Yaygin bir hata...

Lieclillah

Active member
Ebû Hüreyre, "kedi babası mıdır?"


Esselamu Aleykum!

Türkiye'de büyük İslam âlimleri yetişmiştir. Bu hiç bir zaman inkâr edilemez. Eski devrin âlimlerini bilmiyorum, ancak yeni devrin âlimlerini ben şahsen, Arapça yönleriyle çok nâkıs buluyorum.
Buna bir önek verecek olursam, merhum pederim Hâfız Ali Reşat Efendi'yi gösterebilirim. Merhum peder, Fatih Medreseleri Sahn Kısm-ı Âlîsinden mezun olmakla, şu anda, gerek Batı Trakya'da gerekse Türkiye'de bulunan pek çok talebeler yetiştirmiştir. Bize yıllarca Arapça okutmuş, Nahivden Avâmiller, İzharlar, Kâfiyeler, Molla Câmîler; Sarftan da, Maksudlar, İzzîler, Merahlar okutmuş, bunlar sayesinde de talebelerine Arapça ana kaynaklarından Mültekalar, İsâğuciler ve nice şerhlerini inceletmiş büyük bir şahsiyettir. Ve yarım asır boyunca tedrisat-neşriyat-teşkilat üçgeninde hizmet vermiştir. Allah Rahmet eyleye..

Merhum pederi örnek veriyorum. Ama yine de, şunu öncelikle izah edeyim ki, o daha çok yeni devrin değil, eski devrin, yada en azından bundan bir önceki neslin âlimi olarak kabul edilmelidir.
Evet, İslam Konferansı Teşkilatının kurulması öncesinde, Merhum Kral Faysal'ın yönetimindeki Suudi Arabistan idaresi Avrupa ve Amerika'da yaşayan müslüman azınlıklarla ilgilenmesi nedeniyle, merhum peder, bir kaç kez Yunanistan Müslümanlarını temsîlen İttihad-ı İslam Cemiyeti'nin başkanı sıfatıyla Mekke'de, Cidde'de, Şam'da ve Amman'da yapılan bazı islâmî toplantılara katılmıştı.

İki seferinde kendisine -o zaman Medine İslam Üniversitesinde okuyordum- refakat ettim. Ne gördüm? Bize yıllar boyu Arapça öğreten böylesine büyük bir adam, Kongredeki arkadaş ve meslekdaşlarıyla doğru dürüst bir diyalog kuramıyordu. Konuşsa bile rahatça ifâde-i meram edemiyordu. Kongrede okumak ve üyelere dağıtmak üzere bastırdığı "Kelime" adlı konuşması da anlaşılamayan ve bugünkü Arapça'da konuşulmayan bir sürü ağır müfredatla doluydu. Buna şahit olan benim için, bu ne kötüydü. Ama gerçek bütün çıplaklığıyla ortadaydı. Babam gibi pek çoklarına,daha sonraları da rastladım. Türk âlimleri Arapça okutmakta -eski tabirle- cehbeze, arapça ekzersizde ise kocaman bir sıfırdılar.

Evet bizim âlimler bir başkadır, her nedense.. Gerek tahsilim, gerekse Cidde'de bulunduğum 25 yıllık yayıncılık hayatımda, Endonezya'dan, Hindistan'dan, Pakistan'dan, İran'dan ve Arap olmayan bir çok Afrika ve Asya ülkelerinden pek çok din âlimleriyle görüştüm ve karşılaştım. Arapça bilmeyenlerı hiç yok gibiydi. Her birisi çatır çatır Arapça konuşuyorlardı. Bunların çoğu Arap ülkelerinde okumamışlardı. Ancak, hemen hemen hepsi, ya tahsilleri sırasında, yada tahsil sonrası incelemelerini muhakkak surette bir Arap ülkesinde tamamlamışlar, Arapça müktesebatlarına canlılık kazandırmışlardı.

Bir din bilgini için Arapça'nın ne demek olduğunu sadece kendileri bilir.. Burada kısaca şunu da belirtmek isterim: Yine rahmetli pederim bizim din bilginlerimizi, yerinde doğup, yerinde büyüyen ve yine yerinde ölen "Topika" bitkisine benzetirdi.. Bu yüzdendir ki, bizim âlimlerimiz islam dünyasında pek bilinmezler, esâmeleri okunmaz, hele eserleri hiç yoktur ve bilinmez. Tek sebep, müslümanların ortak lisanı olan Arapça'yı -hayatları boyunca okuturlar da- pratiğini bilmezler. Rahatça konuşamadıkları içindir ki, diğer meslekdaşlarıyla sohbet edecek, yarışacak, tartışacak durumda değillerdir.

Şimdi burada bir nokta koyuyor ve asıl konuya geçmek istiyorum:

Bilginlerimizin, muhterem hocalarımızın eserlerinde okuduğum, sohbetlerinde dinlediğim bir hata-yı şâyî var. Bunu bir kaç yerde duyurmak istedim. Her nedense yankı bulamadım. Kimseler itirazda bulunmadı. Bizim hanım efendi, üyesi bulunduğu mail gruplarından birinde bu konuyu açınca, karşı taraftan bu alanda kendisinden ispat ve kaynak istenmiş. Elimde olmadan hiddetlendiğimi itiraf etmeliyim:

Birileri, Arabistan'da okumuş ve ömrünün 2/3'ini Arabistan'da geçirmiş birisinden Arapça dili usûlleri üzerinde mercî ve kaynak soruyordu. A dostum, sen gerçekten bu konuda bir tahkik ve tedkikte bulunmak istiyorsan, sana ulaşan bilgileri al diyar diyar gezdir, güvendiğin bilginlere sor. Doğruyu bul.. Oturdukları yerde ispat ve kaynak soruyorlar. Bu mes'ele bana geldiğinde bizim hanım mail grubuna "eşim size yazacak" şeklinde bir cevabı da çoktan göndermiş imiş. Yoksa bir bilgiyi karşı taraftakilerin kursaklarına zorla mı yutturacaktım. Varsın bilmesinlerdi.. Şimdilere kadar bilmediklerini bilmeyenler gibi..

Evet beyler!.. Konumuz: "Ebû Hüreyre, kedinin babası mıdır?" , "Ebut'Turâb, toprağın babası mıdır?"

Sahâbî-yi celil Hz. Abdurrahman ibni Sahr'a, Rasûlüllah Efendimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) Ebû Hüreyre künyesini takmıştır. Bunun ona kedileri çok sevmesinden kinâye olarak verildiğini herkes bilir. Hocalarımız bunu cemaate öğretirken de Arapça bildiklerini (!) belli etmek için illâ da "Kedinin babası" tercümesini hemen ekleyiverirler. "Ebut'Turâb" künyesi de, Efendimizin (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Ali'ye, bir gün onu Mescid'de uyurken bulduğunda, üstü-başı topraklanmış görünce: "Kalk Yâ Ebut'Turâb!" diyerek uyandırmasından kalmıştır. Hz. Ali, vefatına kadar bu künyenin en çok sevdiği bir hitap olarak kabul etmiştir. Efendimizin (Sallallâhu aleyhi vesellem) başkaları için de verdiği künyeler vardır. Meselâ bunların başında "Ebû Cehil" gelir. Hz. Âişe vâlidemize verdiği "Hümeyrâ" gibi, Hz. Fâtıma anamıza taktığı "Ümmü Ebîhâ" vardır.

Evet, bizim bu künyelerin kıssalarını, hikâyelerini bilmemiz güzel bir şey.. Ama tercümesine ne lüzum var? Lüzum görülüyorsa, niçin aslına en uygun bir şekilde tercüme edilmez de, medrese ezberciliği ile harfi harfine tercüme edilir. Ebû=baba, hüreyre=kedicik, oldu mu sana bir kedicik babası.. oh ne kolay iş.. Hayır efendim.. Hayır.. Hayır.. Hayır..

Herşeyden önce kinâye temelinden gelen künye, o şahsın sıfatı olmuştur. Sıfat da alem = ism-i has olunca, o artık lügat anlamını kaybetmiş, yitirmiştir. Tercüme edilmez. YAHYA - YAŞAR - AYŞE gibi isimler çocukları küçük yaşta vefat eden ana-babaların bundan böyle çocuklarının ölmemeleri için teberrüken verdikleri isimler olabilir. Bu bir dilek ve temennîdir onlar için, ama bu isimler artık diğerleri için alem olmuştur, ism-i has olmuştur ve ana-babalarına göre olan lügat anlamlarını yitirmişlerdir, tercüme edilmezler.

Bu bir gramer kaidesidir.. Ancak anlamı bilinirse, tercüme edilirse günah mıdır? Hayır değil elbette.. Madem ki tercüme etmek istiyorsunuz, o halde 1) doğrusunu bileceksiniz ve aynı zamanda, 2) bizim dilimizdeki en uygun karşılığı ile tercüme edeceksiniz.
Şimdi gelin de bu iki şıkkın ilkini görelim..


DOĞRUSUNU BİLMEK

a) Araplarda her zaman ve her yerde baba ve annenin ilk erkek çocuklarının adları ile çağırıldıkları bilinir. İlk çocuklarının adı Muhammed olan her anne-baba otomatikman Ümmü Muhammed - Ebû Muhammed künyesini alırlar. Muhammed'in annesi, Muhammed'in babası anlamınadır. Bilinmelidir ki buradaki ebû ve ümmü takıları has isimlere takılmaktadır.. Bu bir..

b) ikincisi ve asıl bizim konumuz olan mesele, Arabistan'da ve hemen bütün Arap dünyasında nesne isimlerine takılan ebû ve ümmü takıları ise bizdeki (..li, ..lü, ..lı, ..lu..) anlamlarını taşır. Nesne müzekker ise Ebû, müennes ise ümmü takısını alır..

Meselâ bakkala gidersiniz, bir çok çeşit pirinç arasından üzerinde kız resimli markası bulunan "Ebû bint" pirincini istersiniz. Yani kız markalısını, kızlısını..
Bir başka örnek, kırtasiyeciye gidersiniz. Kırk yapraklı bir defter alacaksınız, "Defter ebû erbaîn" dersiniz.

Bir örnek daha, eczahâneye gidersiniz, soğuk algınlığı halinde sırta ve göğüse sürülen "Sloans" adındaki ilaçtan alacaksınız. Üzerinde pos bıyığıyla mûcidinin resmi vardı. Bu ilaç herkesçe bilinen aspirin gibi amme tarafından "Ebû şeneb" adıyla bilinir. Siz de Ebû Şeneb istersiniz.. "Bıyıklısı" anlamınadır.

Şimdi yukarıdaki (a) ve (b) şıklarında gördüğümüz gibi Ebu ve ümmü takıları Araplarda iki ayrı yerde iki ayrı anlamlara gelmiktedir.. Birincisinde has isimlere takılırsa ana/baba anlamınadır. İkincisinde cins isimlerine ve nesnelere takılırsa ..li, ..lü, ..lı, ..lu anlamına gelir.


Araplarda bu gibi Ebû ve Ümmü takıları hayvan isimlerine kadar uzayıp gider gider.. Meselâ: "Ümmü erbea ve erbeîn" bizim Kırkayak dediğimiz böcektir. Anlamı: kırk ayaklı veya kırklı.. Ebel-Husayn=Tilki, Ümmü Âvâ=Çakal, Ebû C'ade(Zi'b)=Kurt, Ebû Eyyub (Cemel) = Deve, Ebû Halid(Kelb)=Köpek.. Şimdi bunları tercüme etmeye kalkarsak herşeyi alabora ederiz değil mi?



DİLİMİZDEKİ EN UYGUN KARŞILIĞI İLE TERCÜME ETMEK


Yukarıda Ebû ve Ümmü takılarının doğru anlamlarını bildikten sonra, şimdi soruyorum size, Efendimiz'in (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Ali'ye "Kalk ey toprağın babası" demiş olması mı daha uygundur, yoksa "Kalk ey toza-toprağa karışmış adam" veya kısacası "topraklı" demiş olması mı?
Efendimiz'in (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Ebû Hüreyre'ye "Ey kediciğin babası" mı, yoksa "Ey kedili adam" kısacası "Kedili" demesi mi daha uygundur?.

Efendimiz'in (Sallallâhu aleyhi vesellem) Ebû Cehil'e cehlin, cahilliğin babası mı hakareti daha münasip, yoksa "Cahil adam" hakareti mi?


Efendimiz'in (Sallallâhu aleyhi vesellem) sevgili kerîmeleri Hz. Fâtıma vâlidemize "Ümmü Ebîhâ" künyesini kullandığını bizim hocalarımız her nedense -yoksa tercümeye kalkarlarsa yüzlerine gözlerine karıştırırlar korkusuyla mı nedir?- söylemezler. Belki de bilmezler. Yoksa bunu onların tercümeleriyle tercüme edersek "Babasının annesi" dememiz gerekirdi. Bu da çok ama çok tuhaf düşerdi. Peygambere ve Hz. Fâtımâ'ya hiç de yakışmazdı. En iyisi mi bilmezlikten gelmekti.. Peki geliniz şimdi yukarıdaki iki esas kaidenin ışığı altında buna dilimizdeki en uygun karşılığını bulalım: "Anacığım!" Bu tabir şefkat ifâdesi olarak bizde baba tarafından sevgili kızına söylenmez mi?


Kur'ân-ı Kerim'de El Kâria sûresinin sonundaki "Fe-ümmühû hâviyeh" âyetinin meâlinde birilerinin, (anası cehennemdir) şeklindeki tercümesini görmüş de şaşırmıştım. Daha neler göreceğiz Yâ Rabbî?.. Bu kadar şaşkınlık, bu kadar ahmaklık olur muydu? Evet, çok cahilce bir tercüme, harfî tercüme bu işte, tam dediği gibi.. Ama Kur'ân böyle bir tabir kullanır mıydı? Bizim lisanımızdaki karşılığı ise, (giden) ile (gidilecek olan)ı (ana) ve (çocuğuna) benzeterek çocuğun anasının kucağına koştuğu gibi "Gideceği yer cehennemdir" anlamınadır.. Vallahu Â'lem..


Son söz olarak derim ki, Arapçada gördüğümüz her Ebû, baba değildir,

her Ümmü de ana değildir. Dikkat edile!.. Vesselâm!


Cihat H. Reşat

Cidde Radyosu
Türkçe Yayım Bölümü Başkanı
P.O.Box: 19766
21445 JeddahSaudi Arabia
 
Üst