüldüğü gün zor bir gündür. Hele kafirler için hiç de kolay değil, çetin bir gündür. (Müddessir, 8/10)
“Gerçekten doğru söylüyorsanız, o gün ne zaman gelecek, bize haber verin.” derler. Çekişip dururlarken bir çığlık kendilerini yakalayıverir. O zaaman artık ne vasiyet edebilirler, ne de ailelerine dönebilirler. Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar. Vay bizim halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? derler. Onlara : “İşte Rahman olan Allah’ın vaadettiği budur, peygamberler doğru söylemiştir.” denir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: “ Ben peygamber olarak gönderildiğimde, surun sahibine de haber verildi. O da, suru ağzına aldı, bir ayağı ilerde bir ayağı geride; sura üfürme emrini bekliyor. Dikkat edin de sura üfürülmesinden korkun.”
Diğer bir Hadislerinde; “ Sur sahibi boynuzu ağzına almış, boynunu uzatmış, ne zaman emir verilecek de üfüreceğim diye kulaklarını dikmiş beklerken, ben nasıl dünya nimetlerinden faydalanırım!?”
Sur sesi öyle bir sestir ki, vahşi hayvanlar bile, sesin verdiği şoktan dolayı hepsi bir araya gelir. “Vahşi hayvanlar bir araya toplandğı zaman!” (Tekvir, 5)

Haşir Meydanı:
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: “ İnsanlar kıyamet günü kepekten arındırılmış bir ekmeğin rengini andıran ve üzerinde kimse için bir alamet bulunmayan mat beyazlıktaki bir arazide haşrolunurlar.”
Haşir meydanı, düz, pürüszsüz, açık bir meydandır. İnsanlar orada çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar. Bunu haber veren Efendimiz’e Hazreti Sevde Validemiz sorar: “Ey Allah’ın Resulü, ne kötü bir durum. İnsanlar o gün birbirlerine bakmazlar mı?” Efendimiz cevap verir: “O gün herkesin derdi kendine yeter. Birbirlerine bakamazlar.” Bir ayette de şöyle deniyor: “O gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese, 37) İbn-i Abbas bu ayetin yorumunda, “ Yeryüzünde artmalar, eksilmeler olur, dağlar, ovalar, vadiler ve içindekiler kaybolur. Gümüş renkli bir arazidir. Üzerinde ne kan dökülmüş ne de günah işlenmiştir. Güneş ve yıldızların ışıkları söndürülmüştür.” der.
Efendimiz buyuruyor: “ inananlar kıyamet günü üç grup olarak haşrolunurlar. 1. Bineği olanlar 2. Yaya olanlar 3. Yerde yüzüstü sürünenler. Adamın bir sorar : Ya resulallah, yüzüstü nasıl yürüyebilirler? Efendimiz cevap verir: “ Onları ayakları üzerinde yüürüten Allah yüzüstü de yürütür.”
Hadis: “ Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır, insanlar terler. Kimisinin teri topuklarına, kimisinin teri baldırlarının yarısına, kiminin dizlerine, kimisinin uyluklarına, kimisinin böğürüne, kimisinin ağzına kadar varır. Kimisini de teri boğar.”

Kıyamet gününün uzunluğu:
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “ Bunlar büyük bir günde tekrar diriltileceklerini düşünmüyorlar mı? O gün insanlar, alemlerin Rabbi’nin huzurunda hazır bulunacaklar.” (Mutaffifiin, 4/6) ayetini okudu ve “ Oklar okdanlıklarında dizildiği gibi Allah sizi bir yerde toplayarak, elli bin yıl size bakmadan beklettiğinde haliniz nasıl olur?
Gezegenleri hiç şaşırmadan döndüren, milyonlarca yıldızı ahenk içinde gezdiren bir güç, elbette kıyamet gününde, insanları alacak dünya gemisiyle götürüp haşir meydanına boşaltacaktır.

Terazi:
İnsanlar sorgulama işinde üçe ayrılırlar:
1. Hiç sevabı olmayanlar: Tek iyilikleri gözükmez. Bunun için ateşten simsiyah bir boyun çıkar. Kuşun yemleri tek tek toplaması gibi bunları tek tek alır. Üzerlerine kapanır, kendilerini cehenneme atar. Ateş kendilerini yuttuktan sonra, “ ebedi şekavete mahkum oldular, bir daha mutluluğa eremezler.” denir.
2. Hiç günahı olmayanalar: bir tellal “ her halükarda hamdedenler kalksın” deyince bu gruptakiler ayağa kalkarlar ve koşarak cennete giderler. Geceleri namaz kılanlarla dünya ticareti kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoymayanlar da bu grupta yer alırlar. Arkalarından, “Bir daha şekavet görmeyecek şekilde mutluluğa erdiler” denir.
3. Hem günahı hem de sevabı olanlar: bunlar çoğunluktur. İyi işlerle kötüleri birbirine karıştıranlardır. Sevap ve günahları yazan kitaplar uçuşur, teraziler kurulur, gözler amel defterlerine dikilir. Sonra yine gözler terazinin dilini gözetir. Hangi tarafın daha ağır bastığına bakarlar. Bu manzara, insanların akıllarını başlarından alan korkunç bir manzaradır.

Allah resulü, Hazreti Aişe Validemiz’e hitaben, “ Üç yerde ümmetimi hatırlayamam: Terazilerin kurulduğu yerde, defterlerin dağıtıldığı yerde, sıratta.” buyurur.
Enes b. malik rivayet ediyor. Allah Resulü, şöyle buyurdu: “ Ademoğlu kıyamet günü getirilir. Terazinin iki kefesi arasında durdurulur ve onunla ilgili bir melek görevlendirilir. Terazisi ağır çekerse bu melek bütün mahlukatın duyacağı bir sesle; “Falanca öyle bir mutluluğa erdi ki, bundan sonra asla bedbaht olmaz.” diye nida eder. terazi hafif gelirse de, “ Falanca öyle bir badbaht oldu ki, bundan böyle bir daha mutluluk göremez.” diye seslenir. Sonra zebaniler, ellerinde tokmaklar, sırtlarında ateşten giysilerle gelir cehennemin payını alır cehenneme götürürler.

Hesap:
“Andolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız. Hiç şüphe yok ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız. Zira onlardan uzak değildik.” (Araf, 6/7)
“Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün.” (Casiye, 28) Evet, o gün, kimileri yüzüstü yere düşer, asi ve zalimler yok olup gitmeyi isterler, yok olalım diye bağrışırlar. Sıddık kişiler de: “Nefsim, nefsim” derler inlerler.
İlk hesaba çekilenler Peygamberler olur. Cenabı Hak buyuruyor: “ O gün Allah, bütün peygamberleri toplayıp, “Size insanlar ne cevap verdiler” diyecek. Onlar da, (hem saygılarından ötürü, hem de o günün dehşetinden dolayı) “Bizim bir bilgimiz yok, gaybı ancak Sen bilirsin diyecekler.” (Maide, 109)

Sırat:
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: “ Sırat cehennemin iki sırtı arasında kurulur. Peygamberlerden ümmeti ile geçen ben olurum. O gün yalnız peygamberler konuşur. Onların duaları, “Allahım esenliğe erdir, Allahım esenliğe erdir” şeklindedir.
“İnsanlar cehennem köprüsünden geçer. Köprünün üzerinde demir dikenler, çegeller ve kancalar vardır, sağdan soldan insanları kaparlar. Köprünün yanlarında: “Allahım, esenliğe çıkar, Allahım, esenliğe çıkar, diye dua eden melekler vardır. Kimileri şimşek gibi kimileri rüzgar gibi, kimileri koşan at gibi geçerken, kimileri seğirterek, kimileri normal yürüyüşle geçer, kimileri emekleye emekleye kimileri de sürüne sürüne geçer. Cehennemliklere gelince, onlar oranın halkıdır. Ne ölürler ne de yaşarlar. Günah ve hataları yüzünden yakalananlar ise, yanıp kömür haline gelirler ve ardından şefaat izni çıkar.” (Buhari ve Müslim)
 
Üst