Tevhid

Garib

Well-known member
bölüm 1


TEVHİD


Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz[1] olur?(Sözler sh: 49)

,,,


Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. (Şualar sh:109)

,,,


Birşeyden herşeyi yapmak ve herşeyi birtek şey yapmak, herşeyin Hâlıkına[2] has bir iştir. (Sözler sh: 61)

,,,


Güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir tohumunda derc etmek,[3] büyük bir ağacın sahife-i a’mâlini,[4] tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihâzâtını[5] küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir. (Sözler sh: 66)

,,,


Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş,[6] müzeyyen[7] bir çiçek ve gayet musannâ[8] ve2 murassâ[9] bir meyve, elbette gayet san’atperver, mucizekâr[10] ve hikmettar[11] bir Sâniin[12] mehâsin-i san’atını[13] zîşuura[14] okutturan bir ilânnamedir.[15](Sözler sh: 68)

,,,


Bir elmayı halk edecek,[16] elbette dünyada bütün elmaları halk etmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.

Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir...

Bugünü halk eden, kıyamet gününü halk edebilir ve baharı icad edecek, haşrin icadına muktedir bir Zat olabilir...

Herşeyi yapamayan hiçbir şeyi yapamaz. Ve birtek şeyi halk eden herşeyi yapabilir. (Sözler sh: 79)

Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri[17] ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ[18] sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? (Sözler sh: 279)

,,,


Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o[19] usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mucize ve harikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır. (Sözler sh: 280)

,,,


Şu zîhayatı halk etmek[20] ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda[21] tutmak lâzım gelir. (Sözler sh: 295)

,,,


Eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın[22] memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit[23] bir şuur vermek lâzımdır.(Sözler sh: 296)

,,,


Eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allah’a mukabil, nihayetsiz, belki zerrât‑ı kâinat adedince[24] ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal[25] içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına[26] düşmek lâzım gelir. (Sözler sh: 297)

,,,


Kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen[27] ve gayelerle müsmirdir[28] ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır[29] ve evâmir-i İlâhiyeye[30] musahharlardır. (Sözler sh: 386)

,,,


Semâda yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar berâhin-i tevhid[31] görünüyor, okunuyor. (Sözler sh: 387)

Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zirüzeber[32] olur ve insicam[33] hercümerce düşer.[34] Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvat kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke[35] yer bırakılmamış.(Sözler sh: 389)

,,,


Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur; bunları size vermiştir. Öyleyse yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.(Sözler sh: 416)

,,,


Rızkınız yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, şems[36] ve kameri[37] teshir eden,[38] gece ve gündüzü çeviren Zâtın elindedir. Öyleyse, bir elmayı bir adama hakikî rızık olarak vermek, bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakikî Rezzak[39] olur. (Sözler sh: 418)

,,,


Tahavvülât-ı zerrat,[40] Nakkaş-ı Ezelînin[41] kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekvîniyenin[42] hengâmındaki[43] ihtizâzâtı ve cevelânıdır.[44] Yoksa, maddiyyun[45] ve tabiiyyunların[46] tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, mânâsız bir hareket değildir. (Sözler sh: 547)

,,,


Herbir zerre, eğer memur-u İlâhî olmazsa ve Onun izni ve tasarrufuyla hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse,[47] o vakit herbir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, herşeyi görür bir gözü, herşeye bakar bir yüzü, herşeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir.(Sözler sh: 549)

,,,


Madem şu kâinat ve mevcudat var ve içinde ef’al[48] ve icad var. Hem madem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, san’atlı bir nakış nakkaşsız[49] olmaz. Elbette, şu kâinatı dolduran ef’âl-i hakîmânenin[50] bir fâili[51] ve yeryüzünün mevsim be mevsim tazelenen hayretfezâ[52] nukuşlarının, mânidar mektubatının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır. (Sözler sh: 566)

,,,


Bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz. (Sözler sh: 591)

,,,


Sinek kanadından tut, tâ semâvat kandillerine[53] kadar, bir sinek kanadı kadar şerike[54] yer yoktur ki parmak karıştırsın. (Sözler sh: 598)

,,,


Bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, herbiri Vâcibü’l-Vücudun[55] ve Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna[56] birer burhan-ı neyyirdir.[57] Bütün kâinattaki silsilelerin herbiri Onun vahdaniyetine[58] birer delil-i kat’îdir. (Sözler sh: 605)

,,,


İşte, ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerîm-i Zülcemal, tanımak istenilmezse, bu lisanları susturmalı. Madem ki susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler. (Sözler sh: 669)

,,,


Bir zerreye hakikî rab olmak için, bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem, Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine[59] muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu[60] yapamaz.

Demek, bütün semâvâtın rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika[61] olan nakş-ı simâvîyi[62] yapamaz.(Sözler sh: 682)

,,,


Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.[63](Sözler sh: 682)

,,,


Arkadaş,

Tevhid iki çeşit olur:

Birisi âmiyâne[64] tevhiddir ki, “Allah’ın şeriki[65] yok ve bu kâinat Onun mülküdür” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır.

İkincisi hakikî tevhiddir ki, “Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur” der; lâyetezelzel[66] bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, herşeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki, dalâlet ve evhamın[67] taarruzundan kurtulurlar. (Mesnevî-i Nuriye sh: 11)

,,,


Birşeyden çok şeyleri îcad edip çıkartmak ve çok şeyleri birşeye tahvil etmek,[68] ancak herşeyi halk eden ve herşeyi yapan Sânie[69] mahsus bir sikkedir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 12)

,,,


Balarısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesâilini[70] insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının programını derc eden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallûkatıyla[71] beraber yazan, ancak ve ancak herşeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabbü’l-Âlemîne mahsus bir hâtemdir.[72](Mesnevî-i Nuriye sh: 12)

,,,,


Herşeyin suret-i maddiyesinde, kudret-i Rabbânî ustadır, kader mühendistir. Suret-i mâneviyesinde ise, kader mistardır,[73] yani, teşekkülâtın çizgilerini çizer; kudret mastardır,[74] yani o çizgiler üstünde yapılan teşekkülât, kudretten sudur eder.[75]

Ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün. Bir zerreye bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır? Kendine hâlık ittihaz ettiğin[76] tabiat ve esbab,[77] herşeyin muhtelif ve mütenevvi[78] suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır? (Mesnevî-i Nuriye sh: 34)

,,,


Evet, meselâ, herbir kelimesi bir kitabı ve herbir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelînin vücub-u vücuduna[79] bağlıdır. Sarhoş olmayanlar, ancak Nakkaş-ı Ezelîye iman etmekle kitab-ı kâinata şahit olabilirler. (Mesnevî-i Nuriye sh: 36)

,,,


Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle herşeyin içinde olduğu gibi, herşeyin fevkindedir.[80] Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür. (Mesnevî-i Nuriye sh: 62)

,,,


Kâinat o Hâlıkın nurunun gölgesi, esmâsının[81] tecelliyatı, ef’alinin[82] âsârıdır.[83](Mesnevî-i Nuriye sh: 62)

,,,


Bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacını ve ince bir sapla koca bir kavunu bağlayıp çıkaran kudrete hiçbir şey ağır gelmez.(Mesnevî-i Nuriye sh: 94)

,,,


Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy[84] ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 181)

,,,


Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı[85], bir sayfayı yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sayfayı yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü’l-Âlemînin gayrısı olması muhaldir.[86](Mesnevî-i Nuriye sh: 196)

,,,,


Basar[87] masnuatı[88] görüp de, basiret[89] Sâni’i[90] görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. (Mesnevî-i Nuriye sh: 210)

,,,


Sivrisineğin gözünü halk eden[91], güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi[92] de o tanzim etmiştir.(Mesnevî-i Nuriye sh: 248)

,,,


Tabiat misalî[93] bir matbaadır, tâbi’[94] değil; nakıştır, nakkaş değil; kabildir[95], fâil değil; mistardır[96], masdar[97] değil; nizamdır, nâzım[98] değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir[99], hakikat-i hariciye[100] değil. (Mesnevî-i Nuriye sh: 250)

,,,


Herşey herşeyle bağlıdır. Birşey herşeysiz yapılmaz. Birşeyi halk eden, herşeyi halk etmiştir. Öyleyse, birşeyi yapan Vâhid[101], Ehad[102], Ferd[103], Samed[104] olmak zarurîdir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 250)

,,,


Müessir-i hakikî[105] yalnız Allah’tır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab,[106] izzet ve azamet-i kudretin[107] perdesidir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 254)

,,,


Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.(Mektubat sh: 224)

,,,


Bizim Hâlıkımız ve Musavvirimiz[108] ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemâl,[109] Hakîm-i Bîmisal,[110] Kerîm-i Pürneval[111] herşeye kadirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten, zerreler, yıldızlar birdir. Küllî,[112] cüz’î[113] kadar kolaydır. Cüz,[114] küll[115] kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar san’atlıdır; belki, san’atça, küçük büyükten daha büyüktür. (Mektubat sh: 237)

,,,


Hayat veren yalnız Odur. Öyleyse, herşeyin Hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy u Kayyumdur.[116](Mektubat sh: 238)



Hâlık-ı Rahîm, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyor. O Sâni-i Hakîm, aynı kanunla, her sene küre-i arzın libasını tecdid[117] eder. Hem o aynı kanunla, her asırda dünyanın şeklini tebdil eder. Hem aynı kanunla, kıyamet vaktinde kâinatın suretini tağyir edip[118] değiştirir. (Mektubat sh: 290)



Hem hangi kanunla zerreyi Mevlevî gibi tahrik ederse, aynı kanunla küre-i arzı meczup[119] ve semâa kalkan[120] Mevlevî gibi döndürüyor. Ve o kanunla âlemleri böyle çeviriyor ve manzume-i şemsiyeyi[121] gezdiriyor. (Mektubat sh: 290)



Evet, bir sineği ihyâ eden[122], bütün hevâmı[123] ve küçük hayvânâtı icad eden ve arzı ihyâ eden Zât olacaktır. Hem Mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise, müteselsilen[124] mevcudatı tahrik edip, tâ şemsi seyyârâtıyla[125] gezdiren aynı Zât olmak gerektir. Çünkü kanun bir silsiledir; ef’âl[126] onunla bağlıdır. (Mektubat sh: 334)

Sani-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri[127] hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, aynı çekiçle, aynı anda zerreleri yerlerine, meselâ zîhayatların[128] gözbebeklerinde yerleştiriyor. Semâvâtı hangi ölçüyle, hangi mânevî âletle tertip edip açıyorsa, aynı anda, aynı tertiple gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir. Hem Sâni‑i Zülcelâl, mânevî kudretin hangi mânevî çekiciyle yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o mânevî çekiçle, beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika[129] noktalarını ve zâhirî[130] ve bâtınî[131] duygularını yerlerine nakşediyor. (Mektubat sh: 391)

,,,


Arzı ve bütün nücum[132] ve şümusu[133] tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dâvâ-yı halk ve iddiayı icad edemez[134]. Zira herşey herşeyle bağlıdır. (Mektubat sh: 468)

,,,


Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. (Mektubat sh: 468)

,,,


Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. (Mektubat sh: 468)

Bir noktayı tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenâhi[135] lâzımdır. Zira, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın herbir harfinin, bahusus[136] zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih[137] birer yüzü, nâzır[138] birer gözü vardır. (Mektubat sh: 469)

Mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelînin[139] cilve-i esmâsına[140] verilmezse, herbir mevcutta, hususan herbir zîhayatta, hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, adeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhâlâtın[141] en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı Kâinatın san’atını mevhum[142], ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir. (Lem’alar sh: 182)

,,,


Tabiiyyunların[143], mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise, ancak bir san’at olabilir, sâni’[144] olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Ahkâmdır[145], hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir[146], şâri’[147] olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir[148], hâlık olamaz. Münfail[149] bir fıtrattır[150], fâtır[151] bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir, kadîr olamaz. Mistardır[152], masdar[153] olamaz. (Lem’alar sh: 186)

,,,


Ey esbabperest[154] ve tabiata tapan biçare adam! Madem herşeyin tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san’atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbep[155] gibi, zâhirî sebebi dahi masnu’dur.[156] Ve madem herşeyin vücudu pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın ne ihtiyacı var ki, âciz vesâiti[157] rububiyetine[158] ve icadına teşrik etsin?[159] Hâşâ! (Lem’alar sh: 186)

,,,






Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’[160] iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa[161] ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli[162], belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat[163] ve ahvallerini[164] hiçten icad eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı! (Lem’alar sh: 194)

,,,


En cüz’î ve en küçük şey, en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün bu kâinat Hâlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka surette olamaz. Esbab ise bir perdedir. Çünkü en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahlûklar, bazan san’at ve hilkat[165] cihetinde en büyüğünden daha büyük olur. Sinek, tavuktan san’atça ileri geçmezse de, geri de kalmaz.(Lem’alar sh: 239)

,,,


Bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, bir çekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik[166] bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet[167] bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhâlâtın[168] ve bâtıl hayâlâtın en mânâsız ve en uzak bir muhâlidir. (Lem’alar sh: 313)

,,,,


Çekirdeği yapan, onun üstünde ağacı o yapar. Ve ağacı yapan, onun üstünde meyveleri dahi o icad eder.(Lem’alar sh: 324)

,,,


Bütün kâinatı halk edemeyen bir zat, bir kudret, en küçük bir zîhayatı[169] halk edemez. Evet, bir nohut tanesinde bütün Kur’ân’ı yazar gibi, çamın gayet küçük bir tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderâtını[170] yazan kalem, elbette semâvâtı yıldızlarla yazan kalem olabilir. (Lem’alar sh: 338)

,,,


Gözü veren Zat, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. Hem kulağı veren Zat, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir.(Şualar sh: 10)

,,,


Sâni-i Zülcemâlin kendi Zât-ı Akdesine[171] lâyık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemâli[172] var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş. Ve öyle münezzeh[173] ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi[174] kâinatı serbeser[175] güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinatı[176] hüsün ve cemâl lem’alarıyla tezyin edip[177] ışıklandırmış. (Şualar sh: 75)

,,,


Bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki, bu mütemâdiyen[178] değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatıyla aynadarlık dilleriyle o güzelin cemâlini tavsif[179] ve târif eder. (Şualar sh: 76)

,,,


Madem bu saray-ı âlemin başka emsâli yok ki güzellikleri ondan iktibas[180] edip taklit edilsin. Elbette ve herhalde bunun ustası kendi zâtında ve esmâsında kendine lâyık güzellikleri var ki, kâinat ondan iktibas ediyor ve ona göre yapılmış ve onları ifade etmek için bir kitap gibi yazılmış. (Şualar sh: 79)

,,,


Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm[181] tarafından istihdam olunuyorlar.(Şualar sh: 109)

,,,


Müteaddit eller müstebidâne bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ bir nahiyede iki müdür bulunsa, intizam bozulur ve idare herc ü merc[182] olur. Halbuki, sinek kanadından tâ semâvât kandillerine kadar ve hüceyrat-ı bedeniyeden[183] tâ seyyaratın[184] burçlarına kadar öyle bir intizam var ki, zerre kadar şirkin müdahalesi olamaz. (Şualar sh: 152)




Yüzer fünundan her bir fen, geniş mikyasıyla[185] ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla[186] bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır. (Şualar sh: 207)



Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde naziri[187], küfvü[188], şebîhi, misli, misali, mesîli[189] yoktur. (Sözler sh: 412)
,,
İşte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm‑i Zülcelâli ve’l-Cemal, sana karşı kendisini herbir mahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle[190] kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsiz muzaaf[191] bir cehalet, bir hasâret[192] olduğunu bil, ayıl.(Lem’alar sh: 312)



[1] hükmedensiz
[2] yaratıcısına (Allah’a)
[3] yerleştirmek
[4] yaptığı işlerin, geçirdiği durum ve hallerin yazıldığı (manevî) sayfa
[5] organlarının fihristesini ve tamamını içine alan (manevî) listesini
[6] nakışlı, süslü
[7] süslendirilip güzelleştirilmiş
[8] sanatla yapılmış
[9] sanatkârlıkla süslenmiş
[10] harikalar gösteren
[11] her şeyi faydalı neticelere göre yapan
[12] sanatkârlık sıfatlarına sahip olan Allah’ın
[13] sanat sıfatının güzelliklerini
[14] şuur ve akıl sahibine
[15] duyurudur
[16]yaratacak
[17] tedbirini gören
[18] sanatlı yapılmış
[19]Allah
[20] canlıyı yaratmak
[21] kendi idaresi ve eli altında
[22] gücü sonsuz ve nihayetsiz olan (Allah’ın)
[23] her şeyi ve her yeri kaplayan ve kuşatan
[24] kâinattaki bütün zerreler (atomlar) sayısınca
[25] imkansızlık, olamazlık
[26] deliliğin, saçma sapan konuşma durumuna
[27] süslü
[28] güzel neticelidir
[29] vazifelidirler
[30] Allah’ın emirlerine bağlıdırlar
[31] Allah’ın birliğini gösteren ve isbatlayan deliller
[32] alt üst
[33] düzenlilik
[34] karmakarışık olur
[35] Allah’a ortak koşmaya
[36] Güneş
[37] Ay’ı
[38] emri altında tutan
[39] her canlının ihtiyaçlarını veren
[40] zerrelerin,atomların ve moleküllerinin hareketleri ve değişmeleri
[41] varlığı başlangıçsız olan süsleyicinin (yani Allah’ın)
[42] Allah’ı bildiren ve tanıtan eserlerinin
[43] (yaratılış) anındaki
[44] titreşimleri ve hareketidir
[45] maddenin varlığındanbaşka bir şeyi kabul etmeyen imansızlar
[46] herşeyi tabiatın yaptığını iddia eden imansızlar
[47] değişikler geçirmezse
[48] yapılan işler
[49] süsleyeni olmadan
[50] fayda vegayeler gözetilerek yapılan işlerin
[51] sahibi ve işleyeni
[52] hayretverici
[53] gökyüzündeki ışık veren cisimlere
[54] Allah’a ortak olmaya
[55] varlığı ve hayat, ilim, görmek, işitmek gibi pekçok sıfatları ile beraber başlangsıçsız ve sonsuz olup bütün varlıkların yaratıcısının (Allah’ın)
[56] olmaması veya başlangıçlı olması ve son bulması imkansız olan varlığına
[57] parlak bir isbatlayıcıdır
[58] birliğine
[59] yaratılıp ve düzenlenmesine
[60] özel biçimini, belirli şeklini
[61] başkalarından farklılığını gösteren şekil özelliği
[62] yüzdeki sanatlı şekli
[63] nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür.
[64] bilgiye dayanmayan
[65] ortağı
[66] sarsılmaz sağlam
[67] şüphelenmelerin
[68] çevirmek
[69] harika sanat sahibi zata (Allah’a)
[70] meselelerini, özelliklerini
[71] kendiyle ilgili olanlarıyla
[72] mühürdür
[73] cetveldir, yani düzenli çizme aletidir
[74] çıkış yeridir, yani yapıcı güç kaynağıdır
[75] çıkar, meydana gelir
[76] kabul ettiğin
[77] sebebler
[78] çeşitli
[79] olmaması veyabaşlangıçlı olması ve son bulması imkânsız olan zâtın varlığına
[80] üstündedir
[81] isimlerinin
[82] işlerinin
[83] eserleridir
[84] sürgün
[85] başkası
[86] imkânsızdır
[87] göz
[88] sanat eserlerini
[89] gerçeği bilip anlama yeteneği
[90] sanatkârlık sıfatına sahip olan Allah’ı
[91] yaratan
[92] Güneş Sistemini
[93] benzerlik gösteren, sanki
[94] kitab basan, kitap baskısını yapan
[95] kabul edendir
[96] düzenli çizme aleti (cetvel gibi) dir
[97] çıkış yeri, yani yapıcı güç kaynağı
[98] düzenleyici
[99]varlıkların yaradılışlarına ait Allah’ın koyduğu düzen ve kanunlarıdır
[100] gerçek olarak maddi varlığı bulunan
[101] bütün varlıkları, birliği ile idare ve emri altında tutan
[102] birliği ile beraber bütün varlıkların herbirisini kendi idaresi altında tutan
[103] tek ve eşsiz
[104] her şey her an ona muhtaç olup kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan
[105] gerçek te’sir sahibi
[106] sebeb
[107] Allah’ın sonsuz gücünün
[108] bizi şekillendirenimiz
[109] sonsuz güzellikler ve güç sahibi (Allah)
[110] benzersiz, eşsiz olan sonsuz hikmet sahibi ve herşeyi gayelere göre yapan zat (Allah)
[111] ikramları, ihsanları çok olup bağışlar yapan (Allah)
[112] birçok parçalardan yapılmış ve bütünü içine alan şey
[113] bir bütünün herbir parçası, az, küçük
[114] birşeyin parçası
[115] bir bütün halinde olan. Eksiksiz ve tam olan
[116] kendisi hayat sahibi olup herşeyi varlıkta tutan (Allah)
[117] yeniler
[118] başkalaştırıp
[119] manevi ve dini hislerle coşmuş olan
[120] coşma neticesi olarak dönen
[121] Güneş sistemini
[122] canlandıran
[123] böcekleri
[124] zincir halkaları gibi birbirine bağlı şekilde
[125] Güneşi gezegenleriyle
[126] işler, hareketler
[127] Güneş ve Ay’ı
[128] canlıların
[129]birbirine benzeyip karışmayı önleyen farklılıklar.Benzememeyi netice veren işaret ve şekiller.
[130] dıştaki
[131] içteki
[132] yıldızlar
[133] güneşler
[134] yoktan var etmek, yaratmak iddiasında bulunamaz
[135] sonsuz güç
[136] özellikle
[137] yönelmiş
[138] bakan
[139] varlığı başlangıçsız güneşin. (Bu kelime teşbih= benzetme yoluyla Allah’I bildirir.Yani Allah’ın isim ve sıfatları bütün varlıkları kuşatır.)
[140] isimlerinin tecellisine ve tesirine
[141] imkânsızlıkların
[142] gerçekliği olmayan
[143] herşeyi tabiata dayandıran inkârcı filozofların
[144] sanatlı eserleri yapan
[145] hükümler ve kanunlardır
[146] varlıkların yaradılışlarına ait Allah’ın koyduğu düzen ve kanunlarıdır
[147] kanun ve düzeni yapan
[148] (Allah’ın) sonsuz gücüne ve şerefine uygun düşmeyen şeylere karşı bir perde (gibi) dir
[149] etkilenen
[150] yaratılan şeydir
[151] yaratıcı
[152] düzgün çizme ve şekillendirme âletidir
[153] çıkış yeri yani yapıcı güç kaynağı
[154] sebeplere taparcasına bağlanan
[155] sebebin neticesi
[156] sanat eseridir
[157] vasıtaları, sebepleri
[158] terbiye ve idaresine
[159] ortak etsin
[160] yoktan var etmek
[161] çeşitli şeyleri birleştirerek bir şey yapmak
[162] kolay
[163] özellikler
[164] hallerini, durumlarını
[165] yaradılış
[166] ortak
[167] Rab olma, yani bütün varlıkların sahibi ve terbiyecisi sıfatına sahib olmak
[168] imkânsızlıkların
[169] canlı varlığı
[170] hayatı boyunca kazanacağı özelliklerini ve geçireceği değişik durumlarını
[171] sonsuz kutsallığa sahib olan ve hiçbir noksanlığı olmayan zâtına
[172] güzelliği
[173] tertemiz
[174]
[175] baştan başa
[176] bütün varlıkları
[177] süslendirip
[178] ardısıra, sürekli olarak
[179] vasıflandırma, özelliklerini gösterme
[180] alınıp
[181] hikmet, gaye ve faydalara göre düzenli yöneten
[182] alt üst
[183] bedendeki hücreleren
[184] gezegenlerin
[185] ölçüsüyle
[186] isimleriyle
[187] eşi ve benzeri
[188] dengi ve benzeri
[189] misil ve eşi
[190] kulluğunla
[191] kat kat
[192] zarar
 
Üst