Katre

Huseyni

Müdavim

Katre

Tevhid Denizinden

İFADE-İ MERAM

Malûmdur ki, insan, hasbelkader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rastgelir. Bazan kurtulursa da, bazan da boğulur. Ben de kader-i İlâhînin sevkiyle pek acip bir yola girmiştim. Ve pek çok belâlara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim. İnayet-i ezeliye, beni Kur’ân’a teslim edip, Kur’ân’ı bana muallim yaptı. İşte, Kur’ân’dan aldığım dersler sâyesinde o belâlardan halâs olduğum gibi, nefis ve şeytanla yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum. Bütün ehl-i dalâletin vekili olan nefis ve şeytanla ilk müsademe,

سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ لاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ
blank.gif
1


kelimelerinde vuku buldu. Bu kelimelerin kalelerinde tahassun ederek o düşmanlarla münakaşalara giriştim. Herbir kelimede otuz defa meydan muharebesi vukua geldi. Bu risalede yazılan herbir kelime, herbir kayıt, kazandığım bir muzafferiyete işarettir.


Bu risalede yazılan hakikatler, zıtlarına bir imkân-ı vehmî kalmayacak derecede yazılmıştır. Uzun bir hakikate, deliliyle beraber bir kayıt veya bir sıfatla işaret yapılıyor.HAŞİYE-1HTAR



[NOT]Dipnot-1 Allah her noksandan münezzehtir. Ve hamd Allah’a mahsustur. Ve Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve Allah herşeyden büyüktür. Ve havl ve kuvvet ancak Allah’a aittir.

Haşiye-1
HTAR Bu zamanın cereyanı, benim gibi çoklarını vehmî tehlikelere atmıştır. İnşaallah, bu eser Allah’ın izniyle onları kurtaracak ümidindeyim.
[/NOT]




Rab: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allahacip: acayip, tuhaf
acz: acizlik, güçsüzlükcereyan: akım, hareket
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inkârcılarfakr: fakirlik, muhtaçlık
hakikat: bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyetihalâs olmak: kurtulmak
hasbelkader: kaderin sevkiyle, kaderin bir cilvesi olarakhaşiye: dipnot, açıklayıcı söz
ifade-i meram: maksadı ifade etmeiltica etmek: sığınmak
imkân-ı vehmî: hayâlî olarak mümkün olmainayet-i ezeliye: varlığı ezelî olan Allah’ın inayeti, yardımı
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
katre: damla
malûm: bilinen, bellimuallim: öğretmen, öğretici
muharebe: mücadele; savaşmusibet: belâ, sıkıntı
muzafferen: zafer kazanmış olarakmuzafferiyet: zafer kazanma
münakaşa: tartışmamüsademe: çarpışma
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygurisale: küçük çaplı kitap; Katre Risalesi
sevk: yöneltmesülûk etmek: yönelmek, belli bir yolda ilerlemek
tahassun etmek: sığınmaktesadüf etmek: rast gelmek
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma ve her şeyi bir olan Allah’a vermevehmî: varsayılan, olmadığı halde var kabul edilen
vuku bulmak: meydana gelmekvukua gelmek: meydana gelmek, gerçekleşmek

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 72


besmele.jpg



اَلْحَمْدُ ِللهِ وَالصَّلاَةُ عَلٰى نَبِيِّهِ
1

Bu risale, dört bab ile bir hâtime ve bir mukaddeme üzerine tertip edilmiştir.

Mukaddeme


Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır. Şöyle ki:


Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.

Evet, herşeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün’im, san’ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.

Ve keza, nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i İlâhiyedir.
Birinci kelâm: اِنِّى لَسْتُ مَالِكِى Ben kendime mâlik değilim. Ancak mâlikim kâinatın mâlikidir. Fakat kendime mâlik nazarıyla bakıyorum ki, Mâlik-i Hakikînin



[NOT]Dipnot-1 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd Allah’a mahsustur. Salât Onun peygamberi üzerine olsun.

[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
Müessir-i Hakikî: gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri yaratıp onlara hükmeden AllahMün'im: gerçek nimet verici olan Allah
Sâni: her şeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allahbab: bölüm, kısım
beyan etmek: açıklamakbinaenaleyh: bundan dolayı
cehalet: cahillikcihet: yön
cihet-i isnad: dayanma yönüesbab: sebepler
hâtime: sonuç, son bölümicmalen: kısaca, özetle
kalb etmek: dönüştürmekkelâm: söz, ifade
keza: aynı, aynı biçimdemaddiyat: maddî şeyler
mahiyet-i eşya: varlıkların asıl özelliği, içyüzümaksat: amaç, gaye
mukaddeme: başlangıç; giriş bölümümâlik: sahip
mânâ-yı harfî: harf mânâsı; bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânamânâ-yı ismî: isim mânâsı; bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mârifet-i İlâhiye: Allah’ı bilme ve tanımamâsivâ: Allah’tan başka her şey, diğer bütün varlıklar
nazar: bakış açısı, görüşnazar etmek: bakmak
risale: küçük çaplı kitap; Katre Risalesitafsilen: ayrıntılı olarak
tahsil: ilim öğrenme, öğrenimtağyir etmek: değiştirmek
tenteneli: tül gibi, ince ve şeffaftertip etmek: sıralamak, düzenlemek
âdi: basit, değersiz

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 73


sıfâtını ve sıfatların bir derece mâhiyetini ve hududunu bileyim. Evet, mevhum, mütenahi hududumla Mâlik-i Hakikînin sıfatlarının bir cihette gayr-ı mütenahi hududunu bildim.

İkinci kelâm: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş; kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.

Üçüncü kelâm: رَبِّى وَاحِدٌ Rabbim birdir. Evet, herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîme olan teslimiyete bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve herşeye karşı, hissederek veya etmeyerek, teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir hâlettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhide teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.

Dördüncü kelâm: اَنَا ile tâbir edilen benlik, yani kendisine bir vücut, bir kıymet vermektir ki, bu ene, Cenâb-ı Hakkın sıfâtını, şuûnatını bilmek için bir santral ve bir vahid-i kıyasîdir.



endOfSection.gif
endOfSection.gif





Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahMâlik-i Hakikî: herşeyin gerçek sahibi olan Allah
Rab: tanrı; terbiye edici; ihtiyaçları verip tehlikelerden koruyan; herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahRabb-i Rahîm: her bir varlığa merhamet ve şefkat gösteren ve her şeyi terbiye ve idare eden Allah
Rabb-i Vâhid: tek ve eşsiz olan Allah, bir olan Allahazîm: büyük
cihet: yöncâmiiyet: geniş kapsamlı oluş
elem: acı, kederene: ben, benlik
erbab: rabler, bâtıl ilâhlaresbab: sebepler
eşya: varlıklarfirdevsî: Cennet gibi
gayr-ı mütenahi: sınırsız, sonsuzhak: doğru, gerçek
hudud: sınırhâlet: durum, hal
iftirak: ayrılma, dağılmaiçtima: toplanma, bir araya gelme
kelâm: söz, ifademelhuz: düşünülen; ihtimal dahilinde tutulan
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılanmâhiyet: herbir şeyin neden ibâret olduğu, esası, hakikati
mütehalif: birbirinden farklımütenahi: sona eren, biten
saadet: mutluluksıfat: söz, nitelik
sıfât: sıfatlar, niteliklerteessür: üzüntü, kederlenme, etkilenme
terekküp etmek: birleşmek, bir araya gelmekteslimiyet: bağlılık, kendini Allah’ın iradesine bırakma
tevafuk: uygunluk; uyumtevehhüm edilen: sanılan, asılsız olduğu halde kabul edilen
tâbir etmek: ifade etmek, adlandırmakvahid-i kıyasî: ölçü birimi
vaziyet: durum, hâlvücut: varlık
yed-i kudret: Allah’ın kudret elişuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden yüce Zâtına ait mukaddes özellikler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 74


Birinci Bab

لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ beyanındadır.

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
blank.gif
1


Allah’tan başka hak bir ilâhın bulunmadığını kalben tasdik ve lisanen ikrar ettiğime, bütün gören ve görünen eşyayı şahit gösteriyorum.


Öyle bir Allah ki, vücub-u vücuduna ve Vahid, Ehad, Ferd, Samed olduğuna Hazret-i Muhammed (a.s.m.) bir şahid-i sadık ve bir burhan-ı nâtıktır

Öyle Muhammed (a.s.m.) ki, icmâ ve tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet ünvanını; ve ittifak ve tahkiklerini almakla, imamü’l-evliyâ ve’l-ulemâ lâkabını almıştır.

Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki, âyât-ı bâhire, mu’cizat-ı katıa ve secâyâ-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i İlâhî olmuştur.

Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.) ki, âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervahı müşahede ve melâikeyle musahabe, cin ve insanlara irşad vazifesini almıştır.

Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.)’dır ki, şahsiyet-i mâneviyesiyle kâinatın kemâline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlarını havi bir şeriata sahiptir.




[NOT]Dipnot-1 Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm peygamberlerin Efendisi olan Muhammed’in ve onun bütün Âl ve Ashâbının üzerine olsun.


[/NOT]



Ehad: bir olan ve her bir varlıkta birliği tecellî eden AllahFerd: Vâhid ve Ehad olan ve eşi benzeri olmayan bir tek Allah
Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama her şey Ona muhtaç olan AllahVahid: bir ve tek olan
ahlâk-ı âliye: yüksek, üstün ahlâkbab: bölüm
beyan: açıklama, anlatımburhan-ı nâtık: konuşan delil
düstur: prensip, kuralenbiya: peygamberler
ervah: ruhlareşya: varlıklar
fihriste: özethak: doğru, gerçek
havi: içine alanicmâ: görüş birliği
ikrar etmek: kabul etmek, doğrulamakilâh: her şeyin kendisine ibadet ettiği ve her şeyin kendisine ait olduğu Allah
imamü'l-evliyâ ve'l-ulemâ: bütün Allah dostlarının ve âlimlerin imamı, lideriirşad: doğru yolu gösterme
ittifak ve tahkik: bir gerçek üzerinde birleşme ve delillere dayanarak ispat etmekalben: kalp ile
kemâl: kusursuzluk, mükemmelliklisanen: dille
mazhar olmak: erişmek, nail olmakmehbit-i vahy-i İlâhî: İlâhî vahyin indiği yer
melekût: görünmeyen mânevî âlem; varlıkların arka plânımelâike: melekler
musahabe: karşılıklı sohbet etme, konuşmamu’cizat-ı katıa: meydana gelişi kesin olan mu’cizeler
mürselîn: Allah'ın resulleri, elçilerimüşahede: görme, gözlemleme
saadet: mutluluksecâyâ-yı sâmiye: yüksek ahlâk ve karakterler, vasıflar
seyir: yolculuk, gezintisiyadet: efendilik, liderlik
tasdik: doğrulama, onayunvan: nam, isim
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen manevî âlem
âyât-ı bâhire: açık âyetler, delillerşahid-i sadık: doğru sözlü şahit, tanık
şahsiyet-i mâneviye: mânevî kişilikşeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 75


Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.)’dır ki, âlem-i şehadette iken gaybiyattan haber verir bir beşîr ve nezîr olup bütün kuvvetiyle, kemâl-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminân ile, yüksek bir iman ile nev-i beşere karşı tevhid dinini لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ ile ilân ve ilâm ediyor.

Ve keza, öyle bir Allah ki, vücub ve vücûduna, celâl ve cemâline, Vahid-i Ehad olduğuna şehadet edenlerden birisi de Furkan-ı Hakîmdir.

Ve öyle bir Furkan-ı Hakîmdir ki, bütün enbiya kitaplarının tasdiklerine mazhardır.

Ve öyle bir Furkan-ı Hakîmdir ki, bütün akıllar ve kalbler, hükümlerini kabul ve tasdike icmâ ettikleri ve cihat-ı sittesinden nur-efşan bir kitaptır.

Ve öyle bir Furkan-ı Hakîmdir ki, mazhar-ı vahiy olan resullerce, mahz-ı vahydir. Ehl-i keşif ve ilhamca ayn-ı hidayettir. Mâden-i iman ve mecma-i hakaiktir. Hükümleri delâil-i akliye ile müeyyed ve fıtrat-ı selîmenin şehadetiyle musaddaktır. Lisanü’l-gayb olup, âlem-i şehadette nev-i beşeri
blank.gif
1
فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ ile tevhide emir ve dâvet ediyor.

Öyle bir Allah ki, vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da, bütün âzâsıyla, cevahiriyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delâlet eder. Yani bu kâinat, ihtiva ettiği bütün envâıyla لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ ve o âlemlerin erkânıyla
لاٰۤ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ;




[NOT]
Dipnot-1
“Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur.” Muhammed Sûresi, 47:19.


[/NOT]



Furkan-ı Hakîm: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran hikmetli Kur’ân
Vahid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
ahval: haller, durumlarayn-ı hidayet: hidayetin ta kendisi
beşîr: müjdeci, mükâfatı müjde edencelâl: azamet, haşmet
cemâl: sonsuz güzellikcevahir: cevherler, değerli şeyler
cihat-ı sitte: altı yön; sağ, sol, ön, arka, alt ve üst yönleridelâil-i akliye: aklî ve mantıkî deliller
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekehl-i keşif ve ilham: görünmeyen ve bilinmeyen âlemlere ait olan hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve yardımıyla keşfeden, bilen kimseler
enbiya: nebiler, peygamberlerenvâ: türler
erkân: esaslar, şartlarevsaf: özellikler, nitelikler
fasıl: bölümfıtrat-ı selîme: karakteri ve yapısı bozulmamış olan, yaratılış gayesine uygun hareket eden
gaybiyat: bilinmeyen ve görünmeyen âlemlerhüceyrat: hücreler
icmâ etmek: aynı noktada görüş birliğine varmakihtiva etmek: içermek
ilâm etmek: duyurmakiman: inanmak
insan-ı kebir: büyük insanitminân: tam kanaatle inanma
kemâl-i ciddiyet: tam bir ciddiyetkeza: aynı, aynı biçimde
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinatlisanü’l-gayb: gaybın lisanı, bilinmeyen ve görünmeyen âlemin dili
mahz-ı vahy: tamamen vahye dayanan; her yönüyle vahiy olanmazhar: sahip; elde eden
mazhar-ı vahiy: kendisine vahiy gelenmecma-i hakaik: iman hakikatlerinin biraraya toplandığı yer
musaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmışmâden-i iman: imanın, inancın kaynağı
müeyyed: teyid edilmiş, desteklenmişnev-i beşer: insanlar
nezîr: korkutan, cezayı haber verennur-efşan: nur saçan
resul: elçi, peygambertasdik: doğrulama, onay
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmavahdet: birlik
vücub: Allah’ın varlığının zorunlu oluşuvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücûd: var oluşvüsuk: doğruluk, güvenilirlik
zerrat: zerreler, atomlarâlem: dünya, evren
âlem-i şehadet: görünen âlem, dünyaâzâ: organlar
şehadet: şahitlik, tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 76


ve o erkânın âzâsıyla لاٰ صَانِعَ اِلاَّ هُوَ; ve o âzanın eczâsıyla لاٰ مُدَبِّرَ اِلاَّ هُوَ; ve o eczânın cüz’iyatıyla
لاٰ مُرَبِّىَ اِلاَّ هُوَ; ve o cüz’iyatın hüceyratıyla لاٰ مُتَصَرِّفَ اِلاَّ هُوَ; ve o hüceyratın zerratıyla لاٰ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ; ve o zerratın tarlası olan esiriyle لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ söyleyerek, bütün envâıyla, erkânıyla, âzâsıyla, eczâsıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esiriyle, elli beş lisanla vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delâlet eder. Şu lisanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki:

Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, câmidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tâmme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudus, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkezâ, pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîrin vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemâliyesine şehadet ettikleri gibi; Esmâ-i Hüsnâyı tilâvet ederek, Cenâb-ı Hakka tesbih ve Kur’ân-ı Hakîmi tefsir ve Resul-i Ekremin (a.s.m.) ihbaratını tasdik ediyorlar.




Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan, varlığının başlangıcı olmayan, her şeyi yaratan AllahKur'ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)cehil: cahillik, bilgisizlik
cereyan-ı ahval: hal ve durumların akışı, genel gidişatıcâmidat: cansız varlıklar
cüz'iyat: parçanın bölümleri, bireyleridaavat: dualar
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekeczâ: parça, kısım
envâ: türlererkân: esaslar, esas unsurlar
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince ve lâtif maddeevsaf-ı kemâliye: mükemmelliği gösteren özellik ve sıfatlar
eşya: varlıklargarabet: gariplik, şaşırtıcı özellik
hikmet: gaye, faydahikmet-i âmme: genel gaye ve fayda; her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hudus: sonradan meydana gelme, yaratılmahâkezâ: bunun gibi
hüceyrat: hücrelericmal: kısaca, özet olarak
ihbarat: bazı hadiselerle ilgili verilen haberlerimkân: varlıkla yokluk özelliklerinden birinin her an ihtimal dairesinde olması
inayet-i tâmme: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşuintizam: düzen
lisan: dilmevt: ölüm
muavenet: yardımlaşmamuhalefet: farklı özelliklerde olma
mümaselet: benzerliknakış: işleme
nizam: düzenrahmet-i vâsia: herşeyi kuşatan geniş rahmet
rızk-ı âmm: genel rızık; herkesin faydalandığı rızıksuret: biçim, görünüş
tafsil: ayrıntılı olarak açıklamatahvil: dönüştürme
tanzim: düzenlemetasarruf: kullanma, yönetme
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktağyir: değiştirme
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından açıklaması, yorumuterkip: bir parçayı meydana getiren unsurlar; birleşik
tesanüd: dayanışmatesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat: tesbihlertilâvet etmek: okumak
vahdet: birlikvücub: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücud: var oluş
zaaf: zayıflık, güçsüzlükzerrat: zerreler, maddenin en küçük parçaları, atomlar
zikretmek: belirtmekziynet: süs
âzâ: organlarşehadet etmek: şahid olmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 77


Geçen lisanların tafsiline geçiyoruz. Şöyle ki:

Kâinatta görünen tanzimat, nizamat, muvazenat, kabza-i tasarrufunda bir mizan ve nizam bulunan Hâlıkın vücub-u vücuduna delâlet etmekle اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَللهُ هُوَ 1 cümlesini okur.
Ve keza, kâinatta intizam ve ıttırad hüküm-fermadır. Bu iki sıfat, mutasarrıfın vahdetine ve bir olduğuna şehadet etmekle اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 2 hakikatini ilân ediyor.

Ve keza semâvat sahifesini güneş ve yıldızlarla yazan kudretle, balarısıyla karıncanın sahifelerini hüceyrat ve zerratla yazan kudret bir olduğundan; اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile meselenin ilânıyla Hâlıkın bir olduğuna delâlet ve şehadet eder.

Ve keza, meselâ bulutla arz gibi câmid ve mütehalif şeylerde tecavüb ve muavenet, yani birbirinin hâcetine cevap vermek ve seyyarat gibi şemsten pek uzak olan yıldızların şemse veya birbirine tesanüd etmeleri, bütün eşyanın bir Müdebbirin idaresinde bulunduğuna şehadet ederek اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile ilân eder.

Ve keza, semâvatın yıldızlar gibi âsâr-ı muntazamadaki müşabehet ve arzın birbirine benzeyen çiçeklerinde, hayvanatındaki münasebet, Hâlıkın bir olduğuna delâletle şehadetini اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile ilân eder.

Ve keza, herbir zîhayat, çok isim ve sıfatların tecellîsine mazhardır. Meselâ, bir zîhayat vücuda geldiğinde Bâri isminin cilvesine, teşekkülünde Musavvir




[NOT]Dipnot-1 Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.


Dipnot-2 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.
[/NOT]



Bâri: varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan AllahHâlık: her şeyi var eden yaratıcı Allah
Musavvir: her şeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde yapan AllahMüdebbir: idare eden, ilmiyle her şeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah
arz: yeryüzü, dünyacilve: görüntü, yansıma
câmid: cansızdelâlet: delil olma, işaret etme
eşya: varlıklarhakikat: herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hayvanat: hayvanlarhâcet: ihtiyaç
hüceyrat: hücreciklerhükümfermâ: bir hüküm ve kanunun hâkim olması
ilân etmek: duyurmakintizam: düzen
kabza-i tasarruf: tasarruf eli, istediği uygulamayı yapacak kudret; otoritekeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç ve iktidarmazhar: nail olan; ayna
mizan: ölçü, dengemuavenet: yardımlaşma
mutasarrıf: mülkündeki herşeyi dilediği gibi kullanan ve idare edenmuvazenat: dengeler, dengeli bir şekilde gerçekleşen işler
münasebet: ilişkimütehalif: birbirinden farklı
müşabehet: benzeyişnizam: düzen
nizamat: düzenlersemâvat: gökler
seyyarat: gezegenlersıfat: özellik, nitelik, vasıf
tanzimat: düzenlemeler, belli bir düzen içinde yapılan işlertecavüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme
tecellî: yansıma, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesitesanüd etmek: dayanışmak
teşekkül: belirli bir şekilde meydana gelmevahdet: Allah’ın birliği
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücuda gelmek: var olmak, meydana gelmek
zerrat: zerreler, atomlarzîhayat: canlı, hayat sahibi
âsâr-ı muntazama: düzenli, düzenlenmiş eserler, varlıklarıttırad: saat gibi aynı şekilde devamlılık
şehadet: şahitlikşems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 78


sıfatının cilvesine, gıdalandığı zaman Rezzak isminin cilvesine, hastalıktan şifa bulduğunda, Şâfi isminin tecellîsine, ve hâkezâ, tesirde mütesanit, âsârda mütehalif, çok sıfat ve isimlere mazhardır. Bu sıfatların ve isimlerin hedefleri bir olduğundan, elbette müsemmâları da bir olur. İşte her bir zîhayat, şu mazhariyetle Hâlıkın bir olduğuna dair olan şehadetini, اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
1
ile ilân eder.

Ve keza, manzume-i şemsiyeyle balarısının gözleri arasındaki irtibat ve keyfiyetçe birbiriyle münasebetleri, ikisinin bir Nakkaşın nakşı olduğuna olan delâletlerini اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile ilâm ediyorlar.

Ve keza, zerrat arasındaki câzibenin, güneş ve yıldızlar arasında bulunan câzibeye kardeş olması, her iki kısmın da bir kalem-i vahidin yazısı olduğunu اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile izhar ediyorlar.

Ve keza, terkip ve mürekkebatta görünen intizam, o mürekkebattaki her zerrenin, lâyık mevziine konulmasıyla hasıl olmuştur. Binaenaleyh, o zerreleri, aralarındaki münasebetler bozulmamak şartıyla lâyık mevkilerine koyabilmek, ancak bütün o mürekkebatı yaratabilecek bir kudret sahibine hastır.
İşte, zerrattaki intizam ve şu vaziyetin lisanıyla Allahu ekber diyerek, اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ’yu okur.

Ve keza, bir neviden bir ferdin, bütün efraddan imtiyazını temin edecek teşahhus ve taayyününün kalem-i kudretle yazılması, bütün nev-i beşerin, meselâ, efradının nazar-ı kudrette meşhud ve melhuz olduğunu istilzam eder. Çünkü, bir



[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.

[/NOT]



Allahu ekber: “Allah en büyüktür”Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Nakkaş: her şeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen AllahRezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah
binaenaleyh: bundan dolayıcilve: görüntü, yansıma
câzibe: çekme kuvvetidelâlet: delil olma
efrad: fertlerhas: özel, ait
hasıl olmak: ortaya çıkmak, meydana gelmek
hâkezâ: bunun gibi
ilâm etmek: bildirmekimtiyaz: ayrıcalık; farklılık
intizam: düzenirtibat: bağ, ilişki
istilzam etmek: gerektirmekizhar etmek: göstermek
kalem-i kudret: kudret kalemi; varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güçkalem-i vahid: tek kalem
keyfiyet: durumkeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç ve iktidarlisan: dil
manzume-i şemsiye: güneş sistemimazhar: ayna olma, üzerinde yansıtma
mazhariyet: ayna olma; bir nimete nail olma, kavuşmamelhuz: düşünülmüş, ilmen ele alınmış
mevki: konu, yermevzi: yer
meşhud: görünür hâldemünasebet: ilişki
mürekkebat: parçaların bir araya gelmesiyle meydana gelen eserler, birleşiklermüsemmâ: isim sahibi
mütehalif: birbirinden farklımütesanit: birbirini destekleyen; dayanışma içinde olan
nazar-ı kudret: kudretin nazarı; İlâhî kudretin bütün varlıklara bakışı, nazarınev-i beşer: insanlar
nevi: çeşit, türsıfat: özellik, nitelik, vasıf
taayyün: belli bir özellikle donatılma, belirlemetecellî: yansıma, İlâhî isimlerin karşılıklı varlıklarda eserini göstermesi
temin etmek: sağlamakterkip: farklı unsurların bir araya gelmesi
teşahhus: belli bir yapı ve şekil verilme, özel bir kimliğe kavuşma, şahıslanmavaziyet: durum, hâl
zerrat: zerreler, atomlarzerre: atom
zîhayat: canlı, hayat sahibiâsâr: eserler, varlıklar
Şâfi: yarattıklarına şifa verip iyileştiren, sağlık ihsan eden Allahşehadet: şahitlik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 79


fert, alâmet-i farikası cihetiyle bütün efrada muhalif olacaktır. Eğer bütün efrad hazır bulunmazsa, taayyünlerinde, alâmatlarında muhalefetin bulunmaması ihtimali vardır. Bu ihtimal ise bâtıldır. Öyleyse, bir ferdin hâlıkı, bir nev’in hâlıkı olacaktır.
Ve keza, bir nev’e hâlık olabilmek, cinse de hâlık olabilmeye mütevakkıftır. En nihayet, iş اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 ’da nihayet bulur...

Ve keza, hilkat ve yaratılışın Vâcibü’l-Vücuda isnad edilmesini, nazarları çok kısa olanlar, baîd, garip, külfetli olduğunu tevehhüm etmekle inkârına zehab ediyorlar. Halbuki, esbaba isnad edilirse, onların tevehhüm ettikleri bu’d, garabet, külfet kat kat muzaaf olarak hakikate inkılâp eder. Çünkü Vâcibe daha kolay olur. Meselâ, bir adamdan birkaç şeyin suduru, birkaç adamdan birşeyin sudurundan daha ehvendir. Meselâ, balarısının hilkati, kudret-i İlâhiyeye isnat edilmezse, nihayetsiz müşkilât olur.

Maahaza, vahidin kesrete yaptığı vaziyet ve maslahatı, kesret çok meşakkatlerden sonra yapabilir. Meselâ, bir kumandanın pek çok neferlere verdiği intizam vaziyeti o neferlere verilse, suhuletle yapamazlar. Demek Hâlık-ı Vahide yapılan isnadda zahiren bu’d ve garabet varsa da, esbab ve kesrete edilen isnadda muzaaf olarak müteselsil muhaller vardır. Şöyle ki:

Herbir zerrede, Vâcibü’l-Vücudun sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor. Çünkü, nakıştaki kemâl, san’attaki hüsün, o sıfatları ister. Hem şirketi kabul etmeyen vücub hakkında, gayr-ı mütenahi şeriklerin farzı lâzımdır. Hem herbir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olması lâzım geliyor.



[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.

[/NOT]



Hâlık-ı Vahid: bir ve tek olan, her şeyin yaratıcısı AllahVâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
alâmat: alametler, işaretleralâmet-i farika: ayırt edici işaret
baîd: uzakbu’d: uzaklık
bâtıl: gerçek dışı, boşcihet: yön
efrad: fertlerehven: daha kolay
esbab: sebeplerfarz: varsayım
farz etmek: varsaymakgarabet: gariplik
gayr-ı mütenahi: sonu olmayan, nihayetsizhakikat: herbir şeyin gerçek mahiyeti
hilkat: yaratılışhâkim-i mutlak: her şey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan
hâlık: yaratıcıhüsün: güzellik
inkılâp etmek: değişmek, dönüşmekintizam: düzen
isnad: dayandırmakemâl: kusursuzluk, mükemmellik
kesret: çoklukkeza: aynı, aynı biçimde
kudret-i İlâhiye: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarıkülfet: güçlük, zorluk
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemahkûm-u mutlak: mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan
maslahat: fayda, yararmeşakkat: güçlük, zorluk
muhal: imkânsız olanmuhalefet: farklılık, zıtlık
muhalif: aykırı, zıtmuzaaf: kat kat
müteselsil: zincirleme, birbirine bağlımütevakkıf: bağlı
müşkilât: zorluklarnazar: bakış, görüş, düşünce
nefer: askernev’: çeşit, tür
nihayet: sonsudur: çıkma
suhulet: kolaylıksıfat: özellik, vasıf
taayyün: belli bir özellikle donatılma, belirlenmetevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, asılsız bir düşünceye kapılmak
vahid: bir, tekvaziyet: durum, hâl
vâcib: varlığı zorunlu olanvücub: varlığın zorunlu oluşu
zahiren: dış görünüş itibariylezehab etmek: gitmek, belli bir kanaate ulaşmak
zerre: atomşerik: ortak
şirket: ortaklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 80


Çünkü, nizam ve intizam öyle ister. Hem herbir zerrede, ihatalı bir şuur, tam bir ilim lâzımdır. Çünkü, zerreler arasında tesanüd ve muvazene vardır. Bu tesanüd ve muvazene ise ilimle olur.

İşte, eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır. Amma sahib-i hakikî olan Vâcibü’l-Vücuda isnad edildiği vakit, o zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki, şemsin cilvelerine, timsallerine, lem’alarına mazhar olan su katreleri gibi kudret-i ezeliyenin nurânî tecellîsine, cilvelerine, lem’alarına o zerreler de mazhar olup, sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahî olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülât ve terkibat yapılır. Binaenaleyh, kudret-i ezeliyenin bir lem’ası kudretin hâsiyetine mâlik olduğundan, esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü, bunda tecezzî ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur.

Ve keza, külfet ve uğraşmak da yoktur. Çünkü, kudret Sâniin zâtına zâtîdir, ârazî değildir. Acz, kudretine tahallül edemez. Kudretin bir lem’asına zerreler, şemsler mütesavidir. Büyük, küçükten ağır ve zahmetli değildir. Ve keza, hayat, vücut, nur gibi şeylerin zahir ve bâtınları şeffaf olduğundan, icadları zamanında, vesait-i esbab altında kudretin tasarrufu görünür. Evet, hayatın vaziyetlerine ve derecelerine dikkat edilirse kudretin tasarrufu görünür.

Meselâ, bir salkım üzümün yapılması için ince, câmid bir dal; ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi; ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garip işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi âşikârdır.

Ve keza, eşyanın esbaba isnadındaki istib’addan ve istiğrabdan hasıl olan inkârdan neş’et eden dalâletlerden hasıl olan ıztırabat, bütün akılları, ruhları Vâcibü’l-Vücuda




Sâni: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahVâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
acz: acizlik, güçsüzlükazîm: büyük
binaenaleyh: bundan dolayıbâtın: bir şeyin iç yönü
cilve: görüntü, yansımacâmid: cansız
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâresbab: sebepler
eşya: varlıklar
gayr-ı mütenahî: sınırsız, sonsuz
hasıl olmak: ortaya çıkmakhâsiyet: özellik
icad: var etme, yapmaihatalı: her şeyi içine alan; kuşatan
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmaintizam: düzenlilik
irade: dileme, istek, tercihisnad: dayandırma
isnad etmek: dayandırmakistib'ad: akıldan uzak görme
istiğrab: garip görme, acayip bulmakatre: damla
keza: aynı, aynı biçimdekudret: güç, kuvvet ve iktidar
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve iktidarıkülfet: güçlük, zorluk
lem’a: parıltımazhar olmak: nail olmak, üzerinde yansıtmak
muhal: imkânsızlık, hurafemuvazene: denge
mâlik olmak: sahip olmakmütesavi: birbirine eşit
neş’et eden: kaynaklanan, bir şeyden ortaya çıkannizam: düzen
nurânî: nurlu, aydınlıksahib-i hakikî: bir şeyin gerçek sahibi
sahib-i kudret: güç, kuvvet ve iktidarı sahibitahallül etmek: içine girmek, sızmak
tasarruf: dilediğini yapma, müdahaletavassut etmek: iki şey arasında vasıta olmak
tecellî: yansıma, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini, izlerini göstermesitecezzî: bölümlere, parçalara ayrılma
tenvir: aydınlatma, nurlandırmaterkibat: birleştirmeler; birleşikler yapma
tersim: resim ve görüntü olarak yansıtmatesanüd: dayanışma
teşekkülât: belirli bir şekilde meydana getirmelertimsal: aynadaki görüntü; akis
vaziyet: durum, halvesait-i esbab: birer vasıta olan sebepler
vücud: varlıkzahir: bir varlığın dış görünüşü
zatî: sadece kendisine ait olan, başkasından gelmeyip bizzat kendisinde olanzerre: atom
ziya: ışık, parlaklıkârazî: bir şeyin aslen kendisinde olmayıp sonradan ona ilişen, zâtı için zorunlu olmayan
âşikâr: ap açıkıztırabat: ıstıraplar, sıkıntılar
şems: güneşşuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 81


firar ve iltica etmeye mecbur eder. Çünkü, ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapılar açılır. Ve Onun zikriyle kalbler mutmain olurlar. Binaenaleyh, necat ve halâs ancak Allah’a iltica ile olur.

فَفِرُّوا اِلَى اللهِ
blank.gif
1 اَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
blank.gif
2


İşte, kâinat şu hakikatin lisanıyla, اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
3 ’yu söylüyor.

Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdut, fakir, câmid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan harika nakışlar, ziynetler, garip ve acip san’atların o gibi kıymetsiz esbabla kat’iyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh, meselâ bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülâtı, ekmek yemesine ve kuvve-i hâfızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları, kulaktaki ve baştaki telâfife ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülâtına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları, ahmakçasına bir hükümdür. Ancak, o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahî bir kudretle bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. Bu hakikate binaen sabittir ki, kevn ve vücutta müessir-i hakikî ancak kudreti gayr-ı mütenahî bir Hâlık-ı Kadîrdir; esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hasiyetler dahi, kudretin tecellîyatına ve lem’alarına isim ve unvanlardır. Hem kanunlar ve nevâmis denilen şeyler, ancak ilimle irade ve emrin envâa olan tecellîlerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, nâmus iradedendir.



[NOT]Dipnot-1 “Hepiniz Allah’a koşun.” Zâriyât Sûresi, 51:50.
Dipnot-2 “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” Ra’d Sûresi, 13:28.
Dipnot-3 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.

[/NOT]



Hâlık-ı Kadîr: bütün varlıkların yaratıcısı olan ve her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi AllahVâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
acip: hayret verici, şaşırtıcıbinaen: -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıcâmid: cansız
emir: Allah tarafından konulan, maddî yaratıkların fiillerini ve hareketlerini düzen altına alan hacimsiz, miktarsız kanunenvâ: çeşitler, türler
esbab: sebepleresbab-ı zahiriye: görünen sebepler
firar ve iltica etmek: kaçarak sığınmakgayr-ı mahdud: sınırsız
gayr-ı mütenahî: sonu olmayan, nihayetsizhakikat: herbir şeyin gerçek mahiyeti
halâs: kurtuluşhasiyet: özellik
havas: duyular, hislerhusul: meydana gelme, oluşma
hüceyrat: hücrecikleriktiza etmek: gerektirmek
iltica: sığınmaintizam: düzenli bir şekilde yapma
irade: dileme, istek, tercihisnad: dayandırma
itibarî: gerçekte öyle olmadığı hâlde öyle sayılan (meridyenler gibi)kanun: kudret sıfatının tecellîsi, varlıkların ve tabiat olaylarının fiil hareket ve hallerini düzen altında tutmasına vesile olan kural
kevn: varlık, kâinatkeza: aynı, aynı biçimde
kudret: güç ve iktidarkuvve-i hâfıza: hâfıza gücü; bellek
lem'a: parıltılisan: dil
mahdut: sınırlımevhum: gerçekte olmadığı halde var saylan
muntazam: düzenlimutmain olmak: bir konudaki kesin kanaatten dolayı kalp rahatlığına ulaşmak
müessir-i hakikî: gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri harekete geçiren Allahmünasebet: ilgi, alâka
müsebbebat: sebeplerle meydana gelenler, sebeplerin sonuçlarımüşkül: zorluk
necat: kurtuluşnevâmis: temel kurallar, kanunlar
nizam: düzennâmus: irade sıfatının tecellîsi; irade sıfatından gelen ve ihtimalleri seçen, keyfiyetleri belirleyen, manevî kural, ölçü, tartı, sınır ve kalıp
suver-i zihniye: zihindeki şekiller, sûretlertecellî: yansıma, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi
tecellîyat: tecellîler, yansımalartefekkür: düşünme
telâfif: büklümler; kıvrımlarteşekkülât: belli şekillerde meydana gelmeler
vesait: vasıtalarvücut: beden, varlık
zikir: Allah’ı devamlı anmaziynet: süs

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 82


İşte, kâinat müsebbebatın lisanıyla اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
1 ile Hâlık-ı Hakikîyi ilân ediyor.

Ve keza, kâinat sahifesinde pek büyük bir itina ve ihtimamla harika bir tarzda yazılan nakışlar, münferiden ve müçtemian, gayr-ı mütenahî bir kudreti iktiza ettiklerinden, kâinat da bir Vâcibü’l-Vücud, bir Hâlık-ı Kadîrin vücuduna bizzarure delâlet eder ki, o Hâlıkın tesir-i kudretine nihayet olmadığından, şeriklerden bilbedâhe müstağnidir, şerike ihtiyacı yoktur.

Maahaza, şerik hadd-i zâtında mümtenidir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünkü, kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahidir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdut olur. Mütenahi olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise birkaç cihetten muhaldir. Öyleyse, istiklâl ve infirad, ulûhiyet için zâtî hassalardır.

Maahaza, şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı zâtî yoktur. Ve şerikin vücudu hakkında ne bir delil ve ne de bir delilden neş’et eden bir ihtimal ve ne de bir emare ve kâinatın hiçbir cihetinde şerike bir mevzi yoktur. Bilâkis, hangi şeye, hangi cihete bakılırsa tevhid sikkesi görünür. Demek, müessir-i hakikî ancak ve ancak Allah’tır.

Evet, insan kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef’âl-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz’ünden ancak bir cüzü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı câmide ne halt edebilir?




[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.

[/NOT]



Hâlık: her şeyi yaratan AllahHâlık-ı Hakikî: bütün varlıkların gerçek yaratıcısı olan Allah
Hâlık-ı Kadîr: bütün varlıkların yaratıcısı olan ve her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
bilbedâhe: açık bir şekildebilâkis: aksine, tersine
bizzarure: kaçınılmaz şekildecihet: yön, taraf
cüz’: bölüm, parçadelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ef'âl-i ihtiyarî: kişinin kendi isteğiyle yaptığı işleremare: belirti, işaret
esbab: sebepleresbab-ı câmide: cansız sebepler
eşref: en şerefli, en üstünferd: kişi, birey
gayr-ı mütenahî: sınırsız, sonsuzhadd-i zatında: aslında
ihtiyar: irade, dileme, seçim gücüiktiza etmek: gerektirmek
ilân etmek: duyurmak
imkân-ı zatî: bir özelliğin bir şeyin bizzat kendisinde olma ihtimali, yani hiçbir yaratıkta ilâhlık ihtimali yoktur
infirad: tek başına olmainkıtaa uğramak: kesintiye uğramak
istiklâl: başka varlıklara bağımlı olmamakitina ve ihtimam: özen gösterme ve önem verme
keza: aynı biçimdekudret: güç ve iktidar
kudret-i kâmile: mükemmel ve kusursuz kudretlisan: dil
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemahal: yer, mekân
mahdut: sınırlımakam: derece, konum
mevzi: yermuhal: imkânsız, asla olmayacak şey
müessir-i hakikî: gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri harekete geçirenmümkün: imkân dahilinde olan, olabilir
mümteni: imkânsız, olma ihtimali yokmünferiden ve müctemian: tek te ve toplu olarak
müsebbebat: sebeplerle meydana gelen neticelermüstağni: ihtiyaç duymayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan
mütenahi: sınırlı; sonlune halt edebilir?: ne yapabilir ki… hiçbir şey yapamaz
neş’et etmek: kaynaklanmak; ortaya çıkmaknihayet: son
tesir: etkitesir-i kudret: güç ve iktidarın etkisi
tevhid sikkesi: varlıkların üzerinde görülen ve Allah’ın birliğini ispat eden damgaulûhiyet: İlâhlık
vücud: varlıkzatî hassa: bir varlığın kendisinde olan ve onsuz olması imkânsız olan özellik
âdi: basit, sıradanşerik: ortak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 83


İşte kâinat şu hakikatten tebarüz eden vücut ve vahdet lisanıyla اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 ’yu tilâvet eder.

Ve keza, kâinatın bütün eczâ ve zerratına tecellî eden esmâ-i İlâhiye arasındaki tesanüd, yani birbirine dayanarak tecellî ettikleri bir temazüç, yani elvan-ı seb’a gibi birbiriyle memzuç olarak eşyayı cilvelendirdikleri eserleri bir olduğu gibi, müsemmâlarının da vâhid, ehad olduğuna şehadet eder. Ve bu şehadet lisanıyla, kâinat اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ diyerek ilân ediyor.

Ve keza, kâinatın—küllî ve cüz’î—ihtiva ettiği bütün eczasını istilâ eden bir hikmet-i âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme, kast, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlakın vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü, kâinat mef’ul ve münfaildir. Mef’ul fâilsiz olamadığı gibi, mef’ulün câmid bir cüz’ü de fâil olamaz.

Ve keza, kâinat sahifesinde bir inayet-i tâmme parlıyor. Bu inayet, tazammun ettiği hikmet, lütuf, tahsin sıfatlarıyla, bir Hâlık-ı Kerîmin vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü, in’am ve ihsan, mün’im ve muhsinsiz olamaz.

Ve keza, kâinatı müştemilâtıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor. Bu merhamet, rahmet, hikmet, inayet, in’am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Rahmân-ı Rahîmin vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünkü, sıfat mevsufsuz olamaz.



[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.

[/NOT]



Hakîm-i Mutlak: her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi AllahHâlık-ı Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve her şeyi yaratan Allah
Rahmân-ı Rahîm: rahmet ve merhameti her şeyi kuşatan ve herbir varlığa özel şefkat ve merhamet tecellîsi olan Allahcilvelendirme: yansıtma
câmid: cansızcüz’: kısım, parça
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekecza: cüzler, bütünü oluşturan parçalar
ehad: bir; tekelvan-ı seb'a: yedi renk
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz güzellikte ve mükemmellikte olan isimlerieşya: varlıklar
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibihakikat: herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahikmet-i âmme: genel hikmet; her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
ihsan: bağış, ikram, nimet vermeihtiva etmek: içermek
ihtiyar: irade, dileme, seçim gücüilân etmek: duyurmak
inayet: ikram, ihsan; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzeninayet-i tâmme: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu
in’am: nimetlendirmeirade: dileme, istek, tercih
istilâ eden: ele geçirenkeza: aynı, aynı biçimde
küllî ve cüz'î: sınıf ve ferd, tür ve bireylisan: dil
lütuf: iyilik, ihsan, bağışmef’ul: bir fail tarafından yapılan, ortaya konulan
memzuç: karışmış, kaynamışmevsuf: belirli sıfat ve özellikleri üzerinde taşıyan, sıfatın sahibi, niteliğin sahibi
muhsin: bağış ve iyilikte bulunanmünfail: bir failin fiili olarak ortaya çıkan, fiilden etkilenen
mün’im: nimet verenmüsemmâ: isim sahibi
müştemilât: bir şeyin içinde bulunan her şey, herbir unsurrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
sıfat: özellik, vasıftahsin: süslemek
tazammun etmek: içermek, içine almaktebarüz eden: belli olan, belirtilen, görülen
tecellî etme: görünme, yansımatemazüç: kaynaşma; iç içe geçme
tesanüd: dayanışmatilâvet etmek: okumak
vahdet: birlik, teklikvâhid: her şeyiyle tek ve benzersiz olan
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücut: varlık
zerrat: zerreler, atomlarşehadet: şahitlik
şuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 84


Ve keza, zevilhayat ve canlı mahlûkata tevzi edilen bir rızk-ı âmm vardır. Ve bu rızk sıfatı, geçen sıfatları istilzam etmekle, bir Rezzak-ı Rahîmin vücuduna delâlet eder. Çünkü fiil fâilsiz olamaz.

Ve keza, bütün kâinatta intişar eden bir hayat vardır. Bu hayat sıfatı dahi, geçen sıfatları iktiza etmekle, bir Hayy-ı Kayyûm, bir Muhyî ve Mümît Hâlıkın vücub-u vücuduna delâlet eder.

Arkadaş! Elvan-ı seb’a gibi memzuc olan şu beş hakikat, kâinata bir Rab, Kadîr, Alîm, Hakîm, Kadîm, Rahîm, Rahmân, Rezzak, Hayy-ı Kayyûm zarurî olduğuna bilbedahe delâlet ve şehadet eder. Ve kâinat bu şehadetleriniاَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
1
ile ilân eder.

Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zâtîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemâl-i mücerredi gösteren bir cemâl-i hazîn ve mahbub-u hakikîye işaret eden bir aşk-ı sâdık ve bütün esrarı cezb eden bir hakikat-ı câzibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizap vardır. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcibü’l-Vücud lâzım ve zarurî olduğuna şehadet ettiklerini, kâinat اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ ile tâlim ve ilâm ediyor.

Ve keza, bütün envâın cüz’iyatında bir tasarruf var. Bu tasarruf, faideli iş ve




[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.
[/NOT]



Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi her şeyi kuşatan AllahHakîm: her işini hikmetle ve belli bir gaye ve faydaya yönelik olarak yapan Allah
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve her şeyi ayakta tutup varlığını devam ettiren AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kadîm: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün varlıklardan önce ezelden beri var olan AllahKadîr: her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Muhyî: bütün canlılara hayat veren AllahMümît: ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah
Rab: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahRabb-i Vâcibü'l-Vücud: herbir varlığı terbiye edip idaresi ve eğemenliği altında bulunduran ve varlığı zorunlu olan Allah
Rahmân: rahmet ve merhameti bütün varlıkları kaplayan AllahRahîm: her bir varlığa özel rahmet ve merhamet tecellîleri olan Allah
Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren AllahRezzak-ı Rahîm: her şeyin rızkını veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
aşk-ı sâdık: doğru ve gerçek aşkbilbedahe: açıkça
cemal-i hazîn: şirin güzellikcemal-i mücerred: soyut güzellik, zâtına ait manevî güzellik
cezb eden: çekencezbe: çekim
cüz'iyat: bireyler; bir sınıf veya türün bireyleri, ferdleridelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
elvan-ı seb'a: yedi renkenvâ: türler
esrar: sırlar, gizemlerfâil: fiili yapan; fiilin sahibi
hakikat: gerçek; bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyetihakikat-ı câzibe: cezp edici, çekici hakikat
hüsn-ü arazî: ber şeyin aslen kendisinde olmayan ve kendisine sonradan gelmiş olan güzellikhüsn-ü zatî: güzelliğin, bu sıfatı taşıyan varlıkta ayrılmaz bir özellik olması
iktiza etmek: gerektirmekilân etmek: duyurmak
incizap: çekme özelliğiintişar etmek: yayılmak
istilzam etmek: gerektirmekkeza: aynı, aynı biçimde
mahbub-u hakikî: sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allahmahlûkat: yaratılmış varlıklar
memzuc: karışık, iç içerızk-ı âmm: genel rızık; herkesin faydalandığı rızık
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklertasarruf: dilediği gibi kullanma; dilediğini yapma
tevzi etmek: dağıtmak
tâlim ve ilâm etmek: öğretmek ve bildirmek
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücud: varlık
zarurî: zorunluzevilhayat: hayat sahipleri, canlılar
şehadet etmek: şahitlik yapmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 85


maslahatlar içindir. Ve nebatat ve hayvanatta bir tebeddül ve tahavvül var. Bu da pek çok menfaatler içindir. Küre-i arzda gece ve gündüz cihetiyle bir tağyir var. Bu dahi büyük büyük gayeler içindir. Kâinatta hükümferma olan nizam ve intizamla beraber, faaliyet hususunda elvan-ı seb’a gibi tebarüz eden şu hakikatler, bilbedahe bir Mutasarrıf-ı Hakîm, Kadîr, Fâil-i Muhtar gibi bütün evsaf-ı kemâliye ile muttasıf bir Hâlıkın vücub-u vücuduna yaptıkları delaleti, kâinat اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 ile tebliğ ediyor.

Ve keza, kâinatın ihtiva ettiği bütün envâ ve eczâ ve zerratı istilâ eden hudus, bir Muhdis ve bir Mûcidi iktiza eder.Ve keza, kâinat bütün eczâsıyla beraber gayr-ı mütenahî eşkâl ve vaziyetlere kabiliyeti, ihtimali, imkânı varken bu şekl-i hâzıra girmesi, elbette bir Hâlık-ı Vâcibü’l-Vücudun ihtiyar, irade ve tercihiyle olmuştur.
Ve keza, büyük bir fakr ve ihtiyaçta bulunan kâinatın envâ ve eczâsına lâzım olan işlerini, hâcetlerini evkat-ı münasipte
blank.gif
2 مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبْ ifa ve is’af etmek, bir Rezzak-ı Kerîmin vücub-u vücuduna delâlet eder.


Ve keza, kâinat, umumî ve hususî, maddî ve mânevî pek büyük ihtiyaçlar içindedir. Gerek vücuduna ve gerek bekàsına lâzım şeyleri, işleri görmekten




[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.
Dipnot-2 “Beklemediği yerden.” Talâk Sûresi, 65:3.

[/NOT]



Fâil-i Muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören Fâil, AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Vâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Yaratıcı, AllahKadîr: her şeye gücü yeten, her şeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Muhdis: bütün varlıkları yok iken var eden, meydana getiren, yaratan AllahMutasarrıf-ı Hakîm: her şeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan Allah
Mûcid: varlıkları icad eden, var eden, AllahRezzak-ı Kerîm: bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah
bekà: devamlılık ve kalıcılıkbilbedahe: açıkça
cihet: yöndelalet: işaret etme, delil olma
eczâ: bir bütünü meydana getiren parçalar, bölümlerelvan-ı seb'a: yedi renk
envâ: çeşitler, türlerevkat-ı münasip: uygun vakitler
evsaf-ı kemâliye: mükemmel sıfatlar, özelliklereşkâl: şekiller, biçimler
fakr: fakirlik, ihtiyaç hâligayr-ı mütenahî: sonu olmayan, sonsuz
hakikat: gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyetihayvanat: hayvanlar
hudus: sonradan yaratılmış olmahususî: özel
hâcet: ihtiyaçhüküm ferma: hüküm süren, hikmetle idare eden
ifa etmek: yerine getirmekihtiva etmek: içermek
ihtiyar: irade, dileme, seçim gücüiktiza etmek: gerektirmek
imkân: olabilirlikintizam: düzenlilik
irade: dileme, istek, tercihistilâ eden: kuşatan
is’af etmek: isteği yerine getirmekkeza: aynı, aynı biçimde
küre-i arz: yer küre, dünyamaslahat: fayda, gaye
muttasıf: bir vasıf ve özelliğe sahip olan vasfı, niteliği taşıyanmânevî: manaya ait; maddî yapısı olmayan
nebatat: bitkilernizam: düzen
tahavvül: dönüşüm, halden hale dönmetağyir: değiştirme
tebarüz eden: beliren, ortaya çıkantebeddül: değişim
tebliğ etmek: bildirmekumumî: genel
vaziyet: durum, hâlvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücud: varlıkzerrat: zerreler, atomlar
şekl-i hâzır: göz önünde bulunan şekil

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 86


âcizdir. Bu gibi matluplarının şuuru olmaksızın yerine getirilmesi, elbette Rahmân-ı Rahîm ve Vâcibü’l-Vücud bir Sâni-i Hakîm tarafındandır.

Ve keza, kevn ve vücutta, imkân, kesret, infial mertebeleri vardır. İmkân mertebesi, vücub mertebesine bakar ve onu istilzam eder. Kesret mertebesi, vahdet mertebesine nâzırdır, onu iktiza eder. İnfial mertebesi, fâiliyet mertebesine mütevakkıftır. Bu mertebeler arasındaki istilzam, bizzarure vâcip, vâhid, fa’al bir Hâlıkı iktiza ve istilzam eder.

Ve keza, bakıyoruz ki, kâinatta herhangi birşey, hadd-i kemâle vasıl olmayınca hareket etmekten durmuyor. Kemâline vasıl olduğu zaman hareketi terk edip sükûnda oturur. Bundan anlaşılıyor ki, vücut kemâli ister, kemâl de sübutu iktiza eder. Öyleyse, vücudun vücudu, kemâl iledir. Kemâlin kemâli de devam ile olur. Öyleyse, bir Vâcib-i Sermedî, Kâmil-i Mutlak var ki, mümkinatın bütün kemâlâtı, Onun nur-u kemâlinin cilvelerine birer gölgedir. Öyleyse, Cenâb-ı Hak zâtında, sıfâtında, ef’âlinde kâmil-i mutlaktır.

Ve keza, herşeyin bâtını zahirinden daha lâtif, daha şeffaftır. Bu ise, Sâniin o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşya ile nizam ve muvazenesinin Sânii tarafından temin edildiği cihetle de, Sâniin o şeyde dahil olmamasını iktiza eder. Öyleyse, bir masnûun zâtına bakılırsa, Sâniin ilim ve



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kâmil-i Mutlak: sınırsız mükemmellik ve kusursuzluğun sahibi olan AllahRahmân-ı Rahîm: rahmet ve merhameti her şeyi kuşatan ve herbir varlığa özel şefkat ve merhamet tecellîsi olan Allah
Sâni: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Vâcib-i Sermedî: varlığı zorunlu ve devamlı olan AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
baîd: uzakbizzarure: kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
bâtın: iç, iç yüzcihet: şekil, yön
cilve: yansıma, görüntüdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ef'âl: fiiler, işlereşya: varlıklar
fa'al: dilediği şeyi dilediği gibi ve mükemmel bir şekilde devamlı yapanfâiliyet mertebesi: bir fiili yapma veya yaratma derecesi
hadd-i kemâl: en üst seviyedeki olgun ve mükemmellik seviyesihariç: bir şeyin dışında
iktiza etmek: gerektirmekimkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
imkân mertebesi: varlıkla yokluğun eşit olduğu; her an olması veya olmaması imkân dahilinde bulunma derecesiinfial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında şekillenme
infial mertebesi: bir fiil veya tesir gücünden etkilenme derecesiistilzam: mutlaka gerektirme
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkemâlin kemâli: mükemmellik ve kusursuzluğun zirvesi, en mükemmel seviyesi
kemâlât: kusuzsuz ve mükemmel özelilklerkesret: çokluk
kesret mertebesi: çokluk özelliğinin geçerli olduğu derecekevn: varlık, âlem, kâinat
keza: aynı, aynı biçimdelâtif: ince
masnû: san’at eseri varlıkmatlup: istenilen, talep edilen
mertebe: derece, basamakmuvazene: denge
mümkinat: olması imkân dahilinde olan, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler, kâinatmütevakkıf: bağlı
nizam: düzennur-u kemâl: mükemmellik nuru
nâzır: bakar, yöneliksair: diğer, başka
sübut: sabit olma, kesin olarak var olmasükûn: hareketsiz durma
sıfât: sıfatlar; Allah’ın yüce Zâtını niteleyen İlâhî özellikler, ilim, kudret, hayat gibitemin etmek: sağlamak
vahdet mertebesi: bir ve tek olmanın zarurî olduğu derecevasıl olmak: varmak, ulaşmak
vâcip: zorunluvâhid: bir
vücub mertebesi: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu olan ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen İlâhlık derecesivücudun vücudu: varlık özelliğinin var oluşu
vücut: varlık, var oluşzahir: dış, görünen yüz
zat: bir kimsenin kendisiâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
şuur: bilinç, idrak, anlayış

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 87


hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa, Sâniin fevkalküll bir sem’ ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki, Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle herşeyin içinde olduğu gibi, herşeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür.

Bu hakikatler, kavs-i kuzeh renkleri gibi mâcun, birtakım nurânî âyetlerdir. Kâinat, bütün evsaf-ı kemâliyeyle muttasıf bir Hâlıkın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. Evet, kâinat o Hâlıkın nurunun gölgesi, esmâsının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.
Arkadaş! Kâinatın, şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 delâiliyle لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ
blank.gif
2
’ı ispat eder. Ve keza, 3 فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُhakikati مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ
blank.gif
4
’ı istilzam ediyor.


مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِda, imânın beş rüknünü tazammun ettiği gibi, sıfât-ı rububiyete de mazhar ve mir’attır. Bu sırra binaendir ki; مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِimânın mizan ve terazisinde لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
5 ile karîn ve muvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfât-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velâyet




[NOT]Dipnot-1 “Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255.
Dipnot-2 Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.
Dipnot-3 “Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur.” Muhammed Sûresi, 47:19.
Dipnot-4 Muhammed Allah’ın Rasulüdür (elçisidir).
Dipnot-5 Ondan başka ilâh yoktur.
[/NOT]



Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Karîn: bitişik; yan yana
Sâni: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Âlem: bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allah
basar: görmebinaen: -dayanarak
câmiiyet: kapsamlı oluş, kapsayıcılıkdelâil: deliller
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekef'al: fiiller
esmâ: Allah’ın isimlerievsaf-ı kemâliye: mükemmel sıfatlar, özellikler
eşya: varlıklarfevkalküll: her şeyin üstünde
fevkinde: üstündehakikat: gerçek; bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hariç: dışındahikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
istilzam etmek: gerektirmekkavs-i kuzeh: gökkuşağı
keza: aynı, aynı biçimdekudret: güç, kuvvet ve iktidar
lisan: dilmazhar: ayna olma, bir şeye nail olup yansıtan
mir’at: aynamizan: ölçü
muttasıf: vasıflanmış; belirli özellikleri üzerinde taşıyanmuvazi: denk, eşit
mâcun: karıştırılmış; karışımmâlik: sahip
nurânî: nurlu, aydınlıknâzır: bakan; yönelik
nübüvvet: peygamberlik, elçilikrükün: esas, şart
sem': işitmesıfât-ı rububiyet: rububiyete dair sıfatlar; her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşması için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare edilmesi ve egemenlik altında bulundurulmasına dair İlâhî sıfatlar, özellikler
tazammun etmek: içermek, içine almaktecelliyat: tecelliler, yansımalar
umumî: genelvahdet: birlik, teklik
velâyet: velilik; mânevî mertebeleri aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etmevücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
âlem: dünya, evrenâsâr: eserler, varlıklar
âyet: delil, Allah'ın varlığını gösteren delilşehadet etmek: şahid olmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 88


ise, hususî ve cüz’îdir. Aralarındaki nispet رَبُّ الْعَالِمِينَ ile رَبِّى arasındaki nispet gibidir ki, birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya arzdan Arşa olan mirac ile secdedeki mirac arasında veya Arş ile kalb arasındaki nispet gibidir.

Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlup olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden burhanların herbirisi, parmağını uzatıp, matlubun hak ve sâdık olduğuna imza atıyorlar. O burhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani, birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf burhanların zâfiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile, dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür.

Maahaza, burhanların heyet-i mecmuasına terettüb eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh, bir burhana bakıldığı zaman zâfiyetten dolayı vehimler başgösterirse, öteki burhanlardan süzülen kuvvetle ortada zâfiyet kalmaz; vehimler de dağılır.

Maahaza bazı burhanlar suya benziyor; bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh, bu gibi burhanları gayet lâtif ve dikkatli ince bir fikirle arayıp tutmalıdır ki, dökülmesin, sönmesin, uçmasın.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Arş: kâinatın en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yerarz: yeryüzü, dünya
binaenaleyh: bundan dolayıburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cüz'î: küçük, sınırlı; ferdî, bireyselcüz’iyet: küçüklük
gayet: çokhak: doğru
heyet-i mecmua: bir şeyin bütün parça veya bireylerinin tamamıhususi: özel
ihata eden: içine alan, kapsayanitibardan düşmek: değersiz olmak, değerini kaybetmek
izafe: dayandırmak, mâl etmeklâtif: ince, güzel
maahaza: bununla berabermatlub: talep edilen, istek
mirac: Allah’ın huzuruna yükselmenispet: ölçü, bağ
secde: namazda yere kapanmaksâdık: doğru, gerçek
takviye etmek: kuvvetlendirmekterettüb eden: sıralayan, gerektiren
tesanüd: dayanışmateyid etmek: desteklemek
teşkil etmek: oluşturmakumumî: genel
vahdet: Allah’ın birliğivehim: kuruntu
vuzuh: açıklıkvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için hiçbir sebebe muhtaç olmaması
zikretmek: belirtmek, anlatmakziya: ışık
zâfiyet: zayıflıkzâil olmak: geçip gitmek, yok olmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 89


Takriz

Fâzıl-ı muhterem Meclis-i Mesahif ve Tetkik-i Müellefat‑ı Şer’iye Reis-i Âlisi Şeyh Safvet Efendi Hazretlerinin takrizidir:

Cenâb-ı Hakka hamd ve kendisine Kur’ân nâzil olan Peygamberimize ve dinin binasını tahkim ve temhid eden Âl ve Ashabına salât ü selâm olsun.

Tevhid Denizinden Bir Katre namındaki risale gözüme tecellî etti. O denizle bu katre arasında bir fark göremedim. Çünkü, o katre hakikatte o denizden geliyor ve o denize dökülüyor. Tevhid denizinden avuçla su içmekte ve İslâmiyet memesinden süt emmekte kardeşimiz olan allâme Bediüzzaman Said Nursî’nin sa’yinden dolayı Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun.


El-fakir, türabu akdâmu’l-ulemâ
Safvet (rahmetullâhi aleyh)





Bediüzzaman Said Nursî: (bk. bilgiler)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Fâzıl-ı muhterem: saygı ve hürmete lâyık ve çok faziletli kişiKatre: "damla" mânâsına gelen bir risale
Meclis-i Mesahif ve Tetkik-i Müellefat-ı Şer'iye: Mushaflar ve Şer'î Telif Eserlerini İnceleme MeclisiSafvet: (bk. bilgiler – Şeyh Safvet Efendi)
allâme: büyük âlimel-fakir, türabü akdâmu'l-ulemâ: tevazu için söylenen ve "fakir, âlimlerin ayaklarının altındaki toprak" mânâsına gelen bir deyim
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hamd: övgü, teşekkür, minnetkatre: damla
namında: ismindenâzil olan: inen, indirilen
rahmetullâhi aleyh: Allah’ın rahmeti onun üzerine olsunreis-i âli: yüce reis
risale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümlerisa'y: çalışma, emek
salât ü selâm: Peygamberimiz (a.s.m.) için yapılan dua ve niyaztahkim: kuvvetlendirme, sağlamlaştırma
takriz: bir eserin başına konulan yetkili bir kimsenin yazdığı, övücü tanıtma yazısıtecellî etmek: belirmek, görünmek
temhid: döşeyip düzeltmetevhid: birleme, her şeyi bir olan Allah’a verme
Âl ve ashab: aynı soydan gelenler ve yakın arkadaşlar; Hz. Muhammed'in (a.s.m.) neslinden gelenler ve ona inanan SahabeŞeyh Safvet Efendi: (bk. bilgiler)
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 90


Hâtime

Şu hatime, dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir.

Birinci hastalık: “Yeis”tir.

Arkadaş! Amele ve tâate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye’se düşer. Böyle bir me’yusun gözüne, dinî meselelere münafi ednâ ve zayıf bir emare, kocaman bir burhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin sâikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dâiresinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a’mâle muvaffak olamayanlar, ye’se düşmemek için şu âyete müracaat etsin.

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلٰۤى اَنْفُسِهِمْ لاَتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللهِ اِنَّ اللهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ 1

İkinci hastalık:
“Ucb”dur.

Arkadaş! Ye’se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemâlâtı var. Hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemâlât beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder. Halbuki, a’mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar. Çünkü, insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur. Mülkü değildir; onlara güvenemez.

Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için, yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut, hâvi olduğu garib san’at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîmin dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede




[NOT]Dipnot-1 “De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” Zümer Sûresi, 39:53.
[/NOT]



Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allaha'mâl: ameller, işler; dinin emrettiği görevleri yapma
acip: acayip, hayret vericiamel: dinin emrettiği görevler
azap: sıkıntı, cezaa’mâl: ameller; dinen yapılması emredilen görevler
beyan etmek: açıklamak, îzâh etmekbinaenaleyh: bundan dolayı
burhan: güçlü ve sarsılmaz delildest-i kudret: Allah’ın kudret eli
ednâ: en basit, en küçükemare: belirti, işaret
eser-i san'at: san’at eserigarib: hayret verici ve şaşırtıcı şey
hane: evhasenat: Allah rızası için yapılan güzel davranışlar, ameller
hâtime: sonuç, son bölüm
hâvi olma: içinde bulundurma
iltihak etmek: katılmakilân-ı isyan: isyan ettiğini ilân etme
istinad etmek: dayanmak, güvenmekkemâlât: güzel ve değerli özellikler
kıymettar: değerlilakîta: buluntu
me’yus: ümitsiz, ümidi kesikmuvaffak olmak: başarmak
münafi: aykırı, zıtmüracaat etmek: başvurmak
sâika: yönlendirme, sevketmetemellük: sahiplenme, kendine mal etme
tâat: itaat, emir ve söz dinlemeucb/ucub: yapılan iyi ve güzel davranışlara güvenme, onlarla yetinip övünme
yeis/ye’s: ümitsizlikye’se düşmek: ümitsizlik içinde olmak
şehadet: şahidlik, tanıklık
 
Üst