Vecize Analizi 9 : Allah Nâmına

ebrar172

Well-known member
Bismillahirrahmanirrahim.

Bu haftaki vecizemize anladıklarımızı paylaşmayı bekliyoruz..


[NOT]Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert taş ve toprağı deler, geçer. “Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.

Sözler - Birinci Söz [/NOT]
 

uður1

Well-known member
Cevap: Vecize Analizi 9 : Allah Nâmına Al Allah Nâmına Ver..

Evet bİzde allah namina almaliyiz herŞeyİ vede allah namina vermelİyİz.allah namina almayan veren vermeyen İnsanlardan almamaliyiz.........
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Kök ve damar gibi az bir kuvvet ile eğilebilen bükülebilen birşey nasıl olurda çok büyük kuvvetler ile kırılabilen bir taşı delebilir? Evet Allah namına der deler geçer ama bunu akıl alamaz peki nasıl anlayacağız?
 

teblið

Vefasýz
Besmele dersimizdede kısmen değinmiştik..Nedir Allah namını nişanesi ?Elbetteki Besmele 'dir..Her hayrın başı har amelin anahtarı Besmele ,Yani yüce Allah'ı anmak ..Üstad Hz'leri birinci sözünde bizlere nasihat buyurmuşlarıdr ..

Mâdem herşey mânen, "Bismillâh" der, Allah nâmına Allah'ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, "Bismillâh" demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gàfil insanlardan almamalıyız.

Dikkat edersek İlahi kelamın ilk suresinde bile (fatiha) Yüce Allah'ın adını anarak yanlız ondan istediğimizi zikr ederiz biz inananlar..
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Bütün mevcudât lisân-ı hal ile, "Bismillâh" der..Bu ameli sadece insanlar değil tüm tabiattaki canlı mahlukatler teslim olurlar..Çünkü fıtratlarındaki teslimiyet bunu gerektirir...

Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanlar "Bismillâh" der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzâk nâmına en latîf, en nazîf, âb-ı hayat gibi bir gıdâyı takdim ediyorlar.

Vel hasıla besmele bir zikrdir ,şükürdür teslimeyettir ,ve her işimizin bereketidir özetle.............




 

Ukbaa

Well-known member
Kök ve damar gibi az bir kuvvet ile eğilebilen bükülebilen birşey nasıl olurda çok büyük kuvvetler ile kırılabilen bir taşı delebilir? Evet Allah namına der deler geçer ama bunu akıl alamaz peki nasıl anlayacağız?


Bu meseleyi misallerle aklımıza yaklaştırabiliriz. Birinci söz’ün temsilinde de anlatıldığı gibi;

''Nasıl ki, görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.''

Düşünürsek bir şehir dolusu insanı bir yere sevketmek veya cebren başka işlerde çalıştırabilmek için büyük bir kuvvete ihtiyaç vardır. Halbuki o adamla böyle bir kuvvet yok. O halde o tek adam, bir şehir dolusu insanın zorla sevkine ve çalıştırılmasına hakiki fail olamaz. Hakikatte bu işi yapabilecek kudret ve kuvvete sahip olan zata dayanmalı, O’nun ismiyle hareket etmeli ki muvaffak olsun. Zaten o ahalinin o tek adama itaat etmesinin sebebi o küçük adamın zati kuvvetinden değil, ismiyle hareket ettiği Zat’a itaat etmesindendir. Yani o adam sadece bir sebeptir.

Aynen öyle de herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları sadece birer sebeptir. O narin kök ve damarlar o kuvvete malik olamadıklarına göre hakiki fail olamazlar. Demek kendi namlarıyla hareket etmiyorlar. Müsebbib-ül Esbab’ın kuvvet, kudret ve iradesine dayanarak sert olan taş ve toprağı deler geçerler.
 

faris

Well-known member
Bu meseleyi misallerle aklımıza yaklaştırabiliriz. Birinci söz’ün temsilinde de anlatıldığı gibi;

''Nasıl ki, görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.''

Düşünürsek bir şehir dolusu insanı bir yere sevketmek veya cebren başka işlerde çalıştırabilmek için büyük bir kuvvete ihtiyaç vardır. Halbuki o adamla böyle bir kuvvet yok. O halde o tek adam, bir şehir dolusu insanın zorla sevkine ve çalıştırılmasına hakiki fail olamaz. Hakikatte bu işi yapabilecek kudret ve kuvvete sahip olan zata dayanmalı, O’nun ismiyle hareket etmeli ki muvaffak olsun. Zaten o ahalinin o tek adama itaat etmesinin sebebi o küçük adamın zati kuvvetinden değil, ismiyle hareket ettiği Zat’a itaat etmesindendir. Yani o adam sadece bir sebeptir.

Aynen öyle de herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları sadece birer sebeptir. O narin kök ve damarlar o kuvvete malik olamadıklarına göre hakiki fail olamazlar. Demek kendi namlarıyla hareket etmiyorlar. Müsebbib-ül Esbab’ın kuvvet, kudret ve iradesine dayanarak sert olan taş ve toprağı deler geçerler.

Yani hocam diyebilir miyiz:

Bugün bir devlet memuru, ancak o devlette o devletin işi ile meşgul olabilir. Mesela vergi toplama işinde çalışan bir memur bugün Türkiyede kapı kapı dolaşsa ve dese ki Başbakan Tayip Erdoğanın fermanıyla vergi almaya geldim dese Türkiye de buna itiraz edecek hiç bir halk çıkamaz. Ama aynı memur diğer ülkelere gitse mesela Almanya ya gitse kapı kapı dolaşıp aynı görevi Başbakan Tayip Erdoğan namına vergi almaya geldim dese bırakın vergi almayı belki o devletin kanunlarına göre cezalandırılacaktır. İşte öyle de Allah'ın hükmü ve kudreti bütün kainata geçmektedir. Mesnevi Nuriyede Ustad Bediüüzaman çok veciz bir cümleyle bunu şöyle ifade etmekte :

[BILGI]İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sayfayı yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sayfayı yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü'l-Âleminin gayrısı olması muhaldir.[/BILGI]

İşte öylede O padişahın hükmü başbakan erdoğan gibi sadece türkiye ile sınırlı değildir bütün kainatın sahibi ve yaratıcısı ve sultanı O'dur. O zaman o memurlar Allah namına dediğinde hiçbir mahlukun buna itirazı olamaz. En sert kayalar dahi bir pamuk olur ve yollarını açı verir. Olmazları olduran Rabbim bizleri nasıl yoktan Halk ettiyse bir kayayı da pamuk yapar yol verdirir...

Birde yaratılıştaki şu güzelliğe bakalım; Kök uçları gayet narin ve bir nevi koruyucu bir kılıf ile kaplıdır. Ve bu kökler toprağı bir tirbişon gibi helezoni hareketlerle deler ve karşısına çıkan kaya ve taş gibi sert cisimleri ise salgıladıkları asit ile eriterek delmektedir. Fidan bunları nerden biliyor bu talimi nereden aldı? Toprağı nereden tanıyor ki onu döne döne onun içinde ilerleyebileceğini biliyordu ve taşı nereden tanıyor ki onun sert olduğunu ve ancak eriterek ondan ilerleyebileceğini biliyor du? Hatta bazı köklerin ise gıda ve besin bulamadığı zamanlar kurumaktan ölmemek için köklerini geriye çekip top vazifesi görerek sulak bölgelere bu sefer yer üstünde ilerlemeyi nereden öğrendi. Ve bizi nereden tanıyor ki o leziz taamlarını bizlerin ağzına, dişine, diline, sindirimine göre üretiyor. Demek onu yaratan Halık kimse bizi de o yaratmış demek ki o Halıkın namına vazife görüyorlar.
 

Ukbaa

Well-known member
Evet abi. Misalleri çoğaltabiliriz.

Bir sert kayaya bak birde narin, yumuşak köklere.. sebep olan ne kadar güçsüz, aciz ve zaif, kaya ise görünüşte ne kadar sert ve kuvvetli.. Sebep ile sonuç arasında büyük bir dengesizlik söz konusu. Adeta Üstadın dediği gibi lisan-ı haliyle tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor.

Ve Kadir-i Mutlak, Fail-i Hakiki'nin kim olduğunu küçük bir otun narin köküyle bize ders veriyor.



[NOT]
"İşte, hakaik-i eşyanın esmâ-i İlâhiyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakikî hakaik, o esmânın cilveleri olduğunu ve her şeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikir ve tesbih ettiğini anla."

(Otuz İkinci Söz - Üçüncü Mevkıf )[/NOT]
 

teblið

Vefasýz
He r ilimdalını incelediğimizde ve karşımıza çıkan varlıkların ahengli yaradılışları bizi bir kez daha ALEMLERİN RABBİNE hayran bırakıyor;
Rabbimiz, yarattığı varlıklar âlemini tefekkür adımlarıyla gezmemizi istiyor. Çünkü bu âlemde ne varsa, küçücük bir zerreden muazzam kütlelere kadar her şey, ilâhî bir sanat hârikası…

Her yer, ilâhî kudret ve sanat eserlerinin sergilendiği bir müze âdeta… Her şey ilâhî bir sanat hârikası… Rabbimiz, kalbimizin bu ilâhî sergide derin derin düşünerek, tefekküre dalarak dolaşmasını istiyor

Sonuç mu ?İşte burada o hakikat gün yüzüne çıkıyor ;Her şeyimiz ALLAH NAMINA!!!
 

Hüzün Rüzgarý

Well-known member
Kök ve damar gibi az bir kuvvet ile eğilebilen bükülebilen birşey nasıl olurda çok büyük kuvvetler ile kırılabilen bir taşı delebilir? Evet Allah namına der deler geçer ama bunu akıl alamaz peki nasıl anlayacağız?

Aslında aklın kolay anlayacağı bir durum.. (aklı sönenler hariç).. Üstad İpek gibi yumuşak kök ve damarlar sert olan taş ve toprağı "Allah Namına" deler geçer diyor.. bunu kendimize uyarlayıp şöyle düşünebiliriz.. Kendi acizliğimizi Kökler gibi düşünelim. Ve intihanlarımızı sıkıntılarımızı da sert taş ve toprak olarak düşünelim.. Biz acizliğimizi hissedip Allah'a dayanıp O'nun namına sabredersek o zor ve aşılmaz gibi görünen sıkıntılar birden bize musahhar olmuş gibi kolaylaşıveriyor... şöylede düşünebiliriz.. Taş kalpli olduğunu düşündüğümüz bir kişiye Tam bir tevekkülle Allah'a dayanarak Allah namına bir şey söylediğimizde karşıdaki taş kalpli olduğunu düşündüğümüz kişi birden yumuşayabiliyor.. Aynen öylede Yumuşak köklerde tam bir tevekkülle acizliklerini hissedip Allah namına değip ilerlediklerinde önlerine çıkan herbir sert taş ve toprak Allah namına hareket eden Köklere musahhar oluveriyor...

Umarım yanlış bir şey yazmamışındır.. Dua ile Selametle...
 

Ukbaa

Well-known member
Aslında aklın kolay anlayacağı bir durum.. (aklı sönenler hariç).. Üstad İpek gibi yumuşak kök ve damarlar sert olan taş ve toprağı "Allah Namına" deler geçer diyor.. bunu kendimize uyarlayıp şöyle düşünebiliriz.. Kendi acizliğimizi Kökler gibi düşünelim. Ve intihanlarımızı sıkıntılarımızı da sert taş ve toprak olarak düşünelim.. Biz acizliğimizi hissedip Allah'a dayanıp O'nun namına sabredersek o zor ve aşılmaz gibi görünen sıkıntılar birden bize musahhar olmuş gibi kolaylaşıveriyor... şöylede düşünebiliriz.. Taş kalpli olduğunu düşündüğümüz bir kişiye Tam bir tevekkülle Allah'a dayanarak Allah namına bir şey söylediğimizde karşıdaki taş kalpli olduğunu düşündüğümüz kişi birden yumuşayabiliyor.. Aynen öylede Yumuşak köklerde tam bir tevekkülle acizliklerini hissedip Allah namına değip ilerlediklerinde önlerine çıkan herbir sert taş ve toprak Allah namına hareket eden Köklere musahhar oluveriyor...

Umarım yanlış bir şey yazmamışındır.. Dua ile Selametle...
Allah razı olsun Hüzün Rüzgarı kardeşim. Farklı bir boyuttan baktırdınız konuya.
Yaznızı okuyunca ilk aklıma bebekler geldi. Hiçbir isteklerine elleri ulaşmadığı, yetişemediği halde sadece ağlamalarıyla bütün isteklerini ebeveynlerine yaptırıyorlar. Bizde Cenab-ı Hak'ın nazdar kulları olduğumuza göre acz, fakr, ihlas sırrıyla üstesinden gelemeyeceğimiz veya elimizin yetişemeyeceği bütün meram ve hacatlarımızı yanlız Malik-i Hakiki'den isteyerek ona dayanarak, bütün esbapları O'nun izni ve müsadesiyle kendimize musahhar edebiliriz.

Buradaki incelik yapan değil, yaptıran...
 

teblið

Vefasýz
Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert taş ve toprağı deler, geçer. “Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.

Sözler - Birinci Söz

Kur’ân’ın ilk cümlesi olan “Besmele”de “Rahman” ve “Rahîm” isimleriyle sıfatlanan “Allah” ismi, fiili tecellîdir. İnsân başladığı her işe “Besmele” ile başlar ve Rahman ve Rahîm olan Allah’tan başka fâil, yâni yapan ve işleyen olmadığını düşünür, aynı zamanda kendisini en küçük işlediği işlerden tamamıyle fânî (kendisinin işlediği bu işlerde en küçük bir katkısının olmadığını) bilirse, işbu tecellî Allah’ın insâna olan fiili tecellîsinden ibârettir. Bu tecellî Hakîkat yoluna girmenin başlangıcıdır.Yani bu tecelli ile Besmele, âlemin ve Kur’anî hakikatlerin kapılarını açan bir anahtar oluyor

Hem nasıl anahtar… Her can için, “Bismillahirahmanirrahim” sevgili Rabbimizle olan sonsuz irtibatı, ruhumuzun gerçek yuvasını, cennetteki ebedi saadete açılan kapının anahtarını temsil eder… Her hayırlı işe başlarken okunan “Besmele”, “Ben bir ‘hiç’ hükmündeyim. Bu işi de kendim için değil, Allah rızası ve O’nun izni ve adına yapıyorum” demektir.

O’nun “rızası, izni ve adı” ile yapınca kötü bir şey yapmak söz konusu olamaz. Kâinat her zerresi ile “besmele” ile hareket ettiğinden, “besmeleyi” tanır, besmeleli kulları varlık âlemi sever…
 
Üst