Vecize Analizi 1: Faniyim fani olanı istemem.

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim

Bu ayın ilk dersi ve Ustadımız Bediüzzamanın Risale-i Nur Külliyatının Kader risalesinin hatimesinde "Eski Said’in serkeş, müftehir, ma
ğrur, ucüblü, riyakâr nefsini susturan, teslime mecbur eden Beş Fıkradır." diye ifade ettiği bu vecizenin; serkeş, müftehir, mağrur, ucüblü, riyakâr nefsimi ve nefisleri susturması ve ıslah etmesi ümidiyle bu vecizemizi azda olsa anladıklarımızla incelemeye ve anlamaya çalışacağız.

[NOT]Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.

Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.

Yirmialtıncı Söz - Kader Risalesi - Hatime - Beşinci Fıkra[/NOT]
 

uður1

Well-known member
evet çok doğru hakikatlı güzel iyi bir paylaşım olmuş sağolun hocam........bende yorumlayacağım evet şimdi zaten şu fani dünyadaki herşey fani yalan dünyadaki fani şeyleri istememeliyiz çünki zaten bizde faniyiz aciziz aciz kullarıda istemeyiz o yüzden dost olarak......yada düşman olarak.....yaniki sonuçta bunlara bağlanmadığımız sürece biz davayı haklı olan islam hak hakikat ALLAH YOLUNDAKİ KULLUK İMAN İMTİHANINI DA KAZANMIŞ OLACAĞIZ OLURUZ İNŞ. OLMUŞUZDUR.DİYE ÜMİD EDİYORUZ.......SELAMETLE..VE DUA İLE.......SAYGILARIMLA..........
 

teblið

Vefasýz
‘Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi!’ (Ankebut: 29/41)

Dostluk yatırımını Allah dışında kullananların misali örümcek yuvası sağlamlığında... Yani ufak bir üflemeyle bozulan bir dostluk..

Nitekim baki olan Allahu Tealayı dost seçen peygamberlerimiz en iyi örnektir karşımızda;

Hz ibrahimin duası baki olan dostu tercihidir ..Hasbinallahil ve ni'mel vekil..

Yine başka güzel bir örnek ;

Hz yusuf (as) ve züleyhanın kıssasıda Baki olana dostluğun göstergesidir..

Son olarak Üstad hz'lerinin şu güzel sözü konumuza denk olur ;

Dost istersen Allah yeter....

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ustadımız Bediüzzaman bu vecizeyi dile getirmeden öncesine bakar isek bu vecizenin bizlere ne anlatmak istediğini daha iyi anlayabiliriz. Bu hatimenin başında nefsin bazı hallerini dikkate getirmekte ve halleri nasıl eğittiğini görebiliyoruz. Mesela diyor ki :

[BILGI]BİRİNCİ FIKRA: Madem eşya var ve san’atlıdır. Elbette bir ustaları var. Yirmi İkinci Sözde gayet kat’î ispat edildiği gibi, eğer herşey birinin olmazsa, o vakit herbir şey bütün eşyakadar müşkül ve ağır olur. Eğer herşey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsân ve kolay olur.[/BILGI]

Bu birinci fıkrada nefsin serkeşliğini susturuyor. Yani nefsim; nasıl ki bu kainat başı boş değil bir yaratıcısı bir mabudu var öyle de sende başıboş değilsin isyan etme.

[BILGI]İKİNCİ FIKRA: Sen, ey mağrur nefsim! Üzüm ağacına benzersin. Fahirlenme! Salkımları o ağaç kendi takmamış; başkası onları ona takmış.[/BILGI]

Bu ikinci fıkra ile nefsin müftehirliğini susturarak nefsin kendisiyle övünmesine hakkı olmadığını ifade ederek sendeki o zinetleri senin halk etmeye ne kudretin var ne ilmin diyerek onları vereni ve hakkı hatırlatarak nefsin müftehir ve mağrurluğunu susturmaktadır.

[BILGI]ÜÇÜNCÜ FIKRA: Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma.
blank.gif
1 اِنَّ اللهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ (“Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da teyid ve takviye eder.” (Buhari, Cihad: 182, Meğâzî: 38, Kader: 5; Müslim, İmân: 178;İbn-i Mâce, Fiten: 35; Dârimî, Siyer: 73; Müsned, 2:309, 5:45.). sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucüb ve riyadan kurtul.[/BILGI]

üçüncü fıkra ile nefsin ucüb , riyasını susturmaktadır.
Devam edecek..​
 

uður1

Well-known member
Kuvvet ve zenginlik ancak Allah-u Teâlâ’ya mahsus bizler kul olarak acz ve fakrımızı bilirsek, fani olan bedenimiz bekaya ,zerre kadar değeri olmayan ibadetlerimiz ise bize şefaatçi olacaktır.

evet çok değerli iki paylaşım içinde teşekkür ediyoruz.ayrıca bende eklemek istiyorum evet doğru yaptığımız ibadetlerden en büyüğü en önemlisi en gereklisi dinimizin direği namazdır......namazlar bizi cennete götürecek ibadetlerin en başında gelmektedir...........ALLAH C.C. HER ZAMAN 5 VAKİT NAMAZIN HANGİ ŞARTLARDA OLURSA OLSUN BİZ ACİZ KULLARIN KILMASINI İSTEMEKTEDİR......YİNE ALLAH BİZİ SEVDİĞİ İÇİN NAMAZI BİZE ..FARZI AYN KILARAK CENNETE GİRMEMİZ İÇİN BİR REÇETE SUNMUŞTUR BİZLERE AYRICA O REÇETEYLE BİRLİKTE MELEKLER BİLE İBADET OLARAK HER VAKİT NAMAZ KILIYORLAR KİMİ RÜKUYLA KİMİ SECDEYLE RABBİMİZE İBADET EDİYORLAR ZEVKLE AŞKLA.BENDE DÜN DİNİ BİR RADYODA DİNLEMİŞTİM.BİR ABİ ÇIKTI DEDİKİ O NAMAZ KILANLARDAN VAKTİNDE KILMAYIPDA NAMAZI HIZLICA KILANLARA ÇOK ÇETİN BİR AZAP VARDIR ONLAR NAMAZI DİKKATE ALMADIKLARI İÇİN ALAYA ALDIKLARI İÇİN YÜZLERİNE O KILDIĞI NAMAZLAR BİR PAÇAVRA GİBİ VURULACAKTIR ATILACAKTIR......DEDİ..BENDE FESÜBHANALLAH ALLAHUEKBER DEDİM.VAKİT NAMAZIMIZI VAKTİNDE KILARAK VE TADİLİ ERKANA UYARAK BU NAMAZ İBADETLERİMİZİ UYGUN YAPARSAK İNŞ. KURTULUŞA ERENLER BİZLER OLACAĞIZ İNŞ......OLMUŞUZDUR...DİYE DUA VE ÜMİT EDİYORUZ İNŞAALLAHUTEALA........SAYGILARIMLA.........
 

Muvahhid1

Well-known member
Etrafımızdaki güzellikler, dostlarımız, mal mülk mevki ne varsa hepsiyle beraberliğimizin sınırları çizilmiştir. Hepsiyle olan alaka ve istifademiz bizi bunların ötedeki asıllarına bir adım yaklaştırıyor mu, ona bakmalı. Yoksa en mühim vazife olan Baki'ye karşı alaka peyda etmek, esmasına yapışmak yolunda bir faydaya vesile olmayan her şey boş ve neticesizdir.Baki olanın esmasına yapışmak, bekaya mazhar olmaktır.
 

teblið

Vefasýz
İKİNCİ FIKRA: Sen, ey mağrur nefsim! Üzüm ağacına benzersin. Fahirlenme! Salkımları o ağaç kendi takmamış; başkası onları ona takmış.

Üstad hz'leri bu sözünde İnsanın ene duygusunun ve kibrinin hiç bir önemi olmadığını net bir şekilde ifade buyuruyor..İnsanın elinde hiç bir güç ve kuvvetinin olmadığını ,yegane gücün mutlak hakimiyetin Yüce Allah'ın elinde olduğunu muazzam bir şekilde açıklıyor..Konumuzla alakalı bir başka nasihat Üstad hz'lerinden

ene, ayna-misâl ve vâhid-i kıyasî ve âlet-i inkişaf ve mânâ-i harfî gibi, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücud-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir elif'tir ki, o elifin iki "yüzü" var.Biri hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze kàbildir. Vereni kabul eder; kendi icad edemez. O yüzde fâil değil; icaddan eli kısadır.
Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir.

Hem, onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının mânâsını gösterir. Rubûbiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve incedir ki, bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez. Belki, eşyanın derecât ve miktarlarını bildiren mîzanü'l-hararet ve mîzanü'l-hava gibi mîzanlar nevinden bir mîzandır ki, Vâcibü'l-Vücudun mutlak ve muhît ve hududsuz sıfâtını bildiren bir mîzandır
 

Huseyni

Müdavim
Her nefis ölümü tadıcıdır. Fani olan fani olana hayat bahşedebilir mi ?
Acizdir; kendi ihtiyaç halinde olan başkaların ihtiyaçlarını karşılayabilr mi ?
Bununla beraber bir istek var nefiste.
Baki bir hayat istiyor.
Ölmek, son bulmak istemiyor.
Tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek, hayatını devam ettirebilecek bir Bakiyi arıyor.

Mevcudatın içinde zerre kadar yer tutmazken ve hiç hükmünde iken tüm mevcudata talip oluyor, sahipleniyor.

Nefis yaratılış itibariyle hayatın maddi yönünde arar rahatını. Güzel olan, maddi menfaat getiren her ne varsa sahiplenmek ister. Dünya ve içindekileri tamamen versek yine tatmin olmaz ve doymak bilmez. Üstad Hazretleri nefsine burada, ebediyetle fani olanlar arasındaki farkı anlatan bir ders veriyor. Hiç ölmek istemeyen, maddi hayata perestiş eden nefsine, hayatın bundan öncesinin bitmiş olduğundan ve geleceğinde garanti altında olmayışından dolayı hayatının sadece bulunduğu dakikadan ibaret olduğunu ders veriyor. Madem ölmek istemezsin ve istediğin, şu an müptelası olduğun hayat, sadece yaşadığın andan ibarettir ve ona ifrat derecesinde muhabbet edersin, fakat eline geçmez.

Öyle ise, maddiyattan tecerrüt et, sıyrıl. Bir an-ı seyyale içine sıkışma. Hayatın baki olan, hayattar ve nurani yüzünü gör. Fani olmayan ebedi bir hayat var. Dakika, saat, hafta, ömür sıralaması olmayan, hiç bitmeyen bir ömrün var. Yapman gereken tek şey maddi hayata olan muhabbetinden vazgeçip, kalb ve ruhun hayat derecelerine çıkıp, onların istekleri olan ve içinde zeval ve firak olmayan hayat mertebelerine muhabbet et. Mazi ve müstakbel senin nazarında geniş bir hayat dairesi haline gelsin.

Kalp ve ruh derecesinde olan hayat her zaman hayydır, diridir. Maddeye meyilli hayat gibi bulunduğumuz andan ibaret değildir. Şu andan öncesi ve sonrasıyla manevi bir irtibat vardır. Maddi hayatta ise elinin yetiştiği yere ve bulunduğu zaman dilimi içerisine kadar daralır, sıkışır.
 

Nesl-i Cedid

Well-known member
Bu ifadelere "Herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder." ekseninde de bakmak mümkün.Birinci sözde reisin ismi alanın durumu malum.Zira aciz,fakir bir zat ancak kudreti sonsuz bir zata intisap etmesiyle ancak belalardan kurtulabilir.Yoksa gemiye çıkıp da halen yükünü sırtında taşıyan,gemi sahibine itimat etmeyen adamın durumuna benzer ki bu da acınacak bir haldir.
 

teblið

Vefasýz
Küçük bir sorum olacak

Hakk aşığı Yunus Emre;

( Yaradılanı severim yaradandan ötürü) sözü ile önce fanileri severekmi İlahi aşkın kapısını aradı..İlahi aşka giden yol Mevlanın sanat ve kudretini sevmekten mi geçer ?

Yani bu dostluk arayışı kademe kadememidir .??? buradaki denge nasıl olmalıdır?
 

Nesl-i Cedid

Well-known member
Küçük bir sorum olacak

Hakk aşığı Yunus Emre;

( Yaradılanı severim yaradandan ötürü) sözü ile önce fanileri severekmi İlahi aşkın kapısını aradı..İlahi aşka giden yol Mevlanın sanat ve kudretini sevmekten mi geçer ?

Yani bu dostluk arayışı kademe kadememidir .??? buradaki denge nasıl olmalıdır?

"Kısaca; insan aşk-ı mecaziden aşk-ı hakikiye yüzünü dönsün, bir mertebe yukarısı şefkat mertebesini yakalasın. Aksi takdirde bu aşk-ı mecazi, sahibini sadece azapta bırakmayacak, hadsiz mesuliyetede duçar edecektir."
 

teblið

Vefasýz
"Kısaca; insan aşk-ı mecaziden aşk-ı hakikiye yüzünü dönsün, bir mertebe yukarısı şefkat mertebesini yakalasın. Aksi takdirde bu aşk-ı mecazi, sahibini sadece azapta bırakmayacak, hadsiz mesuliyetede duçar edecektir."

Allah (c.c) razı olsun ..Aradığım cevapta buydu..Biraz daha açarsak mevzuyu;
Allah'tan başka -neye olursa olsun- gönül vermek, onu sevmek, âşık ve müptela olmak mecazî aşktır. Meselâ Mecnun'un, Ferhat'ın ve Zeliha'nın muhabbeti, birer mecazî muhabbettir. Bir de fart-ı muhabbetin fıtrî, garazsız, ivazsız olanı vardır ki, buna da anne ve babada bulunan şefkati misal verebiliriz. Esasen şefkat, Allah'ın Rahmân ve Rahîm isminden gelmektedir. Allah'ın insanlara ve mahlukata karşı olan mukaddes ve münezzeh sevgisinin, değişik malul yanlarıyla insanlarda olanına şefkat denir.

Allah'ı sevmek, her türlü alâkanın ötesindedir. Bu sevgiyi vicdanında biraz olsun hisseden neler neler duyar... Cenâb-ı Hakk'ı sevmenin başladığı andan itibaren her sevgi dolaylılık rengine bürünür. Ayrıca Allah'ı sevdiğiniz nispette mâsivâya karşı aşk u alâkanız yavaş yavaş küsuf tutmaya yönelir. Siz artık her şeyi ondan dolayı sevmeye başlarsınız.

Mesala bir müslümanın İslami kriterlerine uygun bir eş seçmesi ve bu evlilikte evlat yetiştirmesi Bence İlahi Rahmana adanan bir ömrün göstergesidir yine;

Yani son olarak şunu demek isterim ki Beşeri aşkların temelindede Allaha olan bağlılığın ve dostluğun göstergesidir şuurlu inananlar için ..öyle değilmi???
 

Muvahhid1

Well-known member
""İnsanın fıtratında bekâya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekâ tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekâdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekâ olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekânın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekâdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekâ ve bekâ için fıtrî, umumî duadır ki, Bâkî-i Zülcelâl, o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî duayı kabul etmiştir ki, fânî insanlar için bâki bir âlemi halk etmiş… Madem insan bekâya âşıktır; elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekâya tâbidir."(Lemalar)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[NOT]DÖRDÜNCÜ FIKRA: Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istersen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-i mevcudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâsının tezâhürâtı ve sıfâtının tecelliyâtıdırlar. Maddî ve mânevî, cevherî-arazî, herbir şeyin, herbir insanın hakikati, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatine istinad ederler. Yoksa, hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir surettir. Yirminci Sözün âhirinde şu sırra dair bir nebze bahsi geçmiştir.[/NOT]

Ustadımız Bediüzzaman bu fıkra ile insanın hakikate yüzünü çevirerek asıl peşinden koşması gerekeni ve insanın asıl ihtiyacının nasıl kazanacağını ifade etmekte şöyle ki:

[NOT]Şu âyet-i acîbe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havârık-ı sun’iyeyi “tâlim-i esmâ” ünvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvî var ki:

Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyâtın, herbir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san’at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette, nâkıs bir gölgedir.


Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı, Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddirine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.


Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikati, Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp kemâlâtını bulur, hakikat olur.Meselâ, hakikat-i mevcudattan bahseden hikmetü’l-eşya, Cenâb-ı Hakkın (celle celâlühü) ism-i Hakîminin tecelliyât-ı kübrâsını müdebbirâne, mürebbiyâne eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve mâlâyâniyât olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.


İşte sana üç misal. Sair kemâlât ve fünunu bu üç misale kıyas et.
[/NOT]

Ustadımız Bediüzzaman “Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31. ayetinin sırrını üç örnek ile bize göstermektedir.

Bu dört fıkranın ilk üç fıkrası ile Ustadımız Bediüzzaman nefsin kötü hasletlerinden olan ve insanın hakikati görmesini engelleyen serkeş, müftehir, mağrur, ucüblü, riyakâr gibi özelliklerini susturmakta ve dördüncü fıkra ile yüzümüzü hakikat ilmine çevirmekte.

[NOT]Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan, kat’iyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-yı dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır. Hattâ bir kısım ehl-i tetkik, “bir âşiredir, belki bir ân-ı seyyâledir” demişler. İşte, şu sırdandır ki, bazı ehl-i velâyet, dünyanın, dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.


Madem böyledir. Hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak; kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak: Ne kadar geniş bir daire-i hayatları var! Senin için meyyit olan mazi, müstakbel, onlar için hayydır, hayattar ve mevcuttur.
[/NOT]

Rusyada bazı insanlar hayatın sadece yaşadıkları an olduğunu bildiklerinden bu lezzet ve taamları kaçırmamak için önce yiyorlar sonra açıkmayı ve sindirmeyi beklemeden kusarak çıkartıp tekrar yiyorlar. Halbu ki bilseler hayat bulunduğumuz bu andan ibaret değildir. Eğer öyle olsaydı bizde o an gibi gelip gecerdik ve bu hayatın hiçbir cilvesi kalmazdı.

Geçen evde bir abimizle film izliyorduk; film dolu dolu geçtikten sonra bir yere varmadan devam edecek notu düşerek bitti. Abimiz ee bunca saat boşuna mı bekledik dedi. İşte bunun gibi bütün bir ömrü yaşa sonra bir netice olmadan o hayat yok olsun gitsin. Hiç bir adalete uyar mı? Madem öyle bu hayat nefsimiz cihetiyle zati ölüdür. Bunca hayatın cezbeden gelip gecici güzelliklerine aldanan da toprağın altında aldanmayanda toprağın altında ise biz şöyle bir durup düşünmeli ve bakmalıyız madem bütün kainat bir yere doğru gidiyor öyle ise biz neden bu kainatın gelip geçici hevesleriyle oyalanıyoruz. Kalb ve ruhun güzellikleri ile kalıcı olan baki olan bizimle beraber hayat bulacak olan güzelliklerin cilvelerin sırlarını öğrenelim. Ve ustadımız bediüzzamanın bizleri çıkardığı bu basamaktan sonra bizlerde ustadımız bediüzzaman gibi demeliyiz :

[DIKKAT]
Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmâna teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.
[/DIKKAT]
 
Üst