Açıklamalı - 19. Lem'a - İkinci Nükte - İktisat Risalesi

Ukbaa

Well-known member
ONDOKUZUNCU LEM‘A

İktisâd Risâlesi

[İkinci Nükte]

Fâtır-ı Hakîm, insanın vücûdunu mükemmel bir saray sûretinde ve
muntazam bir şehir misâlinde yaratmış.


Bu söz sıradan bir söz değildir.
Şehirde polisler ve askerler var vücudumuzda kandaki akyuvarlar var.
Şehirde esnaflar var, vücudumuzda kandaki alyuvarlar var.
Şehir su ve kanalizasyon şebekesi var.
Vücudumuzda su şebekesi olan damarlar ve kanalizasyon şebekesi olan toplardamar ve kalın bağırsaklar var.
Şehirde yönetim var, insanda beyin bir tarafı var vücudu yönetir ve hakeza bunlar çoğaltılabilir.


Ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcı, a‘sâb ve damarlar telefon ve telgraf telleri gibi,
kuvve-i zâika ile ve merkez-i vücûddaki mide ile bir medâr-ı muhâbereleridir.
Ağıza gelen maddeyi o damarlarla haber verir.
Bedene ve mideye lüzûmu yoksa, “Yasaktır!” der, dışarıya atar.
Bazen de bedene menfaati olmamakla beraber zararlı ve acı ise,
hemen dışarıya atar, yüzüne tükürür.


Evet, ağzına aldığı meyve bozuksa, tadı mayhoş ise hemen dilden beyne bir sinyal gider,
beyin değerlendirmesi yapar ve zararlıdır dışarı at der.
Bu haberleşmeler dilden beyne giden damarlar iledir.
Hem ağızdaki ne olduğunu hem sağlam ve bozuk haline beyne gönderir.

Evet değerlendirme ile ağızdaki gıda zararlı ise hemen dışarıya atar, yüzüne tükürür.


İşte madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır.
Mide ise cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir.
O saraya veyahud o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin
yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev‘inden, ancak beş derecesi muvâfık olur,
fazla olamaz. Tâ ki kapıcı gururlanıp baştan çıkmasın Vazîfesini unutmasın,
fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dâhiline sokmasın.


İşte bu sırra binâen, şimdi iki lokma farz ediyoruz.
Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden kırk para;
diğer lokma, en a‘lâ baklavadan on kuruş olsa, bu iki lokma, ağıza girmeden,
beden i‘tibâriyle farkları yoktur, müsâvîdirler; yani masanın üstündedirler
orada oldukları sürece beden faydaları olmadığı gibi zararları da yoktur
boğazdan geçtikten sonra da, cesed beslemesinde yine müsâvîdirler.
Belki bazen kırk paralık peynir, daha iyi besler.


Biz yediklerimizin tadını midemizde almıyoruz, sadece dilimizde alıyoruz
ve bizi aldığımız tat beslemez yediklerimizden hazmettiklerimiz besler.


Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var.


Kuvve-i zaika, tadları hisseden dilimizdir
ve bu iki lokmanın tek farkları dilimizde hissettiğimiz tadlarıdır.
O da yarım dakika yada daha az iyice çiğnenmezse 5-10 saniye sonra o tadda gidiyor.
Şimdi biz bu iki lokmadan hangisini tercih ederiz?

Bir lokma peynir yumurta 40 para bir lokma harika bir baklava 10 kuruş
yani peynir ve yumurtadan 25 kat pahalı,
Evet şimdi biz bu iki lokmadan hangisini tercih ederiz yada etmemiz lazım...


Yarım dakika hâtırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak,
ne kadar ma‘nâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyâs edilsin.


Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber,
kapıcıya dokuz def‘a fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, “Hâkim benim” dedirtir.
Kim fazla bahşiş ve lezzet verse, onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak.
“Aman doktor gelsin, harâretimi teskîn etsin, ateşimi söndürsün!” dedirmeye mecbûr edecek.


Evet, nefsini baklavaya alıştıran biri midesine gönderdiği gıdalara da faydayı gözetmez,
sadece tadı gözetir yani dili memnun eder, onu şımartır.
Hâlbuki dil bir kapıcıdır.
Kapıcıya ücret verilir ama mideye verilenden fazla verilmez.

Ben şahsen döneri çok severim sanki yemekle usanmayacağımı sanıyorum
Ama her gün her gün döner yersem yüzlerce hastalığı davet ederim kendime.
Bundan ben zarar görürüm ama dilim bayram eder, onu memnun etmiş olurum.
Hâlbuki ayda bir iki defa kırmızı et sağlıkça bize yeterlidir.
Tadını seviyorum diye yersiz yere yemekle israf etmiş olurum.


İşte iktisâd ve kanâat, hikmet-i İlâhiyeye tevfîk-i harekettir.


Her şeyde bir ölçü bir miktar birçok fayda ve maslahat vardır.
İsraf ölçüsüzlüktür. Miktarı kaçırmaktır, fayda ve maslahatları terk etmektir.
Hâlbuki hikmet kâinatı kuşatmıştır.
İnsan israf ederek kâinata muhalif hareket eder.


Kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir.
İsraf ise, o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer,
mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakîkîyikaybeder.
Tenevvü‘-ü et‘ımeden gelen sun‘î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir,
hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.


Sık sık canı istedikçe yemek yiyenler gerçek açlığı bilmezler.
Bir açlık hissederler ama o aslında yalancı bir açlıktır,
Evet yemek yedikten iki saat sonra gelen açlık hissi, iştaha-i kazibedir, yalancı bir açlıktır.
15 dk sonra yerini tokluğa bırakmaktadır. Bunu oruç tutanlar yakinen bilirler.
Öğlen gibi açlılk gelir, 15 dk sonra bir tokluk hissi gelir.
Kontrolsüz yemek yiyenler bu açlığı hakiki sanırlar ve sıksık yerler yediklerini hazm edemezler.

Ve vücud az istifade eder çok kazurak çıkarır ziyade boşa yorulur.
Ve hastalıklara karşı mukavemetsiz olur.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

el Fatiha


 

heysem

Well-known member
iktisat eden aza kanaat etmeyi bilir ve manevi bir beklenti icerisine girmeden hayatini zillet icinde yasamaktan muhafazada etmis olur. Ayni zamanda iktisat eden Bereket icerisindedir Hadisi serifte buyurulurki,
"iktisat eden fakir olmaz " (kesful hafa)
elindekinin kiymetini bilir , sükrünü yerine getirir. Yemek , icmek eyleminde acikmadan sofraya oturmaz ve istahi varkende sofradan kalkmasi ile zahiren lezzetsiz gibi görünen yiyeceklerinde lezzet alinarak yenilmesine sebebiyet vermis olur. Ve az yeme ilede bir nevi perhiz yapmis olur ve cogu hastaliga karsida tedbirini saglamis olur.
her insan iktisati neticesinde zenginlige sahiptir.

ALLAH razi olsun ukbaa kardesim.
 
Üst