NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
Evrim teorisi kabaca, yeryüzündeki tüm canlıların milyonlarca yıl süren bir tesadüfler zinciri ile, basitten mükemmele doğru gelişerek varolduğunu iddia eder. Yani bizler, milyonlarca yıl önce bir su birikintisi içerisinde kıpırdanan tek hücreli canlıların, kıpırdana kıpırdana gelişmesinin ‘naturel’ bir sonucu olarak bu hâle gelmişizdir evrim teorisine göre.
19. Yüzyılda Charles Darwin adındaki bir biyoloji bilgininin meşhur ettiği ve Türlerin Kökeni adındaki kitabıyla kendince delillendirdiği evrim teorisi, bilim tarihindeki hiçbir teorinin görmediği kadar itibar gördü ve bilim adamlarınca teori olarak değil de, tıpkı yerçekimi kanunu gibi/kadar gerçek kabûl edildi.
Üstelik, bu peşin kabul, biyoloji bilimi ile de sınırlı kalmadı. Kilisenin dogmatik baba-oğul ve kutsal ruh üçlemesine karşı gelişip kuvvet kazanan pozitivist rüzgârların etkisiyle evrim, bilimsel bir teori olmaktan çıkıp, bir felsefî akım hâlini aldı. Yüzyılın fikir adamları, etrafta olup biten herşeyin evrimle açıklanabileceğini iddia etmeye başladılar. Onlara göre varlıklar, basitten mükemmele doğru aşama aşama oluşmaktaydı, zayıflar yok olmakta, güçlü olanlar ise hayatta kalıp evrimlerine devam etmekteydiler ve bu süreci belirleyen tek şey kör ve şuursuz tesadüflerdi. Evrim fikri, bir salgın hastalık gibi kısa sürede, zamanın ateist fikir adamlarını sarıverdi.
Marx, ekonomiyi evrimsel süreçlerle analiz ediyor, Freud, evrimsel olarak çok gelişmiş bir tür olduğu halde, çağdaş insanın içinde ilkel dürtüler taşıdığını iddia ediyordu. Zamanın pozitivistleri için evrim, bir Yaratıcı fikrini işin içine katmadan bilim yapmanın, yegâne yolu olmuştu.
Biyolojiden sosyolojiye, ekonomiden antropolojiye kadar tüm bilim dallarında evrimle açıklanamayacak hiçbir problemin olmadığı savunuyordu. Batı’lı bilim adamlarının çoğu, bir yaratıcı fikrini tamamen dışlamışlardı artık. Yaratıcı yoktu ve yeryüzünde tesadüfen var olan hayat, yine tesadüfen gelişip bu hâle gelmişti. Yeryüzünün üzerine serpilmiş bu olağanüstü güzellikteki varlıkları açıklamak için ise evrimin tek cevabı daha doğrusu tek bir kuralı vardı: “Herşey ilkelden mükemmele doğru giderek şimdiki halini almıştır.” Oysa herşeyin tesadüfen sürüp gittiği bir evrende, herhangi bir ‘kural’dan bahsetmek ne büyük bir çelişkiydi.
19. Yüzyılda Charles Darwin adındaki bir biyoloji bilgininin meşhur ettiği ve Türlerin Kökeni adındaki kitabıyla kendince delillendirdiği evrim teorisi, bilim tarihindeki hiçbir teorinin görmediği kadar itibar gördü ve bilim adamlarınca teori olarak değil de, tıpkı yerçekimi kanunu gibi/kadar gerçek kabûl edildi.
Üstelik, bu peşin kabul, biyoloji bilimi ile de sınırlı kalmadı. Kilisenin dogmatik baba-oğul ve kutsal ruh üçlemesine karşı gelişip kuvvet kazanan pozitivist rüzgârların etkisiyle evrim, bilimsel bir teori olmaktan çıkıp, bir felsefî akım hâlini aldı. Yüzyılın fikir adamları, etrafta olup biten herşeyin evrimle açıklanabileceğini iddia etmeye başladılar. Onlara göre varlıklar, basitten mükemmele doğru aşama aşama oluşmaktaydı, zayıflar yok olmakta, güçlü olanlar ise hayatta kalıp evrimlerine devam etmekteydiler ve bu süreci belirleyen tek şey kör ve şuursuz tesadüflerdi. Evrim fikri, bir salgın hastalık gibi kısa sürede, zamanın ateist fikir adamlarını sarıverdi.
Marx, ekonomiyi evrimsel süreçlerle analiz ediyor, Freud, evrimsel olarak çok gelişmiş bir tür olduğu halde, çağdaş insanın içinde ilkel dürtüler taşıdığını iddia ediyordu. Zamanın pozitivistleri için evrim, bir Yaratıcı fikrini işin içine katmadan bilim yapmanın, yegâne yolu olmuştu.
Biyolojiden sosyolojiye, ekonomiden antropolojiye kadar tüm bilim dallarında evrimle açıklanamayacak hiçbir problemin olmadığı savunuyordu. Batı’lı bilim adamlarının çoğu, bir yaratıcı fikrini tamamen dışlamışlardı artık. Yaratıcı yoktu ve yeryüzünde tesadüfen var olan hayat, yine tesadüfen gelişip bu hâle gelmişti. Yeryüzünün üzerine serpilmiş bu olağanüstü güzellikteki varlıkları açıklamak için ise evrimin tek cevabı daha doğrusu tek bir kuralı vardı: “Herşey ilkelden mükemmele doğru giderek şimdiki halini almıştır.” Oysa herşeyin tesadüfen sürüp gittiği bir evrende, herhangi bir ‘kural’dan bahsetmek ne büyük bir çelişkiydi.