İstanbul’un Aziz Misafiri

mihrimah

Well-known member
Allah Teâlâ buyuruyor:
“Ey mü’minler, ister neşeli veya neşesiz olunuz, malınızla ve canlarınızla fî sebîlillah ğazâ ediniz. Düşmanlarınızla çarpışınız. Bilseniz, mücâhede sizin için çok hayırlıdır.” (Tevbe sûresi, 41)
Zirâ mücâhedenin sevabı size aittir. Mal ile, ıyâl ile, huzur ve refah içinde oturmak bu hayat-ı fânîde geçici bir keyfiyettir. Mücâhedenin sevâbı ve onun âhirette bundan ötürü hazırlanan rahat ve seâdet vesâili ise dâimî ve bâkidir. O halde ey mü’minler, silahlarınız çok olsun az olsun, evlad ve ıyâliniz olsun- olmasın, yaya veya süvâri olunuz, genciniz-ihtiyarınız, zengininiz-fakiriniz, hiç tereddüt etmeden fî-sebîlillah mücâhede ediniz. Bu sizin hakkınızda çok hayırlıdır.
İşte bu âyet-i celîlelere tevessül ve temessük eden Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallahu anh- ile aynı dâvâda bulunan mefkûre arkadaşı eşrâf-ı ashabdan Mıkdâd bin Esved -radıyallahu anhüma-:
“Biz Ehl-i îmân her halde mücâhede-gazâ ile mükellef ve me’mur olduğumuzdan, fânî olan bu dünyadaki muvakkat hayatımızı Sâhib-i Hakîkisine ve O’nun uğrunda vermeğe azmetmişizdir” (Hakim, Müstedrek 3/458) diye ilan ve beyan eylemişlerdir.
Mücahid fî sebîlillah Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallahu anh-, Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in zamân-ı seâdetlerinde vukûbulan bütün gazâlarda; Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Feth-i Mekke, Huneyn, Tebük ve sairelerde hep maiyyet-i seniyye-i Muhammedî’de bulunmuştur. (Üsdü’l-Gâbe, 2/65)
Hattâ Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in irtihalinden sonra da bütün mücâhedelerde bulunmuş ve ömrünün sonuna kadar sebat ederek bu uğurda hayatını fedâ etmiş ve İstanbul’da mertebe-i şehâdete nâil olmuştur.
Bu mebruk amelini, cihâd azmini yukarıdaki âyet-i celîleye tatbik ederek azim ve niyyetini ona göre muhafaza eylemiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallahu anh-‘ın gaza ve cihad hususunda istinad ettiği bir hadîs-i şerifde buyurulmuştur ki:
“Bir kimse gazâ ve cihâdın faziletini ve fevâid-i hasenâtını bilip de gazâ’ya özenmeden ölüp giderse, şüphesiz o kimse münafıklıktan bir pay alarak vefat etmiş olur.” Yani gazâ ve cihâdın fazileti hakkında ihtilaf eden münafıklara benzemiş olur:
“Kim gaza ve cihad etmeksizin, cihadı arzu edip de kendi kendine ‘Keşke ben de mücahidlerden olsaydım’ demeksizin vefat ederse münafıklık huyundan bir şube üzerine ölmüş olur.” (Müslim, Ahmed bin Hanbel, Ebû Davud ve Neseî Ebu Hüreyre -radıyallahu anh-‘den rivayet etmişlerdir.)
Diğer bir hadîs-i şerîfte:
“Allah indinde yüz derecelik öyle bir mertebe ve makam vardır ki, onlar ancak fîsebîlillah cihad ve gaza eden mücâhid mü’minler için hazırlanmıştır. O derecelerin vüs’atı, gök ile yer arasından daha geniştir” (Tecrid-i Sarih Terc. 8/258) buyrulmuştur.
Hâzin tefsîri’nde Mücâhid rahımehullah’dan nakledilmiştir ki:
Ebû Eyyûb -radıyallahu anh-, Bedir gazâsında ve diğer muharebelerde maiyyet-i Resûlullah’dan hiç ayrılmamış olduğundan kendisine:
“– Ya Ebâ Eyyüb! Neden kendini cihad-ı fîsebîlillaha vakfetmişsin?” dediklerinde cevaben:
“Ben Kur’an-ı Kerîm’de “Her halinizde gazâ ve muharebeden geri kalmayınız,” diye fermân-ı İlâhîyi okuduktan sonra artık benim için gazâyı terketmek imkânı kalmamıştır” buyurmuştur.
Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallahu anh-, hayatını cihada hasretmiş idi. Onun rahat ve huzuru, zevk ve mânâsı ne mülk ve ne de mal idi. Ancak nerede cihad ve gazâ var ise oraya yetişip gazi olmak, yâhud hayatını fîsebîlillah fedâ ederek şehîd mertebesine nâil olmak emelindeydi.
İşte bu büyük mücâhid Mihmandar-ı Resûl, doğduğu Medine-i Münevvere’den, kalkıp dağlar diyarlar aşıp en uzak ülke olan İstanbul’a kadar iki sefer ordu ile teşrif eylemiştir. İkinci gelişinde şehadet şerbetini içmiştir.
O, vücuduyla, ilim ve irfanıyla kurbet ve nisbetiyle, ihtişâm ve mehâbetiyle cihâd ve ictihâdıyla hayatının sonuna kadar çalışarak İslâm âlemini tenvîr ve tesrîr eylemiştir.
 
Üst