Kur'ân'a Saygı

Eyvàh!

Well-known member
Kur'ân'a Saygı



Çocuklarınıza Kur'ân okuyup öğretmeniz de ayrı bir önem taşır. Ama en az onun kadar önemli bir husus da, Kur'ân'ı okurken onun üzerinde, Kelâmullah olduğu hissini uyarabilmenizdir. Devrimizde çok müşahede ettiğimiz hususlardan biri de, şüphesiz bazı kimselerin okuduğu Kur'ân'ın -maalesef- gırtlaktan aşağı inmemesidir. Sizler çocuklarınıza Kur'ân okumada da güzel örnek olabilir ve onu Rabbinizin huzurunda ya da Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın dizinin dibinde tilâvet ediyor gibi seslendirebilirseniz bir kere daha çevrenizdekileri fethetmiş olursunuz. Evet eğer Kur'ân okurken gözyaşlarınızı tutamıyorsanız bunu gören çocuklarınız sizin bu hâlinizden çok farklı şeyler alacaklardır. Ben, ruhsuz Kur'ân okumanın insanımızı duygusuz hâle getirdiği kanaatindeyim.

Bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): 'İnsanların en güzel Kur'ân okuyanı, Kur'ân okurken ciddî bir hüzün içinde okuyanıdır.'[1] Bir başka sahih hadis-i şerifte de: 'Bu Kur'ân hüzünle inmiştir.'[2] buyurmaktadır.

Kur'ân, pek çok problemi olan insanoğlunu konu olarak ele almış işliyorsa -ki öyle olduğunda şüphe yok- biz de hâlimizle bu hüznü seslendirme durumundayız. Ancak bu seviyeye gelebilmenin önemli esallallahu aleyhi ve sellemlarından biri, Kur'ân'ın ne dediğinin bilinmesidir. Kelâmullah olması itibarıyla Kur'ân-ı Kerim'e ta'zimde bulunabiliriz, ancak Allah'ın (cc) kelâmı olması haysiyetiyle mânâsına vukûfiyet için, az da olsa bir gayret içinde bulunmamız da yine ona karşı ta'zimin ifadesi olsa gerek. Ayrıca, sizin bu gayretinizle çocuğunuz Kur'ân-ı Kerim'e ait mânâları kalb ve zihninde daha derince duyacak, bunlarla dolacak ve seviyesine göre rûhî açlığını gidermiş olacaktır.

Sadece Kur'ân-ı Kerim'e ait anlamlarıyla yetinen, dinî anlayış ve duyuş itibarıyla eksik sayılır. Bu kadar olsun münasebeti olmayanlara gelince onlar tamamen hüsrandadırlar. Kur'ân'ın insanlara vadettiklerini alabilmek için elfâz-ı Kur'âniyenin içindeki o mukaddes mânâları öğrenmek ve çocuklarımıza da öğretmek zaruretini bir kere daha hatırlatmakta yarar var.

Yukarıdaki naklettiğimiz hadis-i şerifin şerhinde Hafız Münâvi şöyle bir vak'a nakleder:

'Küçük bir çocuk hafızlığını ikmal etmiştir. Sabaha kadar Kur'ân-ı Kerim'i hatmediyor, namazını kılıyor, ertesi gün de hocasının karşısına çıkıyor; çıkıyor ama biraz da rengi benzi sararmış olarak çıkıyor. Hocası, maddî-mânevî mürşid olabilecek durumda bir üstattır. Talebesinin renginin niçin sarardığını diğer talebelerine soruyor. Onlar da, 'Üstadım, bu talebeniz sabaha kadar Kur'ân-ı Kerim'i hatmedip duruyor ve tabiî sabaha kadar gözüne uyku girmiyor, sabah olunca da kalkıp derse geliyor.' derler. Üstad talebesinin Kur'ân-ı Kerim'i böyle okumasını arzu etmediği için onu karşısına alır ve ona: 'Kur'ân indiği gibi okunmalıdır evlâdım.' der. Bugünden itibaren sen Kur'ân'ı, şu âna kadar okuduğun gibi değil, onu okurken beni karşısında farz et ve üstadına dersini iade ediyorsun gibi oku!' tavsiyesinde bulunur.

Çocuk gider, O gece Kur'ân-ı Kerim'i okur ve sabah üstadının huzuruna geldiğinde, 'Efendim bu gece ancak Kur'ân-ı Kerim'i yarısına kadar okuyabildim.' der. Üstad, 'Pekâlâ, sen bu gece de Kur'ân- Kerim'i doğrudan doğruya Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda okuyor gibi oku' der. Talebe, 'Ben, kendisine Kur'ân nazil olan zatın huzurundayım; doğru okumalıyım' heyecanıyla daha bir dikkatlice tilâvet eder.. ve o gün üstadına, ancak Kur'ân-ı Kerim'in dörtte birini okuyabildiğini belirtir. Üstadı da terakkiyi görünce, bir mürşidin müridinin dersini artırması gibi, 'Sen şimdi de o emin melek Cibril'in Rasûlü Ekrem'e (sallallahu aleyhi ve sellem) tebliğ ettiği anda dinliyor gibi Kur'ân-ı Kerim'i oku.' der. Talebe gider gelir; 'Vallahi üstadım, bugün ancak bir sûre okuyabildim.' der. Üstadı da, 'Evlâdım şimdi de onu, binlerce hicabın verasında bulunan Mevlâ-yı Müteal'in huzurunda okuyor gibi oku. Düşün ki, okuduğunu Allah (cc) dinliyor, senin için indirdiği kelâmını senin ile mukâbele ediyor.' Talebesi ertesi gün ağlayarak üstadının karşısına gelir: 'Üstadım, 'elhamdu lillahi rabbi'l-âlemîn' dedim, 'mâliki yevmi'd-dîn'e kadar geldim, 'iyyake na'budu' demeye bir türlü dilim varmadı. Çünkü bunun mânâsı, 'sadece Sana kulluk yaparım', hâlbuki ben o kadar çok şeye kulluk yapıyorum ve o kadar çok şey karşısında serfürû ediyorum ki, O'nu karşımda hazır ve nazır mülâhazaya alınca 'İyyake na'budu'yu aşamadım.' der.

Hafız Münâvi, bu gencin fazla yaşamadığını bir-iki gün sonra da vefat ettiğini kaydeder. Onu bu seviyeye getiren o bilge ve mânâ eri üstad, gencin mezarının başında durur, onu dinler, onun hâline bakar, ahvalini müşahede ederken, delikanlı, üstadının duyabileceği bir sesle, 'Üstadım, 'tayyim' denen önemli bir makama ulaştım ve hesap görmedim.' diye konuşur.

Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını mülâhaza ederek ve kelimeler üzerinde durarak, 'Rabbimin kelâmı' deyip, tazimde bulunarak, hatta yüzüne gözüne sürerek ona karşı saygısını ifade çerçevesinde okumak, onun gönüllere açılması adına o kadar önemlidir ki, bu samimî duygular, okuyanı da dinleyeni de Kur'ân iklimine çeker ve onlara semâviliğin kapılarını ardına kadar açar.

Bu menkıbeyi nakletmekle, 'Böyle düşünmezseniz Kur'ân okumayınız.' demek istemiyoruz; istemiyoruz ama, kelimât-ı Kur'ân bize ne anlatıyor, ruhumuzda ne gibi bir değişiklik hâsıl ediyor vb. hususlar üzerinde durmamızın da, ona muhatap seçilmemizin gereği olduğunu düşünüyorum. Ruhlarımızda inkılâplar meydana getirmeyen Kur'ân'ın ferdî ve içtimâî hayatımızda müessir olacağı düşünülemez. Biz Kur'ân'la değişebilmeli, onun ufkuna yönelmeli, onu kendi derinlikleriyle duymalıyız ki o da esrarını gönül gözlerimizin önüne seriversin...

Konuya dönüyorum. Evet o genç ölmemiş; Allah'a (cc) ulaşmıştı. Kur'ân'ın temiz ruhlarda uyarabildiği heyecanla kalbi durmuş ve Rabbine yürümüştü. Elbetteki ebediyen yaşayacaktı. O, 'İyyake na'budu'yu aşamamış ve sabaha kadar hep onu tekrarlayıp durmuştu. Bir başkası benzer bir ruh hâletini Kâbe'de hissetmişti. Başını Kâbe'nin duvarına koyduğunda, kendi kendine: 'Ya Rabbi!' demiş; âdeta diline kilit vurulmuş gibi tıkanmış ve 'Sen bunu diyebilecek güçte misin? Neden hâlâ riyakârlık yapıyorsun?' düşüncesine takılmış ve gerisini getirememişti. Mamafih bunlar o zatın yaşadıklarıdır ki, ne anlatılabilir ne de başkalarına hissettirilebilir türden şeylerdir; onun birkaç dakikalık aşkın duygularıdır. Daha sonra kendisinin bile o durumu şerhetmesi mümkün değildir.

Şimdi eğer, evlerimizde bu çizgiyi koruyabilir ve Kur'ân'a gönül verdiğimizi, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) halkasına dahil olduğumuzu fiilen gösterebilirsek, uzak-yakın çevremiz nisan yağmuru almış yeşillikler gibi süratle hayata yürüyecek ve etrafımızda üst üste 'ba'sü ba'del-mevtler' yaşanacak ve toplum hayatımız melekler ve rûhânîlerin imreneceği bir hâl alacaktır.
 
Üst