İnsan Hakkındaki Risale-i Nur

Eyvàh!

Well-known member
İnsan Hakkındaki Risale-i Nur


İNSANIN MAHİYETİ


İnsan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat, emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni'met olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.

Mâlûmdur ki: Zararsız yol, zararlı yola -velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa- tercih edilir. Halbuki: mes'elemiz olan ubûdiyyet yolu, zararsız olmakla beraber ondan dokuz ihtimal ile bir saadet-i ebediyye hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise: -hattâ fâsıkın itirafıyla dahi- menfaatsız olduğu halde, ondan dokuz ihtimal ile şekavet-i ebediyye helâketi bulunduğu; icmâ ve tevâtür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın ve müşâhedenin şehadetiyle sabittir. Ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbaratıyla muhakkaktır.

Elhasıl: Âhiret gibi, dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadır.[1]

İnsan fıtraten gâyet zaîftir. Halbuki her şey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gâyet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gâyet fâkirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tenbel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gâyet ağırdır. Hem insâniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firakı, mütemâdiyen onu incitiyor. Hem akıl ona yüksek maksadlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.[2]

[1] 3. Söz
[2] 9. Söz
 

Eyvàh!

Well-known member
Insanin Hilkat-i Cihazatinin Hikmeti

İNSANIN HİLKAT-İ CİHAZATININ HİKMETİ


Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatınız; yalnız terbiye-i medeniyye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayıb olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yâhut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde dercedilen şu nâzik letâif ve mâneviyyat; ve şu hassas âza ve âlât; ve şu muntâzam cevarih ve cihâzât; ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi; şu hayât-ı fâniyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-ı süfliyyenin tatmini için isti.maline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ!

Belki vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhâli, iki esâstır:

Biri: Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin bütün ni'metlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, şükür ve ibâdetini etmelisiniz.

İkincisi: Âleme tecelli eden Esmâ-i kudsiyye-i İlâhiyyenin bütün tecelliyatının aksâmını, birer birer, size o cihâzat vâsıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak îman getirmelisiniz.

İşte bu iki esâs üzerine kemâlât-ı insâniyye neşv ü nema bulur. Bununla insan, insan olur.
İnsâniyyetin cihâzâtı, hayvan gibi hayât-ı dünyeviyyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna şu temsil sırrıyla bak:

Meselâ, bir zât bir hizmetçisine yirmi altın verdi; tâ mahsus bir kumaştan kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın âlâsından mükemmel bir libas aldı, giydi.

Sonra gördü ki: O zât, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde Bâzı şeyler yazılı olarak onun cebine koydu, ticârete gönderdi. Şimdi, her aklı başında olan bilir ki; o sermâye, bir kat libas almak için değil.

Çünki evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan, elbette bu bin altın, bir kat libasa sarfedilmez. Şâyet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya bir kat libas için verip, hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için şiddetle tâzib ve hiddetle te'dib edilecektir.

Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermâye-i ömür ve istidâd-ı hayâtınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayât-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarfetmeyiniz. Yoksa; sermayece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.[3]

[3] 11. Söz
 

Eyvàh!

Well-known member
Insanin Cihazatinin Vazifeleri

İNSANIN CİHAZATININ VAZİFELERİ


Cenâb-ı Hak celîl ulûhiyyetiyle, cemîl rahmetiyle, kebîr rubûbiyyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, lâtif hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havas ve hissiyat ile, bu derece cevarih ve cihazat ile ve muhtelif âzâ ve âlât ile ve mütenevvi letâif ve mâneviyat ile, echiz ve tezyin etmiştir ki; tâ, mütenevvi ve pekçok âlât ile, hadsiz envâ-ı nimetini, aksâm-ı ihsanatını, tabakat-ı rahmetini, o insana ihsas etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ binbir esmâsının hadsiz envâ-ı tecelliyatlarını, insana o âlât ile, bildirsin, tarttırsın, sevdirsin. Ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihazatın herbirisinin ayrı ayrı hizmeti, ubûdiyyeti olduğu gibi, ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfatı vardır.

Meselâ:

Göz, Sûretlerdeki güzelliklerini ve âlem-i mubsıratta, güzel mu'cizât-ı kudretin envâını temaşa eder. Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâniine şükrandır. Nazara mahsus lezzet ve elem mâlûmdur, târife hâcet yok. Meselâ: Kulak, sadaların envâ'larını, lâtif nağmelerini ve mesmûat âleminde Cenâb-ı Hakk'ın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var.

Meselâ kuvve-i şâmme, kokular taifesindeki letâif-i rahmeti hisseder. Kendine mahsus bir vazife-i şükrâniyyesi, bir lezzeti vardır. Elbette mükâfatı dahi vardır. Meselâ; dildeki kuvve-i zâika, bütün mat'umâtın ezvâkını anlamakla gâyet mütenevvi bir şükr-ü mânevî ile vazife görür ve hâkezâ... Bütün cihazat-ı insâniyyenin ve kalb ve akıl ve ruh gibi büyük ve mühim letâifin böyle ayrı ayrı vazifeleri, lezzetleri ve elemleri vardır.
İşte Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihazatın elbette her birerlerine lâyık ücretlerini verecektir. O müteaddid envâ-ı muhabbetin sâbıkan Beyân edilen dünyadaki muaccel neticelerini, herkes vicdan ile hisseder ve bir hads-i sadık ile isbat edilir. [4]

[4] 32. Söz 2.Mebhas
 

Eyvàh!

Well-known member
Insan Nisyandan Alinmiştir

İNSAN NİSYANDAN ALINMIŞTIR

İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemaldir. Bu itibarla ehl-i dalâl ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteakistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatın tevziinde bir zerreyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa'y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.


Mesnevi
 

Eyvàh!

Well-known member
Insanin Ehemmiyeti

İNSANIN EHEMMİYETİ

İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüs'atiyle bir nevi külliyet kesbeder. Ve keza insanın bir ferdi, hilafet hususunda âlemin eczasıyla şuurca alâkadar olduğundan nebatî olsun hayvanî olsun pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nev'i gibidir. Ve bu itibarla insanın bir ferdi nevi'ler sırasına geçer. Binaenaleyh gerek hayvanatın, gerek semeratın nevi'lerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevam ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da her bir ferdinde câridir.

Hülâsa: Kur'anın âyetleriyle ebna-yı beşer için büyük kıyametin geleceğine kat'î delaletler olduğu gibi, kitab-ı âlemin âyât-ı tekviniyesiyle, de kıyamet-i kübraya pek kat'î delaletler ve işaretler vardır.

İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnudur. Ve Sâniin gayet hakîm olduğuna, yaptığı vuzuh-u delalet ile sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir. Tecessüd etmiş bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basîre olduğu gibi öyle bir fiilin mahsülüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.

Öyle bir in'am ve ihsanın kesifidir ki, bütün hacatına vâkıftır. Öyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lâzım ve münasib şeyleri bilir. Bu malûmat ile her şeyin mâliki olan Mâlik'inden nasıl tegafül eder; ve bütün cinayetlerini bilen, hacatını gören, vaveylâlarını işiten Semi', Basîr, Alîm, Mucîb olarak üstünde bir Rakib'in bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?

Ey nefs-i emmare! Ne için kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eğer evamire imtisal dairesinden çıkarsan, ya herkesin ayağını öpercesine müraat ve ihtiram etmeğe mecbur olursun. Veya ehemmiyet vermeyerek "Zalim-i Alelküll" olacaksın. Bu yük ağırdır, taşıyamıyacaksın. En iyisi, ecnebi olan şirki terk ile mülküllahın dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illâ, sefineye binip yükünü arkasına alan ebleh adam gibi olacaksın.


Mesnevi
 

Eyvàh!

Well-known member
Insani Hayvandan Ayiran Farklar

İNSANI HAYVANDAN AYIRAN FARKLAR

İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, îmân ve duadır. Küfür, insanı gâyet âciz bir canavar hayvan eder.

Şu mes'elenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o mes'eleye vâzıh bir delildir ve bir bürhân-ı kâtî'dır. Evet insâniyet, îman ile insâniyyet olduğunu; insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünki hayvan dünyaya geldiği vakit âdeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi istidadına göre mükemmel olarak gelir, yâni gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda, bütün şerait-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavanin-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yâni ona ilham olunur. Demek hayvanın vazife-i asliyesi; taallümle tekemmül etmek değildir ve mârifet kesbetmekle terakki etmek değildir ve aczini göstermekle meded istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi; istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir. İnsan ise dünyaya gelişinde herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil, hattâ yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gâyet âciz ve zaîf bir Sûrette dünyaya gönderilip bir-iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. Onbeş senede ancak zarar ve menfaatı farkeder. Hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlarını celb ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyyettir. Yâni: "Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kadı-ül Hâcât'a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yâni aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı a'lâ-yı ubudiyyete uç Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyyenin esâsı ve madeni ve nuru ve ruhu; Mârifetullahtır ve onun üss-ül esâsı da İman-ı Billahtır.

Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, îmândan sonra duadır. Dua ise, esâs-ı ubûdiyettir. Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister. Yâni ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder. Maksûduna muvaffak olur.
Öyle de:

İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nâzdar bir çocuk hükmündedir. Rahmanürrahîm'in dergâhında; ya za'f ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makasıdı ona müsahhar olsun veya teshirin şükrünü edâ etsin. Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi; Ben kuvvetimle bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum. deyip küfrân-ı nimete sapmak, insâniyyetin fıtrat-ı asliyyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.


23. Söz 4. Nokta
 

Eyvàh!

Well-known member
Insanin Gaye-i Hilkati

İNSANIN GAYE-İ HİLKATİ

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat'ı tanımak ve ona îman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-i zimmeti, marifetullah ve îman-ı billahtır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.

Evet fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üss-ül esası ve anahtarı olan îman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar, o insana nisbeten aşağıdır. Belki, çoğunun kıymetleri yoktur.



7. Şua
 
Üst