Lahika Analizi 6 : Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

topraktoprak

Well-known member
[BILGI]Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalâletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, "din ile dünyayı kazanmak ve ilm-i hakikatle maişeti temin etmek, tamah ve hırs yolunda rekabet etmek" gibi müthiş ithamlara mâruz kalıyorsunuz?

Yirminci Lem'a
[/BILGI]

Es selamu aleykum ve rahmetullahi ve bereketuh muhterem kardesler...

Lahika derslerimiz devam ediyor...

Anladıklarımızı paylaşarak, anlamadıklarımızı sorarak katılımlarınızı bekliyoruz .

Selam ve dua ile.


--------------


Ilk sorularimiz:

1.Hakka hizmet etmek büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmekten kasıt nedir?

2.Bu zamanda defineyi omuzlarında taşıyanlar kimlerdir?

3.Kıskanmanın ölçüsü nedir, gıpta etmekle aynı anlamdamıdır?

4.İhlas"ı zedeleyen kaçıran şeyler nelerdir?

5. Tamah ve hırs yolunda rekabet etmekle ne gibi zararlara gireriz.

 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

[NOT]Hasan Basrî'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

Allah'ın kendisine ilim verdiği kişiye Allah Teâlâ sorar:
- Öğrendiğinle ne yaptın?

-Yârab! Onunla gece gündüz sana ibadet ettim.

- Yalan söylüyorsun!

Melekler de "Yalan söylüyorsun! Bilakis sen onunla 'Filan adam âlimdir' dedirtmek istedin. Zaten öyle de denildi!" derler.

Allah'ın, kendisine mal verdiği kişi. Allah Teâlâ ona dasorar:

- Sana nimet verdim. Onu nasıl kullandın?

- Yârab! O mal ile gece-gündüz sadaka verdim.

- Yalan söylüyorsun!

Melekler de "Yalan söyledin! Bilakis sen onunla 'Filan adam cömerttir' dedirtmek istiyordun. Nitekim öyle de de-nildi" derler.

Allah yolunda öldürülen kişi. Allah Teâlâ ona sorar:

- Sen ne yaptın?

- Yârab! Cihad ile emrolundum ve savaşırken de öldürüldüm!

- Yalan söylüyorsun!

Melekler de "Yalan söylüyorsun; zira senin gayen 'Filan adam kahramandır'
dedirtmekti.

Nitekim dünyada iken böyle denildi" derler.

Müslim
[/NOT]



Bu hadisten de anlaşılacağı gibi ihlaslı olabilmek dünya gözüyle görünebilecek bir şey değil.Manevi alemi sürekli temiz tutmak gerekiyor.Bu bizler için hiç de kolay bir şey değil...

Fakat zor olan yolda zoru başarmak daha kıymetlidir.

İhlas zincirini kırmamak için de düşmanı olan her türlü şer yolundan uzak durmak gerektiği gibi,ayrıca da cilalamak lazım...

Pas tutan kalbin uzak durması da yetersiz kalabilir zira...Cilası iman oldukça Mü'minin o daireyi de mümkün mertebe manevi kalkan ile koruyacaktır.Nefsi her türlü hareket ve davranış ihlası kırar yoksa..

1.Hakka hizmet etmek büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmekten kasıt nedir?
Buradaki define Allah'ın Rızasıdır.Ustad Said Nursi Hazretleri en güzel cevabı vermiştir zaten...

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.

Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.

O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.

Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.


2.Bu zamanda defineyi omuzlarında taşıyanlar kimlerdir?
Bu ayetlere uyan Mü'min Müslümanlardır.​



[NOT]Tevbe edip hallerini düzeltenler ve Allah'a sarılıp dinlerini Allah için hâlis kılanlar, işte onlar mü'minlerle beraberdir.(Nisa/146)

Kim rabbine kavuşmayı arzu ederse salih amel işlesin ve rabbine (yaptığı) ibadete hiç kimseyi ortak etmesin!(Kehf/110)[/NOT]




3.Kıskanmanın ölçüsü nedir, gıpta etmekle aynı anlamdamıdır?
Kıskanmakla ile gıpta etmek aynı duygular olamaz.Kıskançlığın bana göre ölçüsünü insan belirleyemez.

Aynı dairedeki amacın ehemmiyetini zedeler. O yüzden daha ileri boyuttaki kötü duygulara sebebiyet vermeden İmam Gazali'nin de dediği gibi zıtlıklarıyla bu hisler bertaraf edilmeli...Törpülenmeli...

4.İhlas"ı zedeleyen kaçıran şeyler nelerdir?
İhlas'a en başta zarar veren,bulandıran " RİYADIR " ...

Allah Rızası gözetilerek yapılan hiç bir işten makam ve mevki taleb edilemez.Mü'minin talebi bu yönde olmamalı zaten...

Rabbine Teslimiyetle yoluna devam etmeli...

Suyu bulandıran bu gibi arzular açıktan ve gizliden dahi olsa Allah'tan gizlenemediği için amaca giden yolu tren misali makas yaparak yön değiştirir.(Haşa !.. En doğrusunu Rabbim bilir. )​



5. Tamah ve hırs yolunda rekabet etmekle ne gibi zararlara gireriz.
Hırs ile gidilen yol nefsi davranışlara sürükler.Yine Hadiste belirtildiği gibi ;


[NOT]Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin ma1 ve şeref hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir."

Tirmizî, Zühd, 43, (2377).

Mânası şudur: Kişinin mal ve şeref için gösterdiği hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine fesad ve zarar getirir, tıpkı aç iki kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman hâsıl edecekleri zarar gibi...
[/NOT]
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

1.Hakka hizmet etmek büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmekten kasıt nedir?
İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gâyesi Hâlık-ı kâinatı tanımak ve ona iman edip ibâdet etmektir.1900'lü yılların başında İngiltere'nin Sömürgeler Bakanı Avam kamarasında yapmış olduğu bir konuşmada elinde tuttuğu Kur'ânı göstererek şöyle diyordu: “Bu Kur'ân, Müslümanların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeliyiz, bu Kur'ân'ı onların elinden almalıyız. Yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.” Bu konuşmadan haberdar olan Bedîüzzaman Hazretleri de “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diyerek hayatını iman ve Kur’ân’ın hakîkatlerine hizmet etmeye vakfetti. Bu meyanda yüzü aşkın risâleler telif etti.
İnsanlık iman ve İslâm’dan gelen mânevî kuvvete, teselliye ve saâdete tarihte hiç bu kadar muhtaç olmamıştı.
Sevgili Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu: “Sizin vâsıtanızla bir kişinin imana gelmesi, sizin için sahralar dolusu kırmızı koyunu Allah yolunda tasadduk etmekden daha hayırlıdır.” Diğer bir hadislerinde Peygamberimiz (asm): “Allah’ın, bir kulunu senin vâsıtanla hidâyete (imana) kavuşturması, güneşin üzerine doğduğu her şeye sâhip olmaktan daha hayırlıdır...” diyerek imanın kıymetini ve buna vesile olmanın Allah katındaki makbûliyetini ilan etmiştir.
Bu konuda İmam-ı Rabbânî (ra) da diyor ki: “İmanın küçük bir meselesinin açığa kavuşması benim için yüzler mânevî zevk ve kerâmetlerden daha üstündür.” Evet, ebedî saâdetin anahtarı olan iman, yaradılışın en büyük gâyesidir.
Bunun içindir ki imanın az da olsa kuvvetlenmesi büyük bir hazinedir.
Acaba dağlar büyüklüğündeki hâdiselerin baskıları altında bizi ezilmekten kurtaran nedir? Şu asrın her türlü fitnelerine zulümlerine ve günahlarına maruz bizleri cehenneme düşmekten koruyan nedir? Yeryüzüne bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan küfür ve dalâletin karanlığında boğulmaktan bizi hidâyete çıkaran nedir?
İmanın nur ve kuvveti değil midir?
Evet, iman hem nurdur hem kuvvettir.
Hakîkî imanı elde eden adam bütün kâinata meydan okuyabilir.
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

2.Bu zamanda defineyi omuzlarında taşıyanlar kimlerdir?
Bediüzzaman Said Nursi"ninde belirttiği gibi Kur"an ahlakına hizmet,
inananların omuzunda taşıdıkları bir hazine hükmündedir,son derece değerlidir.Herkesin bütün mü"minlerin bu hizmette fedakarane bir yardımı ve desteği olmalıdır.
3.Kıskanmanın ölçüsü nedir, gıpta etmekle aynı anlamdamıdır?
Gıpta; bir insanın, başkasının mazhar olduğu nimetlerin yok olmasını temenni etmeden aynı nimetlerin kendisinde de olmasını istemesi; diğer insanların güzel sıfatlarına ve mazhariyetlerine imrenmesi demektir. Haset ise, bir kimsenin, başkalarının mazhariyetlerini çekemeyip, onlara nasip olan nimet ve faziletler karşısında hazımsızlık göstermesi, diğer insanlardaki nimetlerin ve iyi hallerin yok olmasını ve hepsinin kendine verilmesini arzu etmesi demektir. Dolayısıyla, hasette çekememezlik, hazımsızlık ve kıskançlık vardır; gıptada ise, sadece bir imrenme söz konusudur. Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehaya), "Mü'min gıpta eder, münafıksa hasede girer" buyurarak, mü'minde olsa olsa bir imrenme duygusunun olabileceğini, münafığın ise sürekli kıskançlıkla kıvranıp duracağını vurgulamıştır.Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifte de, "İki kimseye hasette (gıptada) zarar yoktur: Kendisine bahşedilen serveti Allah yolunda infak eden imkan sahibi ve Allah'ın lutfettiği ilimle amel edip onu başkalarına da öğreten kimse." buyurmuştur. Evet, dini güzel öğrenip onu hayatına hayat kılan ve bir irfan kaynağı haline getirdiği ilmiyle diğer insanları da aydınlatan, hem tebliğ hem de temsil yoluyla Kur'an hakikatlerinin samimi tercümanı olan bir insanın haline özenmek, "Keşke ben de bunun gibi olabilseydim; keşke ben de dinimi iyi öğrenip hem kendi hayatımı nurlandırsam hem de onu başkalarına anlatabilseydim!.." demek mahzursuz olsa gerektir.

Yine üstad Said Nursi hz. ihlas risalesi 2. düsturda:
Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur'ân'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...




Es selamu aleykum ve rahmetullahi ve bereketuh muhterem kardesler...
Lahika derslerimiz devam ediyor...
Anladıklarımızı paylaşarak, anlamadıklarımızı sorarak katılımlarınızı bekliyoruz .
Selam ve dua ile.


--------------


Ilk sorularimiz:
1.Hakka hizmet etmek büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmekten kasıt nedir?

Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.

Yirminci Lem'a'nın hemen akabinde, Yirmi Birinci Lem'a'nın başında, bu ağır, büyük, umumi ve kudsî definenin, iman vazifesi ve Kur'an hizmeti olduğunu öğreniyoruz.

"Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız."

İman bir insan için en kıymetli hazinesidir. Bütün dünyevi meşgalelerden ve kıymetlerden üstündür. Çünkü dünya hayatı, ona göre bir an-ı seyyale bile olmayan ahiret hayatını kazanmanın, iman etmekten başka bir yolu yoktur. İman ise dünyanın geçirdiği tüm asırlara baktığımızda asrımızdaki kadar tahribata uğramış değildir. Zira asrımızda felsefi ve dalalet akımlarının, sapkın medyanın teknolojik imkanlardan da faydalanması ile karıştırmadığı kafa, bulandırmadığı zihin, girmediği ev, tahrik etmediği insan neredeyse yok gibidir. Bu nedenle de imanı bu zamanda muhafaza edebilmek kor ateşi elde tutmak kadar zordur. Durum bu kadar vahim iken bu kudsî vazifeyi üstlenenlerin, bırakın birbirini kıskanmalarını, kendi nefislerinden tamamen teberri edip, kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerinden üstün tutmalılar ki, karşılarındaki ehl-i dalaletin cesaret kaynakları kurusun. Bu vazifeyi üstlenenlerin en küçük hataları bile ehli dalalet için cesaret kaynağıdır. Kendi aramızdaki kıskançlıklar onların bizim aramızı daha da çok açmasına, hatta birbirimize düşman bile edebilmesine sebebtir. Bu tür kıskançlıklar, böyle ehemmiyetli bir vazifede, cephede, düşmana kendi mermisini vermek gibidir. Allah muhafaza...


2.Bu zamanda defineyi omuzlarında taşıyanlar kimlerdir?


Bu defineyi bu zamanda omuzunda taşıyanlar iman hizmetini kendine vazife edinmiş kimselerdir. İmanın tamiri ve temini için en çok kim tasarrufta bulunuyorsa, defineyi taşıyanlarda elbet onlardır. Mümkün mertebe herkesin bu mühim vazifeye el atması lazım ki yük hafiflesin. Burda ince bir ayrıntı da var o da şudur:

İnsanın omuzundaki yük onun için yorgunluk sebebidir. Bu taşıdığı yükün değerine göre değişir. Mesela akşama kadar bir yevmiye karşılığı yük taşıyan insan için sadece yorgunluğa sebebtir taşıdığı. Halbuki burda bir defineden bahsediliyor. Ve bu define hem kendini iki cihanda saadete erdirecek bir yük, hem de ne kadar kişiyi bu definenin altına sokarsa o kadar da saadetini artıran bir yük. Dünyevi bir defineyi başkalarının omuzlaması maddiyatta onun payını düşürüyor. Aynı zamanda kıymetine göre de taşımadaki keyfiyet değişiyor. Aynı ağırlıkta bir define ile farklı bir yükü taşımak, ağırlık olarak aynı olsa da keyfiyet olarak çok farklıdır. Allahın hazinesini taşımakla insan, ne kadar kişiyi ondan hissedar ederse o kadar da o hazineden payı artıyor. Yani burda yük derken yükün define olduğunu da iyi idrak etmek lazım ve yükün altına girenlerin çoğalmasının bizim hissemizi daha da arttıracağını (tek gaye edinmemek şartıyla) unutmamak lazım.

 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

4.İhlas"ı zedeleyen kaçıran şeyler nelerdir?
İhlâs; doğru, samimi, katışıksız, dupduru; riyâdan uzak olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma, kapalı yaşama.. veya gönül safveti, fikir istikameti, Allah’la münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadakatla kullukta bulunma şeklinde yorumlanmıştır.
Allah Rasulü, “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” deyince Sahabe Efendilerimiz “Küçük şirk nedir?” dediler. Efendimiz de “Riya” karşılığını verdiler.” Bir rivayette de “şirkü’l-esgar” yerine “şirkü’l-hafî (gizli şirk)” ifadesi vardır. Nedir Allah’a gizli gizli eş-ortak koşmak? Küçük dahi olsa gösteriş yapmaktır.. kendini ihsas etme, iradî olarak kendini sergilemedir. (Allah MUHAFAZA BUYURSUN)
hiçbir kul gücü ,bilgisi ve imkânları ne ölçüde olursa olsun, Allah muvaffakiyet vermezse hiçbir şey yapamaz!yapılan herşey O NUN (CC)''KÜN FE YÜN '' demesine bakar.Her şey O'ndan; ne veriyorsa, aczimize, fakrımıza, za'fımıza merhameten veriyor..
bunlara binaen ihlası kaybetme kayma noktalarından biridir.bakalım firavuna neden helakı diye?
ALLAH MUHAFAZA BUYURSUN BİLİNİR Kİ ŞEYTAN HEP SOLDAN DEĞİL SAĞDAN YAKLAŞIR VE VESVESELERE ÇOKTUR!bulunduğumuz konum ne olursa olsun kullardan bir kuluz, aciz, zayıf ...
hani diyor ya üstad ''bir bakma ile bir tane ile bir kelime ile batmaktan kork'' diye..
Allah bizleri göz açıp kapayanıcaya kadar bile nefislerimizle başbaşa koymasın!bizleri mühlis kullarından eylesin!
“Allah için işleyiniz, Allah için başlayınız, Allah için çalışınız ve O’nun rızası dairesinde hareket ediniz”...
'' Allah sizin sûret, şekil ve dış görünüşlerinize değil; kalblerinize ve kalbî temayüllerinize bakar.”Müslim
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

4.İhlas"ı zedeleyen kaçıran şeyler nelerdir?



"İhlâsı kıran ve riyâya sevk eden pek çok esbabdan iki üçünü muhtasaran beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır..."


"...İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ: Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkârlığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler..."


"...ÜÇÜNCÜ MÂNİ: Korku ve tamâdır. Bu mâni diğer bir kısım mânilerle beraber Hücumât-ı Sittede tamamıyla izah edildiğinden, ona havale edip, Cenâb-ı Erhamürrâhimînden bütün Esmâ-i Hüsnâsını şefaatçi yapıp niyaz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmma muvaffak eylesin. Âmin..."

Yirmi Birinci Lem'a
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

5. Tamah ve hırs yolunda rekabet etmekle ne gibi zararlara gireriz.

HASEDİN MAHİYETi
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Haset, bir kimsenin elindeki nimeti ona çok görüp, onun elinden gitmesini istemek demektir ve haramdır.Elinden gitmesini istemeyip kendisine verilmesini de istemek hased olmaz gıpta olur.
Hased çekemezlik demektir en net ifadeyle.Allahın başka kullarına verdiği nimetin verilmesine tahammül edememe.Ve elinden alınmasını istemedir.Ve kendisinde olmasını istemesidir. Hased duygusu münafığa yakışan bir duygudur.Mü’mine yakışan gıbtadır…Peygamberimiz hased ve imanın bir kalpte beraber bulunamayacağını ifade etmiştir.Çünkü insan haset ederek Rabbinin rahmetine ve kadere itiraz eder.Rabbe itiraz eder.Niye bana vermedin der.İman eden birine bu haslet yakışmaz!Hadiste denildiği gibi’’Bir müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir müslüman için istemezse ve bir müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği halde, o kötülüğü başka bir müslüman için isterse, onun imanı tam değildir’’
Muhabbet ve adavet bir kalpte hakiki olarak bulunmadıkları gibi hased ve imanda hakiki olarak bir kalpte barınamazlar…
Verdiğinin şükrünü eda edemezken vermediğinin hesabını sormak…Hasid minarenin en yukarısına çıkmak ister Ve içten içe erir biter…’’ , haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.’’
Çünkü hased eden insanın eline bir şey geçmez.Sıkıntı endişe çekemezlik dışında…Ve ‘’Ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.”Ebû Dâvûd, Edeb, 44 Hangi hasid kıskanırken mutlu olur?... . İmam-ı Şâfiî’ye göre, “Dünyada en huzursuz kimse kin tutanla kıskançlık duyan insandır.”
Sa’di-i Şirazî der ki: “Kimsenin gönlünü incitmemek isterim, elimden de gelir. Fakat hasedçiye ne yapayım ki o kendiliğinden ıztırap içindedir.”
Herkesi memnun etmek mümkündür, yalnız haset edeni tatmin etmek zordur. Çünkü o, haset ettiği şeyin yok olması ile ancak memnun kalır.
‘’Allah'ın sizi birbirinize üstün kılmasına haset etmeyiniz” buyrulmaktadır. (en-Nisâ 4/32)Ayette kat’i bir şekilde hased yasaklanmıştır,haramdır.Haram kılınmasının nedeni,Rabbe itirazdır.Gene ayette denildiği gibi “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için, insanlara haset mi ediyorlar?” (Nisa, 54)
Ortada bir çekememezlik var bu zaten masum bir niyet değil.Ama bu çekememezlik altında,Rabbe itiraz vardır….
Ayrıca ayette lütfundan diyor bu yüzden;Faydalı olmayan, zararlı olan bir şeyin bir insandan uzaklaşmasını istemek, hased olmaz, gayret olur. İlmini, mal ve mevki ele geçirmek, günah işlemek için kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. Malını haramda, zulümde, İslâmiyeti yıkmakta, bid’atları ve günâhları yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de, hased olmaz, din gayreti olur
Şeytanın vasfı olan bu haslet müşriklere ve münafıklara layıktır.Allah’ı bile bile inkar edenlere layıktır…Ehli kitap hased duygusuyla iman etmedikleri gibi insanlarıda vazgeçirmeye çalıştılar…’’Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki hasetten ötürü, sizi îmânınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler.” (el-Bakara, 2/109)

Haset iblisi şeytan yapandır…O Ademi kıskandı…Ve bu kıskançlık bu darın açılmasına sebep oldu.İlk kan kıskançlık sayesinde döküldü.Kıskançlık kardeşi kardeşe öldürttü…Sair ehli din alimleri bile bile inkar ettiler Habibullahı(S.A.V).Kıskandılar kabul edemediler..Bir kısım insanlar ise kendi kabilesinden değil diye inkar etti resülu.Yani bu haset öyle bir şey ki…Rab huzurundan kovuyor şeytanı haset hasletinden dolayı…Ve insanları bile bile küfre sokturuyor…Ve toprağa kan düşürüyor…Kardeş kanı…Ve H.z.Yakup’un biricik yusuf’unu kuyuya attırıyor…Ve hased damarları tahrik edilip hocaları üstata muhalif ettiriyor…
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...

Hasedin çaresi…

Üstat bu konuda da üstatlığını ortaya koyuyor.Ve hasedin reçetesini sunuyor…
Hasedin çaresi: ‘’Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdetâ kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.’’

Yani fani ve zahmetli dünya malına zaten gidecek olana gitmesi için kendimizi mahvetmeye değmez. Yani kıskanmaya değmez bu düny****i kıskanılmaya değer dahi olsa kıskanmaya hakkımız yoktur.Veren Allah’tır Mülk O’nundur.Dilediğini dilediği şekilde nimetlendirir.Ve mü’minler kardeştir.Bir vücudun azaları gibidir.Kardeşine verilen nimete ancak mutlu olur.Kaderi tenkit etmeye kimsenin hakkı yoktur.Ve uhrevi nimetlere hased etmek ise olamaz.Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa o insan riyakardır.Allah’a kulluk edenin kulluğu kıskanılır mı?...Ve yahutta mahsudunu riyakar zannedip zulmeder.Zan yapar…Hased sebbeiyle bir günaha daha girer.Zan hasedin dostudur…
Haset hastalığının temelinde, haset edilen kimseyi ve onun elindeki dünya nimetlerini ebedî zannetme gafleti yatar. Akıl planında, gerçeğin böyle olmadığını herkes bilir; ama, hissiyat hükmünü icra etti mi, zavallı akla kıvranmaktan öte bir şey kalmaz.
Akıldan ziyade hissiyatı dinleyen hazır bir dirhem lezzeti binler batman gelecekteki lezzete tercih eden hissiyatı ikna etmek kolay değildir…
Akıllara şöyle bir sual gelebilir… "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum’’ Hased kalbe aittir.Fiile ait değildir.Kalbe ait olduğu için,’’elimde değil diyebiliyor insanoğlu.Niyette kaldığı müddetçe fiile aksetmediği müddetçe karşı tarafa zararı dokunmaz.Eğer bu niyet beslenilirse mecrasını bulmazsa zamanla fiile aks eder.Elimde değil hased ediyorum.Demeye devam edip gıybetle işe başlar…
‘’Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır.’’(mektubat258)
Yani evvela katiyyen gıybet yapılmayacak.’’ Gıybet, ehl-i adâvet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır.’’İkinci olarak madem vazgeçemediği için üzüntü varsa bu pişmanlıktır ve gizli bir tövbedir.Üçüncü olarak haksız olduğunu düşünmek.Yani başkasına verilen nimete kıskanmaya hakkının olmadığını bilmek…
İçinde müslüman kardeşine karşı böyle bir kıskançlık taşımakla, bu kıskançlığı yenmeyi becerememekle birlikte bunu söz ve davranışlarıyla ortaya koymayan, yani kıskandığı kimseye herhangi bir zarar vermeyen kimse ise günahkâr sayılmaz. Ama böyle bir müslüman elbette kendisini bu kıskançlıktan kurtarabilmek için çaba sarf etmelidir.
Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi incitmeyiniz!) [İ. Ahmed]
Üç şey vardır, kimse onlardan sâlim değildir: Uğursuzluk, zan, hased..." Resulullah'a bunlardan kurtuluş yolu nedir? diye sorulunca şu cevabı verdi: "Uğursuzluk içinden geçince hoşlandığın işi bırakma, zanna düşünce araştırmaya kalkma, hased duyunca da gereğiyle amel etme."Velhasılı kelam..
İnsana kıskançlık manevi cihazı verilmiştir. ... ‘’Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)….Nefsin bu duyguya elverişli olduğunu ayetten kat’i bir şekilde anlıyoruz…O zaman ne yapmalıyız fıtratımızı mı değiştirmeliyiz?...’’haset etme’’ deyip fıtrat değiştirmeyi teklif etmek teklifi malayutak olur.Bu yüzdendir ki nasihatçilerin nasihati tesir etmiyor…Çünkü fıtratı değiştirmek mümkün değildir ama mecrasını değiştirmek mümkündür.Çünkü bize verilen manevi cihazları illaki kullanacağız yanlış kullanan bir insana ‘’hiç kullanma’’ demek o insana imkansız bir şeyi teklif etmek gibi olur.Oysaki Allah kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemez…O zaman bu duygunun mecrasını değiştiriyoruz bu duyguya ise gıbta diyoruz…

Gıbta nedir?

Bir Müslümanda bulunan bir nimetin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de o nimetin bulunmasını istemek hased değildir. Buna ‘Gıpta’ yani imrenmek, denilir.
Gıpta hasetten farklıdır. Onda karşısındakine verilen nimetleri yok olmasını, telef olmasını, bunlardan mahrum bırakılmasını istemek yerine, onun aynısının kendinde de olmasını, aynısının kendisine de verilmesini temenni vardır.
Hatta uhrevi işlerde yarışmayı önerir Yüce Allah…
"…hayırlarda yarışınız" (Bakara Suresi, 148) Yarışanlar onda (hayırda) yarışıp dursunlar” (el-Mutaffifîn 83/26)
Bilhassa ) şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15; Müslim, Müsâfirîn, 268)
Dünyevi mala gıpta etmek yerine kanaat etmek en doğrusudur.Çünkü insan malda evlatta yaratılışta kendinden alttakilere bakıp şükretmekle mükelleftir.Fakat hasedsiz de olsa dünyaya gıpta çok hoş karşılanmamıştır…
Hatta dünyaya gıpta kıskançlığa dönüşebilir’’ kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler.’’(lem’alar)
Yani,kıskançlık yerine gıbta.Ve dünyaya gıpta yerine ahirete gıpta…Ve aslında ahirete dahi olsa doğru bir şekilde gıpta etmek gerekiyor…Bunu diğer başlık altında açıklayacağım inşAllah…

RİSALEİ NURDA GIPTA VE KISKANÇLIK

Risalei nurda gıptayı araştırdığım zaman şöyle bir sonuçla karşılaştım.Üstat kıskançlıkla beraber gıptadan da sakındırıyor…Oysaki uhrevi işlerde insanlara imrenme teşvik edilmiştir…Zahirde ters gibi görünüyor.Fakat meseleyi bütünüyle ele alınca üstata hak vermemek elde değil…
Mesela lem’alarda…
‘’ Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz….Dünyada bir şey-i vâhide çoklar talip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar.’’

Aslında burada gıptayı hased manasına yakın bir manayla kullanıyor.Çünkü dünya malı bölüşülür bu yüzden kıskançlık vardır.Ama ahiret malında böyle bir durum olmadığı için çekememezliğe gerek olmadığını ifade etmeye çalışmıştır.Hatta bir adam dünya malına hased eder.Fakat mahsudunun ahiretteki meziyetlerine hased etmez.Sorarlar ve cevabı şudur; ‘’Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmişiz. Oraya çıkmak için basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun için kıskandım. Âhiret makamâtı hadsizdir. O, burada benim düşmanım iken, orada benim samimî ve sevgili kardeşim olabilir’’
Büyük zatlara ve yahutta dava adamlarına uhrevi meziyetlerinden dolayı gıpta etmemek elde değil olması gerekendir…
‘’Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid'a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.’’
Evet biz öyle bir cemaatizki…Makam yok mevki yok.Bu yüzden olmayan makama ve mevkiye gıptada olmamalı.Herkes vazifesinde bir numaradır.Kimisi mutfakta ustadır.Kimisi ders yaparkan…Mesleğimiz kardeşliktir şeyhlik değil.Şeyhlik olsaydı herkes o makama gıpta ederdi.Oysaki,öyle bir durum yok.Herkes mizacına uygun işi yapar.İhlasıyla Rab katında öndedir…
‘’ ‘’Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.’’

Tabii kardeşlerimizin hizmet aşkını gayretlerini gıpta etmemizde sakınca yoktur.Hatta onun adına iftihar edip lezzet almak söz konusudur.Dünyevi işlerde bile grup çalışmalarında böyledir.Oyuncu kazanmaz.Takım kazanır.Oyuncu kendiyle gurur duymaz.Takımıyla gurur duyar.Arkadaşlarıda onunla…İşinde iyi olan faziletfüruşluk yapıp,insanların gıpta damarını tahrik etmemeli.İşte bu tehlikeli bir kıskançlıktır.Ve buna maazAllah sebep olmakta ihlası kıran sebeplerden biridir…
‘’ Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur; birbirini kıskanmak değil, belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse, memnun olur; çünkü, vazifesini tahfif ediyor.
Cansız madde olan fabrika çarkları dahi yardımlaşmaya mecburdur.Her iyi çalışan çark diğer Çarkın işini kolaylaştırır.Taşlar dahi bu sırrı anlamıştır.
‘’ Hatta bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar’’…
Taş dahi bu sırrı anlamışken.Canlı hayatlı şuurlu akıl sahibi insanın anlamaması kabul edilemez….Ki biz bir şahsı maneviyiz.Enemizi nahnu denizine akıtan iman erleriyiz…Ki biz biliyoruz ki ene bizi bel’ eder.
’ Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir. Vesselam...
 
Üst