Adalet Hakkındaki Risale-i Nur

Eyvàh!

Well-known member
Adalet Hakkındaki Risale-i Nur


BÜYÜK VAADLER VE KORKUNÇ TEHDİTLER



Şu âciz ve nihayetsiz zayıf ve nihayetsiz fakir ve nihayetsiz muhtaç ve yalnız cüz'î bir ihtiyâr ile icada kabiliyeti olmayan zayıf bir kisb ile mücehhez benîâdem'e karşı şedid şikâyât-ı Kur'âniyesi ve azîm tehdidâtı ve müthiş vaîdleri haktır ve adalettir.

Birinci temsil: Meselâ, şâhâne bir bağ var ki, nihayetsiz meyvedar ve çiçekdar masnular içinde bulunuyorlar. Ona nezâret etmek için pekçok hademeler tâyin edilmiş. Bir hizmetkârın vazifesi dahi, yalnız o bağa yayılacak ve içilecek suyun mecrâsındaki deliğin kapağını açmaktadır ve şu hizmetkâr ise, tembellik etti, deliğin kapağını açmadı. O bağın tekemmülüne halel geldi veyahut kurudu. O vakit, Hàlık'ın san'at-ı Rabbâniyesinden ve Sultanın nezâret-i şâhânesinden ve ziyâ ve hava ve toprağın hizmet-i bendegânesinden başka bütün hademelerin, o sersemden şekvâya hakları vardır. Zîrâ, hizmetlerini akîm bıraktı veya zarar verdi.

İkinci temsil: Meselâ, cesîm bir sefine-i sultaniyede, âdi bir adam, cüz'î vazifesini terk etmesiyle bütün gemideki vazifedarların netâic-i hidemâtına halel getirdiğinden ve bâzı da mahvettiğinden, bütün o vazifedarlar nâmına, gemi sahibi ondan şedid şikâyet eder. Kusur sahibi ise, diyemez ki, "Ben bir âdi adamım, ehemmiyetsiz ihmâlimden şu şiddete müstehak değildim." Çünkü, tek bir adem, hadsiz ademleri intâc eder. Fakat, vücud kendine göre semere verir. Çünkü, bir şeyin vücudu, bütün şerâit ve esbâbın vücuduna mütevakkıf olduğu halde, o şeyin ademi, intifâsı, tek bir şartın intifâsıyla ve tek bir cüz'ün ademiyle, netice itibâriyle, mün'adim olur. Bundandır ki, tahrip, tâmirden pekçok defa eshel olduğu, bir düstur-u müteârife hükmüne geçmiştir. Mâdem küfür ve dalâlet, tuğyan ve mâsiyetesasları, inkârdır ve reddir, terktir ve adem-i kabuldür; sûret-i zâhiriyede ne kadar müsbet ve vücudlu görünse de, hakikatte intifâdır, ademdir. Öyle ise, cinâyet-i sâriyedir. Sâir mevcudâtın netâic-i amellerine halel verdiği gibi, esmâ-i İlâhiyenin cilve-i cemâllerine perde çeker.

İşte, bu hadsiz şikâyete hakları olan mevcudât nâmına, o mevcudâtın Sultanı, şu âsi beşerden azîm şikâyet eder ve etmesi, ayn-ı hikmettir ve o âsi, şiddetli tehdidâta elbette müstehaktır ve dehşetli vaîdlere, bilâşüphe sezâdır.


14. söz
 

Eyvàh!

Well-known member
Allah’in Adaleti

ALLAH’IN ADALETİ


…Hem, adâlet ve mîzan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin? her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir.

Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekàsının bütün cihazâtını en münâsip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.

Hem, istidad lisâniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle, ıztırâr lisâniyle suâl edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.

Şimdi, hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlûkun bekà gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın, en büyük istimdâdını ve en büyük suâlini cevapsız bıraksın; Rubûbiyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhâfaza etmekle, muhâfaza etmesin? Halbuki, şu fânî dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor. Zîrâ, hakiki adâlet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetindedeğil, belki cinâyetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem, şu fânî, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâlin ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin dâimî bir Cehennemi ve ebedî bir Cenneti bulunacaktır.


Sözler 10. söz
 

Eyvàh!

Well-known member
Semavi Tokat

SEMAVİ TOKAT


Niçin gâvurların memleketlerinde, bu semâvî tokat, başlarına gelmiyor; bu bîçare Müslümanlara iniyor?

Elcevap: Büyük hatâlar ve cinâyetler, tehir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinâyetler, tâcil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binâen, ehl-i küfrün cinâyetlerinin kısm-ı âzamı, mahkeme-i kübrâ-i haşre tehir edilerek, ehl-i imânın hatâları, kısmen bu dünyada cezası verilir.

14. Sözün zeyli 2. sual
 

Eyvàh!

Well-known member
Denge Ve Orta Yol

DENGE VE ORTA YOL


Bazen tevazu, küfrân-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfrân-ı nimet olur. bazen da tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi-ki ne küfrân-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun-meziyet ve kemâlâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün'im-i Hakikînin eser-i in'âmı olarak göstermektir.

Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, hâlk sana dese, "Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin." Eğer sen tevazukârâne desen, "Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?" O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san'atkâra karşı hürmetsizlik olur.

Eğer müftehirâne desen, "Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz." O vakit, mağrurâne bir fahirdir.

İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: "Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir."


28. Mektup 7. mesele. 4. sebeb
 

Eyvàh!

Well-known member
Günahin Af Olmasi

GÜNAHIN AF OLMASI


Cenab-ı Hakk’ın günahkarları affetmesi fazl’dır. Ta’zib etmesi adl’dır.

Evet zehiri içen adam, adetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adl’dır. Çünkü cezasını çeker. Hasta olmadığı taktirde, Allah’ın fazl’ına mazhar olur.

Mesnevi
 

Eyvàh!

Well-known member
Günah Hakkındaki Risale-i Nur

Günah Hakkındaki Risale-i Nur




Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyübiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.

Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler-neûzu billâh-mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.


Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem meselâ, Cehennem azâbını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehdidâtını işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor.

Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-i İlâhiyeye dair kalbe gelse, katî bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki, بَلْ رَانَ عََلَى قُلُوبِهِمْsırrı anlaşılsın.


2.Lema 1.Nükte
 
Üst