31. Söz'den Dersimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

heysem

Well-known member
Esselamu aleykum verahmetullahû ve berekâtuhû
degerli kardeslerim yaklasan Mirac kandilinizi kutlar ve Rabbimizin razi olacagi bir sekilde gecirmenizi rahmet esintilerinden hem ruhen ,hem bedenen ,hem fikren, hem kalben istifade etmenizi Yüce Mevladan niyaz ederim .​

Bismillahirrahmanirrahim
güncel derslerimize katilimlarini bekliyoruz buyrun birlikte Mirac hadisesine yolculuk yapalim .​


[BILGI]
Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir
İHTAR: Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miracdan bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor. Öyle ise, biz, Miracda istib’âd ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karşı serd-i kelâm edip ara sıra, makam-ı istimâda olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı Sözlerde hakikat-i Miracın bir kısım lem’aları zikredilmiştir. İhvanlarımın ısrarıyla, ayrı ayrı o lem’aları hakikatin aslıyla birleştirmek ve kemâlât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) cemâline birden bir âyine yapmak için, inayeti Allah’tan istedik.​

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

سُبْحَانَ الَّذِىۤ اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ اْلاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْ لَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۤ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ1

1 : “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.​


__________________________​


اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحىٰ - عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوٰى - ذُومِرَّةٍ فَاسْتَوٰى
وَهُوَ بِاْلاُفُقِ اْلاَعْلٰى - ثُمَّ دَنَا فَتَدَلىّٰ - فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنىٰ -
فَاَوْحٰىۤ اِلٰى عَبْدِهِ مَاۤاَوْحٰى - مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَارَاٰى -
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَايَرٰى - وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْ لَةً اُخْرٰى - عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى -
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى - اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى -
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَاطَغٰى - لَقَدْ راَىٰ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرىٰ 1
EVVELKİ âyet-i azîmenin azîm hazinesinden, yalnız 2 اِنَّهُ zamirinde bir düstur-u belâğate istinad eden iki remzin meselemize münasebeti olduğu için, i’caz bahsinde beyan edildiği üzere yazacağız.​

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâmın Miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonra 3 اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ der. Ve şu kelâm ile, Sûre-i 4 وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى da işaret olunan müntehâ-yı Miraca remzeden اِنَّهُ daki zamir, ya Cenâb-ı Hakka râcidir veyahut Peygamberedir.​


1 : “O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Onu muazzam kuvvetlere sahip olan öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür. O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hattâ daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Kendi kuluna vahyetti. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde, Sidre-i Müntehâda gördü ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” Necm Sûresi, 53:4-18.
2 : “Şüphesiz ki O…” İsrâ Sûresi, 17:1.
3 : “Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
4 : “Kayan yıldıza yemin olsun ki…” Necm Sûresi, 53:1.​


Sözler , 31. söz​
[/BILGI]
anladiklarimizi paylasmaya devam soru cevap serbest :) baki selam ve dualar esliginde .

1.Peygamberimiz (s.a.v.)’in en büyük mu’cizelerinden olan İsra ve Mirâc mucizesi nedir ve ne zaman ve nasıl vuku bulmuştur?

2. Mirac gibi meseleler kimlere ve nasil anlatilmali ?

3. Mescidi Aksa ve Mescidi haram hakkinda bilgi verebilirmisiniz ?

4. Sidre-i Münteha , meva cenneti nedir ?
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Mirac olayı Resulullah (s.a.s.)'ın Kur'an-ı Kerim'den sonra en büyük mucizesidir. Mirac aynı zamanda Yüce Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'e özel bir lütfu ve ihsanıdır. Resulullah (a.s.)'ın böyle bir lütfa mazhar olması onun Yüce Allah katında ne kadar büyük bir dereceye sahip olduğunu göstermektedir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde bu olaydan şu şekilde söz ediyor:

"Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermemiz için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1) Yüce Allah, Necm suresinde de şöyle buyuruyor: "Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman (o gördüğünde) Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm, 53/12-18) Müfessirlerin bildirdiğine göre bu âyetlerde sözü edilen olay da mirac olayıdır.

İsrâ ve mirac olayı Yüce Allah'ın sevgili peygamberine bir mükâfatı ve ilâhi bir mucizesidir. Resulullah (s.a.s.) Mekke'de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmış, Ebu Tâlib Vadisi'nde ablukaya alınmış, üç yıl süren bu abluka dolayısıyla açlık ve mahrumiyet içinde kalmış, ardından amcası Ebu Tâlib'i, kısa süre sonra da değerli hanımı, mü'minlerin annesi Hz. Hatice (r.a.)'yı kaybetmiş ve birbiri ardından gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü.

İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükâfatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti. Onu kendisine yaklaştırdı. Üzerine, çektiği bütün sıkıntıları, içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaşabileceği zorlukları unutturacak hoşnutluk hulleleri giydirdi.

Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'in isrâ ve mirac gecesinde karşılaştığı manzaralar, gördüğü âyetler ve kendisine karşı yapılan muamele onun Allah katında ne büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu itibarla isrâ ve mirac olayı çok değişik boyutları olan büyük bir mucizedir ve bu mucize peygamberler içinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özeldir.
 

nisa-inur

Member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Birinci soru cevaplanmış sıra ikinci cevapta o zaman;

2. Mirac gibi meseleler kimlere ve nasil anlatilmali ?

İmanın rükunlarını bilmeyenlere yani Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miracdan bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor.
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

sıra 3.Sorumuza gelmiş

3. Mescidi Aksa ve Mescidi haram hakkinda bilgi verebilirmisiniz ?


Bu soruyu cevaplayacak bir kardeşimiz var mı acaba ?
 

heysem

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

sıra 3.Sorumuza gelmiş

3. Mescidi Aksa ve Mescidi haram hakkinda bilgi verebilirmisiniz ?


Bu soruyu cevaplayacak bir kardeşimiz var mı acaba ?

ALLAH razi olsun kardesim .



Mescid-i Aksâ: Kudüs’te eski Süleyman (a.s.) mâbedinin bulunduğu yerde inşâ edilmiş olan câmiye Mescid-i Aksâ denilir. “Aksâ”, en uzak anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de isrâ olayıyla ilgili olarak bu mescidden bahsedilir. “Kulunu (Muhammed’i), gece vakti, âyetlerimizden bazılarını göstermek için Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O her şeyi işitir ve görür.” (17/İsrâ, 1).

Mescid-i Aksâ’ya “İliya” veya günahlardan temizlenme yeri anlamında “Beytü’l-Makdis, yahut Beyt-i Mukaddes adı da verilmiştir. Mescid-i Aksâ’ya “en uzak mescid” anlamındaki bu ismin verilmesi, Mekke’deki Mescid-i Haram’a yaya yürüyüşü ile bir aylık mesafede bulunması yüzündendir. Hz. Peygamber, mirac gecesinde; “Burak’a bindim, Beytu’l-Makdis’e gittim” (Müslim, İman 259; Nesâî, Salât 10) buyurmuştur.

Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra yapılan en eski mescidlerden birisi Mescid-i Aksâ’dır. Yapımına Dâvud (a.s.) başlamış ve Hz. Süleyman tarafından tamamlanmıştır

Bilindiği üzere Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsüdür. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz etmekte ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını bildirmektedir.


 

heysem

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

MESCİD-İ HARÂM

El-Mescidü'l-Haram, Mekke'de Kâbe'nin bulunduğu alandaki camiin adıdır. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescit anlamında bu ad verilmiştir. Yeryüzünde inşa edilen ilk mescit ve müslümanların kıblesidir. Buraya Mescid-i Haram denildiği gibi, Harem-i Şerif de denir. Açık bir alan üzerinde bulunan Kâbe, Makam-ı İbrahim ve zemzem kuyusu bu mescidin birer parçasıdır:

Mescid-i Haram'ın, kuzey-batı duvarı 164 m., güney-doğu duvarı 166 m., kuzey-doğu duvarı 108 m., güneybatı duvarı 109 m. dir. Mescid-i Haram'ın bu dört duvarında 19 kapı, çevresinde 92 kubbe ve 7 minare vardır. Hz. Ömer zamanına kadar ihata duvarı yoktu. Ondan sonra duvar örüldü ve tarih boyunca bir takım tamir, yenileme, genişletme çalışmaları yapıldı.

Benu Şeybe kapısının kemeri ile Kâbe arasında küçük kubbeli bir yapı vardır. Kâbe yapılırken Hz. İbrahim'in iskele olarak kullandığı taş buradadır. Taş üzerine çıkan Hz. İbrahim'ın ayak izleri görülmektedir.

Kâbe'nin kuzey-batı duvarının karşısında mermerden yapılmış yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Hilâl'i de andıran bu duvarla çevrili alana "el-Hatim" veya "el-Hicr" denmiştir.
Tavafın yerine getirildiği mermer döşemeye "metaf" denilmektedir.

Metaf": Tavaf edilen yer, tavaf edilirken dönülen alan demektir (bk. "Metâf" mad.).
Zemzem'in çıktığı yer, Hâceru'l-Esved'in karşısında Kâbe'nin 20 m. kadar doğusundadır. Zemzem, İbranice bir kelime olup, "dur-dur" anlamına gelir.

İslâm'ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble Kudüs'teki Mescid-i Aksâ iken, Hicretten sonra onaltıncı ayda, kıble Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu değişiklik şöyle açıklanır: "Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir.

Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir" (el-Bakara, 2/149, kış. 2/150); "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey müminler. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin" (el-Bakara, 2/144).

Mescid-i Haram, önceleri Kâbe'nin çevresinde tavaf edenlere ayrılmış bir alandan ibaretti. Asr-ı Saadette ve Ebu Bekir (r.a)'ın halifeliği döneminde mescidin çevresinde duvar yoktu. Etrafı evlerle çevrili idi. Zamanla hacıların kalabalıklaşması ve sıkışıklık meydana gelmesi üzerine kenardaki evler satın alınıp yıktırılmış ve çevresine duvar çekilmiştir.

Mescid, Emevîler, Abbasîler, Osmanlılar, Suudlular zamanında çeşitli tamirler görmüş ve değişikliklere uğramıştır. Şimdiki haliyle Kâbe'ye yakın olan kısmın üzeri açık, dış kısımların üzeri kapalıdır. Kapalı bölüm sa'y mahallini de içine alacak şekilde genişletilmiştir (Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, X, 57, VI, 50).
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

4. Sidre-i Münteha , meva cenneti nedir ?

Sidre-i müntehâ, yedinci semada bir hadise göre de altıncı semada Arş'ın sağ tarafında bulunan bir nebk ağacıdır ki müttakilere vaad edilen cennetin nehirleri, (Muhammed, 47/15 bkz.)

onun altından çıkar. Hz. Peygamber (s.a.v)'in meyvasını tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzeterek tavsifde bulunduğu bu ağaç hakkında şunları söylediği rivayet edilmiştir: "Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter.

" "Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter." gibi haberler nakledilmiştir. Bu haberler, söz konusu ağacı, mahlukatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil, ve emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir "oluşum ağacı" olarak göstermektedir. İbnü Mes'uddan gelen bir rivayette onun şöyle dediği görülür:

"Sidre-i Müntehâ, cennetin uc kısımlarında bulunan bir yerdir. Üzerinde ise Sündüs ve İstebrak'ın etekleri vardır." Keşşâf'da da "Sidre-i Müntehâ sanki cennetin bitiş noktasındadır." şeklinde bir ifade vardır. İbnü Abbas ve Ka'b'dan nakledildiğine göre Sidre-i Müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır ki, melekler, nebiler ve mahlukat içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah'tan başkası bilemez. Dahhâk'tan yapılan bir rivayette de şöyle denilir:

"Allah'ın her emri ona ulaşır, ondan daha ileri geçemez."
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Bu MUBAREK buluşmada biz müslümanlar bir hakikati daha öğrendik;

Kab-ı kavseyn

evet kıymetli Müslümanlar

Kab-ı kavseyn ne demektir ?*
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

İsra Olayı

İsrâ ve Miraç vakası Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında cereyan eden en mühim hâdiselerden biridir. Çokça zikredilen geniş ifadesi ile Miraç iki kısımdır; İsra ve Miraç. İsrâ, kelime olarak, geceleyin yürümek manasına gelmektedir. Geceleyin sefere çıkan askerî birliğe seriyye denir. İsra bu kelimeyle aynı kökten türemiştir.

* * *
Miraç ise, yükselmek mânasına gelmektedir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında geçen bir hâdise olarak İsrâ ve Miraç denilince, hemen hemen aynı şey anlaşılmış olur. Bu, Kainatın Efendisinin bir gece, Mescid–i Haram'dan başlayıp Mescid–i Aksa'ya, oradan gökleri aşıp Sidre–i Müntehâ'ya, âlem–i imkân ile âlem–i vücub hududuna kadar ve daha ötesine ulaştığı bir yolculuğun adıdır.
* * *
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu yolculuğa ilâhî bir lütuf olarak mazhar kılınmıştır. Bu yolculuğu Kainatın Efendisi ruh ve cesediyle birlikte, aynı gecede, uyanık ve kendinde olduğu hâlde gerçekleştirmıştır. Miraçla ilgili bazı ayrıntılarda âlimler arasında ihtilaf vaki olmuş ise de, hâdisenin Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı âyet–i kerîmede sarih (açıkca) olarak ifade edildiği için, bu aşamayı değil inkâr tartırmak bile mümini dinden çıkarır.
Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid–i Haram'dan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid–i Aksa'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir..."(1)
* * *
Bu aşama, "İsrâ" yani "geceleyin yürütmek" kelimesi ile ifade edildiği için kelimenin mastarı olan İsrâ ile adlandırılmıştır. Kâinatın Efendisine özgü bu seyahatin devamı olarak göklere yükselme, ilâhî kurbiyete erme olayına da Miraç denilmiştir. Miraç'la ilgili bir takım hususlara her ne kadar Necm suresinde değinilmiş ise de, daha ziyade hadis–i şeriflerde sarih olarak açıklığa kavuşturulmuştur.
Mirac'ın Mescid–i Haram'ın hangi noktasından başladığı hususunda değişik görüşler vardır. Kâinatın Efendisinin Mescid–i Haram'da Hicr mevkiinden alındığı görüşü, aşağıdaki hadis–i şerife dayandırılmıştır:
–Ben bir gece Mescid–i Haram'da, Beytullah'da Hicr (Hatim)'in yanında uyku ile uyanıklık arasında iken, Cebrail Burak ile bana geldi…(2)
Mescid–i Haram'dan maksat, Kâ-be'nin çevresidir. Ümmü Hânî'nin evi de Mescid–i Haram'ın içinde bulunduğu için her iki açıklamadan aynı mâna çıkar.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mi’rac'a götürüldüğü geceyi için şöyle buyurdular:
–Ben Kâbe'nin avlusunun hicr kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar göğsümü yardı. Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla, hikmetle dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim yerinden çıkarılıp su ve zemzemle yıkandı. Sonra içerisi imanla doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirildim.
Miraç yolculuğunda Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem olağanüstü hâdiselerle karşılaşır. Allah Teala kulu ve Resulü Muhammed'e birçok ayetlerini gösterdi. Kâinatın Efendisi Burak'ın sırtında Kudüs'e doğru yol alırlarken, yolun dışından kendisini çağıran birine rastladı. Kâinatın Efendisi, kendisi çağıran kişiye bakmaya yönelince.
Cebrail:
–Yürü! dedi. Yollarına devam ederler, sonra yaşlı bir kadına rastlarlar.
Kâinatın Efendisi:
–Bu nedir? diye sorar.
Cebrail:
–Yürü, dedi. Derken bir cemaate rastlarlar, bunlar selâm verirler.
Cebrail Aleyhisselâm:
–Selâma mukabele et, der. Kâinatın Efendisi selamlarını alır.
Cebrail Aleyhisselâm açıklamada bulunur:
–İlk seni çağıran İblis'ti, yaşlı kadın da dünya idi. Selâm verenler de İbrahim, Musa ve İsa idi.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz yolculuğu esnasında, arazi eken ve hasat yapan bir kavme rastlar. İnsanların hasadı kaldırmasının hemen sonrasında ekinlerin tekrar meydana geldiğini görürler.
Cebrail:
–Bunlar mücahitlerdir, dedi.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha sonra başları taşla ezilen bir kavme rastlar. İnsanların başları eziliyor, sonra tekrar eski hâline dönüyordu.
Cebrail:
–Bunlar namaz kılmayan kimselerdir, dedi.
Sonra sadece avret yerlerinde örtü olan, hayvanlar gibi otlayan insanları gördüler. Cebrail:
–Bunlar zina yapanlardır, dedi.
Sonra bir demet odun toplayan; fakat topladığını taşıyamayan bir adama rastladılar. Adam, elindeki demete sürekli yeni ilaveler yapıyordu.
Cebrail:
–Bu nezdinde emanet olup, emaneti eda etmeyen, fakat başka emanetler talep eden kimsedir, dedi.
Sonra dil ve dudakları kesilen ve her kesilişten hemen sonra dil ve dudakları tekrar eski hâline dönen bir kavme rastladılar.
Cebrail:
–Bunlar insanları fitneye çağıran kimselerdir, dedi. Sonra küçük bir delikten çıkan büyük bir öküze rastladılar. Bu öküz çıktığı delikten tekrar geri gitmek istiyor ancak bunda muktedir olamadığını gördüler.
Cebrail:
–Bu, söz söyleyip ardından pişman olan; fakat istediği hâlde, artık sözünü geri alamayan kimsedir, dedi.
Mescid–i Aksa'ya kadar olan yolculukta görülenlerle ilgili olarak şöyle bir rivayet vardır. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
–İsrâ gecesinde Musa'ya uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki kabrinde namaz kılıyordu.(3)
Bir başka rivayete göre; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, geceleyin yürütüldüğü zaman hurmalık bir araziden geçerler.
Cebrail:
–İn ve namaz kıl, dedi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iner ve namaz kılar. Cebrail:
–Burası Yesrib'dir, dedi. Rivayetin devamında Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, aynı şekilde muhtelif yerlerde iner ve namaz kılar. Her seferinde Cebrail Aleyhisselam açıklama yapar:
–Burası Tur–i Sina, Allah'ın Musa ile konuştuğu yerdir.
–Burası İsa'nın doğduğu Beyt–i Lahm'dır.
–Burası Medyen'dir.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'den Kudüs'e gidinceye kadar birçok olayla ve değişik hâllerle karşılaşır. Kudüs'e, Beyt–i Makdis'e vardıklarında, daha önce peygamberlerin bineklerini bağladıkları bir halkaya Burak'ı bağladılar. Bu arada Cebrail iki kap içecek getirir. Kaplardan birinin içinde içki, diğerinin içinde süt vardır. İki kap içecek Kainatın Efendisine sunulur. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz süt olan kabı alır ve içer.
Cebrail:
–Fıtrata uydun, der.
Sonra Mescid–i Aksa'nın içine girerler, orada meleklere imamlık yaparak cemaatle namaz kılarlar. Bir başka rivayete göre; bütün peygamberlerin ruhları Mescid–i Aksa'ya gelir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, onlara imam olup, namaz kıldırır. Ardından Miraç yolculuğu başlar…
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Miraç Olayı

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Mescid–i Aksa'da yapacaklarını yapıp, göreceklerini gördükten sonra, göklere çıkmak için "Miraç" merdiveni yada asansörü kuruldu.
Bu durumu Ebû Saîd el–Hudrî Radıyallahu Anh Resûlullah'tan şöyle haber veriyor:
–Beytülmakdis'te olanları bitirdiğim zaman, Miraç getirildi. Ben ondan daha güzel bir şey görmemiştim. Ölüleriniz can çekişme anında gözlerini ona diker. Arkadaşım beni ona bindirerek, öyle bir kapıya yükseltti ki, o kapıya 'koruyucu melekler kapısı' denilir."
Bu kapıya şu âyet–i kerîme işaret etmektedir:
"Onları, taşlanmış, kovulmuş her şeytandan koruduk."(1)
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatıyor:
Böylece Cebrail ile dünya semasının kapısına kadar geldik. Cebrail kapının açılmasını istedi:
–Gelen kim? denildi.
–Cibril! dedi.
–Beraberindeki kim? denildi.
–Muhammed! dedi.
–Ona Miraç daveti gönderildi mi? denildi.
–Evet, dedi.
–Öyleyse hoş gelmiş! Bu geliş, ne hoş geliştir! denildi. İçeri girince görevli bir melekle karşılaştık. Bu görevli meleğin ismi, İsmail'dir. Emrinde yetmiş bin melek olup, her bir meleğin emrinde de yüzer bin melek bulunmaktadır.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Mi’rac’ı anlatan Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisenin burasında şu âyet–i kerîmeyi okur:
"...Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez..."(2)
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözlerini şöyle sürdürür:
–Derken karşımda bir adam gördüm ki, ilk yaratılışından hiçbir şey kaybetmemiş. İnsanların ruhları da ona arz ediliyor ve şöyle diyor:
–Müminin ruhu hoştur, güzel kokuludur. Bunun kitabını, iyilerinkilerin yanına koyun. Kâfirin ruhu ise, kötüdür, kötü kokuludur. Bunun kitabını da kötülerinkilerin yanına koyun.
–Ey Cebrail, bu kimdir? dedim.
Cebrail:
–Bu babanız Âdem'dir! Ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti. Sonra bana:
–Salih evlat hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!(3) dedi.
Sonra bir topluluk gördüm, dudakları deve kulağı gibiydi. Onların başına bir kısım memurlar görevlendirilmişti. Bu memurlar, onların önce dudaklarını kesiyor, sonra da ağızlarına ateş taşlarını koyuyorlardı. Ağızlarına konan bu taşlar makatlarından çıkıyordu.
–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.
Cebrail:
–Bunlar dünyada yetimlerin mallarını yiyenler ve yetimlere haksızlık edenlerdir, dedi. Sonra baktım, bir topluluk daha var, onların da derilerini kesip ağızlarına koyuyorlar. Sonra onlara "Dünyada yediğiniz gibi yiyin!" deniyordu.
–Ey Cebrail, bunlar kimdir?
Cebrail:
–Bunlar dünyada koğuculuk yapan, fitne çıkaranlardır. Bunlar insanların etlerini yiyen, insanlara söven, ırzlarına ve namuslarına saldıranlardır, dedi. Sonra baktım, birtakım insanlar vardı ki, önlerine bir sofra kurulmuş ve en güzel yiyecek ve etlerle donatılmıştı. Etraflarında da leşten, kokuşmuş etlerden yiyecekler var. Bu insanlar, bu güzel yiyecekleri yemiyorlar da o leşleri, pis kokulu yiyecekleri yiyorlardı.
–Ey Cebrail, bunlar kimdir?
–Bunlar zina yapanlar, dünyada Allah'ın helâl kıldığını bırakıp, harama yönelenlerdir.
Sonra baktım, bir topluluk daha var ki, karınları şişmanca. Bunlar Firavun ve ailesinin yolu üzere duruyorlardı. Firavun ve ailesi her ateşe atıldığında onların bulunduğu güzergâhtan gidip geliyorlardı. Firavun ve ailesi oradan geçerken, karınları şişkin bu insanlar yerlerinden havaya fırlıyorlar. Firavun ve ailesi de bu karınları şişmiş insanların üzerelerine basarak geçip gidiyorlar.
–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.
Cebrail:
–Bunlar dünyada faiz yiyenlerdir, dedi.
Sonra gördüm ki, bazı kadınlar göğüslerinden, bazı kadınlar da baş aşağı ayaklarından kancalara asılmışlar.
–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.
Cebrail:
–Bunlar dünyada zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır, dedi.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

* * *
Sonra Cebrail ile birlikte daha fazla yükseldik ve ikinci kat semaya geldik. Cebrail kapıyı çaldı. Birinci kat semadaki konuşmalar tekrar edildi.
Orada iki teyze oğluyla, Yahya ve İsa ile karşılaştık. Giyim, kuşam ve suretleri birbirlerine benziyordu.
Cebrail:
–Bunlar Yahya ve İsa'dır, onlara selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Onlar da selâmıma mukabelede bulunduktan sonra:
–Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber! dediler.

* * *
Sonra Cebrail ile üçüncü kat semaya çıktık. Kapıyı çaldı, diğer katlarda geçen konuşmalar geçti.
Üçüncü kat semâda Yusuf ile karşılaştık. Ümmetinden kendisine tâbi olanlarla birlikte bulunuyordu. Yüzü, ayın on dördündeki dolunay gibiydi.
Cebrail:
–Bu Yusuf'tur. Ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti.

* * *
Sonra Cebrail ile dördüncü kat semâya çıktık. Cebrail kapıyı çaldı, diğer katlarda yapılan konuşmalar yapıldı.
Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, İdris ile karşılaştık.
Cebrail:
–Bu İdris'tir, ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra bana:
–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi. Rabbimiz İdris Aleyhisselâm için şöyle buyurmuştur:
"Onu üstün bir makama yücelttik."(4)

* * *
Sonra Cebrail ile beşinci kat semânın kapısına geldik. Cebrail kapıyı çaldı, kapı açıldı ve içeri girdik.
Orada Harun Aleyhisselâm ile karşılaştık.
Cebrail Aleyhisselâm:
–Bu, Harun‘dur. Ona selâm ver, dedi. Ben selâm verdim. O da selamıma mukabelede bulundu ve:
–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi. Harun'un etrafında ümmetinden kendisine tâbi olan insanlar vardı.

* * *
Sonra Cebrail ile altıncı kat semâya yükseldik. O, kapıyı çaldı ve kapı açıldı.
Burada Musa ile karşılaştık.
Cebrail:
–Bu Musa'dır. Ona selâm ver, dedi. Ben selam verdim, o da selâmıma mukabelede bulundu ve:
–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi
Musa çok kıllı idi. Üzerinde iki gömlek olsa, kılları onlardan dışarı çıkardı.

* * *
Sonra Cebrail ile yedinci kat semâya yükseldik. O, kapıyı çaldı ve kapı açıldı.
İçeri girince, İbrahim ile karşılaştık.
Cebrail:
–Bu, atan İbrahim'dir. Ona se-lâm ver! dedi. Ben selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti.
Sonra:
–Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi.
İbrahim sırtını Beyt–i Ma'mur'a dayamıştı. Orada bana:
–İşte senin yerin ve ümmetinin yeri burasıdır, denildi."
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem konuşmasının bu noktasında şu âyet–i kerimeyi okur:
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur."(5)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatmaya devam eder:
–Sonra Beyt–i Ma'mur'a girdim ve içinde namaz kıldım. Beyt–i Ma'mur'a her gün yetmiş bin melek girer, bu melekler kıyamet gününe kadar geri dönmezler.
Sonra baktım, bir ağaç var ki, bir yaprağı bu ümmeti örter. Bu ağacın kökünden bir kaynak çıkıyor ve iki kola ayrılıyordu:
–Ey Cebrail, bu nedir? dedim.
Cebrail:
–Bu, rahmet nehridir. Şu da Allah'ın sana verdiği Kevser'dir, dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Bundan sonra Kevser'in akış istikametini takip ederek cennete girdim. Cennette gördüğüm şeyleri anlatmamın imkânı yok; orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın kalbine gelmediği şeyler gördüm.
Sonra Sidretü'l–müntehâ'ya çıkarıldım. Sidre ağacının meyveleri Yemen'in Hecer testileri gibi iri idi. Yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrail Aleyhisselâm bana:
–İşte bu Sidretü'l–müntehâ'dır! dedi.
* * *
Görülecekler görülmüş, müşahedeler yapılmış ve nihayet zaman ve mekânın bittiği bir noktaya gelinmişti. Bu varılan nokta, Sidretü'l–müntehâ idi. Buradan sonrası hakkında hiçbir yaratılmışın ne bir bilgisi, ne de oradan öteye gitme gücü vardı. Buraya kadar Resû-lullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eşlik eden Cebrail Aleyhisselam bu son noktada durur.
–Buradan öteye gitmeye ne iznim var, ne de buna gücüm yeter, der.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Rivayet edildiğine göre; son sınır noktasına nurdan bir Refref gelir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu noktadan sonra Refref ile yolculuğuna devam eder. Nurdan yetmiş bin perde vardır, bu perdelerin hepsinden geçilir. Burada ki perdeden kasıt, hiç şüphesiz bizim bildiğimiz perdeler değildir. Çünkü Sidretü'l–müntehâ'dan sonrasına akıl ve mantık dayanmaz. Orada olanları insanın cüz'i aklı kavrayamaz. Bu yüzden ne anlatılmışsa, ona o şekilde inanmak gerekir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Miraç gecesi sayılamayacak kadar çok âyetler ilâhî belgeler ve mucizeler gördü. İbn Abbas'tan gelen bir rivayette Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
–Öyle bir makama çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.(6)
Kâinatın Efendisi öyle bir makama, bir seviyeye çıkarılmıştı ki, kâinatın mukadderatının nasıl cereyan ettiğine vakıf oluyordu.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Miraç'ı anlatmaya devam ediyor:
–Sonra öyle bir yerde durdum ki, tarifi olmayan bir ilâhî perde ile karşılaştım. O anda bir ses duydum:
–Orayı geç!
Bu ses üzerine ilâhî perdeyi geçtiğimi gördüm. Sonra yine bir ses duydum:
–Yaklaş!
Bu sesi belki bin defa duydum. Her duyuşta biraz daha ilerledim ve her seferinde bir makamı geçip, bir başka makama vardım:
–Yâ Muhammed! diye bir nida işittim. Bana bir dehşet, bir ürperti geldi, aklım başımdan gitti. Bulunduğum yerden düşeceğimi hissettim. Şimdiye kadar tatmadığım lezzetleri orada tattım. Birden bana evvel ve âhir ilmi keşfolundu. Korkudan tutulmuş olan dilim açıldı. Ardından beni saran korku sevince, gönül rahatlığına dönüştü. O korkudan kurtulunca, bana hamd ve sena etmem için emir verildi."(7)
"Bütün dualar, senâlar, malî, bedenî ibadetler, iyilikler ve ihsanlar hep Allah içindir. Allah'tan başkasına ibadet yapılmaz..." (Et–tehıyyâ–tu lillâhi ve's–salavâtu ve't–tayyibât...)
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bu senâyı, övgüyü yapınca, Allah Celle Celâluhu:
"Ey mertebesi yüce olan Peygamberim! Allah'ın rahmeti ve bereketi ile selâm ve selameti sana olsun!"
(Esselâmü aleyke eyyühe'n–nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtühü) buyurur. Efendimiz Sal–lallahu Aleyhi ve Sellem de cevaben şöyle buyurur:
"Selâm ve selâmet bize ve Allah'ın iyi kullarının üzerine olsun."
(Esselâmü aleynâ ve alâ iba–dillâhis–sâlihîn)
Bu şekildeki hitabı işiten melekût âlemi, tek lisanla nidâ ederler:
(Eşhedü en lâ ilâhe ilallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü) 8

İlâhî huzurda Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem büyük nimetlere erer. İlme'l–yakin, ayne'l–yakîn olur. Bilme inancı, görme inancına dönüşür. Bakara sûresinin son iki âyeti bu makamda Resûlullah'a verilir.
"Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın peygamberlerinden hiçbirisi arasında ayırım yapmayız. 'İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz! Affına sığındık. Dönüş sanadır.' dediler.
Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.
Rabbimiz!
'Unutursak veya hataya düşersek, bizi sorumlu tutma.
Ey Rabbimiz!
Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.
Ey Rabbimiz!
Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme.
Bizi affet.
Bizi bağışla.
Bize acı.
Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."(9)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Resûlullah bu büyük ilâhî rahmete mazhar olur. Beş vakit namaz da bu makamda farz kılınır. Bu ilâhî makamda yaşananların şeklini ve boyutunu anlamanın imkânı yoktur. Bunu kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir. Bütün denizlere oranla bir damla su misâli bu hadiseyi anlatmaya çalıştık. Her şeyin en doğrusunu Allah Celle Celâluhu bilir.

* * *
Vakit dolmuş ve geri dönülecektir. Yolculuğun geri kalanını tekrar Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den dinleyelim:
–Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Huzurdan geri döndüm. Dönüşte Musa ile karşılaştım. Musa:
–Ne ile emrolundun? dedi.
–Gece ve gündüzde elli vakit namazla, dedim.
–Ümmetin her gün elli vakit namaza güç yetiremez. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Benî İsrail'e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım, buna muvaffak olamadım. Sen çabuk Rabbine dön, bu konuda ümmetin için hafifletme talep et, dedi. Ben de hemen döndüm, ümmetim için hafifletme istedim, Rabbim benden on vakit namaz indirdi. Musa'ya tekrar uğradım.
Musa:
–Ne ile emredildin? dedi.
–Benden on vakit namazı kaldırdı, dedim.
Musa:
–Rabbine dön. Ümmetin için bunu biraz daha azaltmasını iste, dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa ile karşılaştım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolununcaya kadar bu şekilde Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Musa ile karşılaştım.
Musa:
–Ne ile emredildin? dedi.
–Her gün beş vakit namazla, dedim.
Musa:
–Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da güç getiremez. Rabbine dön, biraz daha hafifletmesini talep et, dedi.
–Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha fazla hafifletmesini isteyemem. Ben beş vakte razıyım. Allah'ın emrine teslim oluyorum, dedim.
Bu noktada açıklanması gereken husus şudur: Anlatımda geçen "Musa ile Rabbim arasında gidip geldim" sözünü mâna olarak bir mekandan diğer mekan arası gidip gelmeye ya da temsilde hata olmaz, Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında gidip gelmeye benzetirsek hataya düşeriz. Allahu a'lem burada, Musa Aleyhisselâm'ın uyarısı ile Rabbine dönmesi, yukarıda geçen, "Beyt–i Ma'mur'a girdim ve içinde namaz kıldım." sözünde anlatılan şeydir. Beyt–i Ma'mur'a gidip orada Rabbinden niyazda bulunmasıdır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Musa'yı geçer geçmez bir münâdi (Allah adına) nidâ etti:
"Farzını kesinleştirdim, kullarımdan da hafiflettim!"

* * *
Bir başka rivayette şu ifade de vardır.
"Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, beş vakit namazla gönderilince, Musa kendisine:
–Rabbine dön. Daha fazla azaltmasını talep et. Çünkü Benî İsrail'e iki vakit namaz farz etmişti, onlar bunu kılmadılar, dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Rabbime tekrar dönüp daha fazla hafifletmesini istedim. Allah Teâlâ bana şöyle buyurdu:
"Gökleri ve yeri yarattığım zaman ben sana ve ümmetine elli vakit namaz yazdım. Öyleyse elli olan beştir. Sen ve ümmetin bunları kılın." Böylece anladım ki, bu beş vakit namaz Rabbim Teâlâ'dan kesin bir emirdir. Hemen Musa'ya döndüm. O yine "Dön." dedi. Fakat ben, artık geri dönmedim."(10)
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Miraç'da geçmiş peygamberlerle konuştuğu konulardan biri de kıyametin mahiyeti ve onun ne zaman kopacağı idi.

* * *
Rivayet olunmuştur ki:
"Miraç gecesinde Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İbrahim, Musa ve İsa ile karşılaştığında onlardan kıyamet hakkında bilgi istedi. Kıyameti aralarında müzakere ettiler. Önce İbrahim Aleyhisselâm başladı ve ona kıyamet hakkında sorular sordular. Onun kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Musa Aleyhisselâm'a sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz İsa Aleyhisselâm'a geldi. O:
–Kıyametin kopmasına yakın şeyler (alâmetler) hakkında bana bilgi verildi. Ama kıyametin kopma vaktini Allah'tan başka hiç kimse bilemez, dedi. Sonra kıyametin alâmetlerinden biri olarak, Deccal'in çıkmasını anlattı. Şunları söyledi:
–Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk yurtlarına geri dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edecekler. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat ederek, Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. Allah da bir su gönderecek ve o su, onları sürükleyip denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletilmesi gibi yayılıp genişletilecek. İşte bu hâdise meydana geldiğinde, insanlara yakınlığı itibariyle kıyametin, ev halkının doğumu ile aniden ne zaman karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadının doğurma süresi gibi olacağı bana bildirildi."
Râvi şöyle demiştir:
"Bunun tasdiki, Allah'ın Kitabı'nda da vardır:
"Nihayet, Ye'cüc ile Me'cüc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettikleri zaman."(11)



Dipnotlar:
1–Hicr sûresi, 17
2–Müddesir sûresi, 31
3–Buhârî, Salat 1, Enbiya 5, 22, 41, Menakıbü'l–Ensar, 42; Müslim, İman 263, 264
4–Meryem sûresi, 57
5–Al–i İmran sûresi, 68
6–Buhari, Salât 1, Hac 76, Enbiya 5; Müslim, İman 259, 263, Tevhid 37; Ahmed b. Hanbel, V, 143
7–Altıparmak" Muhammed b. Muhammed, s. 450
8–Elmalılı M. Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur'an Dili", Sadeleştiren: İsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, İstanbul, c.7, s.304
9– Bakara sûresi, 285–286
10– Nesâî, Salât 1 (1, 223–224)
11– Enbiya sûresi, 96; Prof. Dr. İbrahim Canan, "Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi", Feza Gazetecilik, İstanbul, c.17, s.573, Hadis no: 1245, 4081, 7232



Araştırma

Ömer doğannur
Muhammed salih
Beyan Dergisi
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Şİmdi gelelim "İsrâ" gecesiyle ilgili diğer bilgilere...
Efendimiz Aleyhisselâm’ın Mekke`den Kudüs`e gittiği, "İsrâ" dediğimiz olayı gerçekleştiren araca, "Burak" tâbir ediliyor...

"Mi`râc"a çıkış olayı başlangıçta, "Mi`râc" ile...

"Mi`râc" bizim bu günkü anlayışımıza göre, bir tür, boyut değiştirme!.. Madde boyutundan dalgasal boyuta geçerek, o boyutun yaşamını seyretme..

Daha sonraki, "Allah`ın huzuruna çıktı" diye târif edilen olaydaki "Mi`râc" yani yükseltici de "Refref"...

Bunu böylece öğrendikten sonra, bu günkü anlayış içinde olayı nasıl değerlendirebileceğiz?...

* * *

Şimdi bunun üzerinde duralım..
"Mi`râc" konusu bu güne kadar, İslâm`da, gördüğü kadar düşünebilenler için anlaşılması en zor, en çetrefilli konulardan biri olarak kalmıştır!... Çünkü buna, mevcût ilmimize göre bir izah yapılmamış.

Böyle bir olay oluyor; Rasûlullah Aleyhisselâm bunu yaşadığını söylüyor!.
Bize, ya O`na itimat edip, güvenip, inanıp, "tamam, madem ki O böyle bir şeyin olduğunu söylüyor, olmuştur..
Anlayamasam da nasıl olduğunu, O`na inandığım için, kabul ederim!..."
Demek düşüyor!..
Ya da "bu O`nun uydurmasıdır" diyerek herşeyiyle Rasûlullah`ı reddetmek!.

Çünkü bu olayın somut bir şekilde izah edilebilmesi için, o şeyin benzerlerinin olması lazım; ki birbirine kıyas yoluyla, olayları birbirine bağlamak yoluyla, bir açıklama getirilebilsin!.

Durum böyle, ama gene de bu konunun üzerinde biraz durmak gerek.
"İsrâ", denen olay, yani bir anda Mekke`den, Mescid-i Aksa`ya gitme denen olay; evliyânın yapmakta olduğu ve bizim "tayy-i mekân" diye bildiğimiz olaydır... Mesafenin kısaltılmasıdır. Bu evliyâya, Allah Rasûlü mûcizesinden mirâstır!.
Yalnız, "tayy-i mekân"dan farklı bir yönü vardır, buradaki "İsrâ" olayının...

Velilerin yaptığı tayy-i mekân" iki türlüdür...
Birinci tür "tayy-i mekân"da; bir veli bedenini bırakıp, ruh olarak her hangi bir yere gider; ve orada ruh, bir madde görüntüsü verir bir hâlde görünebilir.

Hızır Aleyhisselâm’ın günümüzdeki yaşamı bunun benzeridir.. Hızır Aleyhisselâm, madde boyutundaki biyolojik bedenden, "berzah" denilen dalgasal boyutun ışınsal beden yaşamına geçmiş olmasına rağmen; istediği zaman, bu ışınsal bedenini yani "ruh"unu, biyolojik bedene dönüştürerek dünyamızda yer almaktadır.

Kısa bir süre sonra dünyamıza geri gelecek olan İSA Aleyhisselâm da, halen ışınsal bedeniyle dalga boyutta yaşamaktadır!. Bir süre sonra Allah`ın hükmü ve iradesiyle bu ışınsal bedeni yoğunlaşarak, biyolojik beden şekline dönüşecek ve böylece dünyamızda yerini alacaktır..

Bunları niye anlatıyorum...
Bilelim ki ışınsal bedenin, biyolojik bedene dönüşmesi mümkündür; Allah`ın dilediği hâllerde, dilediği kişiler için!... Mümkün olan bir şeyin de Allah`ın dilediği bu kişiler için gerçekleşmesi son derece kolaydır!.

İkinci tür "tayy-ı mekân"da, beden, ruh gücünün oluşturduğu bir koruyucu manyetik alan içine girer, yani çevresinde koruyucu bir manyetik alan oluşur. Bu koruyucu manyetik alan, yüksek hızın getireceği zararları keser!. Çünkü aşırı hıza bu vücut, normal şartlarda dayanamaz!. Fakat O Zât, belli ruh kuvvetiyle çevresinde belli bir koruyucu alan meydana getirir ve o hız ona zarar vermeden istediği yere gider.

Ancak, burada, Efendimiz Aleyhisselâm’a has olmak üzere, orijinal bir olay var ki bu olay, tayy-i mekândan farklı kılıyor "İsrâ" hâdisesini... O da "Burak" denen nesne!. Bir taşıyıcı güç, bir melek!...
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Şimdi, bunun sebebi nedir?...
Bir veli`de mevcut olan tayy-i mekân gücünün kat be kat üstünde bir güce sahip olan Rasûlullah Aleyhisselâm, tayy-i mekân yoluyla yani, bir velideki gibi, kendisindeki üstün ruhânî kuvveti kullanmak sûreti ile değil de, bu seyahati neden "Burak"la yaptı?...

Siz eğer, çok önemli bir misafiri ağırlayacaksanız; o size göre, çok üstün, çok değerli biri ise ne yaparsınız?. Arabanızı yollarsınız, onu evinden alıp getirirsiniz!. Bu, onun büyüklüğüne, yüceliğine, üstünlüğüne olan saygının ifadesidir.
İşte burada "Burak", Efendimiz Aleyhisselâm’ın yüceliğini ortaya koymak için sunulan bir araçtır!. Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm, kendisinde ki kuvvetle gidebilirdi. Fakat, O`nun şerefine, O`na "Burak" denilen bu araç tahsis olunmuş!.

Burada birinci olay, Mekke`den Kudüs`e gitmesi...
Oraya, "Burak" denen taşıyıcı araçla gitmiştir!...
Orada, gelmiş geçmiş bir çok Nebiler ve Rasûller , hazır bulunuyordu.

Onlarla beraber orada namaz kıldı.. Rasûlullah Aleyhisselâm imam oldu ve onlara namaz kıldırdı!. Bu bildiğiniz şekli bir namazdan ibaret kulluk değildi yalnızca!... Bu namaz, bilinç boyutunda yükseliş; ya da bir başka ifade ile "Hakikat"ının semâsında özüne erişi sağlayan bir "URÛC" idi!.. Bu namaz "urûc"un hazırlanışıydı!..

Bu namaz sonrasında, "Mi`râc" denilen olay meydana geldi... Boyut değiştirdi!...

"Mi`râc"da evvela dünya semâsına çıktı.
Öncelikle şunu iyi farkedelim ve anlayalım...

"Mi`râc" yani yükselme ile "Berzah Âlemi" de denilen kâbir âlemindeki yani semâ katlarındaki gezinti tamamıyla BOYUTSAL bir olaydır!.. Kesinlikle fizik beden-madde boyutunda cereyan eden bir olay değildir!..

"Dünya semâsının kapısında..." denildiği zaman, bununla, madde ötesi boyuta geçiş, yani bir başka ifade ile ervâh(ruhlar) âlemine geçiş anlatılmak istenmektedir!..

"Ölümü tadan her kişi gözünü Mi`râc ‘a diker" şeklindeki Efendimiz Aleyhisselâm’ın açıklaması da buna işarettir!

Dünya semâsı içinde bir takım ruhların, kişilerin çektiği azapları müşahede etti ki, Berzâh Âlemi denen âlem, bu yedi kat semâyı içine alan bir âlemdir!...
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Daha sonra da, Adem Aleyhisselâm’ın ruhu ile karşılaştı.
Ölmüş kişilerin ruhlarının ne halde olduğunu orada Adem Aleyhisselâm müşahede ediyor... Rasûlullah Aleyhisselâm, Nebiler-Rasûller ve şehitler âyet hükmü ile sâbittir ki, kâbirlerinde hapis değillerdir. Onlar serbest dolaşırlar...

Birinci kat semâ dediğimiz gök; 2. kat semâ, 3. kat semâ, yani 7 kat semâ... Güneş sistemi içindeki yedi gezegenin yörüngeleridir. Kısacası Güneş sistemidir!.

Güneş sistemi, içinde bulunduğumuz Galaksi`de bir hiç mesabesindedir!.
Son tespitlere, verilere göre; Samanyolu adını verdiğimiz Galaksi`de 400 milyar güneş var... "İNSAN ve SIRLARI" isimli Kitabı yazdığım zamanki -1984-, verilere göre, Samanyolu`nda 100 milyar yıldızın tespiti yapılmıştı. Şu anda (sene 1994), aldığımız verilere göre Samanyolu`nda 400 milyar güneşin var olduğu tespit edilmiş.

Bir açıklamasında Rasûlu Ekrem şöyle diyor:
"Dünyanız ve yedi kat semâ, Kürsi`nin içinde çöle atılmış bir yüzük halkası kadardır. Kürsi de Arş`ın içinde gene çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir." diyor...

Burada bahsedilen, "Kürsî" kelimesi ile ifade edilen saha, yapı, bizim Galaksi dediğimiz ve Samanyolu ismiyle tanımladığımız yapıdır; bizim tespitlerimize göre. Yani, 400 milyar güneşten, yani yıldızdan oluşan bir sistem...

Eğer gerçekten, şöyle bir hafsalamızı genişletip de biraz düşünürsek, o 400 milyar güneşin içinde bizim güneş, çöldeki bir yüzük halkasından başka bir şey değildir.

Ayrıca bu 400 milyar güneş benzerinin meydana getirdiği Galaksi gibi; şu andaki tespitlere göre milyarlarla Galaksi var!. 400 milyar güneşten oluşan Samanyolu Galaksisi gibi... Milyarlarla galaksi var evrende!...

İş bu kadarla da bitmiyor!...
Bu yıldızların, galaksilerin her birinde bizim algılayamadığımız dalgasal boyutlarında ve onun da altındaki kuantsal boyutta sonsuz sayıda âlem ve canlı-bilinçli varlık türü mevcut!..

Ve eğer anlayabilirsek, o milyarlarla galaksinin içinde bizim Samanyolu dediğimiz 400 milyarlık galaksi, çöldeki bir yüzük halkası gibidir...

Nitekim bu konuda Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm şöyle buyuruyor:
-Fesubhânallah!... Semâ gıcırdıyor!.. Secde edilmedik bir karış yer yok semâda!..

Elbette bu "semâ" tanımlamasıyla "göze" hitâbeden yapıyı değil, "berzah" denilen "âhiret" denilen evrendeki dalgasal boyutu anlayacağız..

İşte bu milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran, kapsamına alan yapının bilinç yani dinî tâbirle “İlim Boyutu”, tasavvufî deyimiyle “Esmâ Âlemi” o günde "Arş" kelimesi ile izah ediliyor!..

Daha evvelki konuşmalarımızda, üzerinde durduğumuz gibi, şunu hiç hatırdan çıkarmayalım:
Efendimiz Aleyhisselâm, gördüğü, tesbit ettiği, hissettiği, aldığı, kendisine vahyolunan bilgileri; o günkü insanların anlayışını da göz önüne alarak, onların hafsalalarının alamayacağı ve inkârlara yol açacak bir biçimde, GERÇEK HÂLİYLE DEĞİL, benzetme yollu, misal yollu, teşbih yollu anlatmıştır.

Dolayısıyla, aklımızın almadığı veya ters düşen bir şeyle karşılaştığımız zaman, ilkel bir insan gibi hemen inkâr etmeyip; evet bu böyle ifade ediliyor, ama, acaba bu anlatımla neyi anlatmak istedi, diyerek o söyleneni anlamaya çalışalım.. Bu, din konusunun en önemli, püf noktasıdır!.

Evet!.. Bu yedi boyut semâyı aştıktan sonra, sayısız âlemleri gezdi ve bu sayısız âlemlerde çok çeşitli melekleri gördü.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

"Melek" dendiği zaman iki tür yapı anlayacağız;

Birinci tür yapı; Evren`de ve içinde bulunduğumuz sistemde var olan her şeyi meydana getiren, bu günkü tanımıyla, kuantsal kökenle açığa çıkan yapıdır... "Melk" kökünden gelen melek, kuvvet, enerji yapı anlamındadır.

Bildiğimiz gibi enerjinin yoğunlaşması ile kuantlar, mezonlar, nötrinolar, nötronlar. elektron, pozitron, atom ve atom bileşiklerinden, atom moleküllerinden oluşan maddeler...

Evet!... Biz, her hangi bir madde, dediğimiz zaman, bu madde, beş duyu verilerine göre, maddedir!.. Yani, "görece madde"dir!.

Bugün modern bilim tespit etmiştir ki, gerçekte madde diye bir şey yoktur!. Beş duyu dolayısıyla, biz maddenin varolduğuna hüküm veriyoruz.. Oysa gerçekte, evrende var olan her şey, çeşitli dalga boylarındaki mânâlardan ibarettir.

Her ne kadar 1900`lerin başına kadar, koyu bir maddecilik, "madde vardır, ötesi yoktur" görüşü hâkim olsa da , dünya üzerinde, 1910`lardan, 1920`lerden, bilim dünyasında başlayarak günümüze gelen bilim seviyesi artık, madde diye bir şeyin var olmadığını, sadece, bizim beş duyumuzun maddeyi bize var gösterdiğini, esasında madde denilen her şeyin atomlardan ve atomların da ışık kuantlarından, çeşitli dalga boylarından var olduğunu gösterdi...

İşte var olan; Dünya üzerinde ve Evrende var olan her şeyin meleklerden meydana gelmesi demek, bu dalgasal yapı ve atom altı boyutun, ışınlarından ve kuantsal enerjiden meydana gelmesi demektir...

Yalnız, burada çok önemli bir husus var. Burayı hiç bir zaman gözden kaçırmamak gerekir...
En azından, olaya basit bir şekilde baktığımız zaman, evrenin tüm katmanlarında, boyutlarda geçerli olan bir "sistem" görüyoruz.

Her boyutun, her katmanın kendine has bir "sistemi ve düzeni" var!. Kısaca, evrende kaos yok, kargaşa, karmaşa yok!. Belki, sistemin ve düzenin getirdiği, gerekçesini henüz farkedemediğimiz lokalize kaoslar var; ya da bize öyle geliyor ki gerçekte o da sistemin bir parçası!. Her şey bir sistem içinde doğuyor, büyüyor, ölüyor!. Yok olmuyor, bir başka şekle dönüşüyor!. "Yok" olmuyor, yani, yok olma diye bir şey evrende yok!. Çünkü zaten "yok"tan varolmuş ve aslı yok olan, hiç bir zaman "var" olmadı ki, "yok" olsun!. Bu da bir sistemin sonucu; sistem ise bir bilincin ifadesi...

Maalesef, batı bilim dünyasının çok iyi bildiği bu gerçekleri, henüz Türkiye`de bilen adam sayısı parmakla gösteriliyor. Ve... Bugün ilim, artık Batı`dan geliyor... Güneş dünyaya batıdan doğuyor(!).

Şu anda biz, "madde var" diyoruz!...

Bilim dünyası diyor ki:
"Madde diye bir şey yok, bu gözle gördüğümüz, içinde yaşadığımız her şey bizim hayâlimizden, şuurumuzun oluşturduğu hayâlden ibarettir!.."

Bu varlıkta gördüğümüz her şey, enerjiden, enerjinin yoğunlaşması ile meydana geldiğine göre, demek ki bu varlıkta olan her şey, dinî tâbirle meleklerden meydana gelmiştir!. Her şeyin aslı melektir!...

Cüz`i mânâda, zerresel mânâda, senin şu vücudun, trilyonlar kere trilyonlarca meleklerden meydana geldiği gibi, çeşitli katmanların yoğunlaşması ile meydana gelen ayrı melekler vardır. Bunu şöyle izah edelim:
Sizin vücudunuz, sayısız hücrelerden meydana gelmiştir... Bu hücreler değişik terkipler şeklinde bileşimler meydana getirerek, bir karaciğeri, bir kalbi, bir mideyi, bir beyni meydana getirmiştir. Karaciğerin görevi ayrıdır, karaciğerin kendine has bir bilinci vardır. O bilincin meydana getirdiği karaciğerin bir çalışma sistemi vardır. Kalp böyle, beyin böyle, mide böyle... Her bir organın kendine has bir bilinci vardır...

Ama, bizim beynimizde oluşan bilinç, buralardaki bu bilinç türlerini algılayamaz. Çünkü onu algılamak için, gerekli açılıma, gerekli kapasiteye sahip değildir... Bunu, basit olarak şöyle izah edelim:
Gözünüz, şu sehpayı görür; ama şu odada, şu salonda boşluğa baktığı zaman bir şey görmez. Halbuki şu odada, şu anda belki milyonlarca ses ve milyonlarca görüntü dalgası var.

Ancak bu odada mevcut olan milyonlarca ses ve görüntüyü, ancak o dalgaların dalga boyuna ayarlı, bir televizyon veya radyo ile tespit edebiliriz!.
O dalga boylarını kulağımız ve gözümüz almaz!. Çünkü gözümüz, santimetrenin on binde dördü ile on binde yedisi arasındaki dalga boylarını alabilecek kapasite ile kayıtlıdır, sınırlıdır...

Kulağımız ise, 16 ile 16.000 hertz arasındaki dalgaları alabilme kapasitesiyle sınırlı ve kayıtlıdır!...
Bu ikisi arasında çeşitli mânâlar ihtiva eden, milyarlar ve milyarlarla dalga boyu var olmasına rağmen, biz bunlardan gâfil yaşıyoruz...
Burada şu hususa dikkat etmeliyiz!..

Biz, ilkel bir şartlanma sonucu olarak, sadece beş duyu verilerini var kabul edip, beş duyunun tespit edemediği verileri yok sayıyoruz!... Gözle göremediğimizi inkâr ediyoruz!..
Bundan yüz sene öncesine kadar böyle düşünülebilirdi; ancak günümüzde bu tür fikirler geçersiz sayılmaktadır!. Çünkü, göremediğimiz bir çok şeyin varolduğunu kesinlikle biliyoruz artık...

Kesinlikle, tutamadığımız birçok şeyin, varolduğunu biliyoruz!. Duyamadığımız pekçok şeyin mevcûdiyetinden haberimiz var; ne çare ki, bunlarla iletişim kurma imkânımız yok!.

Din bize, 1400 sene öncesinden, Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın ağzı ile bu gerçeği sanki şöyle haber veriyor: bize, 1400 sene öncesinden, Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın ağzı ile bu gerçeği sanki şöyle haber veriyor:
"Sizin, hücresel yapılı bir bedene sahip olmanız gibi; ışınsal bedenli yapıyla meydana gelmiş cinlerin var olması gib; bunun ötesinde, ışık kuantlarından, yani Nur`dan varolmuş melekler de vardır!. Ki, evrende, bünyesinde bunları barındırmayan, bunların varlığından meydana gelmemiş hiç bir nesne yoktur!.

Evrende var olan her birim-nokta, bu ışık kuantlarından meydana gelmiştir. Yani, meleklerden meydana gelmiştir!. Ve bunlar, evrendeki mutlak bilinçten gelen bir şekilde, yapısal özelliklerine göre bilinçli birimlerdir!.
Bu açıklama ne zaman yapılıyor?... Bundan 1400 sene evvel!. Kimlere...!?

Bunu iyi değerlendirebilmek için, 1400 sene öncesinin şartlarının ne olduğunu araştırıp; o günkü insanların nasıl yaşadıklarını, nasıl taşları dikip karşısında tapındıklarını; ayıp olmasın diye kız çocuklarını nasıl diri diri toprağa gömdüklerini; ölen bir adamın karısını oğlunun nasıl aldığını bilmek lâzım!.

Böylesine ilkel değerlerle yaşayan bir toplumda, bugünün ilmiyle bile çözemediğimiz şifreleri veren, açıklayan bir Zât!... Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhisselâm...
Ve bu Zât, bizim bugün bile hafsalamızın almayacağı bir takım olayları bize anlatıyor...
Aslında bu, büyük bir müjde!...

Çünkü, şu madde boyutundan kurtulmamızdan sonra, şayet belli çalışmalar yaparak ruhumuzu güçlendirebilirsek, nelere ulaşabileceğimizi müjdeliyor!.

Yani, "Ben bu ruh gücüyle, buralara ulaştım, bunları gördüm, yaşadım. Böyle şeyler var ve bunlar sizin için de mümkün olabilir." diyor...

"Mi`râc" hadisesi, bedenle mi oldu, ruhen mi oldu? Anlaşılmamış ve geçmişin bilgileri ışığında çok tartışılmış bir konu...
Kudüs`e kadar olan kısmı biyolojik yani maddi bedenle oldu!...

Kudüs`den sonra "Mi`râc" olayına çıkış; "Berzah" içindeki yolculuğu da ışınsal bedenle yani ruhla gerçekleşti.

Zira bize intikal eden bilgilere göre, nice veliler var ki, onlar da benzer türden "Mi`râc" yaptılar... Bu değişik âlemlere giderek oradan bilgi topladılar.
ahmedhulusi.org
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel derslerimiz ; Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir..

Soru
- Mi’râc'da Âdem A.S’ın ilk yaratıldığı gibi olduğundan bahsediliyor.
Bu ne anlama geliyor

Cevap: Âdem, ilk yaratılışı itibariyle bildiğiniz gibi Cennet’te yaradılmıştı...
Yaradılışındaki orijinal haliyle... Yani kendini madde olarak, beden olarak hissetmeksizin, ”Halife” olarak demektir bunun anlamı.
 
Üst