allah dostlarına düşmanlık beslemek

ARİF

Well-known member
“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse bana harp ilen etmiş demektir” kudsi hadisini açıklar mısınız?
Allah’ın velileri takva sahibi mü’minlerdir. Allah Teala buyuruyor ki; “Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır.”(Yunus 62-63)

Allah Azze ve Celle, dostlarının sıfatlarını beyan etmiştir. Onlardan birincisi; iman etmek, diğeri takvadır ki; Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarını terk etmek demektir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem, Allah dostlarının durumunu haber vermiştir. Ebu Hureyre r.a. rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Şüphesiz Allah şöyle buyurdu; Kim benim dostuma düşmanlık ederse, Bana harp açmış olur. Kulum Bana kendisine farz kılmış olduğum şeyden daha sevimlisiyle yaklaşamaz. Kulum, nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki, Onu severim. Onu sevdiğim zaman işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Bir şey istediğinde veririm, bana sığındığında onu korurum.”[1]

Onun dostlarına düşmanlık, O’na savaş açmaktır. Bundan sonra kendilerine düşmanlığın haram olduğu ve dostluk göstermenin vacip olduğu dostlarının sıfatlarını zikretmiştir. O’na yaklaştırıcı şeyler ve yakınlaştıran veliliğin, uzaklaştıran düşmanlığın esası zikredilmiştir. Allah’ın dostları, yakınlık sağlayan amellerle O’na yaklaşanlardır. O’nun düşmanları ise, O’ndan uzaklaştıran amellerle uzaklaşanlardır. O’na yakın olan veliler iki kısma ayrılmıştır;

Birisi; O’na farzları eda ederek yaklaşanlardır. Buna vacipleri yapmak ve haramları terk etmek de dahildir. Zira bunların hepsi Allah’ın kullarına farz kıldıklarındandır.

İkincisi; Allah’a farzlardan sonra nafilelerle yaklaşanlardır. Bundan anlaşılan şudur; Allah’a, O’nun dostluğuna ve sevgisine ulaşmak için, Allah’ın, rasulü diliyle şeriat kıldığı taatlerden başka yol yoktur. Kim Allah’a veli olduğunu, O’nun yakınlığına ve sevgisine bu yoldan başkasıyla kavuşacağını iddia ederse, onun davasında yalancı olduğu ortaya çıkar;

Tıpkı müşriklerin, Allah’tan başkasına ibadet ile, Allah’a yaklaştıklarını iddia etmeleri gibi. Allah Teala buyurur ki; “İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.”(Zümer 3)

Yine Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında buyuruyor ki; “Yahudiler ve Hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: "O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah) size azab ediyor?" Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de O'nadır.(Maide 18) Peygamberlerini yalanlamada ve yasakları çiğneyip, farzları terk etmelerine rağmen bunu iddia edebilmişlerdir.

Böylece bu hadiste Allah dostlarının iki derece üzere olduğu zikrediliyor; birincisi; O’na farzları eda ederek yaklaşanlar. Bu ashabul yemin’in orta yolu tutanlarının derecesidir. Farzları eda etmek amellerin en faziletlisidir. Böylece Allah, kullarına farz kıldıklarını kendisine yaklaşmaları için, rızasını ve rahmetini kazanmaları için farz kılmıştır.

O’na yaklaşılan bedeni farzların en büyüğü namazdır; “Secde et ve yaklaş”(Alak 19) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki; “Kulun Rabbine en yakın olduğu durum secde halidir.”[2]

Allah’a yaklaştıran farzlardan; idarecinin mesul olduklarına karşı adaletli olmasıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz.”[3]

Sahihu Müslim’de İbni Amr r.a.’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Orta yolu tutanlar, Allah katında Rahman’ın sağında nurdan minberler üzerinde olurlar. Allah’ın her iki eli de sağdır. Onlar, hükümlerinde ve ehillerinde adil olanlardır.”[4]

İkinci derece; yaklaşmada öne geçenlerdir. Onlar, Allah’a, farzlardan sonra nafile taatlere gayret ederek yaklaşırlar, vera ile mekruhlardan sakınırlar. Bu da kula Allah’ın sevgisini kazandırır. Buyurulduğu gibi; “Kulum nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder, ta ki onu severim.” Allah kimi severse, onu sevgisiyle, taatiyle, zikri ve hizmetiyle meşgul olmakla rızıklandırır. Böylece o da onlarla yakınlık sağlar. Onu kendi katına yaklaşmakla, yanında bir mevki ile rızıklandırır.; “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.”(Maide 54)
Bu ayette; “Sevgimizden ve yakınlığımızdan kim yüz çevirirse ona katımızda bir şey yoktur, onun durumunu mihnete layık olmakla değiştiririz. Kim Allah’tan uzaklaşırsa, Allah’tan bir karşılık yoktur” demeye işaret vardır.
Benimle meşgul olandan başkasıyla meşgul olmam
Kalbimde onun arzusu olduğunu bilmedi, azarladı
Cefa etse de hayalimi yıkmayacağım
Benden karşılık var, ondan bana karşılık yok.

Allah kimi ihmal ederse, onun için cennet bile hasıl olmuş olsa, o aldanmıştır. Bir sivrisineğin kanadı kadar kıymeti olan değersiz yerin tamamı onun olsa ne olur?

Bir gün seni görmeyi kaçıran
Bütün vakitlerini kaybetmiştir.
Her nerede olursam olayım
Bana, senin yüzüne bakış vardır.

Sonra Allah’ın sevdiklerinin ve O’nu sevenlerin vasıfları zikredilmiştir; “Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler”(Maide 54) yani onlar müminlerle muamelelerinde alçak gönüllü, yumuşak davranırlar ve tevazu kanatlarını gererler.

“Kafirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler” yani onlar, kafirlerle muamelelerinde onurlu, onlara karşı şiddetlidirler, sert davranırlar. Allah’ın dostlarını severler ve onlara muhabbet, incelik ve rahmet ile muamele ederler. Allah’ın düşmanlarına buğz ederler, onlara şiddet ve sertlikle muamele ederler. Allah Teala buyuruyor ki; “Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler.”(Feth 29)

Şüphesiz sevdikleri olan Allah’ın, düşmanlarına karşı bu mücahede, muhabbetin kemalindendir. Aynı şekilde Allah’tan yüz çevirenleri Allah’a döndürmek için onları delillerle davet ettikten sonra, kılıçla, dişlerle Allah yolunda cihad etmektir. Allah için seven, bütün halkı O’nun kapısına çağırmayı sever. Yumuşaklık ve rıfk ile davete icabet etmeyene sert ve kaba davette bulunmak gerekir; “Rabbin, zincirlerle Cennet’e götürülen kavimden hoşlanır.”[5]

“Kınayıcıların kınamasından korkmazlar”; Onlar, sevdiklerinin razı olmadığı şeyi sevmezler, razı olduğuna razı olur, kızdığına kızarlar. Sevdiğini isteme yolunda kınanmaktan korkan, sevgisinde sadık değildir.

Benim için değilsen, beni isteme
Sevgini geri al, öne çıkarma!
Seni isterken kınanmaktan lezzet alırım
Seni anmayı sevdiğimden kınanırım.

Kim nafilelerle Allah’a yaklaşmaya azmederse, Kur’an okumayı, dinlemeyi, düşünmeyi ve anlamayı artırır.

Birisi Kur’an okumayı çoğaltmış, sonra başka şeyle meşgul olmaya başlamış, bunun üzerine rüyasında şöyle denilmiş;

Beni sevdiğini iddia ederken,
Niçin bıraktın Kitabımı?
Onun içindekileri düşünsen,
Bulurdun Latif itabımı.

Sahih hadiste Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Allah Azze ve Celle buyurdu ki; Ben kulumun zannına göreyim. Beni zikrettiğinde onunla beraberim. Beni tek başına zikrederse, Ben de onu tek başıma zikrederim. Beni bir toplulukla zikrederse, Ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk ile zikrederim.”[6]

Diğer bir kudsi hadiste buyrulur ki; “Kulum Beni zikretmek için dudaklarını oynattığı sürece Ben onunla beraberim.”[7]

Allah Azze ve Celle buyurur ki; “Beni zikredin, Ben de sizi zikredeyim”(Bakara 152)

Bir sefer esnasında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, tekbir ve tehlil ile seslerini yükselten ashabına buyurdu ki; “Sizler bir sağıra veya gaib olana dua etmiyorsunuz, zira sizler işiten ve yakın olana dua ediyorsunuz, şüphesiz O sizinle beraberdir.”[8]

“Onu sevdiğim zaman işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” buyuruyor. Bazı rivayetlerde; “Akleden kalbi, konuşan dili olurum” buyurduğu geçer. Bunun manası;

“Kim Allah’a farzlarla yaklaşıp, sonra nafilelerle yakınlığını artırırsa, iman derecesinden, ihsan derecesine yükselir ve Allah’ı görür gibi murakabe ile Huzurda kulluk eder. Kalbi, Allah’ı marifet, muhabbet, azamet, korku, heybet, iclal, O’nunla ünsiyet ve O’na şevk ile dolar. Ta ki kalplerindeki marifet gözüyle görür gibi müşahedeye ulaşır.

Bu, sevenlerin ve yakınların kalplerini doldurana kadar kuvvetlenmeye devam eder. Kalplerinde başka şeye yer bırakmaz. Azaları, kalplerinde olandan muvafakat almadan hareket etmeye güç yetiremez. Hali böyle olana şöyle denilir; “Kalbinde Allah’tan başka şey kalmadı.” Bununla kastedilen; Allah’ı tanımak, O’nu sevmek ve zikretmektir.

Kalp, Allah Teala’nın azametiyle dolduğu zaman, kalpte O’ndan başka ne varsa yok eder. Kul için nefsi ve hevasından bir şey bırakmaz. Ancak Mevla’sının dilediği şeyi diler. O zaman da kul, ancak O’nun zikriyle konuşur, O’nun emriyle hareket eder, konuşsa Allah ile konuşur, işitse Allah ile işitir, baksa Allah bakar, tutsa Allah ile tutar.

Bu, “Onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” kavlinin izahıdır. Kim bundan başkasına işaret ederse, Hulul veya İttihad sapıklığına işaret etmiş olur ki, Allah ve Rasulü bundan berîdirler.

Bundan dolayı Süleyman et Teymi gibi, Selef’ten bazıları Allah’a isyanı bilmezlerdi. Selef imamları çocuklarına şöyle vasiyet ederlerdi; “Allah’ın sevgisi ve taatine sarılın zira takva sahipleri taate aşinadır. Azaları ondan başkasına yabancılık duyar. Onlara lanetli birisi günah işlerken görünse, günahın acılığından onlara çok kızarlar ve karşı çıkarlar.

Bu manadan olarak Ali r.a. dedi ki; “Ömer’in şeytanını görebilseydik, O’na yanlışı emretmekten korkmasını da görürdük.”

Bu özel tevhidin sırlarındandır. Şüphesiz “La ilahe illallah”ın manası; O’ndan başkası ilah olarak sevilmez, başkasından ilah olarak ümitte bulunulmaz, korkulmaz ve itaat edilmez demektir. Kalp tam olarak tevhidin hakikatine ulaşırsa, onda Allah’a muhabbetten başka sevgi kalmaz, Allah’ın çirkin gördüğünden başkasını çirkin görmez. Kim böyle olursa, azaları ancak Allah’a taat için hareket eder. Zira günahlar, Allah’ın çirkin bulduğu şeyleri sevmekten ve Allah’ın sevdiğini çirkin bulmaktan kaynaklanır. Böylece nefsin arzusu Allah’ın sevgisi ve korkusunun önüne geçer, bu da gerekli olan tevhidin kemalini zedeler. Kul, bu sebeple vaciplerden geri kalır veya bazı mahzurlu şeyleri yapar. Ama Allah’ın tevhidi kalbinde gerçekleşene gelince, o, Allah ve O’nun razı olduğu şeylerden başka şey düşünmez.

“Benden bir şey isterse onu veririm, Bana sığınırsa, sığındırırım” buyurmuştur. Diğer rivayette; “Bana dua ettiğinde icabet ederim, benden istediğini veririm” diye geçer. Yani bu kimse sevilen yakındır. Allah katında onun özel derecesi vardır ki, Allah’tan bir şey isterse ona verir, sığınsa onu sığındırır, dua etse kabul edilir. Böylece Allah Azze ve Celle’nin kerameti olarak duası makbul birisi olur.

Nitekim Salih Selef’ten bir çoğu, duası makbul olarak bilinirdi. Sahih’te şu rivayet vardır; “Rubeyyi Bintun Nadr’ın dişini kırdığı bir cariyeden, O’nun için af diledikleri, verilen tazminata rağmen cariyenin kabul etmediği, bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e cariyenin ancak kısas istediğini bildirirler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kısas emretmiş, bunun üzerine Enes Bin Nadr r.a.; “Rubeyyi’nin dişi mi kırılacak? Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, onun dişi kırılmayacak!” der. Kavmin razı olduğu haberi gelir ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki;

“Şüphesiz Allah’ın kulları arasında öyleleri vardır ki, Allah adına yemin etseler, Allah onu doğru çıkarır.”[9][10]
"Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydın­lığa çıkartır. Kâfir olanların velileri ise azgınlar (Tağût)dır. Onları aydınlıktan ka­ranlıklara çıkartırlar." (el-Bakara, 2/257);
"Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin ise hiçbir velisi yoktur." (Muhammed, 11)
Bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Sizin veliniz ancak Allah'tır, O'nun Rasûlüdür, namazı dosdoğru kılan, rükû ederek zekatı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Rasûlünü ve iman edenleri veli edinirse; (bilsin ki) muhakkak Allah'ın (di­ninin) taraftarları galip gelecek olanların ta kendileridir." (el-Maide, 5/55-56)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediği rivayet edilen: "Bir araya gelip toplanan her bir topluluk arasında mutlaka Allah'ın dostu (veli) bir kimse vardır; ne o, onlar onun varlığını bilirler, ne de kendisi kendisini bilir" sözü ise asılsızdır ve bu batıl bir sözdür. Çünkü bu topluluğun fertleri kâfir olabilirler; ya da fâsık olarak öleceklerden olabilirler.
Takva ise Yüce Allah'ın buyruğunda şöylece anlatılmaktadır: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya döndürmeniz birr (iyilik, takva) değildir. Fakat asıl birr, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere iman edenin, ona olan sevgi­sine rağmen malı akrabaya, yetimlere, yoksul/ara, yolculara, dilenenlere, kölele­re verenlerin, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, ahitleşince ahitlerin! yerine getirenlerin, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin yaptığıdır. Sadakat gösterenler işte bunlardır. Takva sahibi olanlar da ancak, bunlardır." (Bakara, 3/177)
"Kim Allah'tan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir." (et-Talâk. 65/2-3)
Ebu Zerr -ra- dedi ki: Bu âyet nazil olunca Peygamber -sav- şöyle buyurdu: "Ya Ebu Zerr, şayet insanlar bu âyet gereğince amel ederlerse, hiç şüphesiz onlara yeter."[11]
Yüce Allah, insanlar için darlık olan hususlarda takva sahiplerine çıkış yo­lu gösterir ve ummadıkları yerlerden kendilerine rızık gönderir. Böylelikle Yüce Allah, zararlı şeyleri kendilerinden uzaklaştırır, faydalı şeyleri elde etmelerini sağlar ve onlara açıklaması uzun vakit alacak türlü keşif ve tesirler bağışlar.
Cinlere sığınmak caiz değildir. Çünkü bundan dolayı Yüce Allah kâfirleri yermiş ve şöyle buyurmuştur: "Bir gerçek de şu ki: insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı. Bununla da onların azgınlıklarını arttırırlar­dı. " (Cin, 6)
Dediklerine göre bir insan, bir vadide konaklayacak olursa, bu vadinin şerlilerinden bu vadi’nin en büyüğü kimse ona sığınırım, der ve böylelikle saba­ha kadar güvenlik ve himaye altında uyurmuş. işte "bununla da onların azgınlık­larını arttırırlardı" buyruğu insanlar cinlere sığınmak suretiyle, onların günahlarını, azgınlıklarını, cüretkârlıklarını ve kötülüklerini arttırmış oluyorlar, buna sebeb teş­kil ediyorlardı. Bu azgınlıkları da onların: Biz cinlerin de, insanların da efendileri olduk, demeleri idi Cinler kendi kendilerine büyüleniyorlar ve insanlar bu şekil­de onlarla muamele ettikçe, onların küfürleri de sürekli artıyordu. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"O günde onların hepsini hasredecek, sonra da meleklere şöyle diyecek: Bunlar mı size ibadet ederlerdi? Melekler diyecekler ki: Tenzih ederiz seni. Bizim ve/imiz (mabudumuz) onlar değil, sensin. Aksine onlar Çin'lere ibadet ediyorlardı. Bunların çoğu onlara inanıyorlardı" (Sebe, 40)
işte kendi kanaatlerine göre meleklere dua edip bu dualarıyla onlara hitap ettiklerini ve meleklerin üzerlerine indiklerini zanneden bu kimseler, sapık kimselerdir. Aslında onların üzerine inen (melekler değil) şeytanlardır. Yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır: 'Hepsini toplayacağı o günde: 'Ey cin topluluğu! in­sanlardan bir çoğunu kendinize uydurdunuz' (buyuracak.) O zaman onların dosttan olan insanlar da şöyle diyecek: 'Rabbimiz, kimimiz kimimizden fayda­landık. Nihayet bizim için takdir ettiğin vakte eriştik.' Şöyle buyuracak: 'Allah'ın dilediği müstesna olmak üzere, içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır.' Şüphesiz Rabbin hikmeti sonsuz olandır, her şeyi bilendir." (En'âm, 123) insanlardan olanın, cinlerden olandan faydalanması, ihtiyaçlarını karşıla­ması, emirlerini yerine getirmesi, gaybe dair bir takım hususları kendisine haber vermesi vb. hususlarla olur. Cinlerden olanın, insanlardan faydalanması ise in­sanın onu tazim etmesi, onun yardımını istemesi, ona sığınması ve ona boyun eğip itaat etmesidir.
Bu kabilden iş yapanların bir başka çeşidi de şeytanî halleri, kesifleri söz konusu eden gayb ricali ile konuşan ve Allah'ın velileri olmalarını gerektiren ola­ğanüstü hallerinin bulunduğunu iddia ederler. Bu kimseler arasından müşriklere karşı Müslümanlara yardım edenler de vardı. Bunlar şöyle derler: Rasûl kendisi­ne müşriklerin yanında yer alarak, Müslümanlarla savaşmayı emretmiştir, çünkü Müslümanlar artık isyankardırlar. Böyleleri hakikatte müşriklerin kardeşleridir. Bunların aralarında bulunan ilim ehli kimseler üç gruba ayrılırlar: Bir grup gayb ricalinin varlığını yalan kabul ederler. Ancak insanlar da bunları görür yahut görenlerden bunların varlıkları sabit olursa yahut ta bunlara güvendikleri kimseler gördüklerini anlatacak olursa, kendileri de bunları görme­leri halinde, artık varlıklarına kesin inanırlar ve onlara boyun eğerler.
Bir başka kesim bunların varlığını bilip kabul ederler ve kadere raci'dir deyip, batın'da Yüce Allah'ın peygamberlerin yolu dışında bir yolunun da bu­lunduğuna inanırlar.
Bir başka kesim de rasûlün dairesi dışında bir veli'nin varlığını kabul et­menin mümkün olmadığını gördüklerinden şöyle derler: Her iki kesime de yar­dımcı olan rasûlün kendisidir. Bunlar rasûl'ü tazim eden kimseler olmakla birlik­te onun dinini ve şeriatını bilmeyen cahillerdir.
Gerçek şudur: Böyleleri şeytanlara tabi olan kimselerdir. Gayb rical’i de­nilenler de Çin'lerin ta kendileridir ve onlara "rical" diye ad vermişlerdir, Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Bir gerçek de şu ki insanlardan bazı kimseler (rical) cinlerden bazı kimselere (rical'e) sığınırlardı. Bununla da onların azgınlık­larını arttırırlardı, "(Cin, 6)
Bu, böyledir, Çünkü insanlar görülür ve müşahede olunurlar. İnsan belki bazı zamanlar görülmeyebilir, ancak her zaman için insanların gözlerinden kay­bolması söz konusu değildir. Bunların insan olduklarını zannedenler bu konuda hata ediyorlar ve cahilliklerinden bu kanaate kapılıyorlar. Sapmalarının sebebi de kendilerindedir. Bu üç kesimin böyle bir ayrılık içerisinde olmasının sebebi, şeytan'ın velileri ile Rahman'ın velileri arasındaki farkı bilememektir.
Bazı kimseler: Fakirler kendi hallerine bırakılırlar, demektedirler. Ancak bu batıl bir sözdür, aksine onların fiillerini ve hallerini Muhammed-î Şeriat’a arz etmek gerekir. Ona uygun düşen kabul edilir, muhalif olan da reddedilir. Nitekim Peygamber -sav- şöyle buyurmuştur: "Her kim bizim bu işimize uygun düşmeyen bir amelde bulunursa, o merduttur.'[12] Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Kim bizim bu işimizde ondan olmayan bir şeyi ortaya çı­kartırsa, o merdutdur."
Rasûlullah –sav- tarikatı dışında tarikat, onun getirdiği hakikatin dışında hakikat, şeriatı dışında şeriat, akidesi dışında akide yoktur. Ondan sonra hiçbir kimse zahiren ve batınen ona tabi olmadıkça Allah'a, Al­lah'ın rızasına, cennetine, kerametine (lütuf ve ihsanına) erişemez.
Onun verdiği haberleri tasdik etmeyen, kalplerle ilgili batınî hususlara da­ir emirlerinde olsun, bedenlere dair zahirî amellerde olsun ona itaate bağlanma­yan bir kimse Yüce Allah'ın velisi olması şöyle dursun, mü'min olması dahi söz konusu değildir. İsterse havada uçsun, suyun üzerinde yürüsün, isterse gaybdan dilediği harcamaları yapsın, cebinden altın çıkarsın ve isterse her türlü har­ikulade olayı göstersin. Emrolunduğu fiilleri terk ediyorsa, o ancak kişiyi Al­lah'tan uzaklaştıran, O'nun gazabına ve azabına yaklaştıran, şeytanî hallerin sa­hibi bir kimsedir.
Ancak mükellef olmayan çocuk ve delilerden mesuliyet kaldırılmıştır, on­lar cezalandırılmazlar. Zaten onların zahiren de, batınen de kendilerini Allah'ın mukarreb velileri arasına katacak, kurtuluşa eren hizbinden ve galip gelen as­kerleri arasına katacak iman ve takvaları da olmaz. Ancak bunlar babalarına ta­bi olarak İslam’a girmiş olarak kabul edilirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır:
"İman edenlerin soyları da iman ile kendilerine uyanların, Biz evlatları­nı da kendilerine katarız. Amellerinden bir şey eksiltmeyiz. (Çünkü) her kişi ken­di kazandıkları karşılığında bir rehinedir." (Tur, 52/21)
Bazı Meczupların Veliliklerine İnanmak Bid'at ve Dalâlettir
Bir takım ahmak ve salak kimselerin -söz, fiil ve hallerinde Allah Rasûlüne tabi olmayı terk etmekle birlikte- Allah'ın velilerinden olduklarına inanan ve bun­ların Rasûlullah –sav- tarikatına tabi olanlardan üstün olduğu­na inanan kimseler dalâlettedir, bid'atçidır. Bu inanışlarında yanılmışlardır, çün­kü böyle bir salak ya şeytan ve zındık'tır, yahut ta zahiren başkasına zahid ve abid birisi olduğu intibaını veren birisidir yahut ta mazur görülebilecek bir deli­dir. Böyle bir kimse nasıl olur da Allah'ın dostlarından, Rasûlüne uyan kimseler­den daha faziletli ve üstün görülebilir yahut ta ona eşit kabul edilebilir?
Bu kişi her ne kadar zahiren peygamber'e tabi olmayı terk ediyor ise de batınen ona tabi olabilir, denilemez. Çünkü bu da bir hata'dır. Aksine Allah Ra­sûlüne hem zahiren, hem batınen tabi olmak icab eder. Yunus b. Abdi'l-A'la es-Sadefî der ki: Şafiî'ye dedim ki: Bizim arkadaşımız el-leys şöyle derdi: Bir ada­mın su üzerinde yürüdüğünü görseniz dahi, onun halini Kıtab ve sünnet'e arzetmedikçe, onun bu haline itibar etmeyiniz. Bunun üzerine Şafiî şöyle dedi: Leys -rh- biraz müsamahalı bir ifade kullanmış. Hayır, siz bir adamın suda yürüdüğünü ve havada uçtuğunu görseniz dahi, onun halini Kitab ve sünnet'e arz etmedikçe ona itibar etmeyiniz, demesi gerekirdi.Melamiye taife'sine gelince, bunlar kınanmalarını gerektirecek işleri yapar ve biz batın'da şeriata tabi kimseleriz, derler. Bu sözleriyle de riyakâr kimselerin yaptığı gibi amellerini gizlediklerini anlatmak isterler. Onlar kendi batıllarını bir başka batılla çürütmektedirler. Sırat-ı Müstakim ise bu ikisinin arasındadır.
[1] Buhari(11/340-341- Fethul Bari)
[2] Müslim(482)
[3] Buhari(20/38-Feth) Müslim(1829) İbni Ömer r.a.’den.
[4] Müslim(1827)
[5] Buhari(6/415-Fethul Bari)
[6] Buhari(13/284-Fethul Bari) Müslim(2675)
[7] sahihtir. Bkz.:Sahihu Vabilis Sayyib(s.125)
[8] Buhari(6/135 Feth) Müslim(2704)
[9] Buhari(5/306-Fethul Bari) Müslim(1635)
[10] İkazul Himemil Müntaka Min camiil Ulum Vel Hikem(s.519-525)
[11] lbnıMâce4220
[12] Buhârî 2697; Müslim 1718; Ebû Dâvûd 4606: ibn Mâce 14; Müsned, VI. 270.
 

mihrimah

Well-known member
Maşl. abi tokat gibi önceki yazıya;)
Çok güzel ve yerinde bir paylaşım Allah razı olsun...
Kim kime acaba haddini bildirecekmiş?
 

ARİF

Well-known member
Maşl. abi tokat gibi önceki yazıya;)
Çok güzel ve yerinde bir paylaşım Allah razı olsun...
Kim kime acaba haddini bildirecekmiş?

kime düşmanlık ettiklerinin farkında değiller hocaefendi onların farkında olamamalarından büyük ızdırap duyuyor onlarsa olabildiğince onu sindirmeye kin ve düşmanlık etmeye devam ediyorlar rabbim ıslah eylesin ıslah olmayacaklarsa "kahhar" ismi şerifiyle muamelede bulunsun amin.
 

Tövbekar1

Well-known member
kime düşmanlık ettiklerinin farkında değiller hocaefendi onların farkında olamamalarından büyük ızdırap duyuyor onlarsa olabildiğince onu sindirmeye kin ve düşmanlık etmeye devam ediyorlar rabbim ıslah eylesin ıslah olmayacaklarsa "kahhar" ismi şerifiyle muamelede bulunsun amin.

işi gücü bırakıp acaba nasıl saldırsam modunda bazıları ....:045:
 
Üst