Kur’an’ı öğreneceğim çocuklarımın da öğrenmesine vesile olacağım

mihrimah

Well-known member
kuran.jpg

Kur’an ancak sevgiyle öğretilirse değer kazanır. Kur’an’ı öğreten de, öğretmeye vesile olan da çocuklara sevgiyle-muhabbetle yaklaşmalı. Onları güzel sözler ve hediyelerle de mutlu etmeli.


Müslümanlar olarak çoğumuz Kur’an okumasını gereken seviyede bilmiyor, çocuklarımıza da yine o seviyede öğretemiyoruz. Faydalı olabileceği ümidiyle bu önemli eksiğimizin birkaç sebebini hatırlatmak istiyorum.
Bunlardan birincisi, Kur’an-ı Kerim’i harflerin hakkını vererek tecvit üzere okumanın ehemmiyetinin bilinmemesi; ikincisi, Kur’an öğrenmenin, üstesinden gelinemeyecek derecede zor telakki edilmesi; üçüncüsü de yaz tatilinde 15-20 gün bir camide veya dedemizden, ninemizden yarım-yamalak öğrendiğimiz miktarın kafi görülmesidir.
İzaha üçüncüsünden başlayacak olursak; evvela , fem-i muhsin sahibi olmayan herhangi bir insandan ta’limsiz, tecvidsiz öğrenilen Kur’an ile Kur’an bilinmiş sayılamaz. Bu ancak bir başlangıç olur; devam edilirse bir temel vazifesi görür.
İkincisi, Kur’an okumak, öğrenilemeyecek kadar zor değildir. Ama onun büyük bir iş olduğunu bilip gerekirse yıllarımızı dahi vermeyi kabul ederek işe başlamamız gerekir.
İnsanlar bir kariyer elde edebilmek ve bir iş bulabilmek için bir yabancı dil bilmesi gerektiğinde onu öğrenebiliyor. Ama onu mühimseyen, senelerini verebilen, lügatlerle, bilgisayarlarla, teyplerle sabahlara kadar çalışan insanlar öğrenebiliyor.
Kur’an öğrenmek bir yabancı dil öğrenmekten daha zor olmadığına göre onun ehemmiyetine inanıp gecesini gündüzüne katarak Allah’ın verdiği kabiliyetleri seferber edebilen insanlar Kur’an’ı da öğrenebilirler.
O zaman iş, gelip ehemmiyetine inanmaya dayanıyor.
Öncelikle, her Müslüman’ın ‘namazı sahih olacak kadar’ Kur’an’ı öğrenmesi farz-ı ayn kılınmıştır. Aks-i takdirde bir kısım hatalarla namaz fâsit olmaktadır. Bu mevzuda ‘bilmeme’ sadece yeni Müslümanlar için mazeret kabul edilmiş, o da öğrenebilecekleri bir zaman dilimi ile sınırlandırılmıştır.
Diğer taraftan hiçbir fıkıh kitabında Kur’an-ı Kerim Arapça olduğu için ‘şu hatalar Arap olanların namazını bozar da, Arap olmayanınkini bozmaz’ diye bir hüküm görmüyoruz. Çünkü Allah herkese öğrenme kabiliyeti vermiş. Diğer taraftan dünyanın neresine gidilirse gidilsin hem öğretecek hoca hem de öğrenecek yer bulmak mümkün; Çin’e kadar, Rusya’ya kadar.
Bu durumda insanın öne sürecek bir mazereti de kalmıyor. O zaman buna ehemmiyet vermeyip vakit ayırmayanlar, emek sarf etmeyenler kendilerine zulmetmiş, kendilerine yazık etmiş demektir.
İnsan bir de mahşerde Allah’ın huzurunda hesap vereceği ânı, ‘Büyük Buluşma’yı düşünmeli. Allah (celle celâlühû), “İngilizceyi öğrendin, matematik, fizik, kimya vs. onlarca ilmi öğrendin de, Kur’an’ı niye öğrenmedin?” derse, “Televizyonun başında ya da bir kısım oyunlarla, yüzlerce belki binlerce saatini harcadın; ya Kur’an öğrenmek için kaç saatini harcadın?” derse ne cevap verebileceğini düşünmelidir.
Bir başka husus da, o gün Kur’an, insanlar hakkında ya şefaatçi veya şikayetçi olacak. Kur’an o gün bazıları hakkında, “Bunlar benim için vakit ayırdılar, emek çektiler, beni düzgün okumayı öğrendiler, öğrettiler, beni gece-gündüz okudular, benimle amel ettiler” diyerek onlara şefaat edip onları Cennet’e götürürken, biz şikayetçi oldukları arasında kalırsak, bizi kim kurtarabilir?” diye düşünmeli değil miyiz?
Öyleyse, “Girdik reh-i sevdaya, bize onur, bize gurur lazım değil” deyip yaşımıza, başımıza bakmadan, Kur’an öğretebilecek fem-i muhsin sahibi isek öğretmeye, değilse öğrenmeye seferber olmalı ve şu yaz mevsimini bir Kur’an mevsimi haline getirmeli değil miyiz!?
İlkokuldan üniversiteyi bitirinceye kadar en az onaltı yılını veren çocuklarımızı sekizinci sınıfı bitirdikten sonra bir sene de Kur’an kursuna gönderip, Kur’an’ı ta’limiyle, tecvidiyle öğretmeli değil miyiz!? Bir de dünyanın her yerinde Kur’an öğrenme ve öğretme imkanından bahsettik. Bunun Allah’ın bir lütfu, bir nimeti olduğunu, bunu değerlendirerek şükrünü eda etmezsek Rabbimiz’in bir şekilde bu nimetini geri alacağını hatırdan çıkarmamalıyız.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Re’fet abiye yazdığı bir mektubunda (oğlu için), “Mübarek ve bahtiyar Bedreddin’in başından öperim. O, Kur’an okudukça bana dua etsin. Öyle masumların duası inşaallah hakkımızda makbuldür. Onun validesi olan ahiret hemşireme ayrıca dua ediyorum. Bedreddin gibi bir evlat sahibesi olduğundan tebrike şayandır. Bedreddin’in okuduğu her bir Kur’an harfinin on sevaptan tut tâ bine kadar meyveleri vardır. Hem validesinin defter-i a’maline, hem hoca ve üstadının defter-i a’maline o sevaplar kaydolunur.” (Barla Lâhikası, s. 310)

Dr. İsmail BÜYÜKÇELEBİ
 
Üst