NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
RÜYA hepimizin bildiği bir gerçek. Her gün görüyoruz, yaşıyoruz ve biliyoruz. Nasıl uyanık haldeyken zihnimizden birtakım hayal ve hatıralar geçiyorsa, uykuya dalınca da rüya olayı devreye giriyor.
Rüya bir görme işi. Kafa gözüyle değil, ruhumuzun göze ihtiyaç duymadan gördükleri, duydukları, hissettikleri... Rüya, görünen âlem sınırları içinde gayb âlemine açılan bir pencere, bir temâşa, bir seyir ânı.
Meselenin aslına bakılacak olursa, rüya Kur’ân’ın sahip çıktığı bir şuur olayıdır. Kur’ân’da yedi yerde ‘rü’yâ’ kelimesine yer veriliyor ve âyetlerin içinden rüyanın anlamı ve tanımı çıkıyor.
“Allah, Resûlünün gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti” (Fetih, 48:27) ifadesiyle, “Sen rüyanda emrolunana uydun” (Sâffât, 37:105) cümlesinde ‘sâdık-doğru rüya’ anlatılıyor ve asıl rüyanın bu ‘rüya’ olduğu belirtiliyor. Sâdık rüyanın da “Eğer rüya tabirini biliyorsanız, benim bu rüyamı tabir edin” (Yûsuf, 12:43) âyetiyle tabire değer, tabir edilebilen bir rüya olduğu bildiriliyor.
Sâdık rüyayı görünce kime anlatılacağı noktasında da, Yakub aleyhisselâmın oğlu Yûsuf aleyhisselâma tenbih ettiği, “Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum, yoksa sana bir tuzak kurarlar” (Yûsuf, 12:5) ölçüsüne bakılarak rüyanın dost kimselere anlatılmasının gereğine işaret ediliyor.
Zaten, Efendimiz(a.s.m.) de, “Biriniz sevdiği bir rüyayı görürse, onu sevdiği birisinden başkasına anlatmasın” (Müslim, Rü’ya: 5) ve “Rüya yorumlanmadıkça bir kuşun ayağı üzerindedir. Yorumlanınca çıkar. Rüyayı gören onu sevdiği kimseden, bilgi ve dirayet sahibi olandan başkasına anlatmasın” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 7) buyurarak rüyayı gördükten sonra kime anlatılacağını bildirmiş oluyor.
Kur’ân’da ifade edilen ‘edğâsu ahlâm’ (Yûsuf, 12:44) şeklinde bir çeşit rüya daha vardır ki, bunlar asıl itibarıyla rüya değil, karmakarışık görüntülerdir, tabir ve tevil etmeye bile gerek yoktur. Sâffât sûresinde geçen ‘rü’yâ’ ise, İbrahim aleyhisselâmın oğlu İsmail aleyhisselâmı kurban etmek için Allah’tan aldığı emre uymasıdır.
Kur’ân’ın açık biçimde öğrettiği üzere, uykuda görünen, duyulan ve yaşananlar üç türlüdür. Hadisin anlattığı da aynı: birisi Allah’tan bir müjde olan meleklerin telkin ettiği sâdık rüya, diğeri uyanıkken hayalde kalan şeylerin uyuyunca karmakarışık ve anlamsız bir şekilde görünmesi, üçüncüsü de şeytanın uykuda iken insanın kalbine attığı korkular.
Üzerinde durulan, dikkate ve ciddiye alınan, tabire ve tevile değer görülen rüya, sâdık rüyalardır. Bunun dışında kalanlar rüyalar ‘rüya’ tasnifine bile girmemektedir.
Ruh, insanın özünde bulunan ilâhî bir latife olduğu için, dünya ile ilgimiz kesilir kesilmez gayb âlemiyle bir bağlantı kurar, oradan bir pencere açar, o pencereden meydana gelen hadiselere bakar. Levh-i Mahfuzun bir cilvesi ve kader mektubunun bir numunesi türünden birine rastlar, birtakım hakikî vak’aları görür. İşte sâdık rüyalar bu kısımdandır.
Sâdık rüyaların bir kısmı göründüğü gibi çıkar, bir kısmı ince bir perdeye bürünmüş olarak belirir, bazıları da çok kalın bir perdeye sarılır. Sâdık rüyaların en mükemmelini Peygamberimiz özellikle vahyin ilk aylarında görmüş ve gördüğü gibi çıkmış, bu rüyalar için hiçbir biçimde tevile ihtiyaç duyulmamıştır.
Sâdık rüyalar hadisin ifadesiyle bir müjde, mü’min ruhlara bir ferah ve sevinç kaynağı, ayrıca nübüvvet nurundan kalan bir parçadır.
Hadisler bu konuya şu açıklığı getirirler:
“Ey insanlar! Peygamberliğin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı.” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
Ubade bin Samit, Resûlullah’a, “Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır” (Yunus, 64) âyetindeki ‘müjde’yi sorunca Resûlullah(a.s.m.) âyeti şöyle tefsir eder:
”O güzel rüyadır. Onu Müslüman kişi görür veya onun için görülür.” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
“Salih rüya Allah’tandır. Biriniz sevdiği bir rüyayı görürse onu sevdiği bir kimseden başkasına anlatmasın.” (Müslim, Rü’yâ: 5)
“Salih bir kişi (veya salih bir kadın) tarafından görülen güzel rüya nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12:272).
Efendimizin peygamberlik süresi 23 sene olmuş, vahyin ilk altı ayı sâdık rüyalar şeklinde geldiği için sâdık rüyalar peygamberliğin nurundan bir parça sayılmıştır.
En sâdık rüyaların seher vaktinde görülen rüyalar olduğunu (Tirmizi, Rü’yâ: 3) bildiren Efendimiz, hadis kitaplarında bildirildiğine göre, her sabah namazından sonra sahabileriyle sohbet ederlerken “Bu gece içinizden rüya gören var mı?” diye sorarlar, çoğu zamanlar da kendileri görmüş oldukları rüyaları anlatır ve tabir ederlerdi.
Başta Hz. Yûsuf ve Hz. İbrahim olmak üzere peygamberlerin gördüğü rüyalar bir vahiy ikliminde gerçekleşmiştir. Yûsuf aleyhisselâm küçüklüğünde gördüğü ve Yûsuf sûresinde anlatılan rüyayı kastederek sûrenin sonunda babası Yâkub’a, “İşte baba, evvelce gördüğüm rüyanın tabiri budur” demesi, bu sırdandır. Bu sûreden anlaşılacağı üzere, büyük bir peygamberin hayat seyri bir rüyanın açılımı biçimindedir. Efendimizin hayatında sâdık rüya çok yer tutmuş, savaşlardan önce görmüş oldukları rüyalar savaşın seyrini önceden işaret etmiştir.
Rüya bir görme işi. Kafa gözüyle değil, ruhumuzun göze ihtiyaç duymadan gördükleri, duydukları, hissettikleri... Rüya, görünen âlem sınırları içinde gayb âlemine açılan bir pencere, bir temâşa, bir seyir ânı.
Meselenin aslına bakılacak olursa, rüya Kur’ân’ın sahip çıktığı bir şuur olayıdır. Kur’ân’da yedi yerde ‘rü’yâ’ kelimesine yer veriliyor ve âyetlerin içinden rüyanın anlamı ve tanımı çıkıyor.
“Allah, Resûlünün gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti” (Fetih, 48:27) ifadesiyle, “Sen rüyanda emrolunana uydun” (Sâffât, 37:105) cümlesinde ‘sâdık-doğru rüya’ anlatılıyor ve asıl rüyanın bu ‘rüya’ olduğu belirtiliyor. Sâdık rüyanın da “Eğer rüya tabirini biliyorsanız, benim bu rüyamı tabir edin” (Yûsuf, 12:43) âyetiyle tabire değer, tabir edilebilen bir rüya olduğu bildiriliyor.
Sâdık rüyayı görünce kime anlatılacağı noktasında da, Yakub aleyhisselâmın oğlu Yûsuf aleyhisselâma tenbih ettiği, “Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum, yoksa sana bir tuzak kurarlar” (Yûsuf, 12:5) ölçüsüne bakılarak rüyanın dost kimselere anlatılmasının gereğine işaret ediliyor.
Zaten, Efendimiz(a.s.m.) de, “Biriniz sevdiği bir rüyayı görürse, onu sevdiği birisinden başkasına anlatmasın” (Müslim, Rü’ya: 5) ve “Rüya yorumlanmadıkça bir kuşun ayağı üzerindedir. Yorumlanınca çıkar. Rüyayı gören onu sevdiği kimseden, bilgi ve dirayet sahibi olandan başkasına anlatmasın” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 7) buyurarak rüyayı gördükten sonra kime anlatılacağını bildirmiş oluyor.
Kur’ân’da ifade edilen ‘edğâsu ahlâm’ (Yûsuf, 12:44) şeklinde bir çeşit rüya daha vardır ki, bunlar asıl itibarıyla rüya değil, karmakarışık görüntülerdir, tabir ve tevil etmeye bile gerek yoktur. Sâffât sûresinde geçen ‘rü’yâ’ ise, İbrahim aleyhisselâmın oğlu İsmail aleyhisselâmı kurban etmek için Allah’tan aldığı emre uymasıdır.
Kur’ân’ın açık biçimde öğrettiği üzere, uykuda görünen, duyulan ve yaşananlar üç türlüdür. Hadisin anlattığı da aynı: birisi Allah’tan bir müjde olan meleklerin telkin ettiği sâdık rüya, diğeri uyanıkken hayalde kalan şeylerin uyuyunca karmakarışık ve anlamsız bir şekilde görünmesi, üçüncüsü de şeytanın uykuda iken insanın kalbine attığı korkular.
Üzerinde durulan, dikkate ve ciddiye alınan, tabire ve tevile değer görülen rüya, sâdık rüyalardır. Bunun dışında kalanlar rüyalar ‘rüya’ tasnifine bile girmemektedir.
Ruh, insanın özünde bulunan ilâhî bir latife olduğu için, dünya ile ilgimiz kesilir kesilmez gayb âlemiyle bir bağlantı kurar, oradan bir pencere açar, o pencereden meydana gelen hadiselere bakar. Levh-i Mahfuzun bir cilvesi ve kader mektubunun bir numunesi türünden birine rastlar, birtakım hakikî vak’aları görür. İşte sâdık rüyalar bu kısımdandır.
Sâdık rüyaların bir kısmı göründüğü gibi çıkar, bir kısmı ince bir perdeye bürünmüş olarak belirir, bazıları da çok kalın bir perdeye sarılır. Sâdık rüyaların en mükemmelini Peygamberimiz özellikle vahyin ilk aylarında görmüş ve gördüğü gibi çıkmış, bu rüyalar için hiçbir biçimde tevile ihtiyaç duyulmamıştır.
Sâdık rüyalar hadisin ifadesiyle bir müjde, mü’min ruhlara bir ferah ve sevinç kaynağı, ayrıca nübüvvet nurundan kalan bir parçadır.
Hadisler bu konuya şu açıklığı getirirler:
“Ey insanlar! Peygamberliğin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı.” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
Ubade bin Samit, Resûlullah’a, “Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır” (Yunus, 64) âyetindeki ‘müjde’yi sorunca Resûlullah(a.s.m.) âyeti şöyle tefsir eder:
”O güzel rüyadır. Onu Müslüman kişi görür veya onun için görülür.” (İbn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
“Salih rüya Allah’tandır. Biriniz sevdiği bir rüyayı görürse onu sevdiği bir kimseden başkasına anlatmasın.” (Müslim, Rü’yâ: 5)
“Salih bir kişi (veya salih bir kadın) tarafından görülen güzel rüya nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12:272).
Efendimizin peygamberlik süresi 23 sene olmuş, vahyin ilk altı ayı sâdık rüyalar şeklinde geldiği için sâdık rüyalar peygamberliğin nurundan bir parça sayılmıştır.
En sâdık rüyaların seher vaktinde görülen rüyalar olduğunu (Tirmizi, Rü’yâ: 3) bildiren Efendimiz, hadis kitaplarında bildirildiğine göre, her sabah namazından sonra sahabileriyle sohbet ederlerken “Bu gece içinizden rüya gören var mı?” diye sorarlar, çoğu zamanlar da kendileri görmüş oldukları rüyaları anlatır ve tabir ederlerdi.
Başta Hz. Yûsuf ve Hz. İbrahim olmak üzere peygamberlerin gördüğü rüyalar bir vahiy ikliminde gerçekleşmiştir. Yûsuf aleyhisselâm küçüklüğünde gördüğü ve Yûsuf sûresinde anlatılan rüyayı kastederek sûrenin sonunda babası Yâkub’a, “İşte baba, evvelce gördüğüm rüyanın tabiri budur” demesi, bu sırdandır. Bu sûreden anlaşılacağı üzere, büyük bir peygamberin hayat seyri bir rüyanın açılımı biçimindedir. Efendimizin hayatında sâdık rüya çok yer tutmuş, savaşlardan önce görmüş oldukları rüyalar savaşın seyrini önceden işaret etmiştir.