ülfet

ARİF

Well-known member
ÜLFET
Evrad u ezkarı bazen değiştirip okumak lazım. Çünkü ülfet hasıl olabilir. Bizim için en tehlikeli şeylerden biri de; dinî hayatı folklor hâline getirmektir. Yani, tefekkür ve heyecanı ülfet bohçasına sarıp sarmalayıp bir yana bırakmaktır.
Fasıldan Fasıla 2 s:25
ÜLFETLE GÖREMEDİĞİMİZ HARİKA TASARRUFAT
Beşeriyet fennen bu derece terakki ettiği halde, hala kalb naklini gerçekleştirme gayretiyle, yani bir insanın vücuduna nihayet hikmetle yerleştirilen bir aleti, hemcinsi olan diğer bir vücuda uydurmakla meşgul. Kalb yapmak ise beşerin hayalinden bile geçemiyor.
Aynı şekilde, hala takma diş yapmakla meşgulüz. Hakiki bir diş yapıp, onunla insan bedeni arasındaki münasebet iplerini dokumak beşer takatinin çok fevkindedir.
İnsanlardaki diğer cihazlar bu iki misale kıyas edilebilir.
Biz bir tek cihazımızın mislini yapamazken, bir buğday çekirdeği on tane buğday veriyor. Yani bir buğday tanesi kendisi gibi on fert yapmış oluyor.
Kendi sahasında mütehassıs olan bir göz doktorunun bütün marifeti, gözü bizlere göre daha iyi anlamak iken; ümmi bir kadın bir çift gözün yanında ağzı, burnu ve kulaklarıyla, kalbi, midesi ve ciğerleriyle, ruhu aklı ve hissiyatıyla bir çocuk dünyaya getiriyor.
Eğer toprağın da, annenin de birer sebep oldukları ve bu harika tasarrufun sahibinin ancak umum kainatın sanii olan Halık-ı Zülcelal olduğu kabul edilmezse, akıl ne ile mutmain olacaktır?
Mehmet Kırkıncı “Nükteler” s:122-
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Allah razi olsun bir iki satirda ben eklesem olurmu izninle kardesim:)


ÜLFET
Konuşma, dostluk, arkadaşlık, cana yakın olma; "münasip kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşma" anlamında bir terim. insanlar toplum içinde yaşadıkları için birbiriyle tanışıp görüşmeye, iyi geçinmeye mecburdurlar.

Ülfetin karşıtı uzlet'tir. Uzlet, insanlardan uzaklaşmak, bir köşeye çekilip kendi başına yaşamak demektir. Uzlet insan yaratılışına ters düşer. Allah Teâlâ bizi, birbirimizle görüşüp tanışmak için yaratmıştır (Hücûrat, 49/13). Şu halde, geçerli dinî bir sebep olmadan inanların toplumun dışında yaşamak istemeleri doğru değildir. Toplumun içinde, fakat, onlarla hoşça geçinerek hayatlarını sürdürmeleri dinî ve ahlâkî bakımdan daha uygundur. Peygamber (s.a.s) insanlardan kaçmamış, tam aksine onların içine girmiş, beraber yaşamış ve kendileri ile en güzel şekilde münasebetler kurmuştur.

Allah Teâlâ mü'minlerin kalplerini birleştirmiş, onların gönlüne dostluk ve ülfet doldurmuştur (Âlû İmran, 3/103). Bunun devam ettirilmesi Müslümanların görevidir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; "Mü'min ülfet eden ve kendisi i!e ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olanıdır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 4, 5, 335) buyurmuştur.

Başkalarını sevmeyenlerin onlarla ülfet etmesi mümkün değildir. Çünkü sevgiden yoksun gönüller başkaları ile konuşup görüşmek, dostluk kurmak istemezler.

Aslında ülfet, Allah Teâlâ'nın kullarına bağışladığı büyük bir nimettir. Bu nimetin Allah Teâlâ'nın kadrini bilmeli, hakkını vermelidir. Zira, bu nimetten mahrum olanlar uzlete çekilmek, diğer insanlardan uzaklaşmak, yalnız ve sıkıntılı bir hayat geçirmek zorunda kalırlar. Bu da insan tabiatına ters düşer. Halbuki ülfet insanları birbirine yaklaştırır, düşmanlıkları yok eder, dostlukların doğmasına vesile olur, düzenli işleyen bir cemiyet hayatının doğmasını mümkün kılar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kâfidir. Seni ve inananları yardımıyla destekleyen, kalplerini uzlaştıran O'dur. Eğer yeryüzünde olan her şeyi sarf etsen bile, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın, ama Allah onları uzlaştırdı. Doğrusu O, güçlüdür, hakîmdir" (el-Enfâl, 8/62-63).

Yukarıya alınan âyet ve hadislerden ülfetin, hem Allah Teâlâ'nın, şükrünün edâ edilmesi gereken bir nimeti, hem de iyi insan olmanın bir şartı olduğu anlaşılmaktadır.

Şamil İA
 

mihrimah

Well-known member
Allah razi olsun bir iki satirda ben eklesem olurmu izninle kardesim:)


ÜLFET
Başkalarını sevmeyenlerin onlarla ülfet etmesi mümkün değildir. Çünkü sevgiden yoksun gönüller başkaları ile konuşup görüşmek, dostluk kurmak istemezler.

Olmaz mı abla olur olur ben isterim konulara katılmanızı:p....(Arif abi adına cvp verdim ama abi affeder inş.:eek:)

Allah senden de razı olsun inş.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ülfet Nedir ve Nasıl Kurtuluruz ?



Ülfet, şu muhteşem kâinatta sergilenen ve her biri bir kudret mûcizesi olan mükemmel eserleri üstünkörü bir nazarla geçiştirme, onları bildiğini zannetme ve derinlemesine düşünmekten hassasiyetle kaçınma hastalığıdır. İnsan fikrini yanlış yollara sevkeden, vehimlere ve zanlara sürükleyen bir marazdır.

Uhrevî hayatımız için fevkalâde önem kazanmış olan bu yaramız üzerinde ne kadar durulsa yeridir.

Süleymaniye’ye ne zaman gitseniz, o muhteşem mâbedi hayran hayran seyreden bir grup insana rastlarsınız. Bu insanlar, o sanat âbidesini niçin uzun süre temaşa ederler? Bu soruya çeşitli cevaplar verilebilir. Bu sorunun en güzel cevabı şu olsa gerektir: “Diğer yapılarda san’at olmadığı için.”

Başka menzillerde ayrı mevzuları konuşan bu insanlar, Süleymaniye’ye geldiler mi artık Sinan’dan bahsetmeye başlarlar. Daima onu yâd eder, onu takdir ederler. Şimdi, hayâlimizde her şeyiyle Sinan’ın eseri olan bir şehir canlandıralım. Câmilerini de o yapmış olsun, dükkânlarını da, evlerini de, yollarını da.

Böyle bir şehirde doğan, büyüyen bir insan için iki şık söz konusudur:

Ya, her adımda Sinan’ı hatırlayacak; yahut, ülfet dediğimiz alışkanlık belâsıyla, bu harika eserleri görmeden yaşayacak, onun yapıp çattığı bu beldede ondan gâfil olarak ömür tüketecektir.

Büyüklüğüne sınır biçilemeyen ve sanat inceliklerine hakkıyla vâkıf olunamayan bu kâinat şehri de Allah’ın mülkü. Sinan’ın varlık programını bir katre su içinde O çizmiş. O katreyi câmiler, köprüler, hanlar, hamamlar yapan büyük bir mimar hâline o getirmiş. Sinan O’nun olduğu gibi, Süleyman da O’nun. Hepimiz O’nunuz. Bir gramında milyarlarca bakterinin oynaştığı şu toprak tabakası da O’nun, her damlasında trilyonlarca mikrobun kaynaştığı şu su damlası da... O, arz ve semânın yegâne Hâlıkı ve Mâliki. Arzdakiler de O’nun, semâdakiler de. Kimde ne güzellik varsa O’nun ihsanı, kimde ne kuvvet varsa O’nun ikramı.

Hiç bir insanın bu diyarda Allah’dan gâfil olmaması beklenir, ama bu çoğu kez gerçekleşmez. Dünyaya imtihan için gönderilen bu insanlar, hakikata erebilmek için nice perdeleri yırtmak ve nice engeli aşmakla karşı karşıya kalırlar. Nefis, şeytan, ihtiyaç, hırs, çevre, mevki, makam, servet ve daha niceleri.

Çoğu insanın şu mûcizeler diyarında gaflete düşebilmesi, biraz da onların bu âleme geliş biçimleriyle alâkalıdır. İnsanlar, bu beldeye Yıldız Sarayı’na girer gibi girmiyorlar. Kapıda saray muhafızlarınca karşılanmıyor, içerileri teşrifat memurları nezdinde gezmiyorlar. Onlar bu sarayın içinde yaratılıyorlar. Sarayda doğuyor, sarayda büyüyor, sarayda ölüyor, saraya defnediliyorlar.

İşte bu saray hayatının verdiği umursamazlık ve vurdumduymazlık hastalığına “ülfet” diyoruz. Bu hastalıkla fikirler uyuşur, ruhlar donuklaşır. Ne bakışlarda hayat, ne kalplerde seziş kalır. Bu derde müptelâ olanlar, her zerresi sonsuz hikmetler taşıyan bu âlemde ömürlerini

‘O mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler’

mısraında ifadesini bulan bir garip ruh hâleti içinde geçirir dururlar.

Yokluğunu hiç çekmedikleri nimetler onların nazarlarından saklanır.

Dünyanın güneş etrafındaki harika seyahatini hiç hatırlamazlar. Zira, bir an inmeksizin hep onun sırtında gezmişlerdir.

Baharın geldiğine yeterince hamdetmezler. Çünkü baharsız yıl geçirmemişlerdir.

Hava nimetine şükretmek hatırlarına gelmez. Çünkü, hiç havasız kalmamışlardır. Misaller çoğaltılabilir. Ve bütün bu nankörlükler çoğu kez ülfetten kaynaklanır.

ülfetten kurtulmanın çareleri olarak risalelerden derlediğimğiz bir takım tespitleri aşağıya alıyoruz.

1-kuvvetli bir tefakkür: Halbuki, o infilak ve inkılâbdan sonra, git gide letâif uykuya ve havâs o hakâik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübâreke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letâfetini ve tarâvetini kaybeder. Âdetâ sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iâde edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir Sahabenin kazandığı fazîlete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.(sözler)

iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeât ile (lemalar)

2-rabıta-i mevttir: Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır(lemalar)

3-dikkat ve niyet: hakikaten bugün, Siracü'n-Nur'un başındaki Münâcâtı tashih niyetiyle okudum. Kuvve-i hâfızam tam söndüğü için, birden o münâcâtın hakikatlerine karşı, güya seksen yaşında iken yeni dünyaya gelmişim gibi, birden ülfet ve âdetleri bilmiyor gibi, o malûm âdetler perde olamadı. Kemâl-i şevkle tam istifade edip okudum. Pek harika gördüm.

4-düzenli bir şekilde kur'an, cevşen ve risale-i nur gibi tefekküri eserleri okumak: Cevşenü'l-Kebîr ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor, gafletleri, tabiatları parça parça ediyor; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm, kâinatı envâıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklarla tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalâletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envâr-ı tevhidi gösteriyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur Editör
 

Tarihci

Marmara Tarih
Eğer toprağın da, annenin de birer sebep oldukları ve bu harika tasarrufun sahibinin ancak umum kainatın sanii olan Halık-ı Zülcelal olduğu kabul edilmezse, akıl ne ile mutmain olacaktır?


Kırkıncı hoca çok güzel söylemiş.. ne de olsa erzurumlu :)

Allah razı olsun..
 
Üst