Niyet Insani Kurtarabilir Mi?

ARİF

Well-known member
NİYET İNSANI KURTARABİLİR Mİ?


Neticede bir iş ve amele götüren niyet insanı kurtarabilir. Aksine, azim ve gayrete inkılab etmeyen bir niyet ise asla...
Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur demektir. Niyet sayesinde insan, nereye yöneldiğini,ne istediğini bilir ve yine onun sayesinde bir bulma ve elde etme şuuruna ulaşır.
İnsanın, bütün fiillerinin esası niyet olduğu gibi, eğilimlerine göre, "benim" deyip sahip çıkacağı işlerin vesilesi de yine niyettir. Keza; iradenin en sarsılmaz kaidesi ve insandaki inşa gücünün en metin temeli de niyetdir.
Niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine bakan yönüyle de oldukça ehemmiyet arzetmektedir. Nice küçük işler vardır ki; niyet sayesinde büyür; bir dane iken bin başak, bir damla iken derya olur. Ve nice dağ cesâmetinde himmet ve gayretler de vardır ki, kötü niyet yüzünden semeresiz ve güdük kalmışlardır.
Kulluk şuur ve idrâkiyle yatıp kalkmalar, yerlere kapanmalar; aç susuz durmalar ve meşru' bir kısım arzu ve isteklerden uzaklaşmalar, insanın başını en yüce âlemlere ulaştırır ve onu sultan kılar. Oysa ki, aynı hareketler ve daha binlercesi, bu idraktan uzak yerine getirildiği zaman, ızdırap çekme ve yorulmadan başka birşeye yaramaz. Demek ki, yaradanı hoşnud etmek yolunda insan, hem işlediği şeyler, hem de terk ettiği şeylerle yükseliyor ve "ahsen-i takvim "e mazhar oluyor. O'nun hoşnudluğu dışında ise, bin amel ve gayret hiçbir işe yaramıyor...
Niyet, öyle bir mâyedirki, "yok" onunla "var" olup bir cilve gösterir; var gibi görünen şeyler de yine ondaki bozukluktan ötürü ölür ve te'sirsiz kalır.
Gazada, kanlı elbiseleri boynunda, ölüp gayyaya yuvarlananlar az olmadığı gibi, dupduru niyeti sayesinde, yumuşak döşeklerde ölüp cennetlere gidenler de az değildir. Şerirlerle yaka-paça boğuşup yarınları aydınlatmak isteyen mertlerin, saf niyetlerinin yanıbaşında; bukavgayı şahsî çıkarları ve hasis menfaatleri için verenler de küçümsenmeyecek bir yeküne sahibdirler.Birinciler, arşiyeler çizerek yukarılara doğru yükselirken; ikinciler de başaşağı yıkılıp "Tamu"ya gideceklerdir.
Niyet, bu mahdut ve muvakkat dünya hayatında, sınırsızlığa kapı ve pencere açan esrarlı bir anahtar ve belli bir ömürde ebedî saadet veya şekâvet va'deden müthiş bir dildir.
Cihada hazır bir asker, Bilen cihadda bulunmadığı zamanlarda dahî, mücahidlerin hissesine düşen sevabı alacak. Kışlada nöbet saatinin gelmesini bekleyen bir er de, nöbet bekliyor gibi, aylar ve aylar, kendini ibadete vermiş birinin ibadetine terettüb eden hasenatı elde edecektir.
İşte bu sırdandır ki, inanan insan, muvakkat bir hayatta ebedi saadet ve ölümsüzlüğe erdiği gibi; inkar eden de ebedî şekavet ve talihsizliğe namzed olacaktır. Yoksa zahiri adaletin iktizasına göre, herkes kendi ibadet ve fazileti kadar veya rezalet ve denaeti mikdarınca lütuf ve ihsana; kahır ve azaba düçar olması uygun düşerdi ki; o da, iyilerin cennetlerde kalacakları sürenin, iyi insan olarak yaşadıkları süre kadar, kötülerin de cehennemde kalacakları süre kötülükleri kadar olabilecekti.Halbuki, ebediyet hem kötüler için, hem de iyiler için kazanılmış en son durumdur ve ötesinde hiçbir şey düşünmek de mümkün değildir.
İşte böyle, hem bitmeyen bir saadet, hem de tükenip yok olmayan bir azab ve şekavet, sadece insanın niyetinde aranmalıdır.Ebedî iman ve istikamet düşüncesi, ebedî saadete vesile olacağı gibi, ebedî küfran ve inhiraf düşüncesi de, ebedî talihsizliği netice verecektir.
Son dakikalarında kalbi, kulluk şuuruyla dolu bir insan, binlerce yıl ömrü olsa, düşünce dünyası istikametinde sarfedeceği için, o niyet ve kararlılıkta bulunduğundan ötürü, niyeti aynen amel kabul edilerek, ona göre muameleye tabî tutulur."Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır"(h). Öyle de, son dakikalarını yaşayan bir inkarcı, o ilhad ve küfür düşünceleri içinde, geleceğin binlerce yüzbinlerce yılını karartma niyetinde olduğu için, niyetine göre cezaya çarptırılacaktır.
Demek oluyor ki, bu mevzuda esas olan şey, onların yaşadıkları mahdud ve sınırlı hayatın vesileliğinden daha ziyade -aslında o mahdut hayat da niyetin tezahüründen ibaretdir- onların niyetleridir. Ebedi saadete iman ve onu kazanma -milyonlarca seneye vabeste olsa dahi-mü'min ferde ebedi cenneti kazandırıyor; aksi de, kafire cehennemi.
İnkarcı,isteyerek ve dileyerek içinde yaşattığı küfrün cezasını çekeceği gibi, bütün küfür ve taşkınlıklara sebebiyet veren şeytan dahi, bağrında barındırdığı devamlı inkar düşüncesinin cezasını, hem de bitmeyen bir azab olarak çekecektir.
Aslında, yaratılışına terettüb eden şeyler itibariyle, şeytanın gördüğü bir hayli iş ve hizmetler de vardır. İnsanın bir kısım istidat ve kabiliyetlerini inkişaf ettirilmesinde, beşerin fıtratında bulunan pek çok müsbet ma'denin tasfiye görüp açığa çıkmasında; hatta, kalb ve ruhun uyanık ve tetkikde bulunmasında inkar edilmeyecek kadar tesiri görülür şeytanın...
Evet o, fertlere ve cemaatlere musallat olur. Onların gönüllerine zehirli tohumlar saçarak, o gönülleri kötülüğün ve karanlığın yetiştirildiği tarlalar haline getirmeğe çalışır. Onun bu ifsad ve saptırma gayretlerine karşılık, bünyedeki ma'nevi duygular alarma geçer, tıpkı, antibiyotiğe karşı vücudun teyakkuza geçmesi gibi... Bu ise insan letaifinin gelişmesini, kuvvetlenmesini, hatta, bu en can alıcı hasım karşısında sık sık Yaradana sığınmasını netice verir ki, bu da insanın kalbi ve ruhi hayatı adına, pek az bir zarar ihtimaline karşılık, pek çok şey kazanması demektir. Böyle manevi bir te'sirle insanoğlunda mücadele azminin kamçılanması ve onun dikkate ve teyakkuza sevkedilmesi, nice saf madenlerin som altın ve nice evliya ve asfiyanın,büyük mücahidler ve kahraman gaziler olarak ortaya çıkmalarına vesile olmuştur.
Ne var ki, şeytanın, bu güzide insanları, mücahede ve mücadeleye sevk edip, onlara payeler kazandırmasına mukabil, kendisi için hiçbir mükafat bahis mevzuu değildir.Çünkü o, yaptığı bu şeyleri, hak dostları yücelsin diye yapmıyor; bilakis, onları günahlara sokmak ve yıkmak için yapıyor...
Demek oluyor ki, şeytanın hem niyeti bozuk, hem de ameli. O başkalarına kazandırdığı yüceliklerle değil; kendi pestliğine, niyet ve davranışlarının fena olmasına göre muameleye tabi tutulacaktır.
Şeytanın, niyeti bozuk ve davranışları da fenadır. Bir kere,isyanı şuurluca ve saptırması bilerekdir. "Ben sana secde ile emretmişken,seni, secde etmekten alıkoyan neydi? O (İblis) dedi: - Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.Allah (C.C) buyurdu: - İn oradan (cennetten) sana orada kibirlenmek gerekmez, çık. (Çünkü sen, hor ve bayağı kimselerdensin. İblis: -“ Bana ba'solunacak güne kadar mühlet ver” dedi. Allah da: - Sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu."(Araf, 12-16) Bu ilk isyan ve baş kaldırma, şuurluca bir cedel ve sonra da küfür yolunu seçmektir.İnsanlığı baştan çıkaracağına dair olan yeminleri ise, beşerin bitip tükenme bilmeyen dramının esasıdır.
Şeytanın, bu kararlılık ve niyetinden ötürüdür ki; onun düşmanlığı sayesinde uyanan bir kısım duygular, sahibi için faziletlere götürücü olsa bile, şeytan, o gayretinden ötürü asla mükafat alamayacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, niyet mü'minin hayatında herşeydir. Ferdin ölü davranışlarına canlılık kazandıran o olduğu gibi, onun bütün bir ömrünü "binveren" bir tarla haline getiren de odur. Sınırlı bir dünya hayatında, ebedi saadete bakan bütün kapı ve pencereleri açan o olduğu gibi, ebedi talihsizliği ve ebedi hüsranı hazırlayan da odur.
"Ameller niyetlere göredir. " Muamele de amele göre cereyan edecektir. (Asrın getirdiği tereddütler, cilt-1)
 

ARİF

Well-known member
RİSALE...
Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acip bir iksir ve bir mayedır.
Ve keza, niyet ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır. İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezaiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:
Bir cihette, o nimetlerin bir Mün'im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in'am edene döner, Onu düşünür. Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telâkki ederek minnetsiz yer.
Halbuki, birinci cihette lezzet, zevalle zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünkü Mün'imi düşünür. Mün'im ise merhametlidir. "Daima bu nimetleri bana verir" diye ümitvâr olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise, zevâlinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevâlinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.
 
Üst