Osmanlı Çadırları ve Otağ-ı Hümayun

ASHAB-I BEDR

Well-known member
attachment.php

attachment.php

attachment.php

attachment.php





OSMANLI ÇADIRLARI, OTAĞ-I HÜMAYUN


Gerek Avrupa`daki müzelerin koleksiyonlarında, gerekse Askeri Müze ve Topkapı Sarayı Müzesi`nde korunarak günümüze ulaşan Osmanlı çadırları, önemli bir kültürü yansıtan birer sanat eseri niteliğindedir. Önce işlemeleriyle göz alan bu çadırlar, insana yapısı, kullanımı ve Osmanlı yaşamı içindeki yerinin ne olduğunu düşündürür.

Çadır, Osmanlıların askeri seferlerinde, devlet törenlerinde, günübirlik kır gezilerinde ve çok azalmış da olsa hâlâ Anadolu`da yaşayan göçebe aşiretlerin günlük hayatlarında karşımıza çıkar. Osmanlı`nın kuruluşundan beri yaptığı büyük askeri seferleri iyi değerlendirebilmek için çadır kültürüne bağlı olarak ordunun organizasyonuna bakmak gerekir.


Osmanlıların yaptıkları seferleri zaferle noktalayıp imparatorluklarına yeni topraklar katmaları bir yana, bu kadar uzak topraklara, böylesine büyük bir ordu ile ulaşmaları ayrı bir başarıdır.


Osmanlı ordusunun yabancılar tarafından da gözlenen ve hayranlık uyandıran disiplini ve organizasyonu sayesinde seferler en küçük ayrıntısına kadar belirlenen bir düzen içinde düşünülüp hazırlanıyordu.

Askerin sefer sırasındaki ihtiyaçları, yiyeceğinden kullanacağı eşyanın bakım ve onarımına kadar önceden planlanıp önlemleri alınıyordu.

Sefer sırasında pabuçlarının, çizmelerinin eskiyeceği ve onarıma ihtiyaç duyacağı bile göz önüne alınıp ilgili esnafın sefere katılması sağlanıyordu. İşte, böyle bir planlama içinde çadırlardan oluşan ordugâhlar da ayrı ve etkileyici bir düzen içindeydi.

Padişah otağı, yani "Otağ-ı Hümayun" sarayda ihtiyaç duyulan tüm birimlere sahipti. Adalet kulesine benzer bir kule; hazine, kutsal emanetler, divan, halvet, mutfak, kiler, hamam, hela ve hatta ahır çadırları bile vardı.

Bütün bu çadırlar, sarayın sur duvarları ile çevrili oluşu gibi zokak denen bezden bir perde duvarı ile sarılıydı. Böylece padişaha ait çadırlar, aralarında gezinenler, girip çıkanlar gözlerden saklanmış oluyordu.


26.jpg



Bununla birlikte çadırlar arasına konan nöbetçilerle güvenlik daha iyi sağlanabiliyordu. Otağ-ı hümayunun etrafında ise rütbelere göre büyüklüğü değişen devlet erkânının çadırları bulunuyordu. En dışta da asker çadırlarının bulunuşu güvenliği daha da artırıyordu.

Seferler için iki takım otağ-ı hümayun hazırlanıyordu. Padişah birinde otururken, diğer takım padişahın gideceği yere bir gün öncesinden gönderiliyordu. Böylece padişah geldiği zaman gezer sarayını hazır buluyordu. Antoine Galland 1673 yılına ait anılarında, padişahın otağının altı yüze yakın deve tarafından taşındığını yazar.

1720 yılında III. Ahmed`in şehzadelerinin sünnet düğünü şenliklerini gösteren "Surname"minyatürlerinde otağ-ı hümayunun bütün bu özellikleri görülebilir.

27.jpg

Kanuni devrinin seferlerini canlandıran daha erken tarihli minyatürlerde, otağ-ı hümayunları çeviren zokakların sur duvarları gibi dendanlı yapılışı otağ-ı hümayunların mimari ile ilişkisini daha açık ortaya koyar.

Bu ilişki çadır duvarlarının düzeninde de izlenebilir. Duvarlar bir insan boyunu geçen yükseklikte dikdörtgen panoların yan yana getirilmesi ile oluşturuluyordu.

Kumaşın süsleme şemasında sütun deseni işleniyor; sütunları birer kemer birleştiriyor ve böylece panolar iki yanında sütunlu bir kemerden oluşan birimler haline geliyordu. Bazı büyük çadırlarda 24 adet pano bulunabiliyordu. Çatılar da çadırın büyüklüğüne göre bir veya fazla sayıda direkle destekleniyordu.

Osmanlı hükümdarları çadırlarla kendilerine yalnızca iyi bir sığınak hazırlamamışlar, aynı zamanda çadırlarını süslemelerle birer sanat eseri haline getirmişlerdi.

28.jpg

Padişahlar veya onu temsil edenler, çadırları ile çevrelerinde kendi saraylarında yaptıkları etkiyi aynen yaratabilmişlerdir. Minyatürlerde gösterilen kabul sahneleri, ziyafetler ve törenlerdeki görkemli sahne etkisi göz kamaştırıcıdır.

Padişahlara ait çadırlar çok süslemeli olarak hazırlanırdı.

Çadırlar birer küçük köşk gibi ele alındıklarından duvarları çini panolara benzer şekilde süslenirdi. Genellikle çiçekli bir kompozisyonun değişik renkteki kumaşlarla yaratıldığı bu süslemelerde çoğu zaman aplike işleme uygulanırdı.

Bunun yanında başta sarma, çin iğnesi, tel kırma ve suzeni gibi pek çok çeşit işleme tekniği de kullanılırdı.


Herbiri sanat eseri değerinde olan Osmanlı çadırları göz önüne getirildiğinde çadırların Osmanlılar elinde basit bir göçebe kültürü ürünü olmaktan çıkıp yüksek bir uygarlık, imparatorluk yaşamı seviyesine çıkarılmış olduklarını görmekteyiz.









Prof. Dr. Nurhan Atasoy, sanat tarihçisi.





 
Üst