Cevap: Lahika Analizi - Ey ehl-i hakikat ve tarikat!...
Hasedin çaresi…
Üstat bu konuda da üstatlığını ortaya koyuyor.Ve hasedin reçetesini sunuyor…
Hasedin çaresi: ‘’Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdetâ kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.’’
Yani fani ve zahmetli dünya malına zaten gidecek olana gitmesi için kendimizi mahvetmeye değmez. Yani kıskanmaya değmez bu düny****i kıskanılmaya değer dahi olsa kıskanmaya hakkımız yoktur.Veren Allah’tır Mülk O’nundur.Dilediğini dilediği şekilde nimetlendirir.Ve mü’minler kardeştir.Bir vücudun azaları gibidir.Kardeşine verilen nimete ancak mutlu olur.Kaderi tenkit etmeye kimsenin hakkı yoktur.Ve uhrevi nimetlere hased etmek ise olamaz.Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa o insan riyakardır.Allah’a kulluk edenin kulluğu kıskanılır mı?...Ve yahutta mahsudunu riyakar zannedip zulmeder.Zan yapar…Hased sebbeiyle bir günaha daha girer.Zan hasedin dostudur…
Haset hastalığının temelinde, haset edilen kimseyi ve onun elindeki dünya nimetlerini ebedî zannetme gafleti yatar. Akıl planında, gerçeğin böyle olmadığını herkes bilir; ama, hissiyat hükmünü icra etti mi, zavallı akla kıvranmaktan öte bir şey kalmaz.
Akıldan ziyade hissiyatı dinleyen hazır bir dirhem lezzeti binler batman gelecekteki lezzete tercih eden hissiyatı ikna etmek kolay değildir…
Akıllara şöyle bir sual gelebilir… "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum’’ Hased kalbe aittir.Fiile ait değildir.Kalbe ait olduğu için,’’elimde değil diyebiliyor insanoğlu.Niyette kaldığı müddetçe fiile aksetmediği müddetçe karşı tarafa zararı dokunmaz.Eğer bu niyet beslenilirse mecrasını bulmazsa zamanla fiile aks eder.Elimde değil hased ediyorum.Demeye devam edip gıybetle işe başlar…
‘’Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır.’’(mektubat258)
Yani evvela katiyyen gıybet yapılmayacak.’’ Gıybet, ehl-i adâvet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır.’’İkinci olarak madem vazgeçemediği için üzüntü varsa bu pişmanlıktır ve gizli bir tövbedir.Üçüncü olarak haksız olduğunu düşünmek.Yani başkasına verilen nimete kıskanmaya hakkının olmadığını bilmek…
İçinde müslüman kardeşine karşı böyle bir kıskançlık taşımakla, bu kıskançlığı yenmeyi becerememekle birlikte bunu söz ve davranışlarıyla ortaya koymayan, yani kıskandığı kimseye herhangi bir zarar vermeyen kimse ise günahkâr sayılmaz. Ama böyle bir müslüman elbette kendisini bu kıskançlıktan kurtarabilmek için çaba sarf etmelidir.
Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi incitmeyiniz!) [İ. Ahmed]
Üç şey vardır, kimse onlardan sâlim değildir: Uğursuzluk, zan, hased..." Resulullah'a bunlardan kurtuluş yolu nedir? diye sorulunca şu cevabı verdi: "Uğursuzluk içinden geçince hoşlandığın işi bırakma, zanna düşünce araştırmaya kalkma, hased duyunca da gereğiyle amel etme."Velhasılı kelam..
İnsana kıskançlık manevi cihazı verilmiştir. ... ‘’Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)….Nefsin bu duyguya elverişli olduğunu ayetten kat’i bir şekilde anlıyoruz…O zaman ne yapmalıyız fıtratımızı mı değiştirmeliyiz?...’’haset etme’’ deyip fıtrat değiştirmeyi teklif etmek teklifi malayutak olur.Bu yüzdendir ki nasihatçilerin nasihati tesir etmiyor…Çünkü fıtratı değiştirmek mümkün değildir ama mecrasını değiştirmek mümkündür.Çünkü bize verilen manevi cihazları illaki kullanacağız yanlış kullanan bir insana ‘’hiç kullanma’’ demek o insana imkansız bir şeyi teklif etmek gibi olur.Oysaki Allah kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemez…O zaman bu duygunun mecrasını değiştiriyoruz bu duyguya ise gıbta diyoruz…
Gıbta nedir?
Bir Müslümanda bulunan bir nimetin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de o nimetin bulunmasını istemek hased değildir. Buna ‘Gıpta’ yani imrenmek, denilir.
Gıpta hasetten farklıdır. Onda karşısındakine verilen nimetleri yok olmasını, telef olmasını, bunlardan mahrum bırakılmasını istemek yerine, onun aynısının kendinde de olmasını, aynısının kendisine de verilmesini temenni vardır.
Hatta uhrevi işlerde yarışmayı önerir Yüce Allah…
"…hayırlarda yarışınız" (Bakara Suresi, 148) Yarışanlar onda (hayırda) yarışıp dursunlar” (el-Mutaffifîn 83/26)
Bilhassa ) şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15; Müslim, Müsâfirîn, 268)
Dünyevi mala gıpta etmek yerine kanaat etmek en doğrusudur.Çünkü insan malda evlatta yaratılışta kendinden alttakilere bakıp şükretmekle mükelleftir.Fakat hasedsiz de olsa dünyaya gıpta çok hoş karşılanmamıştır…
Hatta dünyaya gıpta kıskançlığa dönüşebilir’’ kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler.’’(lem’alar)
Yani,kıskançlık yerine gıbta.Ve dünyaya gıpta yerine ahirete gıpta…Ve aslında ahirete dahi olsa doğru bir şekilde gıpta etmek gerekiyor…Bunu diğer başlık altında açıklayacağım inşAllah…
RİSALEİ NURDA GIPTA VE KISKANÇLIK
Risalei nurda gıptayı araştırdığım zaman şöyle bir sonuçla karşılaştım.Üstat kıskançlıkla beraber gıptadan da sakındırıyor…Oysaki uhrevi işlerde insanlara imrenme teşvik edilmiştir…Zahirde ters gibi görünüyor.Fakat meseleyi bütünüyle ele alınca üstata hak vermemek elde değil…
Mesela lem’alarda…
‘’ Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz….Dünyada bir şey-i vâhide çoklar talip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar.’’
Aslında burada gıptayı hased manasına yakın bir manayla kullanıyor.Çünkü dünya malı bölüşülür bu yüzden kıskançlık vardır.Ama ahiret malında böyle bir durum olmadığı için çekememezliğe gerek olmadığını ifade etmeye çalışmıştır.Hatta bir adam dünya malına hased eder.Fakat mahsudunun ahiretteki meziyetlerine hased etmez.Sorarlar ve cevabı şudur; ‘’Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmişiz. Oraya çıkmak için basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun için kıskandım. Âhiret makamâtı hadsizdir. O, burada benim düşmanım iken, orada benim samimî ve sevgili kardeşim olabilir’’
Büyük zatlara ve yahutta dava adamlarına uhrevi meziyetlerinden dolayı gıpta etmemek elde değil olması gerekendir…
‘’Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid'a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.’’
Evet biz öyle bir cemaatizki…Makam yok mevki yok.Bu yüzden olmayan makama ve mevkiye gıptada olmamalı.Herkes vazifesinde bir numaradır.Kimisi mutfakta ustadır.Kimisi ders yaparkan…Mesleğimiz kardeşliktir şeyhlik değil.Şeyhlik olsaydı herkes o makama gıpta ederdi.Oysaki,öyle bir durum yok.Herkes mizacına uygun işi yapar.İhlasıyla Rab katında öndedir…
‘’ ‘’Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.’’
Tabii kardeşlerimizin hizmet aşkını gayretlerini gıpta etmemizde sakınca yoktur.Hatta onun adına iftihar edip lezzet almak söz konusudur.Dünyevi işlerde bile grup çalışmalarında böyledir.Oyuncu kazanmaz.Takım kazanır.Oyuncu kendiyle gurur duymaz.Takımıyla gurur duyar.Arkadaşlarıda onunla…İşinde iyi olan faziletfüruşluk yapıp,insanların gıpta damarını tahrik etmemeli.İşte bu tehlikeli bir kıskançlıktır.Ve buna maazAllah sebep olmakta ihlası kıran sebeplerden biridir…
‘’ Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur; birbirini kıskanmak değil, belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse, memnun olur; çünkü, vazifesini tahfif ediyor.
Cansız madde olan fabrika çarkları dahi yardımlaşmaya mecburdur.Her iyi çalışan çark diğer Çarkın işini kolaylaştırır.Taşlar dahi bu sırrı anlamıştır.
‘’ Hatta bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar’’…
Taş dahi bu sırrı anlamışken.Canlı hayatlı şuurlu akıl sahibi insanın anlamaması kabul edilemez….Ki biz bir şahsı maneviyiz.Enemizi nahnu denizine akıtan iman erleriyiz…Ki biz biliyoruz ki ene bizi bel’ eder.
’ Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir. Vesselam...