Bediüzzaman said nursi'nin manevi şahsiyeti

ERDALOGRETMEN

Yeni Üye
MUKADDİME
Üstadın Manevi Şahsiyetini izah etmek için, önce Üstadın yaşadığı asrın şartlarını iyi bilmek lazımdır.

Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam:
“Ahir zamanda, Bid’aların ve dalaletlerin istilası ve fesad-ı ümmetim zamanında, Sünnet-i Seniye ye ve hakikat-i Kur’aniye ye temessük edip hizmet eden, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” Diyor.

Bu ağır şartlar altında, İslam'ı yaşayan ve Risale-i Nurlar ile hizmet eden, yüz şehit sevabını kazanır İnşaallah.

“iki yüz küsur sene zamana kadar iman ve amel-i salih le beraber bir tâife-i azîme, hasârât-ı azimeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret var.” Soz Basım Yayın S.Tas. Gaybi s. 72

Ahirzaman hicri 1300 ile 1500 arası 200 senedir. Mehdi’yet dönemi de 200 senedir.

“Risale-i Nur'un beş devresine ve beş vaziyetine remzen ve îmaen bakar.” Söz Basım Yayın 1.Şuâ s. 884 4. ÂYET

1. 40 sene, mehdi’yet makamının verilişi.
2. 40 sene, iman hizmeti.
3. 40 sene, talebeleri iman hizmetini devam ettiriyor.
4. 40 sene, şahs-ı manevisi ikinci vazifeyi yapıyor.
5. 40 sene, şahs-ı manevisi ve İsa Aleyhisselam üçüncü vazifeyi gerçekleştiriyor.

MEHDİ: Hicri 1293 te dünyaya geliyor. 40 yaşında 1333 te mehdi’yet makamı veriliyor. İlk Tefsiri İşaratül İcazı Telif ediyor.

1. Şua yirmi dokuzuncu âyetin sehvine dair tafsilât:
اِلٰى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ "…İnsanları Rablerinin izniyle inkâr karanlıklarından îman nûruna…" İbrahim Sûresi, 14:1

Makam-ı cifrîsi.. "bin üç yüz otuz döِrt (1334) ederek risale-i nur'un fâtihası olan İşârâtü’l-İ'câz tefsirinin zuhuru ve tab'ı tarihine tevafukla bakar"

MEHDİ: Hicri 1340 tarihinde İslam Deccalı Süfyan ile karşılaşıyor.
“ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰ cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına cifirle ve mânâsıyla işaret ettiği gibi, ehl-i salâta ve camilere tâğiyâne tecavüz edeceğini gösteriyor.” 5. Şua İkinci hâdise Alâk Sûresi, 96:6.

MEHDİ: 1379 da Hakka yürüyor. Manevi tasarrufu; Şahs-ı manevisi ile devam ediyor.

MEHDİ: Hicri 1340 ile 1379 arası bizzat iman hizmetiyle ilgileniyor.
Hicri 1380 ile 1420 arası Mehdi’nin talebeleri birinci vazifeyi devam ettiriyorlar.
Hicri 1420 ile 1460 Mehdi’nin şahs-ı manevisi ikinci vazifeyi devam ettiriyor.

“Ahir zamanda gelecek büyük Mehdi, siyaseti tam dindar İsevi’lere bırakıp, yalnız İslamiyet hakikatlerini ispata, izhara, icraya çalışır.” Said Nursi
“Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sümbüllenir.” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 244

Hicri 1460 ile 1500 Mehdi’nin şahs-ı manevisi üçüncü vazifeyi devam ettirecek.

اِلٰى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللهِ
“Kavmini karanlıklardan nûra çıkar” (14/5)
“cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üç yüz elli bir (1351) ederek; Risale-i Nur'un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evâmir-i Kur'âniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuku” 1. Şua dan
(Şeddeli harfler çift sayılırsa:
Nun: 50 Kef: 20 Ya: 10 Lam: 30 =110 + 1351= 1461)

ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ “-şedde sayılır fıkrası dahi,
makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane… vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder.” Kastamonu Lâh. s. 47

MUKADDİMENİN HATİMESİ;

Mehdi, İsa aleyhisselama zemin hazırlayacak, İsa aleyhisselam da, Mehdi’nin yarım kalan vazifelerini tamamlayacak, yani; manen, Mehdi bir nevi İsa, İsa aleyhisselam da bir nevi Mehdi olacaktır.

İsa aleyhisselam peygamber olarak gelmeyecek. Peygamberimize ümmet olarak gelecektir. Mehdi’nin üçüncü vazifesini Tam dindar İsevilerin mümessili İsa aleyhisselam gerçekleştirecek.

İsa Aleyhisselam Mehdi’nin arkasında namaz kılacak, İncil Kur’ana tabi olacak, Hıristiyanlık İslama inkilap edecek, İsa Aleyhisselam 40 yıl saltanat sürecek.

Bediüzzaman yayınlanmayan bir mektubunda diyor ki: “Ahir zamanda gelecek büyük Mehdi, siyaseti tam dindar İsevi’lere bırakıp, yalnız İslamiyet hakikatlerini ispata, izhara, icraya çalışır.”

Bu açıklamaya göre, Avrupa Birliğine girmemiz, Amerika ile olan münasebetlerimizi geliştirmemiz gerekiyor.

Bediüzzaman “Yeni Dünya” tabiri ile Amerika’dan ümitle bahsediyor. Amerika Hazreti Mehdi’nin üçüncü vazifesini üstlenecek ve İnşaallah Amerika, istikbalde “Tam Dindar İseviler” tabirine layık olacaktır.
Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayet-ı sahiha var. Hâlbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hatta yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevisini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağlûptur. Şu zamanda, kuvvet-i velâyeti ne kadar yüksek olursa olsun, böyle bir cemaat-i beşeriyenin ifsâdât-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdînin bütün işleri harika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlâhiyeye ve kavânin-i Adetullah'a muhalif düşer. Bu Mehdî meselesinin sırrını anlamak istiyoruz.

Elcevap: Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, Şeri-at-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.

“Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak.” 29. Mektup s. 621

“Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamildir.” 1. Emirdağ Lâhikası s. 340

“Her asırda bir nevi Mehdi Ali beytten çıkmış. Ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş… Ahir zamanda başkumandan büyük mehdi Şeriat-ı Muhammed'iyeyi ve Hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi ihya ve ilan ve icra ederek, adaletini ve hakkaniyetini dünyaya gösterecektir.” Beşinci Şuâ s. 725

“Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. 1Siyaset aleminde. 2 Diyanet aleminde. 3 Saltanat aleminde. 4 cihat aleminde.” Beşinci Şua s. 724

“Hazreti İsa Aleyhisselam gelir. Hazreti Mehdiye namazda iktida eder, tabi olur.” Beşinci Şuâ s. 721
İsevi ruhanileri bir şahs-ı manevi teşkil ederek deccalın şahs-ı manevisini manen öldürecek İsevi ruhanilerin şahs-ı manevisinin başına İsa Aleyhisselam gelecek ve dinsizliğin şahs-ı manevisini öldürecek. İsa Aleyhisselam peygamber olarak gelmeyecek." Beşinci Şuâ s. 721

“İslam deccalı süfyan çıkmadıkça Mehdi çıkmaz.” Tılsımlar Mecmuasından

“Mehdi faziletçe dört mezhep imamından daha üstündür.” Mektubat / Yirmi Üçüncü Mektup s. 396

“Cenab-ı Hak her bir fesad-ı ümmet zamanında; bir muhlis, bir müceddit, bir halife-i zişan, bir kutbu azam, bir mürşidi ekmel, bir mehdi gibi mübarek zatları göndermiş. 1. Fesadı izale, 2. Milleti ıslah, 3. Dini muhafaza etmiş.” Mektubat 29. Mektup s. 621

“Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; en büyük bir müçtehid, en büyük bir müceddit, en büyük bir Hakim, en büyük bir Mehdi, en büyük bir Mürşid, en büyük bir Kutbu azam olarak, başkumandan büyük mehdiyi gönderecek.” Mektubat 29. Mektup s. 621

“Mehdi; Ehl-i beyti nebeviden olacak. Alemi İslamın zulümatını dağıtacak. En has ordusu Seyyidler ordusu olacak. Bu manevi ordunun içindeki, mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyandıracak, hadisat-ı azime vücuda gelecek. O, kuvve-i azimedeki Hamiyet-i âliye, feveran edecek. Mehdi başına geçip tarik-ı hak ve hakikate sevk edecek.” Mektubat 29. Mektup s. 621

“Ahir zamanda gelecek olan Mehdi’nin üç vazifesi var. Biri hayat, biri şeriat, bir imandır. Hakikat noktasında en mühimi iman meselesidir. Mehdi harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek hedefini değiştirecek.”Kastamonu Lahikasından

“Bu zaman, hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuku amme ve siyaseti islamiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddit ister. Fakat en ehemmiyetlisi hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdit vazifesi en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayatı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor… Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, adeta mümkün görülmüyor. Ahir zamanda Ali beyt-i nebevinin Cemaat-ı nuraniyesini temsil eden Hazreti Mehdi ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir.”

“Cenab-ı Hak bu asırda Risale-i Nur ve şahs-ı manevisini tecdit vazifesi yaptırmış.” Kastamonu Lahikasından 209 / 143

“Risale-i Nurun şahs-ı manevisi ve şahs-ı maneviyi temsil eden has şakirtlerin şahs-ı manevisi ferit makamına mazhardır…”

“Risale-i Nur Kutbiyet, Gavsiyet ve Ferit makamına mazhardır.” Kastamonu Lah. 209 / 149

“Mehdi-i Al-i Resul’ün temsil ettiği Kutsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var… O vazifeleri onun cemiyeti ve Seyyidler cemaati yapacağını rahmeti ilahiden bekliyoruz.” 1. Emirdağ Lâhikası s. 337

MÜHİM BİR MEKTUP
“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zâtlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazen de o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zât, (birinci vazifesi) Risale-i Nur'u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek.”

“MEHDİ’NİN BİRİNCİ VAZİFESİ:
“İman hakikatlerini (Risale-i Nuru) bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.”
“Bu birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikat ve ihlâs ve sadakatle (mümkündür) Üstadımız; “Bir gün gelecek Risale-i Nur, dünyanın anayasası olacak.” Demiş. Bayram ağabeyden bu hatırayı defalarca dinlemiştim.

“Bu birinci vazifenin istinat ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüt sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar azda olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.”

O zâtın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmekdir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.”

“MEHDİ’NİN İKİNCİ VAZİFESİ:
“Şeriatı icra ve tatbik etmektir.”

“Bu ikinci vazife, gayet büyük maddi bir kuvvet ve hâkimiyet lazımdır.”

“Mehdi. Bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslamın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Al-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o ikinci vazifeyi uzmayı yapmaya çalışır.”

O zâtın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.

“MEHDİ’NİN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ:
“Üçüncü vazife için, Alem-i İslamın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-ı ilahiden kurtarmaktır. Bu vazifenin nokta-i istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır.”

Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır.
Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.

İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tabire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler.

“Birinci vazife o iki vazifeden üç dört derece daha ziyade kıymettardır.”

"Elhasıl; O gelecek zâtın (Mehdi’nin) ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, avam-ı mü'minîn nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Yakîniyet-i bürhaniye dahi, kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâp eder; daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i imanda görünmemeye başlar.
Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddittir, onun pişdarıdır" denilebilir.” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 21

“Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, dese; "Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım." Sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 58

“Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

“Hem üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en âzamı, iman meselesidir.” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 67

“iki yüz küsur sene zamana kadar iman ve amel-i salihle beraber bir tâife-i azîme, hasârât-ı azimeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip!...” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 72

“Her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve Müceddit geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, ahir zamanın Büyük Mehdi unvanını almamışlar.”

“Tâ ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî Ve Şakirtleri Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz.” Sikke-i Tastiki Gaybi sayfa 244
* * *
Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi, dedi:
"Mukadderatı İslâm için teşekkül eden bir meclisi muhteşem seni istiyor."
Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a'sârın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
"Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et." Tarihçe-i Hayat / İlk Hayatı s. 162
* * *
“Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zât bana amirane diyor ki;

"İ'câz-ı kur'ân'ı beyan et."
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.” Mektubat / Yirmi Sekizinci Mektup s. 518
* * *
“İmam-ı Rabbani’nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Halis bir tefeül ederek açtım. Acayiptendir ki, bütün mektubat'ında yalnız iki yerde "Bediüzzaman" lâfzı var. o iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektupların başında; "Mirza Bediüzzaman'a mektup" diye yazılı olarak gördüm. "Fesübhânallah," dedim. "Bu bana hitap ediyor." 28. Mektup sayfa 495
* * *
“Bu dürûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” 29. Mektup s. 605
* * *
SEYYİT ABDÜLKADİR GEYLANİ DİYORKİ;
“Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî Radıyallahu Anhın Fütuhu'l-Gayb namındaki kitabıyla tefeül ettim. Tefeülde şu çıktı:
اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ
Aciptir ki, o vakit ben Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye azası idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Hâlbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.” Mektubat / 28. Mektup s. 495

"Ya Said! Âhirzamanın fitnelerine yetişip düştüğün zaman, benim dua ve himmetimi kendine vesile ve şefaatçi yap. İnşallah, senin her şeyinde ve her işinde uzun bir zamanda, yani tufûliyet zamanından, tâ ihtiyarlığın vaktinde işkenceli esaretine kadar, yani bin iki yüz doksan dörtten, tâ bin üç yüz kırk beş, belki altmış dörde, daha ziyade bir zamana kadar Allah'ın izniyle ve kuvvetiyle senin imdadına yetişeceğim."

“Sen şark ve garba gideceksin; çok fitnelere ve şerlere girip, umumunda esbab-ı âdiyenin fevkinde bir tarzla kurtularak mahfuz kalacaksın.”
“Sen, inâyet gözüyle gözetilip korunmaktasın.”

“Ey benim nazmımı, meslek ve meşrebimi ve makalâtımı söyleyen… Ey Risaletü'n-Nur'un müellifi, mücahede et, korkma sözlerini söyle!”

"Ey Said! Sen, zamanın Abdülkadirisi ol, ihlâs-ı tâmmı kazan, fakrınla beraber maişetini düşünme, nâstan minnet alma; ismin 'Said' olduğu gibi maişette de mes'ud olacaksın. Muhabbetimde sadık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulusi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman, Bekir gibi sadık hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş."

"On dördüncü asırda Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah'ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım."

"O Gavs'ın müridi olan Molla Said Rusya'da esaretle Asya'nın şark-ı şimalîsinde ve ehl-i bid'anın eliyle Asya'nın garbına nefyolunarak kaldığı miktarca ve Sibirya taraflarından firar edip fevkalâde çok bilâdı seyr ü seyahat etmeye mecbur olduğu zaman, Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdat etmişim ve istimdadına yetişmişim." 8. Lem’adan
* * *
“CELCELÛTİYE, SÜRYANİCE
"BEDİ" DEMEKTİR. VE BEDİ' MÂNÂSINDADIR.
İbareleri bedi' olan Risale-i Nur, Celcelûtiye'de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı göründüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatim olmadığı halde, bana verilen "Bediüzzaman" lâkabı benim değildi. Belki Risale-i Nur'un mânevî bir ismiydi; zâhir bir tercümanına ariyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.

Demek, Süryanice bedi' manasında ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelûtiye ismi, işârî bir tarzda, bid'at zamanında çıkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale-i Nur'un hem ibare, hem mana, hem isim noktalarıyla bedîliğine münasebetdarlığını ihsas etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında Risale-i Nur çok yer işgal ettiği için hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.

“Birinci sual: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risale-i Nur, Kur'ân'ın İşaretine ve iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) takdir ve tahsinine ve Gavs-ı Âzamın teveccüh ve tebşirine vech-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerametle Risale-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?

Elcevap: Malûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır. Ve soğuğun şiddetinden incimad etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir.

İşte, aynen öyle de, Risale-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın şeriat-ı Muhammediye ye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribatın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin imanlarını kurtarması noktasından, Risale-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki;

Kur'ân ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş. Ve Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) üç kerametle ona beşaret vermiş. Ve Gavs-ı Âzam (r.a.) kerametkârâne ondan haber verip tercümanını teşci etmiş.” 8. Şuadan
* * *
ABDULLAH YEĞİN
"Üstadımız kendisinden bahsetmezdi. Risale-i Nur'u methederdi. Ben de çocukluktan olacak, bu Hocanın bahsettiği Risale-i Nur kimdir? diye düşünürdüm. Bir gün Feyzi Efendi'ye sormuştum: 'Bu Risale-i Nur kimdir?' O da bana aynı odada kitap mütalaası ile meşgul olan Üstad'ımızı göstererek, 'Efendi, Efendi' demişti.”Son Şahitler 2.Cilt s. 170
* * *
“MEHDİ İNCE UZUN VE AÇIK KAŞLIDIR. ŞAM ŞEHRİNİN MİNBERİNE ÇIKAR.” Hadisi Şerif
“İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.”

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.”

“Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette burhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'ân hükmedecek.”

“Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.” (1371-1950 Demokrat iktidarına bakıyor.)

“Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.” “istikbalin kıt'alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'ân'a tâbi olur, ittifak eder.”

"Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsı birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilir siniz.”

BEDİÜZZAMAN’IN SAİD NURSİ’NİN 1911 de Şam Emevi'ye camiinde verdiği hutbeden bir bölüm.

AFYON HAPİSHANESİNDE ÜSDADIMIZ 33 HADİSİ ŞERİFİ, EVRAT DEFTERİNE YAZMIŞ. BİLAHERE BAZI NUR TALEBELERİ DE, KENDİ DEFTERLERİNE KAY DETMİŞLER.

"Kâhinlerden birisi gelecek, Kur'anı (Kur'an'ın hakikatlerini) öyle bir tarzda ders verecektir ki, ondan sonra, onun gibi o ders ve talimi veren olmayacaktır."
* * *
(Kâhin: Hadisin metnindeki kâhinden murad, Allah-u Alem, ilhama mazhar, gaybi umuru veyahut gizli kalmış esrarı veyahut mestur olan Hakaik-ı Kur'an'iyyeyi ilham-ı ilahi ile ders verecek birisi demektir. Bu ise, gaybi ve istikbali bir işaret, bir ihbar-ı Nebevidir.)
* * *
"Said, fitnelerden uzak kalmış kimse, musibet ve fitneye giriftar olduğu halde, sabreden kimsedir. Böyle adam ise, çok garip ve pek nadirdir."
* * *
"Ahir zamanda, şiddetli ve dehşetli bir bela gelecek. Herkese isabet edecek. Ondan kurtulan olmaz. Ancak Allah’ın dinini bilen ve ona göre lisanıyla ve kalbiyle mücahede eden bir adam kurtulacak. O ise, ona geçmişlerin mesleği sebkat etmiştir. Bir de, Allah'ın dinini bilip, tasdik eden birisi kurtulacak."
* * *
"Beni Ademin en cömerdi, en kerimi ve en sahisi benim. Benden sonra, onların en kerimi, en cevadı ise, bir recul, bir Ademdir ki; o Adem (hususi) bir ilim bilecek ve o ilmini neşredecektir. Kıyamet gününde müstakilen bir cemaat halinde baas olunacaktır."
* * *
ŞAHS-I MÂNEVÎ MEHDİLİK YAPAR, AKSİ HALDE MAĞLUP OLUR
“Her asırda dine ve imana tam hizmet eden mücedditler geldikleri gibi, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddit olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da harika olsa, şahs-ı maneviye karşı mağlûp olmak kabildir. Risale-i Nur'un o cihette bir nevi müceddit olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar -hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur'a bir nevi çekirdek olabilir. Kur'ân'ın feyziyle, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur'un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm, gittim. Bütün kıymet Kur'ân-ı Hakîmin manası ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur'a aittir.” 2. Emirdağ Lahikası sayfa 533
 
Üst