efendimize itaat

ARİF

Well-known member
EFENDİMİZE İTAAT
"gul inküntüm tuhubbünallahü fettebiuni yuhbib kümullah."
âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. Şöyle ki:
Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice katîdirler.
Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
Evet, bu kâinatı bu derece in'âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcelâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san'atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharınıistediği cemal ve kemal ve esmâ ve san'atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine numune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.
Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.
Lemalar
 

ARİF

Well-known member
Gazneli Sultan Mahmut bir gün divana gittiğinde bü­tün memleket büyüklerinin orada toplanmış olduklarını gördü. Beylerini ve vezirlerini denemek istedi. Bir mücev­her çıkararak vezirine uzattı:
"Bu nasıl bir mücevher, değeri ne olabilir?" diye so­runca vezir:
"Bu çok kıymetli bir mücevherdir, yüz eşek yükü altın eder." dedi.Padişah:
"Bu mücevheri kır." dedi. Vezir:
"Efendim, dedi. Ben bunu nasıl yapabilirim, ben padi­şahımın iyiliğini dileyen bir kişiyim, eğer kırarsam, bu size kötülük olur." dedi.
Padişah vezirin bu davranışını takdir etti ve ona çok değerli şeyler hediye etti.
Padişah bir müddet konuştuktan ve bu bahis unutul­duktan sonra aynı mücevheri perdecinin eline verdi ve:
"Bunun bir müşterisi çıksa acaba buna ne verir?" de­di.Perdeci:
"Bu mücevher ülkenin yarısı değerindedir." dedi.Padişah ona da:
"Bu mücevheri kır, parçala." dedi.Perdeci:
"Ey sultanların sultanı bunu kırmak çok yazık olacak, böyle değerli bir mücevher ancak sizin gibi eşsiz bir padi­şaha lâyıktır, onu kırmak olmaz. Bunu yapmak padişaha ve hazinesine düşmanlık olur." dedi. Padişah perdecinin bu söylediklerini de çok beğendi ona da çok değerli hedi­yeler verdi.
Biraz sonra mücevheri başka birine verdi, o da benzer şeyler söyledi. Padişah ona da değerli hediyeler verdi. Böylelikle birçok kişiyi sınayan padişah sonunda sadık bendesi Eyaz'ıçağırdı ona da mücevheri vererek değerini sordu sonra da:"Kır bunu." dedi.Eyaz hiç düşünmeden mücevheri paramparça etti. Et­rafındakiler acıdılar:
"Ey Eyaz ne yaptın öyle değerli bir mücevhere kıyılır mı, bu padişahın hazinesine ve padişaha hıyanettir, nasıl yaptın bunu?" dediler.Eyaz şöyle dedi:
"Padişaha gerçekten sevgi bağıyla bağlı olan için pa­dişahın emrinden ve arzusundan daha değerli bir şey ola­maz." dedi.


Mesnevi’deki Bütün Hikayeler, s:239
 
Üst