Vahdetin isiginda yol almak..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Vahdetin Işığında Yol Almak İçin


“Ermeğe vahdet nuruna
Şirki aradan süregör
Salma bugünü yarına
Menzile evvel varagör.”
(Aziz Mahmut Hüdaî k.s.)

[Vahdet nuruna ulaşmak için şirki aradan çıkar.
Bugünün (işini) yarına bırakmadan (bir an) evvel hedefe ulaşmaya bak.]


Allah dostu mürşid-i kâmiller insanları Hakk’a ve hayra davet ederlerken vasıta olarak şiir gibi, musiki gibi güzel sanatları da kullanırlar. Fakat bu davetin şekil veya zarf kısmı, “Allah güzeldir, güzeli sever” mucibince bilhassa güzel kılınmaya çalışılmış olunsa da neticede bir vasıtadır. Mazrufa, öze, muhtevaya götürdüğü nispette kıymet taşır. Dolayısıyla hiçbir insan-ı kâmil sırf şiir olsun diye yahut şairlik iddiasıyla şiir yazıp söylememiştir. Mana ve mesaj esastır. İnsanlar şiir aracılığıyla dile getirilen hakikatler üzerinde düşünsün, tefekkür etsin
istenmiştir.

16. asrın büyük velilerinden Aziz Mahmut Hüdaî k.s. Hazretleri de sadece söylemekle yetinmeyip, bazen bizzat bestelediği ilahileriyle insanları temel hakikatlere vakıf kılmaya, böylece irşada gayret etmiştir şüphesiz. Nitekim yukarıya aldığımız kıtası, vahdet ve şirk kavramları ile bunların münasebeti ve insanın yolculuğu üzerine son derece önemli mesajlar taşımaktadır. Anlamaya çalışalım:

“Vahdet”, çokluk manâsına gelen “kesret”in zıddıdır; “birlik, teklik” demektir. Âlemlerin bütün mevcudat ve hadiseleri ile Kadir-i Mutlak olan tek bir iradenin tasarrufu altında bulunduğu, görünüşündeki çokluk ve çeşitliliğin perdelemesine rağmen mahlukatın aslının “bir” olduğu hakikatini ifade eder. Bu hakikat şiirde “nur”a benzetildiğine göre “vahdet-i şühûd”, yani “müşahade edilenlerin arkasındaki birlik” kastedilmiştir. Çünkü “nur”, ilâhî bir mazhariyet manasını barındırmakla beraber, aydınlatma niteliğiyle görebilmenin de imkanıdır. Şu halde “vahdet nuruna ulaşmak”, tevhit akidesinin, “Allah’tan başka ilâh yoktur” kabulünün gerektirdiği bir şuur haliyle, kavrayış yahut idrakle davranmak demektir. Esasen insanın imtihanı da budur. Vahdet hakikati kesretle örtülmüş; insandan kendisine verilen akıl, ilim ve irade ile bu örtünün gerisindeki hakikati görmesi, ona göre hareket etmesi istenmiştir.

Yaradılış hiyerarşisinin en aşağı ve en kesif basamağı olan dünya, bu denaet ve kesafeti sebebiyledir ki zulümat içindedir, yani karanlıktır. Karanlıkta yol alamazsınız. İstikamet üzere olmak, ayağı kaydırmamak, yoldan çıkmamak için ışık gerekir. Işık; peygamberlerin, velilerin, salihlerin çağlara taşıdığı vahiy kaynaklı tevhit akidesidir, vahdet idrakidir. Vahdet nurunun aydınlığında kalp gözüyle mutlak hakikati ayan beyan görenler için artık sen-ben davası yoktur; yalnızca O vardır. Her şey O’na işaret etmekte, O’nu hatırlatmakta, O’ndan mesajlar taşımaktadır. İnsan O’ndan gelmiştir, O’na dönecektir. O’ndan başka mabut yoktur. Öyleyse O’ndan başka maksut ve matlup da olmamalıdır.

Aziz Mahmut Hüdaî k.s. bu basiret ve istikamet nailiyetini, vahdet idrakini engelleyen bir “şirk”in aradan çıkarılması şartına bağlamış. Bilindiği gibi şirk, birden fazla varlığın hakimiyet ve talebini tanımak demektir. Bir ortaklığı, dolayısıyla çokluğu ifade ettiği için kesrettir. Kesretin, hele de böyle şirke düşüren bir kesretin olduğu yerde vahdet idraki olmaz.

Allah Tealâ’nın ilâhlığını O’nun dışındaki varlıklara taksim eden her anlayış şirktir. İnsan, bazen farkında olmasa da en çok nefsini ilâhlaştırır. Fani ve maddi yanının gerçekten var olduğu zehabına kapılarak “ben” demesi, en azından ben ve O tefrikine düştüğüne, vahdeti bulamadığına delalet eder. Bu “ben” dedirten ve müstakil bir varlık olduğunu düşündüren “nefs”, Allah Tealâ’ya rağmen veya Allah rızasını ikinci plana düşürecek yahut Allah’ın koyduğu sınırlara riayette laubalilik gösterecek tarzda yönlendiriyorsa insanı, gizli şirkin bir çeşidine düçar olunmuş demektir. Nefs, fırsat verilirse eğer, bitmez tükenmez hırs ve hevasıyla insanı bir şekilde şirke sürükler. Öyleyse vahdet nuruna ulaşmak için aradan çıkarılması gereken şirk, aslında nefsin ta kendisidir.

Nefsin aradan çıkarılması, terbiye edilerek zararsız hale getirilmesi, nefse hakim olunmasıdır. Tasavvuf bunun için vardır. Bugün yarın deyip zaman geçirmeden nefsin tasallutundan kurtulmanın çaresine bakmak gerekir. Aksi halde vahdet ışığından mahrum kalacak, karanlıkta kim bilir nerelere yuvarlanarak kendisini ateşe atacaktır insan. Oysa öyle de böyle de en sonunda varılacak menzil yegâne var olan Cenab-ı Hakk’ın huzurudur. Ölüm bütün putların yıkılışı, bütün sahte mabutların cesetle birlikte gömülüşüdür aynı zamanda. Daha bu dünyada iken nefsi yenerek vahdet idrakiyle donanmak “menzile erken varmak”, “ölmeden evvel ölmek”tir.

Benliğin yahut nefsin düşürdüğü gizli şirkten kurtulup vahdeti idrak eden insan, bu dünyadaki gurbetinin farkında olan insandır. Sılasını özler, aslına dönme iştiyakıyla kıvranır. Bugünü yarına bırakmayıp bir an evvel menzile varmak istemesinin bir sebebi de bu özlem ve iştiyaktır. Gönülden seven, sevdiğine yönelmeyi ertelemez çünkü.

Bizim hemen şimdi yola koyulmamızı, Allah’a yönelmemizi engelleyen nedir? Yarınki işimiz, daha müreffeh yaşama çabamız, türlü çeşitli dünya gailesi mi? Bütün bunlar ne kadar önemli görünürse görünsün bizi yolumuzdan alıkoyuyor, Allah Tealâ’ya olan sevgi ve bağlılığımızdan daha şiddetli bir sevgi ve bağlılıkla bizi yönlendiriyorsa şirktir. Değilse vakit kaybetmeye mahal yoktur.

Gün bugün, saat bu saattir.



T. Ziya ERGUNEL / Semerkand
 
Üst