ucb ve alakalı nükteler....

ARİF

Well-known member
kalb hastalığı: "Ucb"
Arkadaş! Ye'se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemâlâtı var. Hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemâlât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki, a'mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar. Çünkü, insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur. Mülkü değildir; onlara güvenemez.
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için, yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut, hâvi olduğu garib san'at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîmin dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza, esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef'âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef'âlin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir.
Ve keza, insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun? Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sâbit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuurdur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın... Binaenaleyh, mâlikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat'iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü, sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir.
 

ARİF

Well-known member
Ucub, kibir ve fahr, insanı mahveden zaaflardandır. Üçü arasında nisbî bir fark olmakla beraber, hepsiyle de mutlaka mücadele edilmesi gerekir. Hem de kesintisiz bütün bir ömür boyu mücadele...
Ucub, insanın kendini beğenmesidir. Öyleki şahıs bu zaaf sebebiyle kendini her zaman üstün görür ve hayatını da bu yanlış mülâhazaya göre programlar. Kibir ise, içteki büyüklük hissinin, yani ucbun dışa taşarak, insanın davranışlarına aksetmesidir. Fahre gelince o da insanın, kendi meziyetleriyle sermest olması ve başkalarını hakir görme hastalığıdır.
Bir gayr-i müslimde bu boşluklar varsa ona imân zor nasip olur. Bunları içinde taşıyarak ölen mü’minler ise, ekseriyetle cennete ulaşmada zorlanırlar.
İhlas, mahviyet ve tevazu, benlikteki bu üç boşluğu dolduracak fazilet buudlarıdır. Mü’minler, mutlaka bu üç faziletle mücehhez hâle gelmelidirler ki, önceki üç rezilenin kurbanı olmasınlar
 

ARİF

Well-known member
YİRMİ SANİYEDE
Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Bir gün:
-“Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu bilmiyor musunuz?” Dedi. Hz. Cüneyd:
-“Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum,” buyurdu. Şeytan:
-“Ey Sultan-ı Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka büyük bir zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir istediğimi yaptırmaya muvaffak olamadım,” dedi. Bu sözleri işiten Cüneyd Hazretleri nefretle:
-“Defol mel’un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun? Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan!” Diye bağırdı.
UCUB
Muhammed Bin Vasi zamanındaki âbidlere şöyle dedi:
-Yuh size! Amelleriniz az olduğu halde, kendinizi beğeniyorsunuz. Halbuki sizden öncekiler, amelleri çok olduğu halde, ucba kapılmamışlardı.

Mesel Denizi, s:147

Mehmet Dikmen “ Latifeler” s:85
 

ARİF

Well-known member
UCBUN HAKİKATI
İbn-i Semmak’a:
-Ucbun hakikatı ve esası nedir? Diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiştir:
-Amelde (ve hizmette) kendini insanlardan yüksek görmendir. Artık her gördüğün insanı amelde eksik bulursun…[1]
ŞEYTAN NE ZAMAN GALİP GELİR?
Musa (as) bir mecliste oturuyordu. Yanına İblis geldi. Hz. Musa İblis’e sordu:
-“Bana öyle bir günahı anlat ki, âdemoğlu onu işlediği zaman, sen ona galip gelmiş olasın.” İblis şöyle anlattı:
-“Kendini beğendiği, hizmet ve ibadetini çok bulduğu, günahını unuttuğu zaman ona galip gelirim.”[2]
EĞER SENDE HAYIR OLSAYDI
Vehb bin. Münebbih’in -Allah ondan razı olsun- anlattığına göre vaktiyle adamın biri rabbine yetmiş yıl ibadet etmişti. Bu süre zarfında sadece cumartesiye yemek yiyor, haftanın diğer tüm günlerini oruçla geçiriyordu.
Bir gün Allah’tan bir şey diledi. Fakat Allah dileğini kabul etmedi. Bunun üzerine kendi kendine “ eğer sende hayır olsaydı, dileğin kabul edilirdi. Çünkü senden öncekilerin dilekleri kabul edilmiştir.”
Bunun üzerine hemen o anda yanına inen bir melek kendisine “ey insanoğlu, kendini hor gördüğün şu anın senin hakkında şimdiye kadar işlenmiş olduğun tüm ibadetlerden daha hayırlıdır” dedi.[3]
SALİH ŞÜKÜR
Hz.Ömer (r.a.) diyor ki:
-“İnsanın salih tevbe yapabilmesi için günahını bilmesi, salih amel yapabilmesi için kendini beğenmişlikten sıyrılması ve salih şükür yapabilmesi için de yetersizliğinin farkında olması gerekir”

[1] Mehmet Dikmen “ Latifeler” s:104

[2] Mehmet Dikmen “Menkıbeler” s:39

[3] Tenbih-ül Gafilin, s:477
 

ARİF

Well-known member
CENNETİN KOKUSU
Anlatıldığına göre vaktiyle İsrailoğulları, zamanında bir delikanlı insanlardan ayrılarak ıssız bir yere çekilmiş ve orada kendini ibadete adamıştı.
Bir süre sonra kabilesinin ileri gelenlerinden iki yaşlı adam delikanlıyı bu kararından caydırıp ailesi arasında dönmesini sağlamak amacıyla onun yanına gittiler ve “senin akraban var, onların yanında ibadet etmen daha faziletlidir” dediler.
Delikanlı onlara “rabbim benden razı olunca bütün akraba ve dostlarımın da benden hoşnut olmasını sağlar” dedi. Adamlar “sen henüz gençsin, biz bu tip tecrübelerden geçtiğimiz için kendini beğenmişlik duygusuna kapılmadan kaygılanıyoruz” dediler. Delikanlı onlara, “kendini bilen kimseye özünü beğenmişlik duygusu zarar vermez” dedi.
Bunun üzerine adamlardan biri arkadaşına dönerek “kalk, gidelim. Bu delikanlı cennetin kokusunu aldı, artık bizim sözümüzü dinlemez” dedi.
KURBAĞANIN CEVABI
Anlatıldığına göre Hz. Davud (as) bir sahile çekilmiş, orada bir yere kapanarak bir yıl süre ile kendini ibadete vermişti. Sonunda bir gün “ya Rabbi, belim büküldü, gözlerim görmez oldu ve göz pınarlarım kurudu. Bu durumun sonu nereye varacak bilmiyorum” dedi.
Bunun üzerine ulu Allah bir kurbağaya “kulum Davud’a cevap ver” diye vahyetti. Allah’ın bu emri üzerine kurbağa ona şunları söyledi:
-“Ey Allah’ın peygamberi, bir senedir ibadet ediyorsun diye Allah’ı minnet altında mı bırakmak istiyorsun? Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben otuz veya altmış yıldır saz parçası üzerinde Allah’ımı tesbih ettiğim, o’na hamd ettiğim halde yine de O’nun korkusundan tırnaklarım titriyor”
Kurbağanın bu sözlerini dinleyen Hz. Davud (as) hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Başka bir rivayete göre bu olay, birini öldürdükten sonra ıssız bir yere kapanarak kendini ibadete veren Hz. Musa’nın (as) başından geçmişti.

 
Üst