Tesettür, medeniyettir

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Tesettürün şekli ve kime, nasıl olması gerektiğinin sınırları gayet net çizgilerle çizilmiş. Kendimizi Kur’ân’ın ve Sünnetin mihengine vurmamız gerekiyor. Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir! Ve bu ölçü kıyamete kadar değişmez, değiştirilemez!

Tesettür meselesinde her şeyden önce şunu ifade etmek gerektir ki; bin dört yüz senede ve her asırda en az üç yüz elli milyon Müslümanın, toplum hayatında en kutsi ve hakikatli bir düstur-ı İlâhiyi kendilerine şiar edenlere hiçbir kanunun, hiçbir ideolojinin karışmaması ve bâtıl efkârını karıştırmaması gerektir.


Kur’ân, tesettürü katiyen emrediyor, ama maalesef bazı bedbaht insanlar Kur’ân’ın bu emrini çağdışı görüp bir esarettir diyorlar ve tesettürün fıtriliğini inkâr ediyorlar. Modern, çağdaş, ileri olmanın ölçüsü Batı olunca, bu tarz giyinme de çağdaş medeniyetin gereği olarak görülmektedir.

Buna karşı İslâm dininin ana kaynakları (Kur’ân ve Sünnet) kadınların, evlenmeleri caiz bulunan erkeklere karşı örtünmelerini, el, yüz ve ayaklar hariç bütün vücutlarını uygun elbise ile kapatmalarını ve açıkta kalan yerlerini de güzel göstermemek, buralara dikkatleri çekmemek için tedbir almalarını emretmektedir.

Meâlen Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“(Ey Resûlüm) Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Bu onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki ALLAH, (onların) yapmakta oldukları şeylerden hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerlerine kadar salsınlar!” (Nûr 30, 31)

Kur’ân’ın bu emrinin tam fıtrî olduğunu ve kadının özgürlüğünün, rahatının bu fermân-ı İlâhide olduğunu ispat etmek için ciltler dolusu kitap yazılabilir. Hâl-i âlem buna şâhid-i sadıktır zaten.

24. Lemâ Tesettür Risâlesi’nde zamanımızın doktoru olan Bedîüzzaman Hazretleri bakın ne kadar doğru bir tespit yapmış: “Kadınlar hilkaten (yaradılış itibariyle) zaîfe ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatlarından ziyade sevdikleri yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduklarından, kendilerini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale (soğuk muamele) maruz kalmamak için, fıtrî bir meyilleri var.

Hem kadınların on adetten altı-yedisi ya ihtiyardır veya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha çok güzellere nispeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar, taarruza maruz kalmamak için ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği âdemlerin nazarlarından sıkılır, müteessir olur.

Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefehhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve seri’üt teessür (çabuk etkilenen) olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki semlendiren (zehirleyen) pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, ‘Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar’ diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref-i tesettürü (tesettürü kaldırması), hilaf-ı fıtrattır (kadının yaradılışına zıttır). Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye (ebedi hayat arkadaşı) olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor…”

Tesettürde şükür mânası da vardır, şöyle ki: “Madem her güzel, güzelliğini sever, elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette güzelin aklı varsa, hüsün ve cemalini günahları kazanmak ve kazandırmaktan ve çirkin ve zehirli yapmaktan ve o nimeti, küfran ile medar-ı azap (azap sebebi) bir sûrete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş-on senelik cemali bâkîleştirmek için, meşrû bir tarzda (helâl dairede) istimal ile o nimete şükredecek.”

Ebû Davud’un Müsned’inde rivayet edildiği üzere, Peygamber Efendimiz (asm) Hz. Esma’ya “Yâ Esma, kadın bulûğa erince ondan görülebilecek olan ancak şudur.” buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmişlerdir. Âyet-i kerîmede ve zikrettiğimiz hadîs-i şerif’te görüldüğü gibi tesettürün şekli ve kime, nasıl olması gerektiğinin sınırları gayet net çizgilerle çizilmiş. Kendimizi Kur’ân’ın ve Sünnetin mihengine vurmamız gerekiyor. Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir! Ve bu ölçü kıyamete kadar değişmez, değiştirilemez!

Son olarak Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin bir teklifiyle bitirelim: “Terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdâb-ı Kur’âniye ziynetiyle o cemal güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâkî kalacağı ve Cennet’te hûrilerin cemalinden daha şirin daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste katiyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak...”



Rabbim hakkı hak bilip ona uymayı, bâtılı bâtıl bilip ondan içtinap etmeyi nasîb-i müyesser eylesin. Âmin.

Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerlerine kadar salsınlar!”
(Nûr 30, 31)
 

mihrimah

Well-known member

Rabbim hakkı hak bilip ona uymayı, bâtılı bâtıl bilip ondan içtinap etmeyi nasîb-i müyesser eylesin. Âmin.

Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; (el, yüz gibi) görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini göstermesinler ve başörtülerini yakalarının üzerlerine kadar salsınlar!”
(Nûr 30, 31)

Amin..inş. Allah razı olsun...
 

ARİF

Well-known member
katkısı olursa diye...

Bazı konuları sormak üzere bize gelen bir hanımefendi, komşuları ve arkadaşlarıyla sohbetine devam etmeye başladıkları bir hoca hanımın, örtünme ve kıyâfet konusunda söylediklerini nakletti, bunların kafasını karıştırdığını, âdeta kendisini bunalıma ittiğini söyledi ve bizden açıklama istedi. Bayanın sıkıntısı ve hocahanımın söyledikleri yukarıdaki sorularla büyük ölçüde örtüşüyordu. Kendisine yaptığımız açıklamayı, yukarıdaki sorularda geçen yeni unsurların cevaplarını da ekleyerek sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşündüm.
Hocahanım şunları söylemiş: "
Başörtüsü ve uzun manto veya tunik ve etek veya pantolon... giyerek örtünme olmaz. Böyle örtünenler açık sayılırlar. Evinizden çıkarken çarşaf giymeniz şarttır. Pantolon giyen bir kadını evinizden kovmanız gerekir. Evinize mahrem olmayan erkek müsafir geldiğinde de, dışarı çıkar gibi çarşaf giymeniz ve müsafirin yanına onunla çıkmanız gereklidir. Evde yabancı olmadığında bile tesettürlü bulunmak lâzımdır. Kadınların dışarı çıkarken veya evde mahrem olmayanlar bulunduğunda, giyecekleri giysilerin çekici olmaması, hattâ rengi ve biçimi itibariyle itici olması şarttır..."
Şüphe etmiyorum ki, hocahanım bunları iyi niyetle söylemiştir, bazı kitaplarda görmüştür, bunları takvânın (günaha düşmeme tedbirinin) bir gereği olarak değerlendiriyordur. Ancak maksat ne olursa olsun, "Kur'ân, sünnet, icmâ gibi bütün müminler için bağlayıcı olmadıkça hangi kitapta görürse görsün, meseleye bir de şu yönlerden bakması gerekirdi: a) Farklı düşünen ve yazan mûteber âlimler var mı? b) Takvâyı kurtaralım derken imanı veya ameli tehlikeye düşürme ihtimâli var mı? c) İçinde yaşadığımız cemiyette, üzerimize kara bulutlar gibi çöken olumsuz şartlar içinde, bunları uygulamak mümkün mü, teklif edilenlere zor gelmez mi?
Bizim bilgi ve tercihlerimize göre tesettür ve kıyâfet konusunda İslâm'ın talimâtı özetle şöyledir:
1. İslâm erkeklerden ve kadınlardan belli bir kıyâfete bürünmelerini değil, örtülmesi gereken, "zînet ve avret" diye ifade edilen yerlerini örtmelerini, örtmek için giydikleri elbisenin, altını gösterecek kadar ince ve örtülen yerin şeklini apaçık (açık görüldüğünde yapacağı etkiyi yapacak şekilde) dışa yansıtacak kadar dar olmamasını istemektedir.
2. Kadının, mahrem olmayan erkekler yanında açmasına izin verilen zîneti - en geniş tanımlamaya göre- yüzü, bilekleriyle birlikte elleri, topuktan biraz yukarıya kadar ayaklarıdır. Erkeğin açabileceği yerleri ise göbeği ile dizkapağı arası dışında kalan vücûdudur. Dizkapağının yukarısı (uyluk kısmı) da gerektiğinde açılabilir diyen müctehidler vardır. Aralarında devamlı olarak evlenme engeli bulunan (dinen evlenmeleri câiz olmayan) baba, oğul, kardeş gibi akraba yanında kadın -bazı müctehidlere göre sırtı müstesna- göbek-dizkapağı arası bölge dışında kalan vücûdunu açabilir. Şu halde ev içinde -na-mahrem kimseler yok iken- tesettürlü olmak mecbûriyeti yoktur. Karı-koca arasında açılmayacak zînet ve avret yoktur.
3. Mahrem akrabanın, açılması câiz olan yerlere dokunması da câizdir. Baba kızını, anne oğlunu öpebilir, kızı babasının ellerini, yanağını öpebilir...
4. Dışarı çıkarken çarşaf giymek şart değildir. Kur'ân'da geçen "cilbâb" kelimesinın birden fazla mânâsı vardır; genel anlamı üst giysi demektir, baştan basenlere kadar örten üst giysiye de cilbab denmiştir. Dînin istediği belli bir giysi veya kıyâfet değil, uygun bir şekilde örtünmektir, tesettürdür. Bir köylü hanım düşünelim, tarlada çalışmaya gidecek, entarisinin üzerine geniş şalvarını çeker, başına da saçını, boynunu ve göğsünü örtecek (buralarda açık yer bırakmayacak) bir başörtüsü bağlar ve işine gider; bu örtünme ve giyinme dîne uygundur, bununla tesettür emri yerine getirilmiş olur. Şehirde bir hanım dışarı çıkarken, üzerine uzunca (topuklarına yakın) bir pardesü ve başına da uygun bağlanmış bir başörtüsü giydiğinde, örtünme emrini yerine getirmiş olur. Uygun örtünmeyi sağlayan, daha fazla parçadan oluşan başka kıyâfetler de bulunabilir, kullanılabilir. Bunları bulmak, sunmak, beğendirerek gençlerin örtünmesini sağlamak üzere özel çalışmalar yapılmalıdır. Tesettür defilelerinin amacı ticaret ise, bu amaca ulaşmak için dînin şekil ve amaç olarak koyduğu sınırlar aşılıyorsa bunlara câiz diyemeyiz. Ama; bizim yukarıda "yapılmalıdır" dediğimiz çalışmalar çerçevesine giriyorsa elbette câiz, hattâ gerekli olur.
5. Elbisenin ismi değil, hangi cinse ait olduğu önemlidir. Eskiden şalvar denilen giysinin erkek için olanı da, kadın için olanı da vardı. Bugün de ceket, yelek, hırka, pantolon... ismi verilen giysilerin kadınlara ve erkeklere mahsus olanları vardır. Kadın "kadın pantolonu veya şalvarı" giyebilir, bunu yaptığında erkek elebisesi giymiş, erkekliğe özenmiş olmaz. Ancak pantolon giymesi halinde yukarısı dar olacağından üzerine -vücûdunun hatlarını belli eden kısmı örtmek üzere- başka bir şey daha giymesi gerekir.
6. Sahâbe kadınlarının giysileri içinde beyaz, siyah, yeşil, sarı renkte olanlarının bulunduğu sağlam rivâyetlerde zikredilmiştir. Giyilen elbisenin çirkin ve itici olması gerektiğine dair hiçbir nakli delîl (âyet, hadîs) yoktur. Erkeğin ilgisini çekmesin diye kadınlara, Allah'ın ve Resûlü'nün (s.a.v.) yüklemediğini yüklemek, istemediklerini onlardan istemek doğru değildir. Kadın el içine çıkacak kadar ve şekilde giyinir. Giysileri seksi olmamak, karşı cinsin dikatini çekmek amacıyla düzenlenmiş bulunmamak şartıyla güzel, zarîf, estetik de olabilir. Bundan sonrası kadını değil, ona bakan erkekleri ilgilendirir; sorumluluk onlara geçer, onlar da gözlerini sakınmak, kendilerini firenlemek sûretiyle kulluklarını yerine getirmek mecbûriyetindedirler. İmtihan dünyası, günah imkân ve fırsatlarının yok olduğu, yok edildiği, insanların isteseler bile günah işleyemeyecekleri bir dünya değildir. İmtihanı, bu imkân ve fırsatlara rağmen irâdesini kullanan ve dînin sınırları içinde yaşayanlar kazanacaklardır. Din, birileri günaha girmesin diye diğerlerinin hak ve özgürlüklerini -gereğinden fazla, bilinen sınırların dışında- kıstlama yoluna gitmemiştir.
Bu konularda farklı düşünen, ölçüleri farklı tutan âlimler de vardır; ancak hiçbir beşerî ictihad ve yorum bütün müslümanları bağlamaz; bilgisi az olan müminler âlimlerden aldıkları fetvâya uyarlar, farklı fetvâlar onları bağlamaz.
Kadınlarımıza, kızlarımıza İslâm'ı öğretmeye kalkışanlar, kaş yaparken göz çıkarmamak gibi bir sorumluluklarının da bulunduğunu bilmelidirler. İslâm, maddî ve manevî pislikleri temizlemek, çirkinlikleri ortadan kaldırmak ister, güzelliğe düşman değildir ve kolaylık dînidir.
Yazılanların kaynak ve delîlleri için bizim, Helâller Haramlar ve İslâm'da Kadın ve Aile isimli kitaplarımıza bakılabilir.
prof.dr. hayrettin karaman
 
Üst