Ehl-i Sünnet Tabirinin İlk Defa Kullanılması

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
“Ehlu’s-sünnet” tabiri, dinde bid’atlerin ve Hariciyye, Mu’tezile, Mürcie ve Şîa gibi çeşitli fırkaların ortaya çıkmasından sonra, sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır Ehlu’s-sünnet, bid’at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme, onların ortaya attığı meselelerin dinî cevaplarını tespit etme ve bid’atlara karşı İslam cemaâtının tavır alma hareketidir diyebiliriz
Sahâbîlerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid’at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü’l-hakk, ehlu’s-sünne ve’l-İstikâme, ehlu’l-hadis, ehlu’l-cemaâ, ehlu’l-hadis ve’s-sünne ve ehlu’s-sünne ve’l-cemaâ” isimlerini kullanmışlardır

Ehlu’s-Sünnet terimini ilk kullanan, Muhammed b Sîrîn (ö110/728), “ehlu’l-hakk ve’l-cemâ’a” terimini ise, ilk defa kullanan Ebu’l-Leys es-Semerkandi (ö373/898)’dir

Bu terim, Hicrî II asır başlarından itibaren “ehlu’l-hakk ve’l-istikâme”, “ehlu’s-sünne ve’n-nakl”, “ashabu’l-hadis” şekillerinde kullanılmıştır Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz Peygamber (sas)’in ve ashabının yolunu takip eden çoğunluktur Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktaları da toplaması açısından “ehlu’s-sünne ve’l-cema’ât” ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir Bu kullanışa yakın bir ifadeyi, Ahmed b Hanbel (241/855), “Ehlu’s-sünne ve’l-cemâ’a ve’l-âsâr” şeklinde kullanmıştır (İbn Ebi Ya’la, Tabakatu’l-Hanâbile, Kahire 1952, I, 31) “Ehlu’s-sünne ve’l-cemâ’â” şeklindeki ifade tarzına da Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)’nin “Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber” isimli eserinde rastlan-maktadır (Bkz, ttp://wwwfatihberatnetteyimnet/ebedisaadet/ehlisunnethtm (09012005))

Ehl-i Sünnet, Kur’an ve sünnete dayanmayan hiçbir inanç ve ibadeti kabul etmez Kur’an ve sünnetten tasdik almayan bütün inanç, fikir ve felsefeler batıldır

Kur’an-ı Kerim, Allahu Teala’nın kelamı olup ilâhî koruma altındadır Onu açıklayan ve uygulayan sünnet de bu korumanın içindedir Din işlerinde Hz Peygamber’e (sas) tabi olmak farzdır

“Kur’an ve aklım bana yeter, peygamberin görevi sadece Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir, vefatıyla vazifesi bitmiştir, bundan sonrası bize aittir, onun sünnetine tabi olmak gibi bir görevimiz yoktur”, demek küfürdür Çünkü bu anlayış, bizzat Kur’an ayetlerine aykırıdır

Kur’an ve sünneti anlamak için elbette aklı kullanmak gerekir Bazen ayet ve hadisleri yorumlamak icap eder Buna tevil etmek denir Usul ve edebine göre tevil etmek, yeni yorum yapmak günah değildir; ihtiyaç anında gereklidir Bütün mezhepler, işte bu yorum farkından dolayı ortaya çıkmışlardır

Bugün Müslümanların güçlenmesi, yeniden kendilerini idrak etmeleri, yabancı ideolojilere yem olmamaları, birlik ve beraberliklerini yeniden kurmaları ve gerçek anlamda hem Müslüman olmaları hem de çağdaş hayata ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmaları için Ehl-i Sünnet akîdesine dört elle sarılmaları gerekir
 
Üst