Namazın mâliyeti!

Nesl-i Cedid

Well-known member
YENİ ŞAFAK’TAN Abdullah Muradoğlu, 13.08.2008’deki yazısında, bir firmanın personelinin başından geçen olayı, iş arkadaşının ağzından şöyle aktarmış okurlarına:
“Bir arkadaşımız, pazarlama bölgesi olan Van'da bir çatışmanın arasında kalıyor. Kaza yapıyor, yuvarlanıyor. Kendisi arabadan sağ çıkıyor ve hemen telefon ediyor. Müdür Bey'e durumu anlatıyor. Takla attım, üzerimde kurşunlar uçuşuyor diyor. Müdür beyin cevabı şu: Arabaya bir şey oldu mu? Ne kadar hasar var?”
Yine Yeni Şafak’tan Akif Emre, 07.08.2008 tarihli yazısında, Anadolu sermayesinin gözbebeği şehri Kayseri’ye gidişini ve gözlemlerini anlatıyor. Şu çarpıcı satırlar da o yazıdan:
“…Bu muhafazakâr girişimci şehrin en önde gelen işadamlarından birinin, çalışanlarının namaz kılmalarına yaklaşımı hayli düşündürücü: ‘Namazın bana maliyeti 20 dakikadır’. Namazı maliyet hesaplamasına alan bir kapitalistleşmeden söz ediyoruz.”
Başka söze hâcet var mı?
Ölçüsüz zenginleşme çağrılarının, daha çok kazanma propagandalarının bizi getirip bıraktığı nokta bu işte…
Meselemiz zenginlikle ya da vâriyetle değil…
Ebu Zer de sahabi idi ve Nebî’nin (s.a.v) iltifatına mazhardı, Abdurrahman b. Avf da…
Ticaretten değil ticârîleşmekten müştekîyiz…
Kazanmakla değil kazanma hırsıyla sorunumuz…
Hayatı ekonomi merkezli okumaya itirazımız var…
Bu satırların yazarı esasen öğretmendir…
Ama şu an ticaretle iştigal etmektedir.
Kısacası ‘piyasa’ya âşinâdır…
Ve gözlemleri onu, ‘daha çok kazanma’ ve ‘müslümanın zenginleşmesi’ türünden terkiplere karşı mesafeli olmaya zorlamaktadır.
Şahit olduğu ekonomik büyümelerin, inancın temel umdelerine riâyetle atbaşı gitmediği hususunda ciddi endişeler taşımaktadır.
Gözü, ilkeyi öncelemeyen ticârî atılımlardan fevkâlâde korkmuş durumdadır.
“Ne yani müslümanlar fakir mi kalsın?” türü ‘kontra’ sorulardan sıdkı sıyrılmıştır…
Yürek yakan bir ahlâkî çöküş demek olan ‘piyasa realitesi’ni, müslümanların da referans almaya başlamış olmalarını fazlasıyla can sıkıcı bulmaktadır.
‘Anadolu Kaplanları’, ‘Müslüman Burjuvazi’ türünden övgü cümlelerini hiçbir kayd-ı ihtirâzî düşmeden istimâl eden mütefekkir makuleyi de hayretle izlemektedir.
Mevzu, muhafazakârların zenginleşmesi olunca, asgârî hassasiyet çağrısı demek olan ‘ama’lı cümleleri bile kullanmayan şakşakçıları gördükçe ümidi aşınmaktadır.
Kalkınmacı, başarıya vurgu yapan, esbabperest analizleri İslâmî sosa bulayarak servis eden teorisyenlerin varlığı midesini bulandırmaktadır.
Çünkü gözleri her gün, bir müslümanın semtine bile uğramaması gereken ticârî muamelelere tanıklık etmektedir.
Doğrudur; şimdilerde yapılan, tartarken eksik tartmak, paranın sahtesini vermek değildir.
Bunların haramlığı o kadar bedîhidir ki, iyiden iyiye körelmemiş bir vicdanın bu tür şeylere tevessül etmesi zaten mümkün değildir.
Bugünün kimi muhafazakâr tüccarları, daha sinsi ve göze meşrû görünen yollarla kursağına haram sokmaktadır.
Bir kere kahir ekseriyeti “Ne yapalım piyasa böyle!” bayağılığına prim vermektedir.
Bu öylesine baskın bir anlayıştır ki, küçük gayr-ı meşrû tasarruflar, “Bu kadar da olur canım!” yaklaşımının hoyratlığıyla normalleşmektedir.
Hassasiyet çıtası öylesine aşağılara inmiştir ki, borç ödemeyi üç-beş gün geciktirmek normal addedilir olmuş, düpedüz yalan beyanlar, tevil denilen kılıfla meşrulaştırılarak dolaşıma sokulmuştur.
Bu satırların yazarı, kendi nefsini tebrie etmeksizin gözlemlerini aktarmaktadır.
İşçisine zulmeden muhafazakâr iş adamları ile aynı meclisi paylaşmıştır.
‘Piyasadan silinmeme’ adına, vicdanının onay vermediği atraksiyonlara imza atan niceleri ile yüz yüze gelmiştir.
Görüş alanına, rızk endişesi tevekkülünün önüne geçenler de girmektedir; daha çok kazanma uğruna mânevî dünyasını mahv-u perişan edenler de…
Ne de olsa o, cenaze teşyîinde bile paranın konuşulduğu, mala mülke kardeşlerin arasını açacak kadar merkezî önem atfedildiği, “Devir ekonomi devri!” tiksindiriciliğinin terviç edildiği bir çağın çocuğudur.
Hayır, servet düşmanı değildir…
Zenginliğe itirazı kategorik değildir…
Kimliğinin baskın öğesi, anti-kapitalist olmak da değildir…
O, bir yozlaşmanın tahakkukuna tanıklık etmektedir…
Nebî’nin (s.a.v) dilinde kazancın onda dokuzu olan ticaretin, bugün ehl-i din bağlamında dürüstlüğün, dosdoğru oluşun onda bir oranında bile temsil edilmediği bir alan hâline gelişi vicdanını burkmaktadır.
Gözleriyle mânen görmüştür:
Daha dün, ticaret yapıyorum düşüncesiyle söylenen yüzlerce yalan çınlatmıştır gök kubbeyi…
Bugün, belki yüzlerce müslüman tüccar, akşam evine giderken çoluk çocuğuna haram lokma götürmektedir…
Yarın, onlarca zengin iş adamı, gün boyu dolaştığı son model aracın onu taşıdığı yerin can yakıcı bir azap olduğunun farkında olmayacaktır…
Ve daha sonraki günler, aylar, haftalar…
Ekonomi bu kadar merkezde olunca, bu savruluş daha da büyüyerek devam edecektir.
Ve her zaman olduğu gibi, “Zenginleşelim!” diyenler baş tâcı edilecek, “Özü koruyalım!” diyenlere sakıncalı muamelesi yapılacaktır.




Murat Türker
 
Üst