Hayatın Lezzetini ve Zevkini İsterseniz..

topraktoprak

Well-known member
Bu dünya gölgeler âlemi; ahiret asıl…
Bu dünya fanilik âlemi; ahiret baki…
Bu dünya imtihan meydanı; ahiret saadet diyarı…
Bu dünya ahiretin tarlası; mahsüller orada alınacak…
Dünyanın mahiyetini böylece nazara aldığımızda, ondan bekleyeceğimiz lezzet ve zevk de “gölge zevk”, “fani lezzet” olur.
Gerçek zevk, ebedî olandır.Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir (A’lâ Sûresi, 17)
Değerli dostlar risale derslerimiz devam ediyor Katılımlarınızı bekliyoruz...
Allah'ın selamı hepimizin üzerine olsun. Amin.

[BILGI]Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz. 13. söz[/BILGI]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 7: 13.söz

İman hayata hayat olursa, yani hayatımız imanla nurlanır ve canlanırsa, o iman sayesinde kalbimizin, ruhumuzun alacakları zevk ve lezzetler de ayrı bir keyfiyet kazanır.
Üstadımız, namazı “bu fani misafirhanede bakiyane bir sohbet” olarak görüyor. Buna göre, bu fani dünyada da o asıllar âleminin zevklerinden bir nebze olsun tadabileceğimiz anlaşılır.
Bunun ilk adımı ve temel şartı imandır. İman ile insan kalbi, bütün Âlemlerin Rabbine teveccüh eder. Allah’ın kulu olmanın, Onun eseri, Onun sanatı ve bu dünyada Onun misafiri olmanın zevki, fani lezzetlerle kıyaslanmaz, Bu zevk, gölge değildir, asıldır. Zira, bu zevk, günün birinde bir gölge gibi kaybolup gidecek olan bedenimize ait bir haz değil, baki olan ruhumuza mal olmuş ve onunla birlikte kabirde de ahirette de devam edecek bir lezzettir.
Üstat hazretleri kalbin “ayine-i Samed” olduğunu ifade eder. Samed, “her şey Ona muhtaç O ise hiçbir şeye muhtaç değil” demektir. Bir çiçek de Allah’a muhtaçtır, bir böcek de. İnsan bedeni de bir yönüyle bunlara benzer, o da bütün bir kâinata muhtaçtır. Ama insan kalbi, Samed isminin en büyük, en derin ve en geniş aynasıdır. Zira, insan kalbi kâinat ve içindekilerle değil, onların yaratıcısına iman ile ve Onu anmakla tatmin olabilmektedir.
“Haberiniz olsun ki, Kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur” (Ra’d Sûresi, 41) ayet-i kerimesi bu gerçeğin en güzel ifadesidir.
Öyleyse gerçek zevk, Allah’a inanmak ve Onu anmakla insan kalbinde hasıl olan manevi haz ve ulvî lezzettir.
Allah Baki’dir, insanın kalbini ve ruhunu da baki kılmıştır. Ruh da Onun ihsanıyla bakidir. İşte imanın verdiği zevk, bu baki ruhun Baki olan Allah’a iman ile, Onun marifetinde yol almakla, Ona yaklaştırıcı ameller işlemekle kazandığı zevklerdir.
Bu zevklerini çok önemli bir kısmı On Birinci Sözde güzelce ortaya konulur. “Senin hayatının gayelerinin icmali dokuz emirdir.” diye başlayan bölümde verilen dersleri, bu yönüyle, başlıklar halinde hatırlayalım:
Duygularımızla İlahi rahmet hazinelerinin nimetlerini tartıp külli şükretmenin zevki…
Manevi cihazlarımızı kullanarak Esma-i İlahiyenin tecellilerini seyretmenin zevki…
Ahsen-i takvimde en güzel ve mükemmel bir mahluk olarak kendimizi diğer mahlukların müşahedesine sunmanın zevki…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ubudiyet görevimizi yerine getirmenin zevki…
Esma tecellileriyle süslenmiş ve mükemmelleşmiş bir mahluk olarak, özelikle namaz vakitlerinde, kendimizi Rabbimizin müşahedesine arz etmemizin zevki..
Mahlukatın ibadetlerini, tespihlerini tefekkür etmenin zevki…
Cüzi sıfatlarımızı vahid-i kıyası ittihaz ederek, Allah’ın külli sıfatlarını bilmenin zevki…
Âlemdeki varlıkların Allah’ın birliğine olan delaletlerini okumanın ve anlamanın zevki...
Aczimizi, fakrımızı ve noksanlığımızı iyi değerlendirerek Rabbimizin kudretini, kuvvetini, rahmetini tefekkür etmenin zevki…
Bunların her biri, imanın insan kalbine tattırdığı çok büyük manevi lezzetlerdir.
Dersin devamında hayatın saadet içindeki kemaline geçilir ve şöyle buyrulur:
''Şimdi hayatının saadet içindeki kemâli ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî'nin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir.Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i Nurunu yerleştirmektir.”
İmanın zevkine varmak, onu inkişaf ettirmek ve korumak için iki önemli esas vardır: Salih amel ve takva.
Dünya işlerinde başarılı olmanın da yolu bu esaslara uymaktan geçer. Yani, insan önce bir meseleyi gaye edinecek, sonra o gayesinin tahakkuku için olanca gücüyle çalışacak, ve ona zarar verecek yanlışlıklardan da bütün hassasiyetiyle sakınacaktır.
Salih amelin ölçüsü, Allah Resulünün (asm.) işlediği bütün güzel amelleri yapmaya çalışmak; takvanın ölçüsü ise bütün kötülüklerden onun sakındığı gibi sakınmaktır.
İşte, “hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz” cümlesinde bu esaslar güzel bir şekilde ders verilmiştir. Bir hayat, iman ile kemale erer ve canlılık kazanırsa, onu hemen ibadet takip eder; “feraizle ziynetlendirmek”, yani farzları işlemekle onu süslemek, daha da güzelleştirmek görevi başlar. Kazanılan bu nimetin kaybedilmemesi, bu süslerin bozulmaması, çirkinliğe dönüşmemesi için de takvaya, günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır.
Üstadın bu ifadesinde şöyle bir işaret de olabilir:
“Nasıl cansız bir cisim, hiçbir iş göremezse, iman ile gerçek manada canlılık kazanmayan bir hayat da manen ölü gibidir; ondan ne farzların işlenmesi beklenebilir, ne de günahlardan sakınılması.
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 7: 13.söz

Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih,bir ders, bir ihtardır
Birgün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de, eskiden Risale-i Nur’dan medet isteyen gençlere dediğim gibi, dedim ki:

Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup, başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.

Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse, hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak, hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüşse, hazır lezzetine, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler, o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

Demek hayvandan yüz derece lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl‑i dalâletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasında mâdumdur, ölmüştür; akıl alâkadarlığıyla ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine mâdumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur; zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve mânevî ezvâkı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin, İhtiyar Risalesinde, Yedinci Ricada izahı var; ona bakmalısınız.

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. Hergün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-i mevt ise, size-başka gençlere söylediğim gibi-bir temsil ile beyan ediyorum.

Meselâ, burada, gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango—fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren—dairesi var. Biz, buradaki on kişi, alâküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından, her dakika ya “Gel, idam biletini al, darağacına çık” veyahut “Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış. Gel, al” demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri yarı çıplak, güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de, aldatmaz ve aldanmaz, ciddî bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: “Size bir tılsım, bir ders getirdim.

Bunu okusanız, o helvayı yemezseniz, o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsımla o emsalsiz ikramiye biletini alırsınız. İşte, bu darağacında, zaten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyorlar ve oraya girinceye kadar o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar. Ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını, milyonlar şahitler var, haber veriyorlar. İşte, pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zatlar yüksek sesle ilân ediyorlar ve haber veriyorlar ki, o darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüzle gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şüphesiz, gündüz gibi kat’î biliniz” dedi.

İşte, bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârâne zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için, genç ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel cellâdı başını kesmek için gelebilir.

Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terk edip, tılsım-ı Kur’ânî olan iman ve ferâizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiya1 aleyhimüsselâm ile beraber had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmişse, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle suiistimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı hâlinden, gençlik saikasıyla israfat ve suiistimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfü’l-kuburun müşahedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehadetiyle, ekser azaplar, gençlik suiistimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.

Hem nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette, ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretlerle “Eyvah, gençliğimizi bâd-ı hava, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız” diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azap ve zarar ve âhirette Cehennem ve sakar1 belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, 2 اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla, hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünkü zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin. Âmin.

[NOT]Dipnot-1 Yüz yirmi dört bin nebî, üç yüz on beş (veya üç yüz on üç) resûl olduğuna dair bk. Müsned 5:265; İbni Hibbân, es-Sahîh 2:77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 8:217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2:652.[/NOT]

Sözler - Onüçüncü Söz
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Risale Açıklamalı 7: 13.söz

"Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz."

Bu vecizenin, imanla alakalı kısmının izahı niteliğinde, diğer bir vecizede şöyle buyuruyor Üstad Hazretleri: “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” Yirmi Üçüncü Söz. Demek iman olmazsa hem dünya hem ahiret hayatında zevk ve lezzetten bahsetmek mümkün değildir.

İmansızlığın ve imanın gereği olan teslimiyet, tevekkül, tevhid inancı, ibadetlerden mahrum olanların dünya hayatlarının nasıl zindan olduklarını biliyor ve görüyoruz. Sevdiği birini kaybettiğinde, iflas ettiğinde intihar edenlere şahit oluyoruz. İmanlı birine göre küçük bir hadiseyi hayatın bitişi olarak yorumlayanlara çoğunlukla şahit oluyoruz. Bununla birlikte günahlardan çekinmemekle haram helal demeden yaşayanların dünyada dahi maddi, manevi cezalarını çektiklerine şahit oluyoruz. Hastanelerin ve hapishanelerin tamamı imansız ve günahkarlarla dolu değil ancak Allahın emir ve yasaklarına riayet etmeden yaşayanların hastane ve hapishanaleri en çok kullananlar olması da ihtimalden uzak değil. En basitinden Rasulullahın aleyhissalatü vesselamın sünnetine riayet etmeyen obezlerle, mide hastalarıyla dolu hastaneler. Hapishaneler Allahın yasak ettiği hırsızlar, cinayet suçluları, gaspçılar, tecavüzcülerle dolu..Bunlar dünyadaki neticeler...Ahiretteki neticeleri ise daha vahim.

Zerre kadar imanı olanın er yada geç cennete gireceği hadisi şeriflerde mevcuttur. Ancak Efendimiz aleyhisalatü vesselam buyurmuşlar ki "Bir ömrü nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz." İmanın zerresi eninde sonunda cennete girmeye bir vesile olsa da, farzlarla süslenmeyen, günahlardan çekinmekle muhafaza edilmeyen bir hayat tarzı, son nefeste zerre kadar imandan bizi mahrum bırakabilir. Allah muhafaza.

AMİN.
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 7: 13.söz

"Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz."


Çok basit bir örnek vermek gerekir ise; takib edenler bilir, geçen bir üyenin açtığı bir konu vardı, eşini evlenmeden önce bir kaç kez aldatmış ve evlenmiş üstünden baya zaman geçmesine rağmen vicdanı rahat değil burada konu açarak ne yapması gerektiğini sormuştu.

Haram dairesinde bulunan nefsimize lezzet olarak görünen ne varsa hepsi bir kaç dakikalık hoşnutluk.. Ama kalb vicdan ve akıl bu melekeler nefsin bu hevesini öyle bir yok eder ki üstünden yıllar geçse de hep bir ah bıraktırır.

Helal dairesinde bulunan aklımıza nefsimize kalbimize ve vicdanımıza hoş gelen ne varsa .. Bu hoşnutluklar insandaki hicbir melekeye muhalif olmadığından öyle bir lezzet ve zevk vermekte ki üzerinden yıllar dahi geçsede düşüncesi dahi hoşnutluk, huzur, rahat ve güzellik vermesi bize Ustadımız Bediüzzaman hazretlerinin bu sözünün haklılığını göstermekte..

Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup, başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.

Ashabı Kehfi bilmeyen yoktur, hatta hristiyanlar dahi kabullenmekte ve her yıl bunu kutlamakta. Ashabı Kehfin hikayesini hatırlayacaksak Allahu Teala bu grubu yıllarca uyutmuş ve yeniden uyandırmış ve insanın ölüp dirilmesine ve ahirette yeniden dirileceklerine delil olarak bizlere göstermiş. Şu baharın her yıl mütemadiyen hiç aksamadan her yıl ölmesi ve her yıl yeniden dirilmesi bize öleceğimizi ve dirileceğimizi ve dirildiğimizde hesaba çekileceğimizi göstermekte. Ölene kadar ne meyve verdik ne kadar yaprak açtık, yada ne kadar zehir döktük.. İşte öyle de bizdeki gençlik kesinlikle gidecek, ya ölerek gidecek ya yaşlanarak..

Evladımızı kendi canımızı düşünecek olursak, evladımızın hicbir zaman gayri meşru işlerle meşgul olmasını istemeyiz, hatta bizde öyle bir hal alır ki onun o günahı işlemesi bizlerde derin elemlere neden olur. Gayret ederiz düzelmesi için ve baktık olmuyor cezalar veririz, yine baktık olmuyor artık ondan vazgeçeriz. Biz insanlarda bu hissiyat silsilesi böyle iken bütün noksanlıklardan tenzih olan sonsuz sıfat ve esma sahibi olan Allah yarattıkları arasında kendisine muhatab kabul ettiği insanlardaki bu silsile daha yüksek mertebede olmaz mı?

Madem hal böyle öyle ise Allaha itaat etmeli ve hayatımızı Onun istediği gibi tanzim etmeliyiz. Neden O nun istediği gibi tanzim etmeliyize gelince bu az önce vurguladığımız husus yani bize ebeveynlik yapan ailemiz tecrübelerinden ötürü bizim iyiliğimizi ve güzelliğimizi istiyorsa bütün herşeyi hakkıyla halk eden mabudu mahsud elbette bizlerin ihtiyacını ve isteklerini bizden daha iyi bilir..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Cevap: Risale Açıklamalı 7: 13.söz

Bazen insan bazı işlediği günahlarda bir lezzet hissediyor, halbuki islam da günah da lezzet yoktur demek te bu bir tezat değil midir? Sorusuna Ustad Bediüzzaman r.a. her bir günahta bir şeytani lezzet olduğunu ancak küfür de hicbir lezzet olmadığını söyleyerek izah etmektedir. Bugün yediğimiz et sotenin çok güzel lezzetli olduğunu söyler ve akabinde bunun at etinden olduğunu öğrenirsek nasıl istiskal ederiz değil mi? Hatta başında bilsek o yemeği yemekten ictinab etmez miydik? İşte öyle de günahlardaki lezzetinde şeytani lezzet olduğunu ve bunun mahiyetini iyi anlar isek biiznillah günahlardan da o et sote misali gibi ictinab edeceğiz istiskal edeceğiz..
 
Üst