Musibetlerle Insan

Garib

Well-known member
MUSİBETLERLE İNSANIN TEKAMÜLÜ


Keza yağmurun, çekirdeklerin neşv ü nemasına sebebiyet verdiği gibi çeşitli musibetlerin yaşanmasıyla da insanın tekamül ettiğini belirten ve musibetlere bu nokta-i nazardan bakmayı öğreten Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.” (Lem’alar sh: 9)

“Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir. Nasılki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahirî musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za'fını bildirerek bir nevi huzur vermektir.” (Lem’alar sh: 11)

“Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.” (Mektubat sh: 45)

Keza, “Vücudunun varlığı, zuhur ve tezahürü, ancak tagayyür ve tahavvülüne bağlı olan bir mümkinde; atalet, sükûn, tevakkuf ve yeknesaklık, ahval ve keyfiyatta birer nev’-i ademdirler. Adem ise, mahz-ı elem ve şerr-i sırftır. Onun içindir ki zîhayattaki faaliyet, şedid bir lezzet olduğu gibi; şuûnatta olan tahavvül dahi, hayr-ı kesîrdir. Elem ve musibet dahi olsalar…

Binaenaleyh, teessürat ve teellümat, bir cihette çirkin ise de, fakat bir çok cihetlerle güzeldirler, hasendirler. Demek nur-u vücud olan hayat, teessürat ile tasaffi edip, teellümat ile cilalanarak kuvvet buluyor. Öyle ise onlar hayatın menfuru değillerdir.

Madem öyledir; zîhayata ait gibi olan yalnız şu kısacık bir bekanın mizanıyla (meseleyi) tartma! Belki Cenab-ı Muhyî (Celle Şânuhû) nun tecelli-i şuûnuna mazhariyet ve makesiyet mizanıyla tart! Çünkü hayatın binler hissesi, Cenab-ı Muhyi’nindir. Zîhayata ait yalnız arazî bir hissedir. Öyle ise, o zîhayatın hakikî kemali, kendi o bir hissesini de Cenab-ı Muhyi’nin hisselerine tabi etmektedir.” (Büyük Mesnevî sh: 417)

Bu örneklerde görülüyor ki, bütün varlıklar ve hadiseler, Allah’ın (c.c.) sonsuz hikmetine tabidir. O ilahî hikmetleri öğrenip o nazarla bakanlar, zâhiren hoş görünmeyen hadiselerin hikmetlerini anlayıp derecesine göre, dehşetli görünen hadise ve musibetlerin eleminden kurtulur.

CESARETİN DE KAYNAĞI İMANDIR


İşte bu ilahî hikmetle düşünüp hadiselere o nazarla bakan mü’minin halini Bediüzzaman Hazretleri şöyle tavsif edip der ki:

“Âbid, namazında der: ‘eşhedü en lâilâhe illallah’ Yani: "Hâlık ve Rezzak, ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, onun elindedir. O hem Hakîm'dir, abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" diye itikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine müsahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı, ona bir emniyet-i tâmme verir. Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin dahi menbaı, dalalettir. Evet tam münevver-ül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedaniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevver-ül akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?" der; evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terkettiler.)” (Sözler sh: 19)
 
Üst