Mü’min Mesûliyet Insanidir

ARİF

Well-known member
MÜ’MİN MESÛLİYET İNSANIDIR
“Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes’ûldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözeti-minde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’uldür. Herbirerleriniz râî ve herbirerleriniz raiyetinden sorumludur.” 342
Râî, herhangi bir şeyi görüp-gözeten, koruyup-kollayan ma’nâsına gelir. Çobana "râi” denmesi de, kendine emânet edilen hayvanları en emin, en müsâit yerlerde otlatması, onları kurda-kuşa kaptırmaması herhangi bir şeye maruz kaldıklarında onlarla içden alâkadâr olması, bu kudsî vazifeyi îfa ederken de fıtrî safvetiyle, her zaman hasis ihtiraslardan uzak kalabilmesi ve sürüsüne karşı duyduğu derin şefkat, beslediği engin merhamet hissiyle, onların elemleriyle müteellim, lezzetleriyle de mütelezziz olması gibi önemli hususlardan ötürüdür.
Ve işte, bir ma’nâda devlet reisi ile teb’a arasında da böyle bir münâsebet söz konusudur. Devlet reisi ve derecesine göre değişik dâirelerdeki onun temsilcileri, ellerinin altındakilerini görüp gözetmek, onların elem ve lezzetlerini paylaşmak, onlara mutlu gelecekler hazırlamak ve onların sıkıntılarını göğüslemekle sorumludurlar...
Hâne reisi ile aile fertleri arasında da aynı münasebet bahis mevzûdur; hâne reisi nafaka, elbise ve onları uygun bir yerde iskân etme gibi hususlarda birinci derecede sorumlu olduğu gibi, ta’lim, terbiye, hüsn-ü muâşeret, dünya ve ukba saadetini te’min gibi mes’elelerde de sorumludur.
Aynı durum, kadının kocasıyla olan münâsebetlerinde de geçerlidir; kadın evinin işlerini tedvirde, kocasının malını, ırz ve nâmusunu muhâfazada, sürüsünden mes’ul bir çoban gibi sorumludur.
Hizmetkârın, efendisinin malını, mülkünü; evlâdın, babanın servet, şeref ve haysiyetini koruyup kollamadaki durumları, hep bu "râî" ve "raiyye” mülâhazasıyla alâkalıdır. Denilebilir ki, din nazarında râî ve mer’î olmadık hiçbir mükellef yoktur. Bir yönüyle herkes tıpkı bir çoban, diğer yönüyle de güdülen raiyye mesâbesindedir. Hatta bir râi için güdülecek herhangi bir râiyye olmasa bile o yine sorumludur. Evet, herkes kendi nefsini, aklını ve bütün duygularını, bütün uzuvlarını birer emanet gibi koruyup kollama mecburiyetindedir.
İslâm, bildiğimiz bütün sistemler ve dinler içinde, devlet reisinden, evlerimizde çalışan hizmetçilere kadar, hem de, henüz demokrasi rüyalarının görülmediği bir dönemde, herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilân eden biricik hayat nizamıdır ve bu mevzûda ona rakîb bir başka sistem göstermek de mümkün değildir.
İslâm Peygamberi "devlet reisi mes’ûldür”der, onun sorumluluğunu, sorumluluk sınırlarını, vazife ve mükellefiyetlerini bir bir sıralar.. kadın ve erkeğin mes’ûliyetlerini hatırlatır ve ayrı ayrı sahalarda, her ikisine de belli sorumluluklar yükler.. babanın evlâda, evlâdın babaya karşı mes’uliyetlerinden söz eder ve her iki tarafın da hak ve mükellefiyetlerine dikkat çeker.. hatta, bu mevzûda, dünyadaki gelişmeler nazar-ı itibara alınacak olursa, çok erken sayılabilecek bir dönemde, hizmetçi ve işçilerin hak ve mes’ûliyetlerinden bahisler açarak, beşer tarihindeki içtimaî çalkantılardan çok önce sosyal bir probleme çözüm teklif eder.
İşte size, devlet reisi ve teb’anın karşılıklı haklarından -ki, çoğu Ahkâm-ı Sultaniyelerde beyan edilmiştir- evlâd ve ana-baba haklarına, ondan karı-koca ve işçi-işveren haklarına kadar, fıkıh kitaplarında, ahlâk ve terbiye risalelerinde, içtimâiyat ve hukuk eserlerinde; oldukça hacimli birer yer işgal eden onca mes’elenin üç-beş kelime ile peygamberâne bir ifadesi daha..!

Sonsuz Nur 1, s:360
 

ARİF

Well-known member
MUKADDESAT VE MESULİYET
Başkasına itimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi herbiriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tembel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, biçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terk edip, hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla, hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyidir?
Mukaddesat o koyunlardan daha kıymetlidir.[1]
KADER AÇISINDAN MESULİYET
Kader ve cüz-i ihtiyârî İslâmiyetin ve imânın nihayet hududunu gösteren, halî ve vicdânî bir imânın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyârî önüne çıkıyor; ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-i ihtiyârî, imân ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-i ihtiyârî, adem-i mesuliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imâniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfûs-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mesuliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-i ihtiyârîye istinat etmek, bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-i ihtiyâriyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir. Evet, mânen terakkî etmeyen avâm içinde, kaderin cây-ı istimâli var; fakat, o da mâziyât ve mesâibdedir ki, yeisin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbâliyâtta değildir ki, sefâhete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi teklif ve mesûliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imâna girmiş. Cüz-i ihtiyârî, seyyiâta mercî olmak içindir ki akîdeye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.
Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mesûldür. Çünkü, seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribât nevinden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribât yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat, hasenâtta iftihara hakkı yoktur; onda, onun hakkı pek azdır. Çünkü, hasenâtı isteyen, iktizâ eden rahmet-i İlâhiye ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Suâl ve cevap, dâî ve sebep, ikisi de Hak'tandır. İnsan, yalnız duâ ile, imân ile, şuur ile, rızâ ile, onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen, nefs-i insaniyedir-ya istidad ile, ya ihtiyâr ile. Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ziyâsından bâzı maddeler, siyahlık ve taaffün alır; o siyahlık onun istidadına âittir. Fakat, o seyyiâtı çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden, yine Hak'tır. Demek, sebebiyet ve suâl, nefistendir ki, mesuliyeti o çeker. Hakka âit olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için, güzeldir, hayırdır.
İşte, şu sırdandır ki, kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam, diyemez "Yağmur rahmet değil." Evet, halk ve icad da bir şerr-i cüzî ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüzî için hayr-ı kesîri terk etmek, şerr-i kesîr olur. Onun için, o şerr-i cüzî hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki, abdin kisbine ve istidadına âittir.[2]

[1] Münazarat-Elhasıl

[2] Sözler, kader Risalesi
 
Üst