Günümüz Türkçesiyle Risale-i Nur Çalışması

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

lostideas

Member
Merhabalar. Nurları ve üstadı son derece ciddiyetle seven ve tetkik eden ve o nurun bir talebesi olarak kendini görmek isteyen bir insanım. Sizlere İsmail Mutlu’nun 12 senedir her yıl cilt cilt yayınladığı bir çalışmasını tanıtmak istiyorum. Bu çalışma çok yönlü değerlendirilmeli ve çalışmaya günümüz ihtiyaçları düşünülerek bakılmalıdır. Herşeyden önemlisi de “insan bilmediğine düşmandır” kaidesi göz önüne alınarak, önyargılı bakış açısı terk edilmelidir. Hakkında bir bilgiye sahip olmadan, üzerinde büyük emek verilerek uzun yıllarda oluşturulmuş bu çalışma hakkında olumlu-olumsuz kanaat sahibi de olunmamalıdır. İlk önce, çalışma hakkında bilgi sahibi olmaya çalışılmalıdır. “Neden” yapılmış ve “ne” yapılmış diye bakılmalıdır. Bunun için de, öncelikle mutlu yayıncılığın sitesinde yayınlanmış “Niçin günümüz türkçesiyle Risale-i Nur” açıklamalarını, daha sonra da bu çalışmadan “örnek sayfalar” verilmiş bölüm okunmalıdır. Bu iki bölümün ikisine de burada yer vereceğim.

1-Sitede yayınlanmış “Niçin günümüz türkçesiyle Risale-i Nur” açıklamalarının yer aldığı sayfanın internet adresi: MUTLU YAYINCILIK - SADELETRLM RSALE- NUR - www.mutluyayincilik.com.tr

2-Yapılan çalışmadan “örnek sayfalar” verilmiş bölümün internet adresi: http://www.mutluyayincilik.com.tr/orneksayfalar/orneksayfalar.PDF

1 numaralı maddedeki izah ve gerekçelerin haricinde, kendi adıma ifade etmek istediğim bir tespiti sizlerle paylaşmak istiyorum:

Arkadaşlar ve kardeşler,

Orijinal metninin içinde, günümüz türkçesinde kullanılmadığı için, anlamı da bilinmeyen çok sayıda kelime barındıran bir eserdir Risale-i Nur. Bu eserlerin pek çok yerinde, paragrafların oldukça uzun olması ve bir paragrafın içinde bir çok cümle içermesi ile beraber içerdiği anlam yoğunluğu, anlamayı zorlaştıran en önemli unsurdur.

Nur dershanelerinin açılış sebebi şöyle ifade edilir eserlerde: “Elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmış, izin verilmesine binaen Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz.”

Yani dershanelerin açılış gayesi, açıkca şudur: İnsanın kendi kendine anladığından daha fazla anlaması ve istifade edebilmesidir. Takdir edilir ki, bu da eserlerin aynen okunmasıyla olamaz. Bu açık bir gerçektir. İzah şarttır.

Daha iyi anlaşılması ve istifade edilebilmesi içinse, ancak ve ancak 3 metot vardır:

1-Okurken aynı anda kelime karşılıklarını da vermeye çalışmak. (çalışmak diyorum, çünkü metnin tamamındaki kelime karşılıklarını vermeye kimse güç yetiremez ,güç yetirebilse de, dinleyen anlamaya güç getiremez, takip edip zihni bütün manayı birden kapsayamaz)

2-Bir cümle veya paragrafı okuduktan sonra, uygun kelime karşılıklarıyla, yeni bir cümle veya paragrafı, zihnen bir efor sarfederek, günümüz türkçesiyle oluşturup, dinleyenlere söylemek.

3-Okunan bölümden anlaşılan mananın, okuyanın kendi ifadeleriyle, cümleleriyle izah ve ifade edilmesi.

4.bir yöntem de var ki, bunu şahsen uygun yöntem olarak kabul etmiyorum, ama oda şudur ki: dersin çok büyük bir bölümünün, şahsi bilgi ve ifadelerle doldurularak, anlatımların bunun üzerine bina edilmesi (örneğin, bir saatlik bir derste ancak belki bir paragraf Risale-i Nur’dan okuyup, kalanının şahsi anlatımdan ibaret olması ve okunan paragrafın ise kelime karşılığının bile doğru dürüst verilmemesiyle, Risale-i Nur’un arka planda kalması neticesine sebep olunması)

Şimdi konumuzun çatısını koyuyoruz: “Risale-i Nur’u izah ve açıklama” denilerek, derslerde uygulanan bu 3 tekniğin üçü de, aynen ve tamamen, hiç şüpheye yer yok ki, İsmail Mutlu’nun eserlerinde ortaya koymuş olduğu detaylı çalışmanın amatör bir şeklidir. Pratikte aynıdırlar, aynı işlevi görmektedirler. “İzah” denilen şeyin, aslında pratikte sadeleştirme-günümüz türkçesiyle ifade etme- olduğunu söylüyorum,evet. Ve kişinin kendi başına eserleri okurken, bir taraftan sözlük kullanması ve tekrar dönüp eserleri okumaya devam etmesi de, kişisel olarak uygulanan bir sadeleştirmedir. Yani, sözlük kullanarak manaları günümüz türkçesiyle anlama çabası da, pratikte kişisel bir sadeleştirmedir.

Şimdi bir düşünelim ve bakalım: Kaç kişinin gerek kişisel okumada, gerek ders esnasında böyle bir anlamlaştırmayı mana kaybına sebep olmadan yapmaya, zekası, zamanı, hafızası yeterli gelir ki tam olarak? Halbuki, önünde zaman ve emek harcanarak oluşturulmuş hazır bir metin çalışması varken, kelime karşılıklarının uygunluğu üzerinde düşünülerek ve araştırılarak, kafa yorulmuş ve öylece cümle yapıları ve akış da bozulmayacak şekilde oluşturulmuş bir metin mevcutken ve bu metinden ve bu çalışmadan, gerek şahsi okumalarda gerek dersler esnasında yararlanılması mümkünken, bunun pratik faydası hiç tartışılır mı? Sol tarafta orijinal metin, sağ tarafta kelime karşılıklarıyla yeniden oluşturulmuş günümüz türkçesiyle olan metin.

Bu tahlilden sonra anlaşılacağı üzere benim şahsi kanaatim, bu metin çalışmasından hem kişisel okumalarda, hem de yapılan derslerde yararlanılmasının çok büyük rahatlık, kolaylık olacağıdır. Bu sayede, herkes tarafından, Risale-i Nur çok iyi bilinmeden ve okunmadan bile mahir dersler yapılabilir veya çok anlaşılır dersler bu sayede rahatlıkla alınabilir.

Bu bahsettiğim nokta, üzerinde ciddi düşünmeye değer bir noktadır.

Şimdi aşağıya, mutlu yayıncılığın sitesinde yayınlanmış “Niçin günümüz türkçesiyle Risale-i Nur” açıklamalarını aktarıyorum. Lütfen yukarda 2 numaralı maddede yer alan ve http://www.mutluyayincilik.com.tr/orneksayfalar/orneksayfalar.PDF internet adresinde yer yapılan çalışmadan “örnek sayfalar” verilmiş bölümü incelemeyi ihmal etmeyin.

Niçin Sadeleştirilmiş-günümüz türkçesiyle-Risale-i Nur?

Yayınevimiz'in İslam'a hizmet noktasında iki önemli hedefi var. Biri, doğru imanı, doğru itikadı yerleştirmek; diğeri de doğru İslâmiyeti yerleştirmek. İkisi de önemli olmakla birlikte, birincisi, yani doğru imanı yerleştirmek daha önemlidir. İşte Risâle-i Nurlar, doğru imanı işleyen, konusu iman esasları olan kelama yepyeni bir tarz getiren eserlerdir. Tevhid, ölümden sonra diriliş, peygamberlik, kader gibi, birbirinden ağır konular, bu eserlerde son derece anlaşılır bir tarzda izah edilmiştir. Ancak, aynı tarihte yazılan diğer eserler gibi, Risale-i Nurun da anlaşılabilmesi için önemli bir dil problemi vardır. Özellikle Türkçenin her geçen gün yozlaştığı zamanımızda Risâle-i Nurları anlamak, ilahiyat ve edebiyat öğrencileri, hatta akademisyenleri tarafından dahi her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Çünkü bu eserlerin kendine mahsus bir dili vardır.
Doğru inancı yerleştirebilmek için Kur'ân'dan sonra bizim için bu alanda en önemli kaynaklardan biri olan Risâle-i Nurlar'ın gerek dil problemi, gerekse muhteva yoğunluğu açısından çoğunluğun istifadesine sunulamaması, ondan faydalanmanın genelleştirilememesi ve bu alanda okuyucularımızdan yoğun bir istek gelmesi, bizi böyle bir çalışma yapmaya sevk etti.
Şimdi sadeleştirilmiş ve Açıklamalı Risale-i Nur isimli çalışmamız hakkında kısaca bilgi verelim:
Bu çalışmalarımızda hem eserin orijinali, hem sadeleştirilmiş, hem de açıklama olmak üzere üç bölüm var. Bir tarafta, Risale-i Nur'un orijinali, hemen karşısında aynı metnin sadeleştirilmişi, aşağı kısımda ise gerekli görülen yerlerde tefsir, hadis, tasavvuf, mezhepler, İslam tarihi, fıkıh, biyografi gibi konularda ilmî açıklamalar yer almaktadır. Açıklamalar yorumdan çok, dipnot şeklinde ilmi bilgidir.
Sadeleştirme kısmında tek kelime ile günümüz Türkçesinde karşılığı olmayan rububiyet, uluhiyet, vahidiyet, ehadiyet gibi terimleri sadeleştirmiyoruz. Ayrıca Risale-i Nur'un en önemli özelliği sayılan Esmaü'l-Hüsna'yı da sadeleştirmiyoruz. Açıklama kısmında bu terimlerin açıklamasını yapıyoruz:
Ayrıca sadeleştirme kısmında Bediüzzaman'ın üslubuna, yani cümle yapısına dokunmuyor, aynen muhafaza ediyoruz.
Diğer taraftan, Bediüzzaman Hazretlerinin "ayetin işaretiyle, hadisin işâretiyle" diye sadece işaret etmekle geçtiği âyet ve hadisleri dipnotta kaydediyoruz. Bu çalışmaların bir diğer özelliği de Risale-i Nur yayınlayan yayınevlerinin nüshalarını, bazen Osmanlıca asıllarını da karşılaştırarak, farkları yine dipnotta belirtmemizdir.
Sadeleştirilmiş ve Açıklamalı bu çalışmayı piyasaya yeni çıkarmadığımızı; Risaleleri bu tarz yayınlamaya 1998 yılında başladığımızı; her yıl cilt cilt yayınladığımızı, 12 yıldır Türkiye'nin çeşitli yerlerinde pek çok fuarlarda sergilediğimizi ve "beğeniyle" karşılandığımızı ifade etmek isteriz.
Risâle-i Nurlarda Bediüzzaman Hazretleri bütün İslamî ilimleri öz halinde birleştirmiştir. Dolayısıyla bu eserlerden tam mânâsıyla istifade edebilmek için İslamî ilimlerde derin bir bilgi sahibi olmak gerekmektedir.
Diğer taraftan devletin Risâle-i Nurlara karşı takındığı menfi tavır sebebiyle, geçmişte bu eserlerden feyiz alamayan yüz binler, artık ona koşuyorlar. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın pek çok yerinde, toplumun her kesiminden milyonlarca insan Risâle-i Nurun âb-ı hayatından, kevserinden, zemzeminden feyiz alıyor. Hakkında dünyanın çeşitli üniversitelerinde doktora tezi yapılıyor, dünyanın çeşitli ülkelerinde sempozyumlar düzenleniyor. Bu günlere gelinmesinde, Üstadımızın fedakar talebelerinin önemli emeği var şüphesiz. Risale-i nur hizmetinde emeği geçen bütün ağabeylerimizi tebrik ediyor; kendilerinden Allah râzı olsun diyoruz. Onlar Risâle-i nurun neşri konusunda üzerine düşen vazifeleri büyük ölçüde ve güçleri nispetinde yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Onlar bizlere "Ey tenbel ağabeyler! Siz misiniz hayatımızın süğra ve kübrâsı" dedirtmediler. Bizler de sonraki nesle bunu dedirtmemek için elbette bir şeyler yapmalıydık. İlâhî bir ihsan olarak omzumuza konulan bu hizmeti, Üstadımızın gayretli talebelerinin getirdiği yerden bir adım öteye götürebilmek için gayret göstermeliydik. Acaba bu hususta neler yapabiliriz? diye düşündük. Yapmamız gerekeni yine Risâle-i Nurlarda, Üstadımızın ifâdelerinde bulduk. Bu eserlerin müellifi olan Zat şöyle diyor:
"Şu Kur'ân dersleri içerisinde olanların vazifeleri, imanî ilimler bakımından, yalnız yazılan şu risalelerin açıklamaları, izahları veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle bu imanî ilimlerde fetvâ vazifesiyle vazifelendirildiğimizi anlamışız."
Bir başka yerde Üstad bu ifâdelerini biraz daha açıyor ve şöyle diyor:
Risale-i Nur size mükemmel bir kaynak olabilir. Ondan, iman esaslarının her birisine, mesela Kur'ân'ın Allah'ın kelamı olduğuna ve mu'cizelik yönleriyle alakalı Risalelerdeki ayrı ayrı parçalar toplansa; veya ölümden sonra dirilişle ilgili ayrı ayrı deliller bir araya getirilse, mükemmel bir izah, bir dipnot ve açıklama olabilir. Zannederim ki, yüce iman hakikatlerini Risale-i Nur tamamıyla içine almış; başka yerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve açıklamaya muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. İnşaallah vazifeniz açıklama, izah etme, tamamlama, dipnot düşmek, yayınlama ve öğretmekle, hatta Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektupları yazmak, Dokuzuncu Şua'nın dokuz makamını tamamlamak ve Risâle-i Nuru tanzim, tertip, yorum ve tashihle devam edecek.
Bediüzzaman, yazdığı eserlerin anlaşılmasına çok önem veriyordu. Bunun için Mehmet Feyzi ağabeye, Asa-yı Musa için lügatçe yapma görevini verdi. O da bu lügatçeyi yaptı. Asa-yı Musa bu lügatçe ile yayınlandı. Ayrıca İhlas Risaleleri, 1957 tarihinde lügatlı olarak yayınlandı.
Daha önemlisi, Bediüzzaman, bazı Risaleler göndermiş, "Burada liseye tesirli bir Nur girdi" diyerek, daha önce İslam'la bağı koparmak amacına yönelik olarak yapıldığını düşündüğü harf değişikliğine yıllarca karşı çıktığı halde, değişen şartları, yani insanların çoğunun Latin harfleriyle okuyup yazdığını düşünerek, gönderilen Risalelerin Latin harfleriyle yazılmasına izin vermiştir. Hatta gönderdiği Risalelerin yeni harflerle yazılıp "inkarcılara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz" demiştir.
Hatta Bediüzzaman, bu ifadelerin devamında, bir adım daha ileri giderek gençlerin Risalelerden mahrum kalmaması için bazı kelimeleri sadeleştirdiğini ifade eder. Sadece Tenvir Neşriyat'ın, Zehra Yayıncılığın ve Mutlu Yayıncılığın neşrettiği Kastamonu Lahikası'nda yer alan bu ifadeler orijinal haliyle şöyledir:
"Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat (kolaylık) olması için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur."
O zaman yirmi sene öncenin dili idi. Şimdi, 90 yıl öncenin dili. Ayrıca dil, bu ifadelerin yazıldığı tarihten sonra çok hızlı bir değişime maruz kaldı.
Diğer taraftan, Bediüzzaman, 1909'da yayınladığı Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserini 1950 sonrasında gözden geçirirken; "ceride" kelimesini "gazete" olarak, "i'zam edilen" kelimesini "büyütülen" şeklinde, "elvan-ı seb'ayı" "yedi renk" olarak sadeleştirmiştir. Bunun başka örnekleri de vardır.
Bütün bunlar, statik olmayan, sürekli dinamik olan, içinde yaşadığı şartların değerlendirmesini çok güzel yapan bir Bediüzzaman görüntüsü sunmaktadır.
Öyle ise, eli kalem tutan biz Nur talebelerinin iman hizmeti noktasında en önemli vazifesi, Bediüzzaman'ı "doğru okuyarak," Risale-i Nurların anlaşılmasına yönelik çalışmalar yapmaktır. İşte bizi Risaleleri günümüz Türkçesine aktarmaya sevk eden önemli bir etken budur. Zaten Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde yazılan Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili isimli eseri; Ömer Nasuhi Bilmen'in İlmihali ve Mehmet Akif'in Safahat isimli eseri, değişen şartlar istikametinde sadeleştirilmiştir.
Yine Nur talebelerinin etrafındaki yakınlarını, öğretmenlerin öğrencilerini bu eserlerle tanıştırma gayretlerinin çoğunlukla mümkün olmamasıdır. Öğretmen, öğrencisine Gençlik, Rehberi, Hanımlar Rehberi, Tabiat Risalesi, Haşir Risalesi gibi eserleri okuması için verdiğinde, kitabı iade eden öğrencinin "Hocam hiçbir şey anlamadım" dediği sıklıkla yaşanmaktadır..
Bir Müslüman için en mukaddes kitap, hiç şüphesiz Kur'ân'dır. Böyle iken Peygamberimiz zamanında iki kapak arasına toplanamayan yüce kitabımız, Hz. Ebû Bekir döneminde iki kapak arasına toplanmış; Hz. Osman döneminde yedi lügat üzere nazil az sayıdaki âyetler Kureyş Lehçesi üzerine yazılarak çoğaltılmış, sonraki asırda be, te, se, cim, şın gibi harflere noktalar konulmuş, harekelendirilmiş, ardından tefsirler hazırlanmış, âyetten bir kelime alınarak hemen karşısına açıklama yapılmış, daha sonraki dönemde yüzlerce meal hazırlanmıştır. Şu anda ise kelime meali revaçtadır. Başta Sahabîler olmak üzere, İslam âlimlerinin Kur'ân'ın korunması, en güzel biçimde okunup anlaşılması, insanlara ulaşması, istifadeye sebep olması için bu alanda yaptıkları çalışmalar, alkışlanacak birer örnek olarak önümüzde durmaktadır.
Benzer çalışmaları hadis alanında da görüyoruz. Pek çok hadis kitabı Türkçeye tercüme edilmiştir. Yayınevimiz tarafından da Mu'cemü's-Sagir ve Mu'cemü'l-Evsat (1 cilt) isimli hadis kitapları tercüme edilmiştir. Mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerime, daha iyi anlaşılabilmesi, istifade edilebilmesi için saydığımız hizmetler yapılabildiğine, Resûlullahın sözü olarak görülen hadislerin, Arapça gibi zengin bir lisandan tercüme edildiğine, şerh edildiğine göre, Kur'ân'ın ve sünnetin malı olan, o güneş ve ayın bir parıltısı, kandili olan Risale-i Nur üzerinde de bu kabil çalışmaların yapılması tabiîdir ve normaldir. Hiçbir kitabın bu manada çalışmalar yapılması noktasında "dokunulmazlığının" bulunduğunu düşünmüyoruz.
Burada, Türkiye genelinde ilk defa neşri yayınevimiz tarafından yapılan Tevâfuklu Kur'ân Risalesi'nde (Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Üçüncü Kısmı'nda) geçen bir istişareyi, konumuzu aydınlatacağı için zikretmekte fayda vardır:
Bediüzzaman, Tevâfuklu Kur'ân ismiyle bir Kur'ân yazdırıp buna bâzı dipnotlar koymak istiyordu. Bu konuyu talebeleriyle istişare etti. Onlara gönderdiği mektuplarda şöyle diyordu: "Hem selef-i salihin (ilk devir âlimleri, selefiyye) Kur'ân üzerine hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra ardından gelen âlimler (halefiyye) Kur'ân'a âit bâzı şeylerin dipnot şeklinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra Arapça olsun, Türkçe olsun Kur'ân'ın sayfasının etrafına özet halinde açıklama yazılmasını da kabul ettiler. Ben seleflerin çekinmelerinden korkuyorum. Cesâret edemiyorum. Sizin görüşünüz eklenirse, Kur'ân'ın görünen ve görünmeyen i'cazını göstermeye vesile olacak bâzı işaretler ile, hâşiyesinde, hangi risalede o ayet hakkında izahat ve ispat edildiğine işâret olunacaktır."
Bu istişareye Hüsrev Ağabeyin verdiği cevap çok ufuk açıcıdır:
"Evet, sevgili Üstadım! İnşaallah zaman yaklaşmıştır. İnşallah vaad edilen vakte biz de erişmiş bulunuyoruz. Artık sebep selef-i salihinin Kur'ân'a not olarak bir şey ilave edilmemesi hakkındaki kararlarının zamanlarına ait bulunması ve sonraki âlimlerin müsaadeleri de Arapça'nın tahsili cihetine gidilmediğinden ileri geldiği kanaati taşıyarak, Arapça'nın okumak ve yazmak istenilmediği bir zamanda bulunuyoruz. Öyle ise, Kur'ân hakkında sevgili Üstadımın düşündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük bir hayırlı işe kapı açan bu işin hemen tamamlanması için, her şeye tercih edilmesi rica ve istirhamındayım. Saatçi Lütfi Efendi kardeşim de bu kanaattedir."
Hüsrev Ağabeyin "Selef-i salihinin Kur'ân'a not olarak bir şey ilave edilmemesi hakkındaki kararlarının zamanlarına ait bulunması" şeklindeki yaklaşımı konumuz açısından son derece önemlidir. Bu düşünce, Kur'an'a yapılacak hizmetlerinin önünü açmıştır.Aynı durum, Kur'ân'ın mânevî tefsiri olan Risale-i Nurlar için de geçerlidir. Her zamanın bir hükmü vardır. Kur'ân'a ve onun aynası olan Risale-i Nurlara hizmetle vazifeli olanların geçmişten örnek almaları, ama her konuda geçmişe tamamen bağlı kalmayıp zamanın, asrın, hatta çağın gereklerine uymaları gerekir. Burada "meşru dairede" şeklinde bir notu gereksiz görüyoruz. Çünkü elbette Kur'ân'a ve Risale-i Nur'a hizmet, Kur'ân'ın ve Risale-i Nurun esaslarına uygun bir tarzda yapılacaktır. İşte biz de onun ruhuna uygun olarak Allah'ın lütfu ile böyle bir hizmet gerçekleştirdik.
Diğer taraftan, bu eserler, İngilizce, Arapça, Fransızca gibi onlarca dile tercüme edilmiştir. Oysa tercüme yapılırken Üstadın cümle yapısı tamamen değişmekte, o mânâlar, eserin tercüme edildiği dilin yapısına göre ifâde edilmektedir. Yine Risâle-i Nurların zengin muhtevasının tercüme edildiği dilin dar kalıplarına sıkıştırıldığı da bir gerçektir. Meselâ Esmâü'l-Hüsnâ'yı, Arapça dışında hiçbir dile aktarabilmek mümkün değildir. Bütün bu eksikliklerinin yanı sıra bizim de takdir ettiğimiz bu faaliyet, yabancı insanların Risâle-i Nurlardan istifadesine yardımcı olma amacına yönelik olduğu gibi, bizim bu çalışmamız da, öncelikle Türkiye'de yaşayan insanlar için ve müellif ileri derecede Arapça bildiği halde "Türkçe olarak yazdığı" bu eserlerden Türk insanın bu hazineden daha iyi faydalanması gayesine yöneliktir. Diğer bir ifâdeyle, eserlerin açıklamalı olarak günümüz Türkçesiyle neşrine de bir çeşit tercüme faaliyeti olarak bakılabilir.
Yine Bediüzzaman'a baktığımızda ilk yazdığı eserlerle, son yazdığı eserler arasında büyük bir dil farkı olduğunu görüyoruz. Meselâ Üstad'ın ilk kaleme aldığı eserlerden Muhakemat, münazarat, Divan-ı Harb-i Örfî, Hutbe-i Şâmiye gibi eserlerle, en son kaleme aldığı Nur Aleminin bir Anahtarı, Konuşan Yalnız Hakikattir başlıklı yazı dil bakımından ondaki değişimin güzel bir misalidir. Yine sürgünün ilk yıllarında kaleme aldığı Nur'un ilk kapısı ile, hemen hemen aynı konuları işleyen Küçük Sözler dil bakımından farklılık arzetmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını ve seviyesini göz önünde bulunduran, insanımıza iman hakikatlerini nasıl ulaştırmak gerekiyorsa, öyle ulaştıran o zat, günümüzde yaşasa, elbette dilin değiştiğini göz ardı etmeyecektir. Terimleri muhafaza etmekle beraber, terim olmayan ifâdelerde günümüzde kullanılan kelimeleri tercih edecektir. Kaldı ki, biz de zaten terim olmayan kelimelerin günümüzdeki karşılığını koyuyoruz. Rububiyet, uluhiyet, ehadiyet, vahidiyet, gibi Türkçe'de karşılığı olmayan terimleri Türkçeleştirmeyip, üçüncü kısımda açıklıyoruz. Yine uydurukça kelimeler kullanmıyoruz.
Diğer taraftan, Bediüzzaman'ın en önemli hedefi, yazdığı eserlerden istifade edilmesidir. Harf devrimi yapıldığı yıllarda "Risâle-i Nurların en önemli bir vazifesi, İslam âleminin çoğunluğunun yazısını korumaktır" diyerek "Bir fetvâ olur" düşüncesiyle Latince harflerle risale yazılmasına izin vermeyen Üstad; 1950'den sonra, değişen şartlar istikametinde, çoğunluğun mahrum kalmaması için "Yeni hurufla, ehl-i inkara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz" diyerek izin vermiş ve eserlerinin matbaalarda umumun istifade edebileceği şekilde basılmasından son derece mutluluk duymuştur. Öyle ise meseleye, "Bu eserleri sadece Nurcular okusun, bu eserlerden istifade etmek isteyenler Nurculara gelsin, bu eserleri anlamak isteyenler biraz zorlansın, aklın anlamasa da ruhun anlar, İngilizce öğrenmek için o kadar çaba sarfediyorsun, Risale-i nur için de çaba sarfet, Risale-i Nur nazlıdır" gibi dar kalıplar arkasından değil de, geniş bir açıdan baktığımızda, Risâlelerin bizim yaptığımız tarzda orijinal, sadeleştirilmiş ve açıklamalı olarak "üçlü" bir biçimde yayınlanmasında karşı çıkılacak bir gerekçe görmüyoruz. Zaten yaptığımız çalışmalar büyük ölçüde, bu eserlerin umumîleşmesini isteyen Nur talebelerinden de destek görmektedir.
"Risale-i Nurlar sadeleştirilemez" diyenlerin bir gerekçesi de bu eserlerin dili muhafaza etmesi, nesiller arasında köprü vazifesi olması konusudur. Doğrudur. Risale-i Nurların en önemli vazifelerinden birisi de dili korumaktır. Ancak bu eserlerin bu tali' hizmetinin yanı sıra, esas hedefi, iman hakikatlerinin asrımız insanını anlayışına uygun biçimde izahı, kulluğun, ihlasın, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ve sevginin sağlanması gibi temel gayelerdir. Dil, bütün önemine binaen, sadece ve sadece vasıtadır. Risale-i Nurlar, bizlere vasıtanın gayeye dönüşmemesi gerektiği dersini verir.
Risale-i Nurları Bediüzzaman'ın şu anda hayatta olan talebelerinin daha iyi anlayabileceği şeklinde bir kanaat vardır. Bediüzzaman'ın hizmetinde bulunan talebelerine saygımız, hürmetimiz sonsuzdur. Onlar, "Sebep olan işleyen gibidir" hakikatinin ifadesiyle, bu eserlerden istifade eden herkesin sevabından ihlasları nispetinde hisse almaktadırlar. Ancak "Risâle-i nurları onlar daha iyi anlar" şeklindeki bir genelleme kesinlikle doğru değildir. Elbette onların herkesten daha iyi anladığı bölümler, bahisler vardır. Ancak bunu bütün risalelere yaymak yanlış olur. Ben böyle diyen kardeşlere bazen "Nerede okuyorsunuz?" diye soruyoruz. "Fizik, kimya, tıb" gibi cevaplar alıyoruz. Bu defa muhatabın okul durumuna göre şunu soruyoruz: "Kardeş, Risale-i Nurlardaki fizik, kimya, tıb ile ilgili konuları siz mi daha iyi anlarsınız, yoksa falan veya filan ağabey mi?" "Ben iyi anlarım" diyor. Aynen bunun gibi, Risale-i Nurlarda özellikle İlahiyatla ilgili pek çok bilgi var. Tutup birisinin bunu "Filan ağabey bir ilahiyatçıdan daha iyi anlar" derse, bu taassuptan, ağabeyleri tabulaştırmaktan başka bir şey değildir. Açıklamalı olarak neşrettiğimiz risalelerde ilahiyatla ilgili yüzlerce konuyu açıklamış bulunuyoruz. Şimdi bu konuları elbette ihtisas sahibi, uzman bir İlahiyatçı ağabeylerden daha iyi bilir. Zaten bir konuşmamızda Sungur ağabey "Allah'a şükür Risaleleri bizlerden daha iyi anlayan akademisyenler var" ifadesini kullanmıştı. Netice, Risale-i Nurdan aldığımız derse binaen, taassubun, tutuculuğun her türlüsüne karşıyız. Bizim "Ağabey"lere yaklaşımımız, Bediüzzaman'ın "Halef selefi kâmil görse, onun getirdiği yerden ileriye gitmese, meylinin tatminini başka tarzda arar" prensibi istikametindedir. Onlar bir şeyler yapmış, yapıyor, ama bu yeterli değil. Bizler bir şeyler yapacağız, ama bizden sonrakilerin bunu yeterli görmemeleri, hizmetin gelişmesi için şarttır.

Konumuzla ilgili olduğu için biraz da "Risale-i Nurun Hocası Risale-i Nur'dur" sözü üzerinde duralım:
Risale-i Nurlar, Kur'ân'ın bir cilvesi olduğundan, onun tarzı esas alınmıştır. Kur'ân'da, bir yerde özetle geçilen bir konu, başka bir yerde açıklanır. Risale-i nur da böyledir. Bir yerde öz olarak geçen bir konu, başka bir yerde tafsilatlı olarak açıklanır. Bir kelimenin arkasından gelen başka bir kelime, o kelimeyi açıklar. Ancak, bunu genelleştirmek yanlıştır. Kur'ân'a da baktığımızda, bütün âyetleri Kur'ân tarafından açıklanmaz. Pek çok âyetler, hadisler tarafından tefsir edilir. Şimdi bu konuya girmek uzun olur. Risale-i Nur da böyledir. Bütün konularının mutlaka başka bir yerde açıklandığını iddia etmek, taassubun başka bir ifâdesidir. Nitekim eserlerin müellifi bu gerçeği şöyle ifâde etmiştir:"Zannederim ki, yüce iman hakikatlerini Risale-i nur tamamıyla içine almış; başka yerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor." Bu ifâdelerin tamamını yukarıda zikrettiğimizden tekrara girmek istemiyoruz.
Bu çalışmamızla, gafletin, eğlencenin, dünyevileşmenin, geçim derdinin, internetin, misyonerliğin yaygınlaştığı günümüzde, insanların imanlarının sağlam bir temel üzerine oturmasına, imanın, amele dönüşmesine karınca kararınca katkıda bulunursak, kendimizi bahtiyar sayacağız. Gayret bizden, yardım ve hidayet Allah'tandır.

Mutlu Yayıncılık
 

biçare...

Active member
Ayrıca kardesım rısalelerı sedelestırmek demek aslını degıstırmek demektır bır nevı cunku bırakın bır kelımesını bır vırgulunu dahı cıkartmak bızım haddımız degıldır ve en elzem olanı da zaten ustad luzumsuz bır konu veyahut bır cumle dahı yazmaya tenezzul etmıyor hem kendısının de beyan ettıgı uzere rısalelerı ben yazmadım sadece ıhtar edıldı ustad kendısının sedece bır vesıle oldugunu konusanın yanlızca hakıkat oldugunu belırtıyor bu halde bızım ne haddımıze sadelestırmek ve zaten oz turkce yanı aslı orjınalı olan osmanlıca dan uzaklastırılıp latıncesıne cevırmek ve oradan devam etmenın bıle akıl karı olmadıgı gayet acıktır baktıgımız vakıt ustadımızın bazı yerde ebced hesabıyla ortaya cıkardıgı tevafukları su an kı latınce de tam manasıyla gorememekteyız ve ıslam harflerının ehemmıyetı de burada ne kadar onemlı bır sey oldugunu ayan beyan farkedılıyor...
 

lostideas

Member
Çok önemli,yerinde ifadeler ve tatlı bir ikna edicilikte müthiş açıklamalar

İsmail Mutlu'nun ve Dr.Abdülaziz Hatip'in birlikte hazırlamış oldukları Gençlik Rehberi çalışmasındaki önsöz, çok önemli, yerinde ifadeler ve tatlı bir ikna edicilikte müthiş açıklamalar içermektedir, bunları temin ettik ve sizlerle paylaşmak istedik:

Genel bir açıklama niteliğinde ve bu eserler üzerinde yaptığımız çalışmaya da ışık tutacak şekilde bazı izahatlara yer vereceğiz:

Bir eserin kıymeti, ona gösterilen rağbetin büyüklüğü ve özellikle bu rağbetin uzun yıllar hiç azalmadan devam etmesinden anlaşılır. Bu ölçüyle Nûr Risalelerine bakıldığında, onun ne paha biçilmez eserler olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bu mübarek eserler, en nâmüsait şartlarda, hatta çoğu göz altında, hapishane köşelerinde yazılıp kibrit kutularında gizli gizli muhtaç ve müştak okuyucularına ulaşırken ve bu yolla altıyüzbinden fazla nüshası elle çoğaltılıp yayılırken böyle olduğu gibi, şimdi de aynı rağbet aynı şiddette devam etmektedir. Bu kadar dikkatli okuyucu, bu kadar müdakkik gözler ve müştak gönüller, dost ve düşmanın bu kadar yakından takip ve incelemeleri altında bu eserlerin bir asra yakın bir zamandır değerinden hiçbir şey kaybetmemesi, hatta daha da önem ve değer kazanması onların ne paha biçilmez eserler olduğunun isbatıdır.

Risâle-i Nûr eserlerinin, asrın nabzını tuttuğu, en ince ve derin gönül ihtiyaçlarının sesine kulak verdiği ve buna göre il-hâm-ı ilâhiyle ilaçlar sunduğu bir gerçektir. O, esas itibariyle Kur’an’ın malı, ondan kaynaklanmış olmanın yanısıra insanlarla Kur’an arasında bir köprü ve merdiven niteliğindedir. Bu görevini ifa ederken asrımız insanının telakki, bilgi ve kültürünü son derece maharetle kullanmış ve rahatlıkla anlaşılabilir bir özellik kazanmıştır. Ancak, bu son derece ilmî eserlerde, sayısız denebilecek ıstılahlar, terimler, işaretler, kaideler... kullanıldığı, bunları anlamak için belli ilim dallarında ihtisas yapmış ilim adamlarının gayretlerine ihtiyaç bulunduğu da bir gerçektir. Günümüzde artık bu eserlerin belli yönleri üzerinde doktora tezlerinin yapılması, uluslarası düzeyde sempozyumların düzenlenmesi, dünyanın pekçok dillerine tercümelerinin yapılması da, bu gerçeğin açık bir isbatıdır.

Bu kıymetli eserlerin, esas itibariyle son derece rahat anlaşılmaya müsait ve birbirini izah eder nitelikte olmasına rağmen, güzel Türkçemizin çeşitli sun’î müdahaleler sonucu büyük ölçüde kısırlaşması neticesinde günümüz gençliğinin bunları anlamakta güçlük çektiği de bir gerçektir. Ayrıca, Risâle-lerde, değişik fıkhî konulara, tarihî ve sosyal olaylara, âyet ve hadislere, çok çeşitli ilimlerin değişik kanunlarına, dil inceliklerine... işaretler bulunmaktadır. Risâlelerin daha iyi anlaşılması ve azamî seviyede istifadenin sağlanması için, bu noktaların sözkonusu alanlarda ihtisası olmayanlara açıklanması gerektiği kanaatindeyiz. Risâleleri okumayı çok istediği halde anlamakta güçlük çektiğini söyleyen gençlerimizin, hatta orta yaşlı insanlarımızın sayısı oldukça fazladır. Bunların büyük çoğunluğunun gerçekten de iyi niyetli ve samimi olduğu bir gerçektir. Bu din kardeşlerimize yardımcı, Risâlelere ulaşma ve azamî istifade etme noktasında onlara köprü olmak, ellerinden tutmak bunu yapabilen herkesin görevi ve bu eserlere karşı bir vefa borcudur. Bunun yolları farklı farklı olabilir. Son derece iyi niyetle, haddini ve gücünü aşmadan, eksikleri kendine, meziyetleri Kur’an’ın malı olan bu eserlere vererek bu konuda şu veya bu metodla bir şeyler yapılmalıdır ve yapılmıştır. Bugün bu eserleri okuyabiliyor ve istifade edebiliyorsak bu, şimdiye kadar kendi şartlarında yapılmış fedâkarlık ve hizmetlerin sayesindedir. Zaten Risâle-i Nûr dairesinde olan bir kimse allame de olsa, görevi, bu eserleri şerh izah ve tanzimdir. Bu güne kadar bu alanda güzel ve faydalı çalışmalar ortaya konmuştur.

Risâle-i Nurların dil bakımından daha iyi anlaşılmasını temin gayesiyle yapılmak istenen çalışmalardan birisi de “sadeleştirme” konusudur. Ancak, aslının yerine ikame edilmek istenen, kuru, tahrife müsait, bilerek veya bilmeyerek kaçınılmaz olan, bir takım yanlış aktarmaların müellife mal edilmesi tehlikesini taşıyan, aslının yer almadığı ve deyimleri açıklama yoluna gitmeden sadece sadeleştirme yapılmasını doğru bulmadığımızı ifâde edelim.
Bununla beraber, biz, Risâle-i Nurların daha iyi anlaşılabilmesi için yapılacak bir çalışmanın aslına bir merdiven olması düşüncesiyle, aslına da yer verilerek istismar kapısının kapanması, Üstadın üslubunun korunması şartıyla, sadece bâzı kelimelere geçtiği yere göre mana verilmesinin Risâle-i Nurların anlaşılması noktasında faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Böyle bir çalışmanın yapılabileceği, hatta bunun gerekli olduğuna bizi sevk eden mühim bir sebep, yüce Kitabımız Kur'ân'ın üzerinde bile yapılan bu kabil çalışmalardır. Bilindiği gibi, Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken Kur'ân-ı Kerim günümüzde olduğu gibi, iki kapak arasında toplanmamıştı. Kur’an-ı Kerim, Hz. Ebu Bekir döneminde toplanıp iki kapak arasına getirilmiş, Hz. Osman döneminde çoğaltılıp tek lehçe üzere okunması sağlanmış, daha sonraki dönemlerde üzerine önce hareke sonra da noktalar konmuş, zamanla ayetleri numaralanmış, hizblere, cüzlere ayrılmış ve bu taksimleri gösteren işaretler yerleştirilmiştir. Ayrıca, başta Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere sahabe ve alimler tarafından zamanın şart ve ihtiyaçlarına göre tefsir edilip açıklanmış, çeşitli dillerde yüzlerce meâli hazırlanmış, hatta Mısır Cumhuriyeti “el-Meclisü'l-A'lâ Li'ş-Şuûni'l-İslâ-miyye=İslâmî İşler Yüksek Kurulu” tarafından, zaten arapça olan Kur’an’ın günümüz arapçasıyla bir me-âli yapılmıştır.

Evet, başta Sahabe-i Kiram olarak büyüklerimizin Kur’an’ın mahafazası, en güzel biçimde okunup anlaşılması, insanların ellerine ulaşması ve istifadeye medâr olması için üzerinde yaptıkları çalışmalar, bizim için ibret ve örnek dolu bir tablo olarak durmaktadır. Mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerime daha iyi anlaşılabilmesi, istifade edilebilmesi için saydığımız hizmetler yapılabildiğine göre, Kur’an’ın malı ve o güneşin bir lem’ası olan Risâle-i Nur üzerinde de, bu kabil çalışmaların yapılması tabiîdir, normaldir, diye düşünüyoruz.
Diğer taraftan, Risâle-i Nurların Arapça, İngilizce, Almanca, Fransızca ve diğer dillere tercüme edilmiş olmaları da, bizi bu çalışmayı yapmaya sevk eden başka bir sebeptir. Çünkü tercüme yapılırken Üstadın cümle yapısı tamamen değişmekte, o mânâlar eserin tercüme edildiği dilin yapısına göre kurulmaktadır. Ayrıca, Risâle-i Nurun muhtevasının tercüme edildiği dilin imkanlarına göre aksettirildiği de bir gerçektir. Meselâ Esmâü'l-Hüsnâyı Arapça dışında hiçbir dile aynen aktarabilmek mümkün değildir. Ama yabancı insanların Risâle-i Nurlardan istifade edebilmesi için, bu mahzur göze alınarak böyle bir faaliyete girişilmiştir.
Bu faaliyet, yabancı insanların Risâle-i Nurdan istifadesine yardımcı olma amacına yönelik olduğu gibi, bizim bu çalışmamız da, Türk insanının bu hazineden daha iyi faydalanması gayesini taşımaktadır.

“Risâle-i Nurların bizi ecdadımıza bağlayan bir köprü olan dilimizin orjinalliğini koruma gibi bir vazifesi”nin de var olduğu düşüncesiyle yapılan bu çalışmaya soğuk bakılabilir.

Ancak, Risâle-i Nurların bu tâli hizmetinin yanısıra, esas hedefi, iman hakikatlerinin asrımız insanlarının anlayışına uygun biçimde izahı, kulluğun, ihlasın, ehl-i iman arasında kardeşlik ve sevginin sağlanması gibi temel gayelerdir. Risâle-i Nur’un telif ve neşrinin seyir tarihine bakıldığında, bu nokta açıkça görülmektedir. Meselâ, Üstad Hazretlerinin ilk yazdığı Muhakemat, Münazarat ve Divân-ı Harb-i Örfî gibi eserlerle en son kaleme aldığı, Nûr Aleminin Bir Anahtarı, bir röportaj olarak sunduğu “Konuşan Yalnız Hakikattir” başlığını taşıyan eser, dil noktasında bunun güzel bir örneğidir. Yine, meselâ sürgünün ilk yıllarında Burdur’da kaleme aldığı Nur’un İlk Kapısı ile hemen hemen aynı konuları işleyen Küçük Sözler dil bakımından farklılık arzetmektedir. Demek ki, Üstad Hazretleri toplumun ihtiyaçlarını ve seviyesini göz önünde bulundurmuş ve insanımıza iman hakikatlerini nasıl ulaştırması gerekiyorsa, öyle ulaştırmıştır.

Öte yandan, Kur'ân harfleriyle kitap neşretmenin yasak olduğu yıllarda, “Risâle-i Nurun mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının [çoğunluğunun] yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi [Arap harflerini] muhafaza etmek olduğundan, tab [matbaa] yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu [Latin harflerini] bildikleri için, en çok Risaleleri yeni hurufla ta'b etmek lâzım gelecek. Bu ise Risâle-i Nurun yeni hurufa bir fetvâsı olup....” (Emirdağ Lahikası, 1:81.) diyerek uzun yıllar Risâlelerin Latin harfleriyle yazılıp çoğalmasına müsaade etmeyen Bediüzzaman, 1950'den sonra, değişen şartlar istikametinde, çoğunluğun mahrum kalmaması için, “yeni hurufla, ehl-i inkara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz” (Kastamonu Lahikası, s. 106.) diyerek, buna izin vermiştir. Bugün eserlerin tamamı bu harflerle basılmakta ve okunmaktadır.

Bediüzzaman'ın hayat seyrine ve fikir yapısına baktığımızda, onun sürekli olarak, büyük bir hayır ve faydayı ihtiva eden bir işi, küçük bir zarara maruz kalma pahasına da olsa, gerçekleştirmeye çalıştığını, gayesine ulaşmak, yani iman hakikatlarını, asrın kalb ve kafasına nakşetmek, Allah’a kulluğu kâmil manada tesis etmek, tam bir ihlas ve samimiyeti, mükemmel bir İslâmî ahlakı topluma hakim kılmak için gereken her şeyi yapmaktan geri kalmadığını görüyoruz. Zamanın ihtiyaçlarına ve şartların gereğine olan bu riâyeti, Üstad Hazretlerinin, İs-lâm’ı ve İslâm Tarihini çok iyi bildiğinin ve her davranışını başta Ashab-ı Kiram olmak üzere geçmiş salih zatların geniş caddesinde yürüyerek gerçekleştirdiğinin bir neticesi ve hikmetli davranışının da bir ifadesidir.

Bediüzzaman'ın Kastamonu Lahikası'nda yer alan şu sözleri de çok mânâlıdır:

“Risâle-i Nur size mükemmel bir mehaz [kaynak] olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin [iman esaslarının] her birisine, meselâ Kur'ân kelâmullah olduğuna ve i'cazî nüktelerine dâir müteferrik [ayrı ayrı] risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem edilse [deliller bir araya getirilse] ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakàik-ı âliyeyi imâniyeyi [yüce iman hakikatlerini] tamamıyla Risâle-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile [tamamlama ve açıklamalı dip not düşmekle] ve neşir ve tâlimle [öğretmekle], belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ'nın Dokuz makamını tekmille [tamamlamakla] ve Risâle-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir [yorum, açıklama] ve tashihle devam edecek.” (Kaynaklı İndeksli Lügatlı Risâle-i Nur Külliyatı, 2:1590, Nesil Basım Yayın; Barla Lahikası, s. 257, Tenvir Neşriyat)

İşte biz de bütün bunları nazara alarak Risâle-i Nurların daha iyi anlaşılması için samimî bir niyetle, böyle bir çalışma yapmayı uygun gördük. Bunun ilk örneği olarak Hanımlar Rehberi’ni siz değerli okuyucularımıza takdim etmiştik. Şimdi de Gençlik Rehberini takdim ediyoruz. Bu eseri okurken bizim Risâle-i Nurların asliyetine zarar gelmemesi noktasındaki hassasiyetimizi sizler de göreceksiniz.

Bu takdimden sonra biraz da eser üzerinde neler yaptığımızı açıklayalım:

Sol tarafta çerçeve içerisindeki metin, eserin orjinalidir. Kesik çizgili çerçeve ile karşısında yer alan metin ise aynı metnin günümüz Türkçesiyle olan karşılığıdır. Aşağıda ise gerekli açıklama ve dipnotlar yer almaktadır.

Açıklamalarda günlük ve halkın kullandığı Türkçe'yi esas aldık. Özellikle, uydurukça denilen kelimelerden kaçındık. Çok engin ve derin manalar yüklü Risâle-i Nûr’un cümlelerini günlük lisanla ifade etmek, denizi testiye sığdırmak kadar güç olduğu için, bu güçlüğü asgariye indirebilmek ve muhtemel yanlış anlamalara meydan vermemek düşüncesiyle, özellikle terim denilebilecek ifadeleri, bilhassa Esmâ-i Hüsna’yı ve diğer bazı kelimeleri olduğu gibi bırakıp, dipnotta açıklama yoluna gittik.

Çalışmada, gerektiği ve eserin anlaşılmasına yardımcı olacak her yerde fıkhî, tarihî, edebî, ictimâî ve biyografik bilgilere yer verdik. Gerek bunlar, gerekse diğer açıklamalar için, hem orijinal metinde, hem de mealinde aynı rakamla dipnot düştük. Böylece, eseri yalnızca orijinalinden okuyan kimselerin de, yapılan açıklamalardan yararlanabilmesini amaçladık.
Metin içinde atıfta bulunulan, fakat metni kaydedilmeyen âyet ve hadisleri imkân ölçüsünde bulduk ve dipnotta kaynağıyla birlikte meâlen kaydettik.

Üzerinde durduğumuz önemli bir husus da, Risâle-i Nûr eserleri Osmanlıcadan, yeni harflere çevrilirken, bir kelimenin veya izafetin iki şekilde okunabilme ihtimalinden dolayı, sehven yanlış ihtimâlin tercih edildiğini tesbit ettiğimiz bazı okunuşları gerekçesini de açıklayarak düzeltmek olmuştur.

Şu anda piyasada bulunan, Envâr Neşriyât, İhlâs Nur Neşriyat, Nesil Basım Yayın (Yeni Asya Yayınları), Sözler Yayınevi, Tenvir Neşriyât ve Yeni Asya Neşriyât'ın nüshalarını karşılaştırıp, farklılıkları dipnotta kaydettik.

Risâle-i Nûr külliyâtını tarayarak, ilgili parçaları bir “Ek” halinde ilave ettik.

Eserden ciddi manada istifade edilebilmesini temin maksadıyla, sonuna ayrıntılı bir indeks koyduk.

Çalışmanın daha faydalı olması veya eksiklerinin tamamlanması için siz kıymetli okuyucularımızın tenkid ve tavsiyeleri, bizim için her zaman yol gösterici olacaktır.

Dua sizden, çalışma bizden, başarı ise Cenab-ı Haktandır.
 

lostideas

Member
[FONT=&quot]Herkesin her zaman "izah" adı altında yaptığını, metotlu hale getirip, herkesin eline vermekten ibarettir bu çalışma. Öyle algılamak gerektir. Cümleler ve paragraflar haline getirilmiş, zaman kaybını önleyip kolaylık sağlayıcı dinamik ve konuşan bir lügatdır bu çalışma.

[/FONT]
 

lostideas

Member
BAZI EK PAYLAŞIMLAR:

Ehil ellerde güzel bir kaynak, bunlar olmazsa orijinalini hiç okumayacak olanlar içinse yine güzel bir okuma vesilesi.Hiç korkacak çekinecek bir şey bence yok.Derslerde yapılan izahlar veya verilen kelime karşılıkları sanki (% en az 80inde) daha mı mahir ve isabetli ki?Ben kendim külliyatı defalarca okumuş biri olarak ciddi istifade ediyorum.Daha muhit bir nazarla bakıp, hakikatın etrafını çevreleyip görebilmeme imkan tanıyor.Sözlük ihtiyacını da ortadan kaldırıyor, süratli ve fehmi işgal etmez bir lügat gibi kullanıyorum.

Bu arada eserlerin aslı yine yeri bence bambaşka ve en üst mevkide. Çok usta ali ve feyizli bir üslup, nurdan ışıl ışıl parlayan, kulakları ve gönlü mesteden nur çeşmesi. Başka libasları onlara değişmem asla. İkisini beraber okuyorum. Hatta öncesinde sesli ve sadece orijinalinden dinliyorum, sonra okuyorum tahlil için.Manayı ifade etmede çok sıkıntısı yok, cümle yapısı da esas olarak aynı bırakıldığından üslup halen taravetdar.Ama işte, hiç bir şey mükemmel değil. Bunda olan onda yok, onda olan bunda yok.Böyle bir şey.İşe yarıyor mu, evet yarıyor, ikisini birlikte okuyacak nur talebelerine çok işe yarar ve yarıyor. Ayrıca orijinaline elini değdirmeyen, çaba sarfetmeyeceklere, yine hiç okumamasındansa, böylesini okuması yine nurun ala nurdur.
Başka lisana tercümeden iftiharla bahsetmekle birlikte adeta başka lisan gibi olmuş ifadelerin anlaşılır karşılıklarıyla istifadeye çok da karşı çıkmamak veya bütün bütün faydasız görmemek gerekir herhalde.Şurası bence sabit, iyi niyetle ve emekle yapılmış bir faaliyet ve de cesurca.Kolay değil bunu yapmaya cesaret etmek.Başkası yapmadı, yapamadı.Ben doğru olduğu düşünüldüğü için bu çalışmanın ortaya konulduğuna inanıyorum.Önemli ve göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir ihtiyaca cevap vermek için. 'Bu zamanın fehmine-anlayışına- hitap eden ve herkesin anlayacağı tarzda' bir iman dersi istifadeye sunmak için..Maksat buysa, kusurlara nazar-ı müsamaha ile bakarım ben.Bana da böylesi güzel, uygun geliyor.
--------------------------
1-Meal mealdir, Kuran Kurandır. Kimse meal, Kurandır demiyor ama bu, meale olan ihtiyacı veya mealin faydasını ortadan kaldırmıyor..Bu bir..(Aynı hükümler bu çalışmaya da uygulanabilir ve hatta daha fazla hükmü mantıken caridir.)

2-Bir kimse, zaten kendi kendine Risale-i Nur'u anlayabiliyorsa buna mani olan ve elinden tutan yoktur. Ama yine de lügatlere muhtaç kalınır eğer lisan-ı aslinizde bu kelimeler yoksa. Kolay kullanılır cümleleştirilmiş bir konuşan lügatın yardımından istifade etmek faydalı da olsa, bu faydadan yararlanmak istemezseniz de bu yine sizin tercihinizden ibarettir. Ayrıca o kadar da abartmayalım lütfen, çendan kelimesinin çünkü'den başka kaç tane manası aklınıza geliyor acaba? Neticede benim de bu çalışmayı şahsi olarak savunmak gibi bir derdim yok. Hak neyi görüyorsam onu tasdik ve takdirden ibarettir yazdıklarım.

Evet, herkesin her zaman "izah" adı altında yaptığını, metotlu hale getirip, herkesin eline vermekten ibarettir bu çalışma. Öyle algılamak gerektir. Cümleler ve paragraflar haline getirilmiş, zaman kaybını önleyip kolaylık sağlayıcı dinamik ve konuşan bir lügatdır bu çalışma. İsteyen istifade eder, isteyen etmez.

Risale-i Nur'un yerine bu çalışma ikame edilmez ve asıl olmaz, olamaz. Ancak faydalıdır ve gereklidir. Ve buna dair de şahsi kanaatle itiraz edilmez, edilmemeli.

Her yerde her zaman pratikte yapılan sadeleştirmeye karşı çıkmayacaksın, (halbuki gerek şahsi okuma gerek derslerdeki izahlar günümüz türkçesiyle anlama çabasının ürünleridir pratikte)

Başka kitapların okunmasına da karşı çıkmayacaksın, yasak getirmeyeceksin (çünkü Risale-i Nur'u okumayanlar, anlamayanlar veya okuyamayanlar başka İslami eserlere yöneliyorlar) ama Risale-i Nur'un meali niteliğindeki bir esere karşı çıkacaksın. Acaba bu doğru mudur?

Bunu akıl ve mantık ile şartların getirdiği şiddetli ihtiyaç kabul etmez. Reddeder. Bu mantıkla Risale-i Nur nasıl iddia edildiği gibi "Asrın anlayışına ve herkesin anlayacağı tarzda bir Kuran dersi" olabilir ki?

Elimizi vicdanımıza koyalım, mantığımızın sesini dinleyelim buna cidden inanıyor muyuz?Bizlerin anlaması bir anlam ifade etmez. İmanlarının kurtarılmasına muhtaçların feryatları ve çığlıkları yeter ve başımızı önümüze eğmeye. "Ben anlamıyorum, bana zevk vermiyor,bana hitap etmiyor vs" diyen ve bu hissiyatında samimi olan bir biçareye ne diyebilirsiniz ki? Ya bu kişi sizin en yakınızsa? Nasıl hissedeceğiz?

Bir şeyin kıymetli olduğunu önce bilmek ve gösterilecek çabaya değeceğini görmek lazımdır ki, o çaba gösterilsin. Fakat anlamadığı için o kıymeti göremeyen birisinden o çabayı göstermesini nasıl isteyebilirsiniz ki? Bu bir kısır döngüdür ve bu hal bir zorluktur. Dinde zorluk yoktur. Kuranın cadde-i kübrası bu kadar dar olamaz. Olmamalı.

Kitap okumayan, dili dejenere, dini alt yapısı olmayan, tembellik ve gaflet toprağı üstünde serili insanlarımıza şu hal ve şu teklif bir harec değil de nedir?

"Bu eserleri sadece Nurcular okusun, bu eserlerden istifade etmek isteyenler Nurculara gelsin, bu eserleri anlamak isteyenler biraz zorlansın, aklın anlamasa da ruhun anlar, İngilizce öğrenmek için o kadar çaba sarfediyorsun, Risale-i nur için de çaba sarfet, Risale-i Nur nazlıdır" gibi dar kalıplar nasıl iman kurtarma hizmetinin temel taşları olabilir? Allahtan korkmak lazım değil midir?

Bir insanın imanını kurtarmayı mı, Risale-i Nur'un (manasını değil) lafzını korumayı mı daha çok önemsemek gerekir? Bu çalışmaya destek verilmiş olsaydı, şimdi Hoca efendi cemaatindeki milyonların kendi nur dairemizde yer almış olabileceğini düşünmüyor muyuz?Bizim için kemiyet değil keyfiyet önemli değil mi? Çok ama çok yanılıyoruz.

Keyfiyet ihlasla hizmet edecek ehiller için söz konusudur. O dahi, daha çok kişinin imanını kurtarmaya vesile olması noktasında istenmelidir. On kişinin mi, 1000 kişinin mi imanını kurtarmak istenir? Hiç görülmez mi ki, tarikat mütaalalarında üstatın yazdığı aynı misale, nur mesleği mensupları olarak bizler masadak oluyoruz, haberimiz olmuyor. Şunu kasdediyorum, hani üstat diyor ya, hakaik-i imaniye gıdadır, tasavvuf meyvedir. Bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmetdir diye.

İşte Bir adamın imanını kurtarmak, on adamı halis nur talebesi yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir diyorum ben de acizane. Ve diyorum ki, hakaik-i imaniye gıdadır, Risale-i Nur'un aslını okuyup öyle feyiz almak, meyvedir.

Tabi denilebilir ki, o bir nur talebesi çoklarının imanını kurtarır. Hah, o zaman işte tam da kastedilen mananın hakikati kavranmış ve kabullenilmiş olunur.Demek ki nedir? Asıl olan faziletli mertebelere ulaşmak değilmiş. DAHA ÇOK İNSANIN İMANINI KURTARMAYA VESİLE OLMAK HİZMETİYMİŞ.

Ellere var da bize yok öyle mi? Elin yabancısına var, (tercüme vesilesiyle o istifade edebilir, yasak değil) ama bu memleketin evladına yok (yasak, haram, caiz değil, fetva yok) öyle mi? Bunu mantık ve vicdan nasıl kabul edecek? El insaf etmek gerekmez mi? Bu hizmetin gayesini ve varlık sebebini unutmamak gerekmez mi? Elhasıl, vesileyi maksad ittihaz eylememek gerektir..
 

teblið

Vefasýz
Merak ettiğim bir soru ?

Siz gerçekten Nur alemine hizmet peşindemisiniz ?Yoksa hararetli bir şekilde kitap ve yayınlarınızın satışını ve tirajını yükseltmek derdindemisiniz ?

Bir diğer çelişkiniz ;

Açıklamalarınızın bir paragrafında Dersaneyi Nuriyenin amacının yanlızca bu olduğunu iddia ediyorsunuz

Yani dershanelerin açılış gayesi, açıkca şudur: İnsanın kendi kendine anladığından daha fazla anlaması ve istifade edebilmesidir. Takdir edilir ki, bu da eserlerin aynen okunmasıyla olamaz. Bu açık bir gerçektir. İzah şarttır

Kusura bakmayın siz daha şiar ve amacın ne olduğunu anlayamamışsınız..Peki söylermisiniz Cemaat şuuru nerde kaldı..Dersanelerimizde bir tek risale açıklamalarımı var..Sizin anladığınız sadece bu mu oldu..????
 

Huseyni

Müdavim
Maksadınız Risale-i Nuru izah etmek ise bu çalışma izahtan ziyade yeni bir Risale-i Nur yazmak tarzında olmuş örnekten anladığım kadarıyla. Her kelimenin yerine bir kelime koymak onu izah etmekten ziyade anlamı daraltıp sığlaştırmaya sebeb olur. Böyle bir yol takip etmekten mutluluk değil endişe duymalısınız. Hem insanları orjinalinden uzaklaştırıp nasılsa böyle kolay bir yol var diye tembelliğe itmiş olursunuz. Risale-i Nur'da okunan bir kelimenin manası sadece bu çalışmadaki kelimelerle sınırlı değilki. Dersanelerde yapılan izahların metodlu hale getirildiğinden bahsediyorsunuz ancak o dersanelerde, sohbetlerde yapılan cemaat ruhunun verdiği ihlas neticesinde, sizin kullandığınız metoddan kat kat fazla istifade verdiği de kesindir. Kendi istifadelerinizi paylaşmak kadar normal birşey yoktur, insanları tembelliğe itecek, aslından uzaklaştıracak, tefekküre mani olacak mahiyette olmadığı sürece.


Mesela örnekte "külli ubudiyetleri" nin manası olarak "genel kulluğu" tabirini koymuşsunuz. Ben külli deyince çok daha farklı şeyler anlıyorum. Genel deyince daha başka şeyler anlıyorum. Bazı kelimeler vardır ki kalem onun tarifini yapamaz. Risale-i Nur'da bu kelimelerden binlercesi var.

Hayırlısı olsun, amin. Dua ile.
 

lostideas

Member
Benim İsmail Mutlu ile hiç bir irtibatım yok, sadece gördüm ve inceledim, gördüklerimi ve tespitlerimi de paylaştım, o kadar.Bilgilerinize.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Benim İsmail Mutlu ile hiç bir irtibatım yok, sadece gördüm ve inceledim, gördüklerimi ve tespitlerimi de paylaştım, o kadar.Bilgilerinize.

Esselamü Aleyküm Ve Rahmatullahu ve Berakatuhu,

Değerli Kardeşim,

Risale-i Nur'un Dilini Sadeleştirme gibi bir maksadımız yok ki bizim !...

Bizler zaten Risale-i Nurların o parıltılarını yakalamaya çalışıyoruz.

Bir eserin içerisindeki ahenge eşlik eden notaları kaldırır da yerine kupkuru ifadeler ya da boşluklar koyarsak bu bizim gönlümüzün çarkına çarpmaz, çarpmadığı için de o çark dönmez ve döndürmez Tefekkür Alemimizi...


Hem zaten Ustadım ; Allah Ondan Razı Olsun O dönemde başlayan bir iman mücadelesine karşı iman cephesinde taarruza geçmiş ve bu hissiyat ile galip gelmiş Allah'a (c.c ) hamd olsun.

Şimdi ben Ustad'ımın bu hissiyatına nasıl tezat düşeyim ki Onun bu mücadelesini kavramamış olayım ?

Mücadele zaten İslam'ın özü olan keskin hatlarını değiştirmekti ve biz bunu yaşatmanın mücadelesini vermeye gayret edeceğiz Allah'ın izni ile...

Yazara gelince; niyetini Allah (c.c ) bilir mutlaka Rabbim de ona ilmini en doğru şekilde kullanmayı nasip eylesin inşaAllah...
 

faris

Well-known member
Ismail mutlu diyip duruyorsunuz ve tanimadiginizi soyluyorsunuz. Tanımadığınız bir adamın hakkı olmadan başka bir zata ait olan eserleri tahrip etmesini ve kılıf uydurmalarini hangi akıl ve adalete sığdırabiliyorsunuz? Bu gibi şahıslar ya bu işi sohret için yaptıkları yada zarar vermek için yaptıkları ortada değilmi? Buna ihtiyac olsa bu işi en iyi yapacak nur talebeleri, agabeyler VAR iken başkasına ne hacet?
 

lostideas

Member
Tüm paylaşımlarımın bir taraftan aktarım, diğer taraftan bir fikir cimnastiği olduğunu da ifade etmek isterim.

Dileyen beraber dinler, dileyen ve benim kendi alemimde oluşan şüpheleri, sorgulamaları, oluşan ihtiyaçları, sorduğum soruları kendi aleminde de hissetmeyen ve düşünmeyen; mevcut durumdan hiç rahatsız olmayan bana ortak olmaz, olamaz.

Şunu ifade etmek isterim ki: etraflıca ortaya konulan mantıki delillerin alternatif delilleri, içi dolu olarak ortaya konulamamıştır. Ya tek bir yönden hakikatın gösterilmesi ile veyahut nakile dayalı veya prensiple ilişkili ve şahsi kanaat düzeyinde kalmıştır. Pek çok forum sitesine aktarılan söz konusu inceleme yazısını mütaala etme noktasında, bu türden meseleleri müzareke etme ve fikir paylaşımı yapmaktaki uygun üsluba ise çoğu kez uyulmamıştır. Hele de sunumun çok yönlülüğü ve meseleyi farklı algılayışı ve şimdiye kadar ortaya koyulmamış ve bu yönleriyle ele alınmamış bambaşka bir tarzda ortaya koyuş üslubu, sanki görülmemiş veya görülmek istenmemiştir.
 

faris

Well-known member
Değerli kardeşim beni mazur gorun siz hangi frekansdan yayın yapiyorsunuz?

Mesele üzüm yemekse buyurun afiyet olsun yani makale olarak ders olarak islerseniz ama bağcıyı dövmeye çalışırsanız yani nur eserlerini günümüz turkcesi adı altında yazmak yayınlamak ve destek olmak ışte o zaman yapmış oldugunuz bağcıyı dövmek olur. Bunun adinada güzel üslup denmez, afedersiniz ama küstahlık denir.
 

lostideas

Member
Tepkileri bir noktada anlayışla karşılamak lazım, zamanında yazıcılar grubu eserlerin latince yayınlanmasına aynı şiddetle karşı çıkıyorlardı.Şimdi latince yayınlayan ve karşı çıkılan grup, bu tarz çalışmalara şiddetle karşı çıkıyor.Lakin her zamanın bir hükmü vardır.Ve zaman hükmünü icra etse, itiraz edilmez.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Tepkileri bir noktada anlayışla karşılamak lazım, zamanında yazıcılar grubu eserlerin latince yayınlanmasına aynı şiddetle karşı çıkıyorlardı.Şimdi latince yayınlayan ve karşı çıkılan grup, bu tarz çalışmalara şiddetle karşı çıkıyor.Lakin her zamanın bir hükmü vardır.Ve zaman hükmünü icra etse, itiraz edilmez.

Güzel kardeşim;

Nur eserlerinin bir kısmı farklı dillerde neşredilirken bir kısmıda latin alfabeleriyle neşredilmiştir. Ve yazan ve neşreden ise bu nur eserlerinin müellifi bediüzzaman hazretleridir. Bütün nur eserlerinin ise latin alfabeleriyle neşredilmesine izin veren de bediüzzaman hazretleridir ve tashihatını yapmıştır. Yazıcılar meşrebine sahip olan kardeşlerimiz hiç bir zaman latin alfabeleriyle tab edilmesine karşı çıkmamışlardır yanlış lanse etmeyiniz. Bu meşrebdeki aziz mubarek kardeş ve ağabeylerimiz osmanlıca olarak tab etmeyi kendilerine meşreb edinmişlerdir. Bu meseleyi nur eserlerini tahrif etmekle kıyas etmek hem vicdansızlık hemde hiç bir akla sığdırılamaz.

Değerli kardeşim buradaki kardeşlerimiz size tepki göstermiyorlar sizin ve diğer benzeri şahısların hadlerini aşarak kendilerine ait olmayan bir eseri tahrif ederek aslını ve orjinalliğini bozmaya çalışmalarının yanlış olduklarını ve muhafızları ve sadakat gösterdikleri bu eserlerin ehil olmayan kişilerce oynanması gerektiğini söylemekteler.. Bu konuyu bu şekilde körü körüne illede ben bu eserleri bu şekilde ele alacam diyerek bu eserlere sadakatsizlik göstermeye devam etmeniz hem sizin samimiyetinizi hem de sizin amacınızı ortaya çıkardığından sizden üzülerek bu hususu burada gündemde tutmamanızı rica ediyorum.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst