Yirmi Dokuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Yirmi Dokuzuncu Lem’a

İmana dair âli bir tefekkürname, tevhide dair yüksek bir marifetname.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1


Kardeşlerim,

Bu tefekkürname çok ehemmiyetlidir. İmam-ı Ali’nin (r.a.) ona bir vecihte “Âyetü’l-Kübrâ” namını vermesi, tam kıymetini gösteriyor. Namaz tesbihatında aynelyakin derecesinde kalbe gelmiş, çok risaleleri netice vermiş, otuz sene akıl ve fikrin gıda ve ilâcı olmuş bir marifetnamedir. Bunu hem Lem’alar’ın başında, hem kırk elli adet müstakil makine ile yazılsa münasiptir.



Said Nursî


Yirmi sene evvel Eskişehir hapsinde tecrid-i mutlakta iken yazılan bir lem’adır.

besmele.jpg


وَبِهِ نَسْـتَعِينُ اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعٰالَمِينَ وَالصَّلٰوةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ 2



[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-2 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlar ve ancak Ondan yardım dileriz. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Efendimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile âline ve ashâbına ise salât ve selâm olsun.[/NOT]






Eskişehir hapsi: (bk. bilgiler)Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzama Said Nursî)
aynelyakin: gözle görür kesinlikte bilgi sahibi olma ehemmiyetli: önemli
evvel: önce iman: Allah’a inanma
lem’a: parıltımarifetname: Allah’ı bilmeye dair yazı, eser
münasip: uygun müstakil: bağımsız, başlı başına
nam: adnetice: sonuç
risale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri tecrid-i mutlak: tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakılma
tefekkürname: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmeye sevk edici eser, yazı tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve buna inanma vecih: yön
Âyetü'l-Kübrâ: en büyük delil, Risale-i Nur’da 7. Şua adlı eser âli: yüce, yüksek
İmam-ı Ali: [bk. bilgiler - Ali (r.a.)]

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 477

İfade-i Meram

ON ÜÇ SENEDEN BERİ kalbim, aklımla imtizaç edip Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın
لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 1

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِى اَنْفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ 2


لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 3


gibi âyetlerle emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği ve

4 تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ hadis-i şerifi, bazan bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip tefekküre azîm teşvikat yaptığı cihetle, ben de bu on üç seneden beri meslek-i tefekkürde akıl ve kalbime tezahür eden büyük nurları ve uzun hakikatleri kendime muhafaza etmek için, işârât nev’inden bazı kelimâtı, o envâra delâlet etmek için değil, belki vücutlarına işaret ve tefekkürü teshil ve intizamı muhafaza için vaz’ ettim. Gayet muhtelif Arabî ibarelerle kendi kendime o tefekkürde gittiğim zaman o kelimâtı lisanen zikrediyordum. Bu uzun zamanda ve binler defa tekrarında ne bana usanç geliyordu ve ne de verdiği zevk noksanlaşıyordu ve ne de onlara ihtiyac-ı ruhî zâil oluyordu.


[NOT]Dipnot-1 “Tâ ki tefekkür edin.” Bakar Sûresi, 2:219; “Tâ ki tefekkür etsinler.” Nahl Sûresi, 16:44.Dipnot-2 “Onlar kendi üzerlerindeki İlâhî san’at mucizelerini hiç düşünmezler mi? Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Allah, ancak hak ve hikmetle yaratmıştır....” Rum Sûresi, 30:8.
Dipnot-3 Tefekkür eden bir topluluk için deliller vardır.
Dipnot-4 “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 4:409 (Kitâbu’t-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:78.[/NOT]




Arabî ibare
: Arapça metin




Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan
: açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
azîm: büyük beyan etmek: açıklamak, izah etmek
cihet: yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
envâr: nurlar, ışıklar gayet: çok
hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir ve davranışlar hakikat: gerçek, esas
hükmünde olmak: aslı gibi olmak, aslının yerine geçmek ifade-i meram: maksadı ifade etme
ihtiyac-ı ruhî: ruhun ihtiyacı imtizaç: birbiriyle karışma, kaynaşma
intizam: düzen işârat: işaretler, belirtiler
kelimât: kelimeler, sözler lisanen: dille
meslek-i tefekkür: tefekkür mesleği, yolu muhafaza: koruma
muhafaza etmek: korumak muhtelif: çeşitli
nev': çeşit, türnoksan: eksik
tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme teshil: kolaylaştırma
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak teşvik etmek: şevklendirmek, isteklendirmek
teşvikat: teşviklerusanç gelmek: bıkmak, sıkılmak
vaz’ etmek: koymakvücut: varlık
zikretmek: anmakzâil olmak: geçip gitmek, yok olmak
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 478

Çünkü bütün o tefekkürat, âyât-ı Kur’âniyenin lemeâtı olduğundan, âyâtın bir hassası olan usandırmamak ve halâvetini muhafaza etmek hassasının bir cilvesi, o tefekkür âyinesinde temessül etmiştir.

Bu âhirde gördüm ki, Risale-i Nur’un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekkürâtın lem’alarıdır. Bana ettikleri tesiri başka zatlara da edeceği düşüncesiyle, âhir ömrümde mecmuunu kaleme almak niyet etmiştim. Gerçi çok mühim parçaları risalelerde derc edilmiştir; fakat heyet-i mecmuasında başka bir kuvvet ve kıymet bulunacaktır.

Âhir-i ömür muayyen olmadığı için, bu hapisteki mahkûmiyetim ve vaziyetim ölümden daha beter bir şekil aldığından, âhir-i hayatı beklemeyerek, kardeşlerimin ısrar ve ilhahlarıyla, tağyir etmeyerek, o silsile-i tefekkürat Yedi Bab üstünde yazıldı.

Bu nevi kudsî hakikatlerin ekseriyet-i mutlakası namaz tesbihatında hatıra geldiklerinden, Sübhanallah, Elhamdü lillâh, Allahu ekber, Lâ ilâhe illâllah kudsî kelimelerinin herbirisi bir menba hükmüne geçtiğinden, aynen namaz tesbihatındaki tertip gibi yazılmak lâzım gelirken, o zaman tecritteki müşevveşiyet-i hal o tertibi bozmuş. Şimdi o Lem’anın Birinci Babı Sübhanallah, ikincisi Elhamdü lillâh, üçüncüsü Allahu ekber, dördüncüsü Lâ ilâhe illâllah’a dair olacak. Çünkü Şafiîlerin namaz tesbihatından ve duadan sonra otuz üç defa aynen Sübhanallah, Elhamdü lillâh, Allahu ekber gibi otuz üç defa da Lâ ilâhe illâllah’ı çok Şafiîler okuyorlar.


Said Nursî



endOfSection.gif
endOfSection.gif






Allahu ekber: “Allah en büyüktür” Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
Lâ ilâhe illâllah: “Allah’tan başka ilâh yoktur” Sübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir.”
aynen: tıpkı, tamamıylabab: kısım, bölüm
cilve: görüntü, yansıma derc etmek: içine yerleştirmek
ecza: bütünü oluşturan parçalar ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk
hakikat: gerçek, esas halâvet: tatlılık, hoşluk
hassa: nitelik, özellikheyet-i mecmua: birşeyin geneli, bütünü
ilhah: üzerine düşme, zorlamakaleme almak: yazmak
kudsî: kutsal lem'a: parıltı
mahkûmiyet: hükümlülük, tutukluluk mecmu: bütün, hepsi
menba: kaynakmuayyen: belirgin
muhafaza etmek: korumak müşevveşiyet-i hal: hal, durum karışıklığı
nev: çeşit, türrisale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
silsile-i tefekkürât: tefekkürler zinciri tağyir etmek: değiştirmek
tecrit: yalnız başına bırakılmatefekkür: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
tefekkürat: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme işlemleri temessül etmek: belirmek, görünmek
tertip: düzentesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma işlemleri
tesir: etkiukde-i hayatiye: hayat çekirdeği
vaziyet: durum, halâhir: son
âhir-i hayat: hayatın sonu âhir-i ömür: hayatın son dönemi
âyât: âyetler, delilerâyât-ı Kur'âniyenin lemeâtı: Kur’ân âyetlerinin parıltıları
Şafiî: (bk. bilgiler – İmâm-ı Şâfiî)

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 479

اْلاَوَّلُ


فِى [سُبْحَانَ اللهِ] وَهُوَ ثَلاَثَةُ فُصُولٍ

اَلْفَصْلُ اْلاَوَّلُ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
فَسُبْحَانَكَ!
يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ السَّمَآءُ بِكَلِمَاتِ نُجُومِهَا وَشُمُوسِهَا وَاَقْمَارِهَا، بِرُمُوزِ حِكَمِهَا.وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الْجَوُّ بِكَلِمَاتِ سَحَابَاتِهَا وَرُعُودِهَا وَبُرُوقِهَا وَأَمْطَارِهَا، بِإِشَارَاتِ فَوَائِدِهَا.وَيُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ رَاْسُ اْلاَرْضِ بِكَلِمَاتِ مَعَادِنِهَا وَنَبَاتَاتِهَا وَأَشْجَارِهَا وَحَيْوَانَاتِهَا، بِدَلاَلاَتِ إِنْتِظَامَاتِهَا.
وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ النَّبَاتَاتُ وَاْلاَشْجَارُ بِكَلِمَاتِ أَوْرَاقِهَا وَاَزْهَارِهَا وَثَمَرَاتِهَا، بِتَصْرِيحَاتِ مَنَافِعِهَا.

وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلاَزْهَارُ وَاْلاَثْمَارُ بِكَلِمَاتِ بُذُورِهَا وَأَجْنِحَتِهَا وَنَوَاتَاتِهَا، بِعَجَائِبِ صَنْعَتِهَا.
وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ النَّوَاتَاتُ وَالبُذُورُ بِأَلْسِنَةِ سَنَابِلِهَا وَكَلِمَاتِ حَبَّاتِهَا بِالْمُشَاهَدَةِ.وَيُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ كُلُّ نَبَاتٍ بِغَايَةِ الْوُضُوحِ وَالظُّهُورِ عِنْدَ اِنْكِشَافِ أَكْمَامِهَا وَتَبَسُّمِ بَنَاتِهَا بِأَفْوَاهِ مُزَيَّنَاتِ أَزَاهِيرِهَا وَمُنْتَظَمَاتِ سَنَابِلِهَا، بِكَلِمَاتِ مَوْزُونَاتِ بُذُورِهَا وَمَنْظُومَاتِ حَبَّاتِهَا،1




[NOT]Dipnot-1 BİRİNCİ BABSübhanallah’a dair. Üç fasıldır.Birinci FasılRahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.Sen her kusurdan ve dalâlet ehlinin bâtıl fikirlerinden münezzehsin. Sen öyle bir celâl (haşmet) sahibi bir Zâtsın ki,
  • semâ, yıldızlarının ve güneşlerinin ve aylarının kelimeleriyle ve bütün bunlardaki hikmet remizleriyle,
  • dünya semâsı, bulutlarının ve gök gürültüsünün ve şimşeklerin ve yağmurların kelimeleriyle ve bütün bunlardaki faydaların işaretiyle,
  • yeryüzü, madenlerinin ve bitkilerinin ve ağaçlarının ve hayvanlarının kelimeleriyle ve bütün bunlardaki intizamların göstermesiyle,
  • bitki ve ağaçlar ise, yaprak, çiçek ve meyve kelimeleriyle ve bütün bunların muhtaç hayat sahiplerine yararlı olmasının bildirmesiyle,
  • çiçekler ve meyveler ise, tohumlarının ve kanatçıklarının ve çekirdeklerinin ve onlardaki şaşırtıcı san’atın kelimeleriyle,
  • çekirdekler ve tohumlar ise, ap açık sümbüllerinin diliyle ve tanelerinin kelimeleriyle,
  • herbir bitki ise–tomurcuklarının inkişafı sırasında, müzeyyen (rengarenk süslü) çiçeklerinin ve muntazam (düzgün) sümbüllerinin ağzıyla yavrularının tebessümü esnasında gayet açık ve seçik bir şekilde görüldüğü gibi–mevzun (ölçülü) tohumlarının ve manzum (ahenkli) tanelerinin kelimeleriyle;
[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 480

بِلِسَانِ نِظَامِهَا فِى مِيزَانِهَا فِى تَنْظِيمِهَا فِى تَوْزِينِهَا فِى صَنْعَتِهَا فِى صِبْغَتِهَا فِى زِينَتِهَا فِى نُقُوشِهَا فِى رَوَائِحِهَا فِى طُعُومِهَا فِى أَلْوَانِهَا فِى أَشْكَالِهَا1 HAŞİYE-1

كَمَا تَصِفُ تَجَلِّيَاتِ صِفَاتِكَ وَتُعَرِّفُ جَلَوَاتِ أَسْمآئِكَ وَتُفَسِّرُ تَوَدُّدَكَ وَتَعَرُّفَكَ بِمَا يَتَقَطَّرُ مِنْ ظَرَافَةِ عُيُونِ أَزَاهِيرِهَا وَمِنْ طَرَاوَةِ أَسْنَانِ سَنَابِلِهَا مِنْ رَشَحَاتِ لَمَعَاتِ جَلَوَاتِ تَوَدُّدِكَ وَتَعَرُّفِكَ إِليَ عِبَادِكَ.سُبْحَانَكَ يَا وَدُودُ يَا مَعْرُوفُ مَا أَحْسَنَ صُنْعَكَ وَمَا أَزْيَنَهُ وَمَا أَبْيَنَهُ وَمَا أَتْقَنَهُ!

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ جَمِيعُ اْلأَشْجَارِ بِكَمَالِ الصَّرَاحَةِ وَالْبَياَنِ عِنْدَ اِنْفِتَاحِ أَكْمَامِهَا وَانْكِشَافِ أَزْهَارِهَا وَتَزَايُدِ أَوْرَاقِهَا وَتَكَامُلِ أَثْمَارِهَا وَرَقْصِ بَنَاتِهَا عَلَي أَيَادِي أَغْصَانِهَا حَامِدَةً بِأَفْوَاهِ أَوْرَاقِهَا الْخَضِرَةِ بِكَرَمِكَ، وَأَزْهَارِهَا الْمُتَبَسِّمَةِ بِلُطْفِكَ، وَاَثْمَارِهَا الضَّاحِكَةِ بِرَحْمَتِكَ، بِاَلْسِنَةِ نِظَامِهَا فِى مِيزَانِهَا فِى تَنْظيِمِهَا فِى تَوْزِينِهَا فِى صَنْعَتِهَا فِى صِبْغَتِهَا فِى زِينَتِهَا فِى نُقُوشِهَا فِى طُعُومِهَا فِى رَوَائِحِهَا فِى أَلْوَانِهَا فِى أَشْكَالِهَا فِى اِخْتِلاَفِ لُحُومِهَا فِى كَثْرَةِ تَنَوُّعِهَا فِى عَجَائِبِ HAŞİYE-2خِلْقَتِهَا،




[NOT]Dipnot-1 nizamının (düzeninin) ve nizamla beraber mizanının (ölçüsünün) ve o mizanla beraber tanziminin (düzenlenmesinin) ve o tanzimle beraber tevzîninin (ölçülü hale getirilmesinin) ve o tevzinle beraber san’atının ve o san’atla beraber sıbgatının (boyasının) ve o sıbgatla beraber ziynetinin (süsünün) ve o ziynetle beraber nakışlarının ve o nakışlarla beraber kokularının ve o kokularla beraber tatlarının, tatlarla beraber renklerinin ve renklerle beraber şekillerinin
HAŞİYE 1 lisanıyla, Seni hamdinle tesbih ederler.

  • O bitkilerden herbiri, çiçeklerinin zarif gözlerinden ve sümbüllerinin tazecik dişlerinden damlayan ve Senin kendini kullarına tanıtıp sevdiren taarrüf ve teveddüdünün cilvelerindeki (izlerindeki) parıltılardan sızan bir tarifle, Senin sıfatlarının tecellilerini niteler, isimlerinin cilvelerini (görüntülerini) tarif eder ve teveddüdünü (sevdirme fiilini) tefsir eder.
Sen her kusurdan münezzehsin, ey yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd ve ey bütün san'at eserlerinin mûcizeleriyle ve bütün mahlûkatın (yaratılmışların) tavsifleriyle (nitelemesiyle) ve bütün varlıkların tarifleriyle ancak tarif edilen Mâruf! San'atın ne kadar güzel, ne kadar süslü, ne kadar mükemmeldir Senin!
Sen her türlü kusurdan münezzeh öyle bir güzellik sahibi bir Zâtsın ki, bütün ağaçlar, tomurcuklarının açması ve çiçeklerinin açılması, yapraklarının artması, meyvelerinin olgunlaşıp dallarının ellerinde mâsum çocuklar gibi oynaşması ânında, kereminle yeşillenen yapraklarının ve lûtfunla tebessüm eden çiçeklerinin ve rahmetinle gülen meyvelerinin ağzıyla; nizamlarının (düzenlerinin) ve o nizamla beraber mizanlarının (ölçülerinin) ve o mizanla beraber tanzimlerinin (düzenleme içinde olmalarının) ve o tanzimle beraber tevzinlerinin (ölçülü hale getirilmelerinin) ve o tevzinle beraber san’atlarının ve o san’atla beraber sıbgatlarının (boyalarının) ve o sıbgatla beraber ziynetlerinin (süslerinin) ve o ziynetle beraber nakışlarının ve o nakışlarla beraber tatlarının ve o tatlarla beraber kokularının ve o kokularla beraber renklerinin ve o renklerle beraber şekillerinin ve o şekillerle beraber farklı etlerinin ve o farklı etlerle beraber çok çeşitlik içinde oluşlarının ve o çok çeşitlilikle beraber şaşırtıcı tarzda yaratılışlarınınHAŞİYE 2 lisanıyla, Seni hamdinle tesbih eder.

Haşiye-1
On iki perde perde üstünde, burhan burhan içinde, delil delil içinde, bir çiçekten muhtelif nağamat ve mütenevvi lemeatla Nakkaş-ı Ezelîyi kalbe gösteriyor, aklın gözünü baktırıyor.

Haşiye-2
Bu on beş delil delil içinde, burhan burhan içinde, Sâni-i Zülcelâle işaret ediyor.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 481

كَمَا تَصِفُ صِفَاتِكَ وَتُعَرِّفُ أَسْمَاءَكَ وَتُفَسِّرُ تَحَبُّبَكَ وَتَعَهُّدَكَ لِمَصْنُوعَاتِكَ بِمَا يَتَرَشَّحُ مِنْ شِفَاهِ ثِمَارِهَا مِنْ قَطَرَاتِ رَشَحَاتِ لَمَعَاتِ جَلَوَاتِ تَحَبُّبِكَ وَتَعَهُّدِكَ لِمَخْلُوقَاتِكَ، حَتَّي كَأَنَّ الشَّجَرَ الْمُزَهَّرَةَ قَصِيدَةٌ مَنْظُومَةٌ مُحَرَّرَةٌ، لِتُنْشِدَ للِصَّانِعِ الْمَدَائِحَ الْمُبَهَّرَةَ.

أَوْ فَتَحَتْ بِكَثْرَةٍ عُيُونُهَا الْمُبَصَّرَةُ لِتَنْظُرَ لِلْفَاطِرِ الْعَجَائِبَ الْمُنَشَّرَةَ.أَوْ زَيَّنَتْ لِعِيدِهَا أَعْضَاءُهَا الْمُخَضَّرَةَ لِيَشْهَدَ سُلْطَانُهَا آثَارَهَا الْمُنَوَّرَةَ. وَتُشْهِرَ فِى الْمَشْهَرِ مُرَصَّعَاتِ الْجَوْهَرِ. وَتُعْلِنَ لِلْبَشَرِ حِكْمَةَ خَلْقِ الشَّجَرِ.

سُبْحَانَكَ مَا أَحْسَنَ إِحْسَانَكَ مَا أَبْيَنَ تِبْيَانَكَ مَا أَبْهَرَ بُرْهَانَكَ وَمَا أَظْهَرَهُ وَمَا أَنْوَرَهُ! سُبْحَانَكَ مَا أَعْجَبَ صَنْعَتَكَ!

تَلأْلُؤُ الضِّيَآءِ بِدَلاَلَةِ حِكَمِهَا؛ مِنْ تَنْوِيرِكَ، تَشْهِيرِكَ.

تَمَوُّجُ اْلاِعْصَارِ بِسِرِّ وَظَائِفِهَا- خُصُوصاً فِى نَقْلِ الْكَلِمَاتِ - مِنْ تَصْرِيفِكَ، تَوْظِيفِكَ.

تَفَجُّرُ اْلاَنْهَارِ بِإِشَارَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ تَدْخِيرِكَ، تَسْخِيرِكَ.

تَزَيُّنُ اْلاَحْجَارِ وَالْحَدِيدِ بِرُمُوزِ خَوَاصِّهَا وَمَنَافِعِهَا - خُصُوصًا فِى نَقْلِ اْلأَصْوَاتِ وَالْمُخَابَرَاتِ - مِنْ تَدْبِيرِكَ، تَصْوِيرِكَ.

تَبَسُّمُ اْلأَزْهَارِ بِعَجَائِبِ حِكَمِهَا؛ مِنْ تَحْسِينِكَ، تَزْيِينِكَ. 1


[NOT]Dipnot-1 Bütün o ağaçlar, Senin Kendini mahlûkatına sevdiren tahabbübünün (sevdirmenin) ve arkasında sınırsız müjdeler bulunan taahhüdünün (söz vermenin) cilvelerindeki lem'alardan sızan ve onların ağızlarından damlayan katrelerle Senin sıfâtını niteliyor, isimlerini tarif ediyor ve san’at eserlerine tahabbubübünü ve taahhüdünü tefsir ediyor. Öyle ki, güya çiçek açmış herbir ağaç, güzel yazılmış manzum bir kasidedir ki, o kaside San’atkârının engin methiyesini şâirâne, hal diliyle söylüyor.Veyahut o çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, Fâtırının (Yaratıcısının) neşredilip sergilenen şaşırtıcı san’atlarına bir iki gözle değil, belki binler gözlerle baksın–tâ dikkatli olanları öyle baktırsın.Veyahut o çiçek açan herbir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususî bayramında ve resmigeçit-misal bir anda, yeşillenmiş dal ve budaklarını en güzel süslerle süslemiş—tâ ki, onun Sultânı ona ihsan ettiği hediyeleri ve lâtif şeyleri ve nurlu eserlerini müşahede etsin. Hem İlâhî san’at sergisi olan yeryüzünde ve bahar mevsiminde, rahmetin süslerini halkın bakışlarına sunsun ve ağacın yaratılış hikmetini insanlığa ilân etsin.Sen her kusurdan münezzehsin. İhsanın ne güzeldir Senin. Beyanın ne kadar âşikâr, burhanın ne kadar engin, açık ve münevverdir. Sen her kusurdan münezzehsin; ne kadar acaiptir (şaşkınlık verici) san'atın Senin!Hikmetlerinin delâletiyle, ışığın parlaması Senin aydınlatman ve Senin teşhirinledir (göstermenledir).Rüzgârın dalgalanması–hususan ses naklindeki–görevlerinin sırrıyla, Senin sevk etmen ve görevlendirmenledir.Faydalarının işaretiyle, nehirlerin çağlaması Senin depolaman ve emre boyun eğdirmenledir.Taşların ve madenlerin süslenmesi–hususan ses ve haberleşme naklindeki—özellik ve yararlarının remziyle, Senin tedbir ve şekillendirmenledir.Çiçeklerin şaşırtıcı bir hikmetle tebessümü Senin tahsinin (güzelleştirmen) ve süslemenledir.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 482

تَبَرُّجُ اْلاَثْمَارِ بِدَلاَلَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ إِنْعَامِكَ، إِكْرَامِكَ. تَسَجُّعُ اْلأَطْيَارِ بِإِشَارَةِ إِنْتِظَامِ شَرَائِطِ حَيَاتِهَا؛ مِنْ إِنْطَاقِكَ إِرْفَاقِكَ. تَهَزُّجُ اْلأَمْطَارِ بِشَهَادَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ تَنْزِيلِكَ، تَفْضِيلِكَ. تَحَرُّكُ اْلأَقْمَارِ بِشَهَادَةِ حِكَمِ حَرَكَاتِهَا مِنْ تَقْدِيرِكَ تَدْبِيرِكَ تَدْوِيرِكَ تَنْوِيرِكَ. سُبْحانَكَ مَا أَنْوَرَ بُرْهَانَكَ مَا أَبْهَرَ سُلْطَانَكَ!

اَلْفَصْلُ الثَّانِى

سُبْحَانَكَ لآ اُحْصِى ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلٰى نَفْسِكَ فِى فُرْقَانِكَ. وَأَثْنٰى عَلَيْكَ حَبِيبُكَ بِإِذْنِكَ. وَأَثْنَتْ عَلَيْكَ جَمِيعُ مَصْنُوعَاتِكَ بِإِنْطَاقِكَ. سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ يَا مَعْرُوفُ بِمُعْجِزَاتِ جَمِيعِ مَصْنوُعَاتِكَ وَبِتَوْصِيفَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِتَعْرِيفَاتِ جَمِيعِ مَوْجُودَاتِكَ.

سُبْحَانَكَ مَا ذَكَرْناَكَ حَقَّ ذِكْرِكَ يَا مَذْكُورُ بِأَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِأَنْفُسِ جَمِيعِ كَلِمَاتِ كِتَابِ كَائِنَاتِكَ وَبِتَحِيَّاتِ جَمِيعِ ذَوِى الْحَيَاةِ مِنْ مَخْلُوقَاتِكَ لَكَ وَبِمَوْزُونَاتِ جَمِيعِ اْلاَوْرَاقِ الْمُهْتَزَّةِ الذَّاكِرَةِ فِى جَمِيعِ أَشْجَارِكَ وَنَبَاتَاتِكَ.

سُبْحَانَكَ مَا شَكَرْناَكَ حَقَّ شُكْرِكَ يَا مَشْكُورُ بِأَثْنِيَةِ جَمِيعِ إِحْسَانَاتِكَ عَلٰى إِحْسَانِكَ عَلٰى رُؤُسِ اْلأَشْهَادِ وَبِاِعْلاَنَاتِ جَمِيعِ نِعَمِكَ عَلٰى إِنْعَامِكَ فِى سُوقِ الْكَائِنَاتِ وَبِمَنْظُومَاتِ جَمِيعِ ثَمَرَاتِ رَحْمَتِكَ وَنِعْمَتِكَ لَدى أَنْظَارِ الْمَخْلُوقَاتِ وَبِتَحْمِيدَاتِ جَمِيعِ مَوْزُونَاتِ أَزَاهِيرِكَ وَعَنَاقِيدِكَ الْمُنَظَّمَةِ فِى خُيُوطِ اْلأَشْجَارِ وَالنَّبَاتَاتِ.1



[NOT]Dipnot-1 Faydalarının delâletiyle, meyvelerin süslenmesi Senin nimetlendirme ve ikramınladır.Hayat şartlarındaki düzenliliğin işaretiyle, kuşların ötüşmeleri Senin onları birbiriyle anlaştırman ve konuşturmanladır.Faydalarının şehadetiyle, yağmur damlalarının titreşimi, Senin indirmen ve rahmet hâline getirmenledir.Hareketlerindeki hikmetlerin şehadetiyle, ayların hareketi Senin takdirin ve tedbirinle, döndürme ve nurlandırmanladır.Sen her türlü kusurdan münezzehsin; ne nurludur delilin, ne âşikârdır saltanatın Senin!
İkinci Fasıl
Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Senin övgünü ben ifade edemem, kemal sıfatlarını saymakla bitiremem. Sen ancak Furkan'ında kendi Zâtını övdüğün gibi ve Senin izninle Habibinin Seni övdüğü gibi ve Senin konuşturmanla bütün san’at eserlerinin Seni övdüğü gibi celâl sahibi bir zâtsın. Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir marifetle (bilgi ve ilimle) Seni tanıyamadık, ey bütün san’at eserlerindeki mu’cizeleriyle ve bütün yaratıkların nitelemesiyle ve bütün varlıkların tarifleriyle ancak tarif edilen Mâruf!Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir zikirle Seni zikredemedik, ey bütün yaratıklarının lisanıyla ve kâinat kitabının kelimeleri olan bütün varlıkların nefisleriyle ve yaratıkların olan bütün hayat sahibi canlıların hayatlarıyla Sana sundukları tahiyyelerle (hediyelerle) ve bütün ağaç ve bitkilerin titreyerek zikretmekte olan bütün ölçülü yapraklarıyla zikredilen Mezkûr!Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Senin hak şükrünü edâ edemedik, ey herkesin gözü önündeki bütün ihsanlarının övgüleriyle ve kâinat çarşısındaki bütün verdiğin nimetlerinin ilânlarıyla ve yarattığın varlıkların gözü önündeki rahmet ve nimetinin bütün ahengli meyveleriyle ve bütün ağaç ve bitkilerin dallarına dizilmiş bütün ölçülü ve düzenli çiçek ve salkımların hamdleriyle şükür ve övgüsü okunan Meşkûr!

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 483

سُبْحَانَكَ مَا أَعْظَمَ شَأْنَكَ وَمَا أَزْيَنَ بُرْهَانَكَ وَمَا أَظْهَرَهُ وَمَا أَبْهَرَهُ!

سُبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ حَقَّ عِبَادَتِكَ يَا مَعْبُودَ جَمِيعِ الْمَلئِكَةِ وَجَمِيعِ ذَوِي الْحَيَاةِ وَجَمِيعِ الْعَنَاصِرِ وَالْمَخْلُوقَاتِ، بِكَمَالِ اْلاِطَاعَةِ وَاْلاِمْتِثَالِ وَاْلإِنْتِظَامِ وَاْلإِتِّفَاقِ وَاْلإِشْتِيَاقِ.

سُبْحَانَكَ مَا سَبَّحْنَاكَ حَقَّ تَسْبِيحِكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَىْءٍ إِلاَّيُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ.1

سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ السَّمَآءُ وَاْلأَرْضُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ وَبِجَمِيعِ تَحْمِيدَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ لَكَ.

سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلاَرْضُ وَالسَّمَآءُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ أَنْبِيَآئِكَ وَأَوْلِيَآئِكَ وَمَلاَئِكَتِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتُكَ وَتَسْلِيمَاتُكَ.

سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الْكَآئِنَاتُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. وَبِجَمِيعِ تَحْمِيدَاتِ رَسُولِكَ اْلأَعْظَمِ لَكَ، عَلَيْهِ وَعَلَي آلِهِ أَفْضَلُ صَلَوَاتِكَ وَأَتَمُّ تَسْلِيمَاتِكَ.

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ هٰذِهِ الْكَآئِنَاتُ بِأَصْدِيَةِ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ لَكَ؛ إذْ هُوَ الَّذِي تَتَمَوَّجُ أَصْدِيَةُ تَسْبِيحَاتِهِ لَكَ عَلَي أَمْوَاجِ اْلأَعْصَارِ وَاَفْوَاجِ اْلاَجْيَالِ. اَللّهُمَّ فَأَبِّدْ عَلَي صَفَحَاتِ الْكَآئِنَاتِ وَأَوْرَاقِ اْلاَوْقَاتِ إِليَ قِيَامِ الْعَرَصَاتِ أَصْدِيَةَ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالتَّسْلِيمَاتُ.2





[NOT]Dipnot-1 İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-2
Sen her kusurdan münezzehsin. Şânın ne büyük, delilin ne süslü ve ne kadar açık ve engindir Senin!Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir ibadetle kulluk edemedik, ey gayet mükemmel bir şekilde itaat, imtisal, intizam, ittifak ve iştiyak içinde ibadet eden bütün meleklerin ve bütün canlıların ve bütün unsurların ve mahlûkların Mâbudu!
Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir tesbihle Seni tesbih edip kusur ve noksanlardan uzak gösteremedik, ey "Kendisini hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık bulunmayan ve yedi gök ve yer ve içindekiler tarafından tesbih edilen" (İsrâ Sûresi, 17:44)

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle bir celâl sahibi Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin sadâlarıyla bu kâinat Seni hamd ile tesbih eder. Evet, tesbihlerinin sadâlarıyla asırları dalga dalga ve milletleri bölük bölük çınlatan odur. Allah’ım, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin sadâlarını, kıyamet gününe kadar kâinatın sayfalarında ve zamanın yapraklarında devam ettir.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Gök ve yer, bütün san’at eserlerinin bütün tesbihleriyle ve bütün mahlûkatının bütün hamdleriyle, Seni hamdinle tesbih eder. Zât!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Yer ve gök, bütün peygamberlerinin ve bütün velîlerinin ve bütün meleklerinin—salât ve selâmın onlar üzerine olsun—bütün tesbihleriyle Seni hamdinle tesbih eder.
Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Kâinat, Habib-i Ekreminin (a.s.m.) bütün tesbihleriyle ve Resul-ü Âzamının ettiği bütün hamdleriyle—en üstün salavât ve rahmetin, ve en mükemmel selâmların ve selâmetin onun ve âlinin üzerine olsun—Seni hamdinle tesbih eder.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 484

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الدُّنْيَا بِآثَارِ شَرِيعَةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَزَيِّنِ الدُّنْياَ بِآثَارِ دِيَانَةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اِليَ يَوْمِ الْقِيَامِ.

سُبْحَانَكَ يَامَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلأَرْضُ سَاجِدَةً تَحْتَ عَرْشِ عَظَمَةِ قُدْرَتِكَ بِلِسَانِ مُحَمَّدِهَا عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَأَنْطِقِ اْلاَرْضَ بِاَقْطَارِهَا بِلِسَانِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اِليَ يَوْمِ الْبَعْثِ وَالْقِيَامِ.

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ جَمِيعُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ فِى جَمِيعِ اْلأَمْكِنَةِ وَاْلاَوْقَاتِ بِلِسَانِ مُحَمَّدِهِمْ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَاَنْطِقِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اِليَ يَوْمِ الْقِيَامِ بِأَصْدِيَةِ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ لَكَ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ.

اَلْفَصْلُ الثَّالِثُذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاحِدِ اْلأَحَدِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ اْلاَضْدَادِ وَاْلأَنْدَادِ وَالشُّرَكَاءِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيرِ اْلأَزَلِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْمُعِينِ وَالْوُزَرَاءِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيمِ اْلأَزَلِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنْ مُشَابَهَةِ الْمُحْدَثَاتِ الزَّائِلاَتِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاجِبِ وُجُودُهُ الْمُمْتَنِعِ نَظِيرُهُ الْمُمْكِنِ كُلُّ مَا سِوَاهُ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنْ لَوَازِمِ مَاهِيَّاتِ الْمُمْكِنَاتِ.1



[NOT]Dipnot-1 Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle bir celâl sahibi Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın şeriatının eserleriyle dünya Seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın diyanetinin eserleriyle dünyayı kıyamet gününe kadar süsle.
Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle celâl sahibi bir Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla dünya Senin kudretinin büyüklük arşının altında daima secde ederek Seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, dünyayı baştan başa kıyamet ve diriliş gününe kadar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla, hep böyle konuştur.
Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle celâl sahibi bir Zâtsın ki, her yerde ve her zamanda bütün mü’min erkekler ve bütün mü’min kadınlar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, erkek ve kadın bütün mü’minleri, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin yankılarıyla kıyamet gününe kadar hep böyle konuştur.
Üçüncü Fasıl
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O birliği bütün kâinatı kaplayan ve her bir varlıkta birliği tecelli eden Vâhid-i Ehad ki, zıddı, benzeri ve ortağı olmaktan pâk ve berîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O herşeye gücü yeten ve ezelî olan Kadîr-i Ezelî ki, kendine yardımcı ve vezir edinmekten pâk ve uzaktır.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığının evveli ve başlangıcı olmayan Kadîm-i Ezelî ki, sonradan meydana gelen ve yok olup giden varlıklara benzemekten pâk ve berîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığı zorunlu olan Vâcibü'l-Vücud ki, benzeri aslâ yoktur. Ondan başka herşeyin varlığı ve yokluğu eşittir, Kendisi ise kâinattaki varlıkların mahiyetleri gereği olan kusurlardan pâk ve berîdir.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 485

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الَّذِي [لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ] 1
الْمُتَقَدِّسُ الْمُتَنَزِّهُ عَمَّا تَتَصَوَّرُهُ اْلأَوْهَامُ الْقَاصِرَةُ الْخَاطِئَةُ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الَّذِي [لَهُ الْمَثَلُ اْلأَعْلي فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكيِمُ] 2 اَلْمُتَقَدِّسُ الْمُتَنَزِّهُ عَمَّا تَصِفُهُ الْعَقَائِدُ النَّاقِصَةُ الْباَطِلَةُ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ الْغَنِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْعَجْزِ وَاْلاِحْتِيَاجِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْكَامِلِ الْمُطْلَقِ فِى ذَاتِهِ وَصِفَاتِهِ وَأَفْعَالِهِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْقُصُورِ وَالنُّقْصَانِ، بِشَهَادَاتِ كَمَالاَتِ الْكَائِنَاتِ. إِذْ مَجْمُوعُ مَا فِى الْكَائِنَاتِ مِنَ الْكَمَالِ وَالْجَمَالِ ظِلٌّ ضَعِيفٌ بِالنِّسْبَةِ اِليَ كَمَالِهِ سُبْحَانَهُ، بِالْحَدْسِ الصَّادِقِ وَبِالْبُرْهَانِ الْقَاطِعِ وَبِالدَّلِيلِ الْوَاضِحِ. إِذِ التَّنْوِيرُ لاَ يَكُونُ إِلاَّ مِنَ النُّورَانِيِّ وَبِدَوَامِ تَجَلِّي الْجَمَالِ وَالْكَمَالِ مَعَ تَفَانِي الْمَرَايَا وَسَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ وَبِاِجْمَاعِ وَاِتِّفَاقِ جَمَاعَةٍ كَثِيرَةٍ مِنَ اْلأَعَاظِمِ الْمُخْتَلِفِينَ فِى الْمَشَارِبِ وَالْكَشْفِيَّاتِ الْمُتَّفِقِينَ عَلَي ظِلِّيَّةِ كَمَالاَتِ الْكَائِنَاتِ لأَنْوَارِ كَمَالِ الذَّاتِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ. ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ اْلاَزَلِيِّ اْلأَبَدِيِّ السَّرْمَدِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ التَّغَيُّرِ وَالتَّبَدُّلِ اللاَّزِمَيْنِ لِلْمُحْدَثَاتِ الْمُتَجَدِّدَاتِ الْمُتَكَامِلاَتِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ خَالِقِ الْكَوْنِ وَالْمَكَانِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ التَّحَيُّزِ وَالتَّجَزُّءِ اللاَّزِمَيْنِ لِلْمَادِّيَّاتِ وَالْمُمْكِنَاتِ الْكَثِيفَاتِ الْكَثِيرَاتِ الْمُقَيَّدَاتِ الْمَحْدُودَاتِ.3



[NOT]Dipnot-1 Şûrâ Sûresi, 42:11.
Dipnot-2 Rûm Sûresi, 30:27.
Dipnot-3 Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O öyle bir Zât ki, "Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi hakkıyla işiten Semî' ve herşeyi hakkıyla gören Basîrdir" (Şûra Sûresi, 42:11) ve kısa ve hatâlı vehimlerin her türlü tasavvurlarından pâk ve berîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O öyle bir Zât ki, "Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar Onundur. O kudreti herşeye galip olan Azîz ve hikmeti herşeyi kuşatan Hakîmdir" (Rûm Sûresi, 30:27) ve noksan ve bâtıl inançların nitelediği herşeyden pâk ve berîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O sınırsız kudret sahibi olan Kadîr‑i Mutlak ki, aczden ve ihtiyaçtan pâk, berî ve müstağnîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O sınırsız mükemmellik sahibi Kâmil-i Mutlak ki, Onun zâtında ve sıfatlarında ve fiillerinde kusurdan ve noksandan pâk ve berî olduğuna kâinatın kemâlâtı şahittir. Çünkü kâinatta kemâl ve cemal namına ne varsa, doğru bir sezgiyle ve kesin burhanlarla ve açık delillerle sabittir ki, o kemal ve cemalin hepsi, o münezzeh Zâtın kemaline oranla bir zayıf gölgeden ibarettir. Zira nurlandırma ancak nurlu olandan gelir, başka türlü olamaz. Aynaların faniliğine ve yansıtıcıların akıcı ve gelip-geçici olmasına rağmen cemal ve kemalin devam etmesi bunu gösterdiği gibi; insanlığın en büyük şahsiyetlerinden yolları farklı, buluşları aynı olan pek büyük bir cemaatin oy birliği içinde ittifak etmeleriyle de sabittir ki, kâinattaki kemâlât, varlığı vâcib (zorunlu) olan Zâtın kemâlinin nurlarının bir gölgesidir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O ezelî, ebedî ve sermedî (varlığı devamlı) olan celâl (haşmet) sahibi Zât ki, sonradan var olup teceddüd (yenilenme) ve tekâmüle (mükemmelleşmeye) tâbi olan varlıkların yapılarının gereği olan tagayyür (değişme) ve tebeddülden (başkalaşmadan) pâk ve berîdir.
Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O kâinat ve mekânların Yaratıcısı olan Hâlık ki, kesif ve çok ve bağlı ve sınırlı olan maddî varlıkların gereği olan tahayyüz (bir yere bağlılıktan) ve tecezzîden (parçalara bölünmekden) pâk ve berîdir.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 486

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيمِ الْباَقِى الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْحُدُوثِ وَالزَّوَالِ.ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْوَلَدِ وَالْوَالِدِ وَعَنِ الْحُلُولِ

وَاْلإِتِّحَادِ وَعَنِ الْحَصْرِ وَالتَّحْدِيدِ وَعَمَّا لاَ يَليِقُ بِجَنَابِهِ وَمَا لاَيُنَاسِبُ وُجوُبَ وُجُودِهِ وَعَمَّا لاَ يُوَافِقُ اَزَلِيَّتَهُ وَاَبَدِيَّتَهُ.

جَلَّ جَلاَلُهُ. وَلآ إِلهَ إِلاَّ هُوَ.1





endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O evveli olmayan ve varlığı sonsuza kadar devam eden Kadîm-i Bâkî ki, hudus (sonradan var olma) ve zevalden (yok olmaktan) pâk ve berîdir.Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığı zorunlu olan Vâcibü'l-Vücud ki, doğurmak ve doğurulmaktan, başka varlıkların vücuduna girmek ve onlarla birleşmekten, hasr (belirli bir çerçeve içine alınmaktan) ve tahdit edilmekten (sınırlandırılmaktan), Kendisine yakışmayan ve vücub-u vücuduna münasip düşmeyen ve ezeliyet ve ebediyetine uygun olmayan şeylerden pâk ve berîdir.Onun celâli ve haşmeti pek yücedir ve Ondan başka ilâh yoktur.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 487

<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
اَلْباَبُ الثَّانِى 1

فِى [ اَلْحَمْدُ ِللهِ...] HAŞİYE-1

فِى هٰذَا الْباَبِ تِسْعُ نُقَاطٍ..

اَلنُّقْطَةُ اْلاُولىاَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ عَنَّا ظُلُمَاتِ الْجِهَاتِ السِّتَّ.

إذْ جِهَةُ الْمَاضِى فِى حُكْمِ يَمِينِناَ مُظْلِمَةٌ وَمُوحِشَةٌ بِكَوْنِهَا مَزَارًا أَكْبَرَ.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَزُولُ تِلْكَ الظُّلْمَةُ وَيَنْكَشِفُ الْمَزَارُ اْلاَكْبَرُ عَنْ مَجْلِسٍ مُنَوَّرٍ.1


[NOT]Dipnot-1
İKİNCİ BABHAŞİYE
Bu İkinci Bab, “Elhamdü lillâh” hakkındadır.
İkinci Bab ile tâbir edilen şu risalecikte "Elhamdü lillâh" cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edilecektir.

Birinci nokta: Evvelâ iki şey ihtar edilecektir.
1. Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.
2. Bütün mahlûkatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır.
İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvâli görebilir.
Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh, felsefe gözlüğü ile sağ cihete bakıldığı zaman, mâzi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur.
Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki edilecektir. Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itmi’nan, inşirah, binlerce “Elhamdü lillâh” dedirten bir nimettir.


Haşiye-1 Risale-i Nur’un fikirden sonra en mühim esası şükür olduğundan şükür ve hamdin ekser meratip ve hakikatları Risale-i Nur’un eczalarında kemal-i izah ile beyan edildiğinden burada onlara iktifaen gayet muhtasar bir surette iman nimetine mukabil olan hamdin birkaç mertebeleri zikredilecektir. İman nimetinin mertebelerine göre hamdin mertebeleri var. (Bu İkinci Bab Abdülmecid Nursî tarafından tercüme edilmiştir.)[/NOT]


Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
abluka etmek: etrafını çevirip dış tarafla ilişkisini kesmek
ahvâl: haller, durumlar
alâkadar: alakalı, ilgili
bab: kısım, bahis
beyan etmek: açıklamak
binaenaleyh: bundan dolayı
cihet: yön
ecza: kısımlar, bölümler
ekser: çoğunluk
evvelâ: ilk olarak
hakikat: gerçek, esas
hamd: övgü, şükür ve minnet duyma
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hilkaten: yaratılış olarak
ihtar: hatırlatma
iktifâen: yetinerek
iman: Allah’a inanma
inşirah: ferahlanma, sevinme
itmi'nan: huzur bulma
kemâl-i izah: tam ve mükemmel bir açıklama
lâfzan: sözle
mahlûkat: yaratıklar
maruz kalmak: birşeyle yüzyüze gelmek
merâtip: mertebeler, dereceler
meyusiyet: ümitsizlik
mezaristan: mezarlık
mezkûr: adı geçen
muhtasar: kısa, özetlenmiş
mukabil: karşılık
mânen: mânevî olarak
mâzi: geçmiş zaman
mürettebat: bir iş için hazırlanan kimseler, personel
nakletmek: aktarmak, anlatmak
nevi: çeşit
nimet: iyilik, lütuf, ihsan
nuranî: nurlu, aydınlık
risale: mektup; Risale-i Nur’dan herhangi bir bölüm
suret: biçim, şekil
sâkin: içinde oturan
sürur: mutluluk, sevinç
telef: yok olma, zâyi olma
telâkki: anlama, kabul etme
tâbir: adlandırma
vahşet: ürküntü, korku
zikretmek: anmak, belirtmek
âlem: dünya, evren
ünsiyetli: canayakın, dost

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 488

وَيَسَارُنَا الَّذِى هُوَ الْجِهَةُ الْمُسْتَقْبَلَةُ، مُظْلِمَةٌ وَمُوحِشَةٌ بِكَوْنِهَا قَبْراً عَظِيمًا لَنَا.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَنْكَشِفُ عَنْ جِنَانٍ مُزَيَّنَةٍ فِيهَا ضِيَافَاتٌ رَحْمَانِيَّةٌ.
وَجِهَةُ الْفَوْقِ وَهُوَ عَالَمُ السَّمٰوَاتِ مُوحِشٰةٌ مُدْهِشَةٌ بِنَظَرِ الْفَلْسَفَةِ.

فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ تِلْكَ الْجِهَةُ عَنْ مَصَابِيحَ مُتَبَسِّمَةٍ مُسَخَّرَةٍ بِأَمْرِ مَنْ زَيَّنَ وَجْهَ السَّمَاءِ بِهَا يُسْتَأْنسُ بِهَا وَلاَ يُتَوَحَّشُ مِنْهَا.

وَجِهَةُ التَّحْتِ وَهِىَ عَالَمُ اْلأَرْضِ مُوحِشَةٌ بِوَضْعِيَّتِهَا فِى نَفْسِهَا بِنَظَرِ الْفَلْسَفَةِ الضَّالَّةِ. فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ عَنْ سَفِينَةٍ رَباَّنِيَةٍ مُسَخَّرَةٍ وَمَشْحُونَةٍ بِاَنْوَاعِ اللَّذَائِذِ وَالْمَطْعُومَاتِ؛ قَدْ اَرْكَبَهَا صَانِعُهَا نَوْعَ الْبَشَرِ وَجِنْسَ الْحَيَوَانِ لِلسِّياَحَةِ فِى أَطْرَافِ مَمْلَكَةِ الرَّحْمٰنِ.1




[NOT]Dipnot-1 Sol cihet: Yani, gelecek zamana, felsefe gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.
Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakkın, Hâlık, Rahmân, Rahîmin insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz, me’külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve bir sofra-i Rahmânî şeklinde görünecektir. Ve binlerce “Elhamdü lillâh” okutturarak tekrar ettirecektir.
Üst cihet: Yani, semâvât cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya mâruz kalacaktır.
Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ile nezareti altında yapıldığı gibi, semâvât âlemini tezyin eden ve o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semâvâtı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce “Elhamdü lillâh” söylemek azdır.
Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.
Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, Allah’ın kumandası altında bütün me’külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh’ları söylemeye başlar.[/NOT]


Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
Hâlık: herşeyi yaratan Allah Rahmân: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Rahmânî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan, acıyan ve esirgeyen Allah
acip: acaip, tuhaf, şaşırtıcıarz: dünya
cihet: yönihzar etme: hazırlama
iman: Allah’a inanma imha: yok etme
küre-i arz: yerküre, dünyamanevra: deneme ve eğitim
me'külât: yenilen şeyler, yiyeceklermelbûsat: giyecekler, elbiseler
meşrubat: içeceklermuhabbet: sevgi
muhtelif: çeşitli mâide: sofra
nev-i beşer: insanlarnezaret: gözetim
neş'et eden: doğan, meydana gelen nimet: iyilik, lütuf, ihsan
sefine: gemisemâvât: gökler
semâvât ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhanîler sofra-i Rahmânî: Cenâb-ı Hakkın rahmet sofrası
sür'atli: hızlıtasvir etme: anlatma, ifade etme
tenezzüh: gezinti, seyir tezyin: süsleme
vahşet: ürküntü, korkuzarf: kap; birşeyi koymaya yarayan şey
ziyadar: parlak, aydınlıkzulümatlı: karanlıklı
âlem: dünya, evren âlem-i semâvât: gökler âlemi
ünsiyet etmek: alışmakşems: güneş

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 489

وَجِهَةُ اْلأَمَامِ الَّذِى يَتَوَجَّهُ اِلٰى تِلْكَ الْجِهَةِ كُلُّ ذَوِى الْحَياَةِ مُسْرِعَةً قَافِلَةً خَلْفَ قَافِلَةٍ، تَغِيبُ تِلْكَ الْقَوَافِلُ فِى ظُلُمَاتِ الْعَدَمِ بِلاَ رُجُوعٍ.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ تِلْكَ السِّياَحَةُ عَنْ اِنْتِقَالِ ذَوِى الْحَياَةِ مِنْ دَارِ الْفَََناَءِ اِلٰى دَارِ الْبَقآءِ، وَمِنْ مَكَانِ الْخِدْمَةِ اِلٰى مَوْضِعِ أَخْذِ اْلأُجْرَةِ، وَمِنْ مَحَلِّ الزَّحْمَةِ اِلٰى مَقاَمِ الرَّحْمَةِ وَاْلاِسْتِرَاحَةِ. وَأَمَّا سُرْعَةُ ذَوِى الْحَََياَةِ فِى أَمْوَاجِ الْمَوْتِ، فَلَيْسَتْ سُقُوطاً وَمُصِيبَةً، بَلْ هِىَ صُعُودٌ بِاِشْتِيَاقٍ وَتَسَارُعٍ اِلٰى سَعَادَاتِهِمْ.

وَجِهَةُ الْخَلْفِ اَيْضاً مُظْلِمَةٌ مُوحِشَةٌ. فَكُلُّ ذِى شُعُورٍ يَتَحَيَّرُ مُتَرَدِّداً وَمُسْتَفْسِراً بـ[مِنْ أَيْنَ؟ إِلٰى أَيْنَ؟ ]. فَـِلأَنَّ الْغَفْلَةَ لاَ تُعْطِى لَهُ جَوَاباً، يَصِيرُ التَّرَدُّدُ وَالتَّحَيُّرُ ظُلُمَاتٍ فِى رُوحِهِ..



فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَنْكَشِفُ تِلْكَ الْجِهَةُ عَنْ مَبْدَإِ اْلاِنْسَانِ وَوَظِيفَتِهِ،
1




[NOT]Dipnot-1 Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat—insan olsun, hayvan olsun—kafile-bekafile, büyük bir sür’atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.
Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.
Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.
Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.
Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar.

[/NOT]




Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)]
Mısır: (bk. bilgiler)
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah
Zeliha: (bk. bilgiler)
acip: hayret verici, şaşırtıcı
adem: hiçlik, yokluk
azizlik: bakanlık
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
cihet: şekil, yön
fâni: geçici olan, ölümlü
iman: Allah’a inanma
intikal etme: geçme, yer değiştirme
kafile bekafile: kafileler halinde
kezâ: bunun gibi
kudret: güç, iktidar
kâinat: evren
mahlûkat: yaratıklar
menzil: durak, yer, mekân
meşakkat: güçlük, sıkıntı
mu’cize: benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağan üstü şey
mâhut: anılan, bilinen
mü'min: Allah’a inanan
mütalâa etmek: tetkik etmek, araştırmak
mütalâacı: etraflıca inceleyip düşünen
nazar: bakış
nazarıyla: gözüyle, bakışıyla
netice: son, sonuç
nur-u iman: iman ışığı, aydınlığı
nuranî: nurlu, aydınlık
nâil olmak: bir nimete kavuşmak
rahm-ı mâder: ana rahmi
rahmet: ihsan, bağış
saadet: mutluluk
sür'at: hız
teessür: üzülme, etkilenme
teşhir edilen: sergilenen
zahmet: zorluk
âlem: dünya, evren

<TBODY>
</TBODY>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 490

وَبِأَنَّ السُّلْطَانَ اْلاَزَلِىَّ أَرْسَلَهُمْ مُوَظًَفِينَ اِلٰى دَارِ اْلاِمْتِحَانِ..

فَمِنْ هٰذِهِ الْحَقِيقَةِ يَكوُنُ [ اَلْحَمْدُ] عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلِظُّلُمَاتِ عَنْ هٰذِهِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْضاً نِعْمَةً عَظِيمَةً تَسْتَلْزِمُ [الْحَمْدَ]. إذْ بِـ[الْحَمْدِ] يُفْهَمُ دَرَجَةُ هٰذِهِ النِّعْمَةِ وَلَذَّتِهَا.
فَالْحَمْدُ ِللهِ عَلَى [الْحَمْدُ ِللهِِِ فِى تَسَلْسُلٍ يَتَسَلْسَلُ فِى دَوْرٍ دَآئِرٍ بِلاَ نِهَايَةٍ].

اَلنُّقْطَةُ الثَّانِيَةُ اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُنَوِّرِ لَنَا الْجِهَاتِ السِّتَّ. فَكَمَا أَنَّ اْلاِيمَانَ بِإِزَالَتِهِ لِظُلُمَاتِ الْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظيِمَةٌ مِنْ جِهَةِ دَفْعِ الْبَلاَياَ؛ كَذٰلِِكَ أَنَّ اْلاِيمَانَ لِتَنْوِيرِهِ لِلْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظِيمَةٌ اُخْرٰى مِنْ جِهَةِ جَلْبِ الْمَناَفِعِ. فَاْلاِنْسَانُ لِعَلاَقَتِهِ بِجَامِعِيَّةِ فِطْرَتِهِ بِمَا فِى الْجِهَاتِ السِّتِّ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ يُمْكِنُ لِـْلإِنْسَانِ اِسْتِفَادَةٌ مِنْ جَمِيعِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْنَمَا يَتَوَجَّهُ.فَبِسِرِّ [فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ] تَتَنَوَّرُ لَهُ تِلْكَ الْجِهَةُ بِمَسَافَتِهَا الطَّوِيلَةِ بِلاَ حَدٍّ. 1



[NOT]Dipnot-1 Ve bunlar o mucizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diyecektir.
Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd’e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım. Böylece devam edip gider…
Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-i mütenâhi bir silsile-i hamdiye husule geliyor.

İkinci noktaCihât-ı sitteyi tenvir eden iman nimetine de “Elhamdü lillâh” demesi lazımdır. Çünkü, iman cihât-ı sittenin zulümatını izale etmekle def-i belâ kabilinden büyük bir nimet sayıldığı gibi, tabiî o cihât-ı sitteyi tenvir ettiği cihetle de celbü’l-menâfi kabilinden ikinci bir nimet sayılır. Binaenaleyh insan fıtrî bir medeniyete sahip olduğundan, cihât-ı sittede bulunan mahlûkatla alâkadar olur ve iman nimetiyle de cihât-ı sitteden istifade edebilmesi imkânı vardır.
Binaenaleyh, “Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah’ın rızâsı oradadır.” (Bakara Sûresi, 2:115) âyet‑i kerîmesinin sırrıyla, cihât-ı sitteden herhangi bir cihette olursa insan tenevvür eder.

[/NOT]






Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur” Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah
alâkadar: alakalı, ilgiliazamet: büyüklük, yücelik
binaenaleyh: bundan dolayıcelbü'l-menâfi: menfaatleri çekme
cihet: yöncihât-ı sitte: altı yön
def-i belâ: belânın defedilmesiderece-i delâlet: yol gösterme derecesi
derece-i kıymet: kıymet derecesifıtrî şeriat: Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlar
gayr-i mütenâhi: sonsuzhamd: övgü, şükür ve minnet duyma
hamd-i vâhid: bir tek “hamd” ifadesi husule gelmek: meydana gelmek
iman: Allah’a inanma istifade: faydalanma
izale eden: gideren kabil: gibi
kesb-i vukuf: vukuf kazanmak, öğrenmekmahlûkat: yaratıklar
mezkûr: adı geçenmu’cize: benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağan üstü şey
nimet: iyilik, lütuf, ihsan nisbetinde: ölçüsünde
silsile-i hamdiye: “hamd” silsilesi tenevvür etme: nurlanma, aydınlanma
tenvir etmek: aydınlatmak, nurlandırmak zulmet: karanlık
zulümat: karanlıklar âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’an’ın herbir cümlesi
îras eden: netice veren, bırakan

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 491

حَتّٰى كَأَنَّ اْلاِنْسَانَ الْمُؤْمِنَ لَهُ عُمْرٌ مَعْنَوِىٌّ يَمْتَدُّ مِنْ أَوَّلِ الدُّنيَا إِلٰى اٰخِرِهَا، يَسْتَمِدُّ ذٰلِكَ الْعُمْرُ مِنْ نُورِ حَيَاةٍ مُمْتَدَّةٍ مِنْ اْلأَزَلِ اِلَى اْلأَبَدِ.

وَحَتىّٰ إنَّ اْلإِنسَانَ بِسِرّ تَنْوِيرِ اْلاِيمَانِ لِجِهَاتِهِ يَخْرُجُ عَنْ مَضِيقِ الزَّمَانِ الْحَاضِرِ وَالْمَكَانِ الضَّيِّقِ اِلَى سَاحَةِ وُسْعَةِ الْعَالَمِ، وَيَصِيرُ الْعَالَمُ كَبَيْتِهِ، وَالْمَاضِى وَالْمُسْتَقْبَلُ زَمَانَاً حَاضِراً لِرُوحِهِ وَقَلْبِهِ. وَهٰكَذَا فَقِسْ...

النُقطة الثالثة

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى اْلاِيمَانِ الْحَاوِى لِنُقْطَتَىِ اْلاِسْتِنَادِ وَاْلاِسْتِمْدَادِ.

نَعَمْ، بِسِرِّ غَايَةِ عَجْزِ الْبَشَرِ وَكَثْرَةِ أَعْدَائِهِ يَحْتَاجُ الْبَشَرُ أَشَدَّ اِحْتِيَاجٍ إِلٰى نُقْطَةِ اِسْتِنَادٍ يَلْتَجِئُ إِلَيْهِ لِدَفْعِ أَعْدَآئِهِ الْغَيْرِِ الْمَحْدُودَةِ، وَبِغَايَةِ فَقْرِ اْلاِنْسَانِ مَعَ غَايَةِ كَثْرَةِ حَاجَاتِهِ وَاٰمَالِهِ يَحْتَاجُ أَشَدَّ اِحْتِيَاجٍ اِلٰى نُقْطَةِ اِسْتِمْدَادٍ يَسْتَمِدُّ مِنْهَا، وَيَسْأَلُ حَاجَاتِهِ بِهَا.

فَاْلاِيمَانُ بِِاللهِ هِىَ نُقْطَةُ اِسْتِنَادٍ لِفِطْرَةِ الْبَشَرِ. وَاْلاِيمَانُ بِاْلآخِرَةِ هُوَ نُقْطَةُ اِسْتِمْدَادٍ لِوِجْدَانِهِ. فَمَنْ لَمْ يَعْرِفْ هَاتَيْنِ النُّقْطَتَيْنِ يَتَوَحَّشُ عَلَيْهِ قَلْبُهُ وَرُوحُهُ، وَيُعَذِّبهُ وِجْدَانُهُ دآئِماً.1




[NOT]Dipnot-1
Hattâ mü’min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan mânevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu mânevî ömrü, ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır.
Ve kezâ cihât-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde, insanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme inkılâp eder. Bu büyük âlem bir insanın hanesi gibi olur ve mâzi, müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine bir zaman-ı hal hükmünde olur. Aralarında uzaklık kalkıyor.
Üçüncü nokta
İmanın istinad ve istimdat noktalarını hâvi olmasından, “Elhamdü lillâh” demesi iktiza eder.
Evet, nev-i beşer, aczi ve düşmanların kesreti dolayısıyla dayanacak bir nokta-i istinada muhtaçtır ki, düşmanlarını def için o noktaya iltica etsin. Ve kezâ, kesret-i hâcât ve şiddet-i fakr dolayısıyla da istimdat edecek bir nokta-i istimdada muhtaçtır ki, onun yardımıyla ihtiyaçlarını def etsin.
Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat ise ancak âhirete olan imandır. Binaenaleyh, bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevahhuş eder, vicdanı daima muazzep olur.
[/NOT]





Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur” acz: acizlik, güçsüzlük
binaenaleyh: bundan dolayıcihât-ı sitte: altı yön
def etmek: gidermek, uzaklaştırmakebed: sonsuz
ezel: başlangıcı olmayan hane: ev
hâvi: ihtiva eden, içine alaniktiza etmek: gerektirmek
iltica etmek: sığınmakiman: Allah’a inanma
inkılâp etme: değişme, dönüşmeistimdat: yardım dileme
istinad etme: dayanma kesret: çokluk
kesret-i hâcât: ihtiyaçların çokluğu kezâ: bunun gibi
medet: yardımmuazzep: eziyet çeken, sıkıntı gören
mâzi: geçmiş zamanmü'min: Allah’a inanan
müstakbel: gelecek zaman nev-i beşer: insanlık
nokta-i istimdad: yardım alma noktasınokta-i istinad: dayanak noktası
tenvir etmek: aydınlatmak, nurlandırmak tevahhuş etme: korkma, ürküntü duyma
zaman-ı hal: şimdiki zamanâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âlem: dünya, evren şiddet-i fakr: şiddetli fakirlik

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 492

وَمَنْ اِسْتَنَدَ بِاْلاِيمَانِ إِلٰى النُّقْطَةِ اْلاُولىٰ، وَاسْتَمَدَّ مِنَ النُّقْطَةِ الثَّانِيَةِ أَحَسَّ مِنْ أَعْمَاقِ رُوحِهِ لَذَائِذَ مَعْنَويَّةً وَأُنْسِيَةً مُسَلِّيَةً وَاِعْتِمَاداً يَطْمَئِنُّ بِهَا وِجْدَانُهُ.

اَلنُّقْطَةُ الرَّابِعَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلآلآمِ عَنِ اللَّذَائِذِ الْمَشْرُوعَةِ بِإِرَاءَةِ دَوَرَانِ اْلاَمْثَالِ،

وَالْمُدِيمِ لِلنِّعَمِ بِإِرَاءَةِ شَجَرَةِ اْلإِنْعَامِ،

وَالْمُزِيلِ آلاَمَ الْفِرَاقِ بِإِرَاءَةِ لَذَّةِ تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ. يَعْنِى أَنَّ فِى كُلِّ لَذَّةٍ آلاَماً تَنْشَأُ مِنْ زَوَالِهَا. فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ يَزُولُ الزَّوَالُ، وَيَنْقَلِبُ اِلٰى تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ. وَفِى التَّجَدُّدِ لَذَّةٌ أُخْرىٰ. فَكَمَا أَنَّ الثَّمَرَةَ إِذَا لَمْ تُعْرَفْ شَجَرَتُهَا تَنْحَصِرُ النِّعْمَةُ فِى تِلْكَ الثَّمَرَةِ. فَتَزُولُ بِأكَْلِهَا. وَتُورِثُ تَأسُّفاً عَلى فَقْدِهَا. وإذا عُرِفَتْ شَجَرَتُهَا وَشُوهِدَتْ، يَزُولُ اْلاَلمُ فِى زَوَالِهَا لِبَقَاءِ شَجَرَتِهَا الْحَاضِرَةِ، وَتَبْدِيلِ الثَّمَرَةِ الْفَانِيَةِ بِأَمْثاَلِهَا.

وَكَذَا إِنَّ مِنْ أَشَدِّ حَالاَتِ رُوحِ الْبَشَرِ هِىَ التَّأَلمَاتُ النَّاشِئَةُ مِنَ الْفِرَاقَاتِ. فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ تَفْتَرِقُ الْفِرَاقَاتُ وَتَنْعَدِمُ. بَلْ تَنْقَلِبُ بِتَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ الَّذِى فِيهِ لَذَّة ٌ أُخْرٰى إِذْ [كُلُّ جَدِيدٍ لَذِيذٌ].1




[NOT]Dipnot-1
Lâkin, birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdat eden adam, kalben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki, hem mütesellî, hem vicdanı mutmain olur.

Dördüncü nokta
İman nuru, lezâiz-i meşrûanın zevâle başladıkları zaman hasıl olan elemleri, emsalinin vücut ve gelmekte olduklarını göstermekle izale eder.
Ve kezâ, nimetlerin devam edip tenakus etmemesini, nimetlerin menbaını göstermekle temin eder.
Ve kezâ, firak ve ayrılmaların elemlerini, teceddüd-ü emsalinin lezzetini göstermekle izale eder. Yani zeval düşüncesiyle bir lezzette çok elemler olur ki, iman o elemleri teceddüd-ü emsaliyle ihtar ve izale eder. Maahâzâ, lezzetlerin teceddüdünde de başka lezzetler vardır. Evet, bir semerenin şeceresi olmasa, o semerede münhasır kalan lezzet, onun yemesiyle zâil olur ve zevâli de mûcib-i teessür olur. Fakat o semerenin şeceresi mâruf ise, o semerenin zevâlinden elem hasıl olmuyor; çünkü yerine gelen var. Ve aynı zamanda, teceddüd haddizâtında bir lezzettir.
Ve kezâ ruh-u beşeri en ziyade sıkan, ayrılmalardan neş’et eden elemlerdir. Nur-u iman o elemleri teceddüd-ü emsal ve tahaddüs-ü visâl ümidiyle izale eder.


[/NOT]



elem: acı, keder, sıkıntı
emsal: benzer
firak: ayrılık
haddizâtında: aslında, yaratılışında
hasıl olan: meydana gelen
hasıl olmak: meydana gelmek
ihtar: hatırlatma
iman: Allah’a inanma
istimdat: yardım dileme
istinad etmek: dayanmak
izale etme: giderme
kezâ: bunun gibi
lezâiz-i meşrûa: İslâmın izin verdiği helâl lezzetler
lâkin: ama, fakat
maahâzâ: bununla beraber
menba: kaynak
mutmain: şüphesiz, tam kanaatle inanma
mâruf: bilinen, belli
mûcib-i teessür: üzüntü verici
münhasır: ait, sınırlı
mütesellî: tesellî bulan
neş'et eden: doğan, meydana gelen
nimet: iyilik, lütuf, ihsan
nur-u iman: iman ışığı, aydınlığı
ruh-u beşer: insan ruhu
semere: meyve
tahaddüs-ü visâl: her ayrılıktan sonra kavuşmanın olması
teceddüd: yenileme
teceddüd-ü emsal: benzerleriyle yenilenme
temin etmek: sağlamak
tenakus: eksilme, noksanlaşma
zevâl: geçip gitme, kaybolma
ziyade: çok, fazla
zâil olma: kaybolma, geçip gitme
ünsiyet etmek: alışmak
şecere: ağaç

<TBODY>
</TBODY>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 493

اَلنُّقْطَةُ الْخَامِسَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الَّذِى يُصَوِّرُ مَا يُتَوَهَّمُ أَعْدآءً وَاَجَانِبَ وَاَمْوَاتاً مُوحِشِينَ، وَاَيْتاَماً بَاكِينَ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ، أَحْباَباً وَإِخْوَاناً وَأَحْياَءً مُونِسِينَ، وَعِبَاداً مُسَبِّحِينَ ذَاكِرِينَ.

يَعْنِى أَنَّ نَظَرَ الْغَفْلَةِ يَرٰى مَوْجُودَاتِ الْعَالَمِ مُضِرِّينَ كَاْلاَعْدَاءِ وَيَتَوَحَّشُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ، وَيَرٰى اْلاَشْيآءَ كَاْلاَجَانِبِ. إِذْ فِى نَظَرِ الضَّلاَلَةِ تَنْقَطِعُ عَلاَقَةُ اْلاُخُوَّةِ فِى كُلِّ اْلاَزْمِنَةِ الْمَاضِيَةِ وَاْلاِسْتِقْبَالِيَّةِ. وَمَا اُخُوَّتُهُ وَعَلاَقَتُهُ إِلاَّ فِى زَمَانٍ حَاضِرٍ صَغِيرٍ قَلِيلٍ. فَاُخُوَّةُ أَهْلِ الضَّلاَلةِ كَدَقِيَقَةٍ فِى اُلوفِ سَنَةٍ مِنَ اْلاَجْنَبِيَّةِ. وَاُخُوَّةُ أَهْلِ اْلاِيمَانِ تَمْتَدُّ مِنْ مَبْدَإِ الْمَاضِى إِلٰى مُنْتَهٰى اْلاِسْتِقبَالِ.

وَاِنَّ نَظَرَ الضَّلاَلةِ يَرٰى أَجْرَامَ الْكَائِنَاتِ أَمْوَاتاً مُوحِشِينَ. وَنَظَرَ اْلاِيمَانِ يُشَاهِدُ اُولٰئِكَ اْلاَجْرَامَ أَحْياَءً مُونِسِينَ يَتَكَلَّمُ كُلُّ جِرْمٍ بِلِسَانِ حَالِهِ بِتَسْبِيحَاتِ فَاطِرِهِ. فَلَهَا رُوحٌ وَحَيَاةٌ مِنْ هٰذِهِ الْجِهَةِ. فَلاَ تَكُونُ مُوحِشاً مُدْهِشاً، بَلْ اَنِيساً مُونِساً.

وَاَنَّ نَظَرَ الضَّلاَلةِ يَرٰى ذَوِى الْحَياَةِ الْعَاجِزِينَ عَنْ مَطَالِبِهِمْ لَيْسَ لَهُمْ حَامٍ مُتَوَدِّدٌ وَصَاحِبٌ مُتَعَهِّدٌ. كَأَنهاَ أَيْتاَمٌ يَبْكُونَ مِنْ عَجْزِهِمْ وَحُزْنِهِمْ وَيَأْسِهِمْ. وَنَظَرُ اْلاِيمَانِ يَقُولُ: إِنَّ ذَوِى الْحَياَةِ لَيْسُوا أَيْتَاماً بَاكِينَ، بَلْ هُمْ عِبَادٌ مُكَلَّفُونَ وَمَأْمُورُونَ مُوَظَّفُونَ وَذَاكِرُونَ مُسَبِّحُونَ.1



[NOT]

Dipnot-1
Beşinci nokta:
İnsan şu mevcudatta kendisine düşman ve ecnebî tevehhüm ettiği veya ölüler, yetimler gibi hayatsız perişan vehmettiği şeyleri nur-u iman, ahbap ve kardeş sıfatıyla gösterir ve hayattar tesbihhân şeklinde irâe eder.
Yani, gafletle bakan adam, âlemin mevcudâtını düşman gibi muzır telâkki ederek tevahhuş eder. Ve eşyayı ecnebîler gibi görür. Çünkü, dalâlet nazarında mâzi ve istikbâl zamanlarındaki eşya arasında uhuvvet, kardeşlik rabıtası ve bağlanış yoktur. Ancak eşya arasında küçük, cüz’î bir alâka olur. Binaenaleyh, ehl-i dalâletin yekdiğerine olan uhuvvetleri, binler senelik uzun bir zamanda bir dakika kadardır.
Ve kezâ, iman nazarında bütün ecrâmı, hayattar ve birbirine ünsiyetli olduklarını görüyor. Ve her bir cirmin lisan-ı haliyle Hâlıkına tesbihat yapmakta olduğunu gösteriyor. İşte, bu itibarla, bütün ecramın kendilerine göre bir nevi hayat ve ruhları vardır. Binaenaleyh imanın şu görüşüne nazaran o ecramda dehşet, vahşet yoktur, ünsiyet ve muhabbet vardır.
Dalâlet nazarı, matluplarını tahsil etmekten âciz olan insanların sahipsiz, hâmîsiz olduklarını telâkki eder ve hüzün, keder, aczlerinden dolayı ağlayan yetimler gibi zanneder. İman nazarı ise, canlı mahlûkata, ağlar yetimler gibi değil, ancak mükellef memur, muvazzaf zâkir ve tesbihhân ibâd sıfatıyla bakar.
[/NOT]



Hâlık
: herşeyi yaratan Allah




acz
: acizlik, güçsüzlük

ahbap: dostlar, sevgililer
binaenaleyh: bundan dolayı
cirm: büyüklük
cüz'î: ferdî, küçük
dalâlet: hak yoldan ayrılma
ecnebî: yabancı
ecram: gök cisimleri
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapan kimseler
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hayattar: canlı
hâmî: koruyucu, sahip çıkan
ibâd: kullar
irâe eden: gösteren
istikbâl: gelecek zaman
lisan-ı hal: hal ve beden dili
mahlûkat: yaratıklar
matlup: istenen, talep edilen
mazi: geçmiş
mevcudat: varlıklar
muvazzaf: görevli
muzır: zararlı şeyler
mükellef: yükümlü
nazar: bakış, görüş
nazaran: –göre
nur-u iman: iman ışığı, aydınlığı
rabıta: bağ, ilgi
telâkki: anlama, kabul etme
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tesbihhân: tesbih eden
tevahhuş: korkma, ürküntü duyma
tevehhüm etmek: kuruntuya düşme
uhuvvet: kardeşlik
vahşet: ürküntü, korku
vehmetmek: kuruntu yapmak
yekdiğer: bir diğer şey
yetim: babası ölmüş olan çocuk, tek, yalnız
zâkir: zikreden
ünsiyet: dostluk, yakınlık

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 494

اَلنُّقْطَةُ السَّادِسَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ لِلدَّارَينِ كَسُفْرَتَيْنِ مَمْلُوءَتَيْنِ مِنَ النِّعَمِ يَسْتَفِيدُ مِنْهُمَا الْمُؤْمِنُ بِيَدِ اْلاِيمَانِ بِأَنْوَاعِ حَوَاسِّهِ الظَّاهِرَةِ وَالْبَاطِنَةِ، وَاَقْسَامِِ لَطَائِفِهِ الْمَعْنَويَّةِ وَالرُّوحِيَّةِ الْمُنْكَشِفَةِ بِضِيَاءِ اْلاِيمَانِ. نَعَمْ: إنَّ فِى نَظَرِ الضَّلاَلةِ تَتَصَاغَرُ دَائِرَةُ اِسْتِفَادَةِ ذَوِى الْحَياَةِ اِلٰى دَائِرَةِ لَذَائِذِهِ الْمَادِّيَّةِ الْمُنَغَّصَةِ بِزَوَالِهَا.

وَبِنُورِ اْلاِيمَانِ تَتَوَسَّعُ دَائِرَةُ اْلاِسْتِفَادَةِ اِلٰى دآئِرَةِ تُحِيطُ بِالسَّمٰواتِ وَاْلاَرْضِ بَلْ بِالدُّنْياَ وَاْلآخِرَةِ. فَالْمُؤْمِنُ يَرٰى الشَّمْسَ كَسِرَاجٍ فِى بَيْتِهِ وَرَفِيقاً فِى وَظِيفَتِهِ وَأنِيسساً فِى سَفَرِهِ؛ وَتَكُونُ الشَّمْسُ نِعْمَةً مِنْ نِعْمَةٍ. وَمَنْ تَكُونُ الشَّمْسُ نِعْمَةً لَهُ؛ تَكُونُ دَائِرَةُ اِسْتِفَادَتِهِ وَسُفْرَةُ نِعْمَتِهِ اَوْسَعَ مِنَ السَّمٰواتِ.

فَالْقُرْآنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ بِاَمْثَالِ [وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ]1 [وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ]2 يُشِيرُ بِبَلاَغَتِهِ إِلٰى هٰذِهِ اْلإِحْسَانَاتِ الْخَارِقَةِ النَّاشِئَةِ مِنَ اْلاِيمَانِ.

اَلنُّقْطَةُ السَّابِعَة

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى اللهِ. فَوُجُودُ الْوَاجِبِ الْوُجوُدِ نِعْمَة ٌ لَيْسَتْ فَوْقهَا نِعْمَةٌ لِكُلِّ أَحَدٍ ولِكُلِّ مَوْجُودٍ. وَهٰذِهِ النِّعْمَةُ تَتََضَمَّنُ أَنْوَاعَ نِعَمٍ لاَ نِهَايَةَ لَهَا، وَأَجْنَاسِ إِحْسَانَاتٍ لاَ غَايَةَ لَهَا، وَأَصْنَافَ عَطِيَّاتٍ لاَ حَدَّ لَهَا.3



[NOT]Dipnot-1 İbrahim Sûresi, 14:33.
Dipnot-2 Hac Sûresi, 22:65.
Dipnot-3

Altıncı noktaNur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere mazhar iki sofra ile tasvir eder ki, mü’min olan kimse iman eliyle ve zâhirî, bâtınî duygularıyla ve mânevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor. Dalâlet nazarında ise, zevilhayatın daire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.
İman nazarında, semâvât ve arzı ihâta eden bir daire kadar tevessü eder. Evet, bir mü’min, güneşi kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs, kameri bir idare lâmbası addedebilir. Bu itibarla şems, kamer, kendisine bir nimet olur. Binaenaleyh mü’min olan zâtın daire-i istifadesi semâvâttan daha geniş olur.
Evet, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan “Güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi.” (İbrahim Sûresi, 14:33); “Yerde olanları da sizin hizmetinize vermiştir.” (Hac Sûresi, 22:65) âyetlerin belâgatı ile, imandan neş’et eden şu harika ihsanlara, in’âmlara işaret ediyor.

Yedinci nokta
Nur-u iman ile bilinir ki, Allah’ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin envâını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını hâvi bir menba, bir kaynaktır.

[/NOT]






Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur’ân-ı Kerim addetmek: saymak
arz: yeryüzüatiyye: verilen, nimet
belâgat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme binaenaleyh: bundan dolayı
bâtınî: görünmeyen, iç cins: tür
daire-i istifade: yararlanma alanıdalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dam: tavanenvâ: neviler, türler
fevkinde: üstündehane: ev
hâvi: içine alanihsan: bağış, iyilik, lütuf
ihâta etmek: içine almak, kuşatmakiman: inanma
in’âm: nimetlendirme istifade: faydalanma
kamer: ayletaif: lâtifeler, duyular
lüküs: eskiden kullanılan hava basınçlı bir aydınlatma aracımazhar: bir nimeti üzerinde bulunduran
menba: kaynakmü'min: Allah’a inanan
münhasır: aitnazar: bakış, görüş
neş'et etmek: kaynaklanmak nihayetsiz: sınırsız
nimet: iyilik, lütuf, ihsan nur-u iman: iman ışığı, aydınlığı
ruhî: ruha ait semâvât: gökler
sonsuz: sonu olmayantasvir etme: anlatma, ifade etme
tevessü etmek: genişlemekzahirî: görünürde olan
zevilhayat: canlılar âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âlem: dünya, evren âyet: Kur’an’ın her bir cümlesi
şems: güneş

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dokuzuncu Lem'a - Sayfa 495

قَدْ اُشِيرَ اِلٰى قِسْمٍ مِنْهاَ فِى اَجْزَاءِ [رِسَالَةِ النُّورِ] وَبِالْخَاصَّةِ (فِى الْمَوْقِفِ الثَّالِثِ مِنَ الرِّسَالَةِ الثَّانِيَةِ وَالثَّلاَثِينَ). وَكُلُّ الرَّسَائِلِ الْباَحِثَةِ عَنِ اْلاِيمَانِ بِاللهِ مِنْ أَجْزَاءِ رِسَالَةِ النُّورِ تَكْشِفُ الْحِجَابَ عَنْ وَجْهِ هٰذِهِ النِّعْمَةِ. فَإِكْتِفَاءً بِهَا نَقْتَصِرُ هُناَ.

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى رَحْمَانِيَّتِهِ تَعَالٰى اَلتِى تَتَضَمَّنُ نِعَماً بِعَدَدِ مَنْ تَعَلَّقَ بِهِ الرَّحْمَةُ مِنْ ذَوِى الْحَََياَةِ. إِذْ فِى فِطْرَةِ اْلاِنْسَانِ بِسِرِّ جَامِعِيَّتِهِ عَلاَقاَتٌ بِكُلِّ ذَوِى الْحَياَةِ تَحْصُلُ لَهُ سَعَادَة ٌ مَعْنَويَّةٌ بِسَبَبِ سَعَادَاتِهِمْ. وَفِى فِطْرَتِهِ تَأَثرٌ بِآلاَمِهِمْ. فَالنِّعْمَةُ عَلَيْهِمْ تَكُونُ نَوْعَ نِعْمَةٍ لِذَلِكَ اْلاِنْسَانِ. وَالْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى رَحِيمِيَّتِهِ تَعَالٰى بِعَدَدِ اْلاَطْفَالِ الْمُنْعَمِ عَلَيْهِمْ بِشَفَقَاتِ وَالِدَاتِهِمْ. إِذْ كَمَا أَنَّ كُلَّ مَنْ لَهُ فِطْرَةٌ سَلِيمَةٌ يَتَأَلمُ وَيَتَوَجَّعُ مِنْ بُكَاءِ طِفْلٍ جَائِعٍ لاَ وَالِدَةَ لَهُ؛ كَذَلِكَ يَتَنَعَّمُ بِتَعَطُّفِ الْوَالِدَاتِ عَلٰى أَطْفَالِهَا. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى حَكِيمِيَّتِهِ تَعَالٰى بِعَدَدِ دَقَائِقِ جَمِيعِ أَنْوَاعِ حِِكْمَتِهِ فِى الْكَائِنَاتِ. إِذْ كَمَا تَتَنَعَّمُ نَفْسُ اْلإِنْسَانِ بِجَلَوَاتِ رَحْمَانِيَّتِهِ، وَيَتَنَعَّمُ قَلْبُ اْلاِنْسَانِ بِتَجَلِّياَتِ رَحِيمِيَّتِهِ؛ كَذَلِكَ يَتَلَذَّذُ عَقْلُ اْلاِنْسَانِ بِلَطَائِفِ حِكْمَتِهِ.1




[NOT]Dipnot-1
Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. Risale-i Nur’un eczasında bir kısmına işaretler yapılmıştır. Maahâzâ, iman-ı billâhdan bahseden Risale-i Nur’un cüzleri, bu nimetten perdeyi kaldırarak gösteriyor.

“Elhamdü lillâh” lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lâzım olan nimetlerden birisi de, Rahmâniyet nimetidir. Evet, Rahmâniyet, zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü bilhassa insan, her bir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla insan her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle müteessir olur. Öyleyse, herhangi bir fertte bulunan bir nimet, arkadaşlarına da bir nimettir. Ve kezâ, validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukların sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdlere, senâlara kesb-i istihkak edenlerden birisi de rahîmiyettir. Evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. İşte, bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükürler ister. Ve kezâ, kâinatta mündemiç hikmetlerin bütün envâ ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden birisi de hakîmiyettir. Zira insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder. İşte, bu itibarla ağız dolusu ile “Elhamdü lillâh” söylemekle hamd ü senâları istilzam eder.

[/NOT]




Rahmâniyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği
alâkadar olmak: alakalı, bağlantılı olmak
bilhassa: özellikle
binaenaleyh: bundan dolayı
cilve: görüntü, akis
cüz: bölüm, kısım
ecza: parçalar, bölümler
efrad: fertler, bireyler
elem: keder, üzüntü
elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
envâ: türler, çeşitler
fert: kişi, şahıs
hakîmiyet: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yapma
hamd ü sena etmek: hamd edip övmek
hamd ü senâ: Cenab-ı Hakka şükür ve övgüde bulunma
hikmet: sebep, ince sır
iktiza etmek: gerektirmek
iman: Allah’a inanma
iman-ı billâh: Allah’a iman
istilzam etmek: gerektirmek
kesb-i istihkak etmek: hak kazanma, lâyık olma
kezâ: bunun gibi
letaif: lâtifeler, duyular
lâm-ı istiğrak: Arapça, başına geldiği kelimeyi umûmileştiren “lâm”
maahâzâ: bununla beraber, bununla birlikte
mahzuz olmak: hazzetmek, hoşlanmak
mazhar olmak: erişmek
mündemiç: içinde olan
müteessir olmak: üzülmek
nefs: kişinin kendisi
nimet: iyilik, lütuf
rahmet: şefkat ve merhamet
rahîmiyet: Allah’ın sonsuz merhamet ediciliği
saadet: mutluluk
saidleşmek: mutlu olmak, sevinmek
senâ: övgü
tazammun etmek: içine almak, kapsamak
tecelliyât: görünümler, yansımalar, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi
telezzüz etmek: lezzet almak
umum: bütün
valide: anne
vicdan: insanın içinde bulunan ve iyiyi kötüden ayırabilen his
zerrât-ı âlem: evrendeki zerreler
zevilhayat: hayat sahibi, canlı
zîhayat: canlı, hayat sahibi

<TBODY>
</TBODY>


 
Üst