On Altıncı Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz


besmele.jpg


اِنَّمَاۤ اَمْرُهُ ۤ اِذَاۤ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقوُلَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
1

İtminan-ı nefsime medar olacak, zulmeti dağıtacak şu âyetin nurundan Dört Şuâı göstermekle kör nefsime bir basiret vermek için yazılmıştır.

BİRİNCİ ŞUA

Ey nefs-i nadan! Diyorsun ki: “Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef’âli; ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i Rububiyeti; ve ferdâniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı; ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması; ve nihayetsiz ulviyetiyle herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması, hakaik-ı Kur’âniyedendir. Kur’ân ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. Akıl ise, zahirî bir münâfâtı görüyor. Aklı teslime sevk edecek bir izah isterim.

Elcevap: Madem öyledir; itminan için istersen, biz de Kur’ân’ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur çok müşkilâtımızı halletmiş; inşaallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile, İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi deriz:



[NOT]Dipnot-1 “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir. Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:82-83.[/NOT]


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye: Allah’ın Zâtının birliği (bk. v-ḥ-d; e-l-h)</td><td>basiret: görüş ve seziş (bk. b-ṣ-r)</td></tr><tr><td>ferdâniyet: birlik ve teklik (bk. f-r-d)</td><td>feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)</td></tr><tr><td>hakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ihtiyar: irade, seçme, tercih (bk. ḫ-y-r)</td><td>ism-i Nur: Allah’ın Nur ismi (bk. s-m-v; n-v-r)</td></tr><tr><td>istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)</td><td>itminan: inanma, tatmin olma</td></tr><tr><td>itminan-ı nefis: nefsin tam kanaatle inanması (bk. n-f-s)</td><td>külliyet-i ef’âl: işlerin çokluğu ve kapsamlılığı (bk. k-l-l; f-a-l)</td></tr><tr><td>medar: sebep, vesile</td><td>muinsiz: yardımcısız</td></tr><tr><td>münezzehiyet: arınmış ve yüce olma (bk. n-ẓ-h)</td><td>münâfât: tezat, zıtlık</td></tr><tr><td>müşkilât: zorluklar</td><td>nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nefs-i nadan: cahil nefis (bk. n-f-s)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)</td><td>nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>tahmil etmek: yüklemek</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>ulviyet: yücelik</td><td>umumiyet-i Rububiyet: Cenab-ı Hakkın idare ve terbiye ediciliğinin ve egemenliğinin her şeyi kuşatması (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>vahdet-i şahsiye: şahsın birliği (bk. v-h-d)</td><td>vâzıh: açık, âşikar</td></tr><tr><td>zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)</td><td>zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)</td></tr><tr><td>İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)</td><td>şeriksiz: ortaksız</td></tr><tr><td>şuâ: ışık, parıltı</td><td>şümul-ü tasarrufat: tasarrufların her şeyi kaplaması (bk. ṣ-r-f)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 272

نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ غُلاٰمِ شَمْسَمْ اَزْشَمْسِ مِى گُويَمْ خَبَرْ
blank.gif
1

Temsil, i’câz-ı Kur’ân’ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsille şu sırra bakacağız.

Şöyle ki:

Birtek zat, muhtelif merâyâ vasıtasıyla külliyet kesb eder. Cüz’î-yi hakikî iken, umumî şuûnâta mâlik bir küllî hükmüne geçer. Meselâ, şems, bir cüz’î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffâfe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rû-yi zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyasının içinde olan yedi renkli elvân-ı seb’ası, herbirisi, mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şamil oldukları halde, herbir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayı, hem elvân-ı seb’ayı gözbebeğinde saklıyor ve sâfi kalbini ona bir taht yapıyor.

Demek, şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi; ehadiyet cihetiyle, herbir şeyde güneş çok vasıflarıyla beraber, bir nevi cilve-i zatıyla bulunur. Madem temsilden temessül bahsine geçtik. Temessülün çok envâından şu meseleye medar olacak üç nev’ine işaret ederiz.

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil; hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin. Ötekiler ölüdürler; hayat hassaları onlarda yoktur.
İkincisi: Maddî nuranînin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor; fakat o nurânînin ekser hâsiyetlerine mâliktir, onun gibi hayy sayılıyor.

Meselâ, şems dünyaya girdi, herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, güneşin hassaları hükmünde olan hararet, ziya ve ziyadaki elvân-ı seb’a bulunuyor. Eğer, faraza, güneş zîşuur olsaydı—harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvân-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsaydı—o vakit, o tek ve yekta bir güneş,


[NOT]Dipnot-1 “Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hâdimiyim ki, size ondan haber getiriyorum.” İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât 1:124 (130. Mektup).[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>ayn: aslı, kendisi</td><td>ayn-ı ilmi: ilmin kendisi (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>ayn-ı kudret: kudretin kendisi (bk. ḳ-d-r)</td><td>cilve: yansıma (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>cilve-i zât: zâtın görüntüsü (bk. c-l-y)</td><td>cüz’î-yi hakikî: gerçek fert, tek kişi (bk. c-z-e; ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>cüz’î-yi müşahhas: somut bir fert, birey (bk. c-z-e)</td><td>ehadiyet: her bir varlıkta görünen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)</td><td>elvân-ı seb’a: yedi renk</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>eşya-yı şeffâfe: şeffaf şeyler</td></tr><tr><td>faraza: varsayalım ki</td><td>gayr: diğeri, başkası</td></tr><tr><td>hararet: sıcaklık, ısı</td><td>hassa: özellik</td></tr><tr><td>hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)</td><td>hâsiyet: özellik, hususiyet</td></tr><tr><td>hüviyet-i suriye: görünüşteki şahsiyet</td><td>i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>katarat: damlalar</td><td>kesb etmek: kazanmak</td></tr><tr><td>kesif: yoğun, şeffaf olmayan</td><td>külliyet: fertlerden oluşan topluluk hâli (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>küllî: fertlerden oluşan topluluk, bireyler topluluğu (bk. k-l-l)</td><td>mahiyet: özellik, nitelik, iç yapı</td></tr><tr><td>mahzen: depo</td><td>medar: dayanak, vesile</td></tr><tr><td>merâyâ: aynalar</td><td>mevat: ölmüş (bk. m-v-t)</td></tr><tr><td>muhit: kapsayıcı, kuşatıcı</td><td>mukabil: karşılık</td></tr><tr><td>mâlik: sahip (bk. m-l-k)</td><td>nev’: çeşit</td></tr><tr><td>nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü </td></tr><tr><td>sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y) </td><td>sıfât-ı seb’a: yedi sıfat (bk. v-ṣ-f)</td></tr><tr><td>temessül: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>umumî: genel</td><td>vâhidiyet: varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>yekta: tek, eşsiz</td><td>zerrat: zerreler, atomlar</td></tr><tr><td>ziya: ışık</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)</td><td>âmm: umumî, genel</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td><td>şamil: kapsamlı</td></tr><tr><td>şems: güneş</td><td>şuûnât: özellikler, haller ve işler (bk. ş-e-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 273

bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir nevi arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle, âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Üçüncüsü: Nuranî ruhların aksidir. Şu akis hem hayydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor.

Meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu
blank.gif
1
bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider,
blank.gif
2
hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı.

İşte, şu sırdandır ki, mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ, evliyadan, ziyade nuraniyet kesb eden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.

Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler. Ve o ruhanîler, hayal sür’atiyle o merâyâ-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.

Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyet nim-nuranî masnular, nuraniyet sırrıyla, bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyet bir cüz’î iken mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz’î bir ihtiyar ile pek çok muhtelif işleri yapabilirler. Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayıt ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberrâ; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat Onun envâr-ı kudsiye-i esmâsının bir kesif

[NOT]
Dipnot-1
bk. Buhârî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 1; Müslim, Îmân 271, Fezâili’s-Sahabe 100.

Dipnot-2
bk. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Îmân 346; Tirmizî, Tefsîru Sûre (16) 6.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)</td><td>Cebrâil: (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>Dıhye: (bk. bilgiler)</td><td>abdal: Allah’a yönelmiş kimse, derviş </td></tr><tr><td>arş: taht (bk. a-r-ş)</td><td>asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi kimseler (bk. ṣ-f-y)</td></tr><tr><td>ayn: aslı, kendisi </td><td>berk: şimşek</td></tr><tr><td>cismaniyat: maddî varlıklar</td><td>cüz’î: fert, birey; az (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>envar: nurlar (bk. n-v-r)</td><td>envâr-ı kudsiye-i esmâ: Allah’ın isimlerinin mukaddes nurları (bk. n-v-r; ḳ-d-s; s-m-v)</td></tr><tr><td>esir: kâinatı kapladığına inanılan ince ve lâtif madde</td><td>evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)</td></tr><tr><td>evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)</td><td>hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>huzur-u Nebevî: Hz. Peygamberin huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e)</td><td>huzur-u İlâhi: Cenab-ı Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; e-l-h)</td></tr><tr><td>ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)</td><td>kesb etmek: kazanmak</td></tr><tr><td>kesif: yoğun, şeffaf olmayan</td><td>küllî: bireyler topluluğu (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>mahiyet-i nefsü’l-emir: birşeyin gerçek niteliği (bk. n-f-s)</td><td>mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>masnu: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)</td><td>menâzil-i lâtife: güzel yerler (bk. n-z-l; l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>merâyâ-yı nazife: temiz aynalar</td><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>muallâ: yüce</td><td>mukayyet: kayıtlı, sınırlı</td></tr><tr><td>musahhar: boyun eğmiş</td><td>mutlak: sınrsız, kayıtsız (bk. ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>müberrâ: temiz, pâk</td><td>mücerred: soyutlanmış</td></tr><tr><td>münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)</td><td>müşahede: görme (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>nevi: çeşit, tür</td><td>nim-nuranî: yarı parlak (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b )</td><td>nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>nuraniyat: nurdan varlıklar (bk. n-v-r)</td><td>nuraniyet: nur özelliği (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)</td><td>ruhaniyat: ruhanîler (bk. r-v-ḥ)</td></tr><tr><td>salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)</td><td>tahdid-i kayıt: kayıt altına alınma</td></tr><tr><td>tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)</td><td>vasıta-i seyir ve seyahat: seyir ve yolculuk vasıtası</td></tr><tr><td>zulmet-i kesafet: madde ve yoğunluğun karanlığı (bk. ẓ-l-m)</td><td>âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 274

zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhîta; ve şuûnâtı külliye olan bir Zât-ı Akdesin irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecellî-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahıs külliyet kesb etmeden ona yanaşabilir?

Evet, nasıl güneş kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana senin gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için çok kayıtlardan tecerrüd etmek, çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Adeta, mânen yer kadar büyüyüp, kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin. Öyle de, Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülkemâl sana gayet yakındır; sen Ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa, temsildeki noktaları hakikate tatbike çalış.

İKİNCİ ŞUA

Ey nefs-i bîhuş! Diyorsun ki:
blank.gif
1
اِنَّمَاۤ اَمْرُهُ ۤ اِذَاۤ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقوُلَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

hem
blank.gif
2
اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْناَ مُحْضَروُنَ gibi âyetler, vücud-u eşya sırf bir emirle ve def’î olduğunu;

ve
blank.gif
3
صُنْعَ اللهِ الَّذِۤى اَتْقَنَ كُلَّ شَىْءٍ hem
blank.gif
4
اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ gibi âyetler, vücud-u eşya ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san’atla, tedricî olduğunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: Kur’ân’ın feyzine istinaden deriz:


[NOT]Dipnot-1 “Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2
“Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.” Yâsin Sûresi, 36:53.

Dipnot-3
“Allah’ın san’atıdır ki, herşeyi hikmetle, yerli yerinde ve sapa sağlam yaratmıştır.” Neml Sûresi, 27:88.

Dipnot-4
“O herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)</td><td>Cemîl-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)</td></tr><tr><td>Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)</td><td>azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>cilve-i ef’âl: İlâhî fiillerin yansıması (bk. c-l-y; f-a-l)</td><td>dakik: pek ince, nazik</td></tr><tr><td>def’î: birden bire</td><td>feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)</td></tr><tr><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td><td>ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>irade-i külliye: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d; k-l-l)</td><td>istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)</td></tr><tr><td>kamer: ay</td><td>kesb etmek: kazanmak</td></tr><tr><td>kudret: kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>külliye: kapsamlı (bk. k-l-l)</td><td>külliyet: genellik; istidatların tamamını geliştirme (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>mertebe-i asliye: asıl mertebe</td><td>merâtib-i külliye: büyük ve kalabalık mertebeler (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>muhîta: kuşatıcı</td><td>mukayyet: kayıtlı, sınırlı</td></tr><tr><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td><td>nefs-i bîhuş: akılsız nefis (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nim-şeffaf: yarı şeffaf</td><td>sıfât: vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f)</td></tr><tr><td>tecellî-i sıfât: sıfâtın görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f)</td><td>tecerrüd: sıyrılma, arınma</td></tr><tr><td>tedricî: yavaş yavaş</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>teveccüh-ü ehadiyet: Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü (bk. v-ḥ-d)</td><td>ulviyet: yücelik</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>vech-i tevfik: uygunluk yönü</td></tr><tr><td>vücud-u eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)</td><td>zılâl: gölgeler</td></tr><tr><td>âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)</td><td>âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)</td></tr><tr><td>âyine-i cemâl: güzelliğin aynası (bk. c-m-l)</td><td>şuûnat: işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 275

Evvelâ: Münâfat yoktur. Bir kısım öyledir; iptidadaki icad gibi. Bir kısmı böyledir; mislini iade gibi.
Saniyen: Mevcudatta meşhud olan suhulet ve sür’at ve kesret ve vüs’at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san’at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlerine kat’iyen şehadet eder. Öyle ise, şunların hariçte tahakkukları medar-ı bahis olması lüzumsuzdur. Belki yalnız “Sırr-ı hikmeti nedir?” denilebilir. Öyle ise, biz dahi, bir kıyas-ı temsilî ile şu hikmete işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki terzi gibi bir san’atçı, birçok külfetler, maharetlerle musannâ birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece suhulet peyda eder ki, güya emreder, yapılır. Ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder—saat gibi—güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.

Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkâş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedi’ bir surette yaptıktan sonra, cüz’î ve küllî, cüz ve küll herşeye bir model hükmünde bir nizam-ı kaderî ile bir miktar-ı muayyen vermiştir. İşte, bak, o Nakkâş-ı Ezelî, herbir asrı bir model yaparak mu’cizat-ı kudretiyle murassâ, taze bir âlemi ona giydiriyor. Herbir seneyi bir mikyas ederek havârık-ı rahmetiyle musannâ, taze bir kâinatı o kamete göre dikiyor. Herbir günü bir satır yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudatı onda yazıyor.

Hem o Kadîr-i Mutlak, herbir asrı, herbir seneyi, herbir günü bir model yaptığı gibi, rû-yi zemini, herbir dağ ve sahrâyı, bağ ve bostanı, herbir ağacı birer model yapmıştır. Vakit bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor, birer âlemi alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim bemevsim, her bağ ve bostanda taze taze mu’cizât-ı kudretini ve hedâyâ-yı rahmetini gösterir, yeni birer kitab-ı hikmetnümâ yazıyor, taze taze birer


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td><td>Nakkaş-ı Alîm: her şeyi bilen ve her şeyi san’atlı bir şekilde işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş; a-l-m)</td></tr><tr><td>Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi san’atlı bir şekilde işleyen, varlığının başlangıcı olmayıp sonradan var olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)</td><td>Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>bedi’: güzel, eşsiz (bk. b-d-a)</td><td>bostan: bahçe</td></tr><tr><td>cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)</td><td>cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>dekaik-i hikmet: hikmet incelikleri (bk. ḥ-k-m)</td><td>emsal: benzer (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>evvelâ: ilk olarak</td><td>hariç: dış</td></tr><tr><td>havârık-ı rahmet: rahmet harikaları (bk. r-ḥ-m)</td><td>hedâyâ-yı rahmet: rahmet hediyeleri (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>hüsn-ü san’at: sanatın güzelliği (bk. ḥ-s-n, ṣ-n-a)</td><td>icad: var etme, yoktan yaratma; yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td><td>iptida: başlangıç</td></tr><tr><td>ittikan: sağlamlık</td><td>kamet: biçim ve boy, endam</td></tr><tr><td>kat’iyen: kesinlikle</td><td>kemâl-i hilkat: yaratılışın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>kesbetme: kazanma</td><td>kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>kitab-ı hikmetnümâ: hikmetli kitap (bk. k-t-b; ḥ-k-m)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey, (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>külfet: zorluk</td><td>küll: hep, bütün (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>küllî: çok, tür, topluluk (bk. k-l-l)</td><td>kıyas-ı temsilî: kıyaslamaya dayanan benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>maharet: beceri, yetenek</td><td>medar-ı bahis: sözkonusu</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>meşhud olan: görünen (bk. ş-h-d)</td></tr><tr><td>miktar-ı muayyen: belirlenmiş miktar (bk. ḳ-d-r)</td><td>mikyas: ölçek</td></tr><tr><td>misil: benzer (bk. m-s̱-l)</td><td>muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)</td></tr><tr><td>murassâ: süslenmiş</td><td>musannâ: sanatlı (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)</td><td>mücedded: yenilenen</td></tr><tr><td>münâfat: zıtlık, terslik</td><td>müzeyyen: zinetli, süslenmiş (bk. z-y-n)</td></tr><tr><td>müştemilât: içindekiler</td><td>nihayet: son derece</td></tr><tr><td>nizam-ı kaderî: kader ölçüsü (bk. n-ẓ-m; ḳ-d-r)</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>sahrâ: ova</td><td>saniyen: ikinci olarak</td></tr><tr><td>suhulet: kolaylık</td><td>suhulet peyda etmek: kolaylık kazanmak</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>sırr-ı hikmet: hikmetin sırrı (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>vücud-u hakikat: gerçek varlık (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>vüs’at: genişlik</td><td>âlem: dünya (bk. a-l-m)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 276

matbaha-i rahmetini kuruyor, mücedded bir hulle-i san’atnümâ giydiriyor. Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor, lü’lü’-misal yeni bir murassaatla süslendiriyor, yıldız-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor.

İşte, şu işleri nihayet hüsn-ü san’at ve kemâl-i intizamla yapan ve şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan seyyar âlemleri nihayet hikmet ve inâyet ve kemâl-i kudret ve san’atla değiştiren Zat, elbette gayet Kadîr ve Hakîmdir, nihayet derecede Basîr ve Alîmdir. Tesadüf onun işine karışamaz. İşte, o Zât-ı Zülcelâldir ki, şöyle ferman ediyor:

اِنَّمَاۤ اَمْرُهُ ۤ اِذَاۤ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقوُلَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
1

وَمَاۤ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
blank.gif
2

deyip, hem kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten haşir ve kıyamet gayet sehl ve külfetsiz olduğunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ile ferman ediyor.
Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler, eşyada, hususan bidayet-i icadında gayet derecede hüsn-ü san’atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı, eşyada, hususan tekrar icadında ve iadesinde gayet derecede suhulet ve sür’atini, nihayet derecede inkıyad ve külfetsizliğini beyan eder.


[NOT]Dipnot-1 “Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2
“Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Alîm: herşeyi bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)</td><td>Basîr: herşeyi gören Allah (bk. b-ṣ-r)</td></tr><tr><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td><td>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>beyan: açıklama (bk. b-y-n)</td><td>bidayet-i icad: yaratılışın başlangıcı (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>emr-i tekvinî: yaratma emri (bk. k-v-n)</td><td>evâmir: emirler</td></tr><tr><td>eşya: şeyler, varlıklar</td><td>ferman etmek: buyurmak</td></tr><tr><td>halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>hasıl-ı kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)</td></tr><tr><td>haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)</td><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hulle-i san’atnümâ: san’atlı elbise (bk. ṣ-n-a)</td><td>hususan: özellikle</td></tr><tr><td>hüsn-ü san’at: güzel san’at (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)</td><td>icad: yoktan yaratma (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)</td><td>inkıyad: itaat etme</td></tr><tr><td>irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)</td><td>kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>kemâl-i intizam: mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)</td><td>kemâl-i kudret ve san’at: kudret ve san’atın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>külfetsiz: zahmetsiz, kolay</td></tr><tr><td>kıyamet: varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)</td><td>lü’lü’-misal: inci gibi (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>matbaha-i rahmet: rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m)</td><td>murassaât: mücevherlerle süslü</td></tr><tr><td>musahhar: boyun eğmiş</td><td>muâlecesiz: doğrudan doğruya</td></tr><tr><td>mübaşeretsiz: temas etmeksizin</td><td>mücedded: yenilenen</td></tr><tr><td>münkad: itaat etmiş</td><td>nihayet: son derece; son</td></tr><tr><td>nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)</td><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>sehl: kolay</td><td>seyyar: hareketli, gezici</td></tr><tr><td>suhulet: kolaylık</td><td>suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>sündüs-misal: ipekli kumaş gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>tazammun: kapsama, içine alma</td></tr><tr><td>yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 277

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki:

بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
1
مَا مِنْ دَاۤبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
blank.gif
2

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
blank.gif
3

gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlâhiyeyi gösteriyor.

وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
4
تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ
blank.gif
5

ve hadiste varid olan “Cenâb-ı Hak yetmiş bin hicab arkasındadır”
blank.gif
6
ve Mirac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gâmızı fehme takrip edecek bir izah isterim.

Elcevap: Öyle ise dinle.

Evvelâ: Birinci Şuâın âhirinde demiştik: Nasıl ki güneş, kayıtsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin. Ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellîleriyle görüşebilirsin. Ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualarına ve mazharlarına yanaşabilirsin. Eğer güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat, doğrudan doğruya, güneşin zatıyla görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Âdeta sen, mânen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp bir derece yanaşmak dâvâ edebilirsin.


[NOT]Dipnot-1 “Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2
“Hiçbir canlı yoktur ki, Alah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.

Dipnot-3
“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf Sûresi, 50:16.

Dipnot-4
“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-5
“Melekler ve Cebrâil, ellibin sene uzunluğundaki bir günde Ona yükselirler.” Meâric Sûresi, 70:4.

Dipnot-6
bk. İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 1:101; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13:520; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 6:278, 8:382; er-Rûyânî, el-Müsned 2:212; İbni Ebî Âsım, es-Sünne 2:367.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Mirac: Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)</td><td>bedir: dolunay, ayın en parlak hali</td></tr><tr><td>bu’diyet: uzaklık</td><td>cihet: yön</td></tr><tr><td>cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)</td><td>cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>elvan: renkler</td><td>fehm: anlayış</td></tr><tr><td>haddinden tecavüz etmek: çizgiyi aşmak, ileri gitmek</td><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hicab: perde</td><td>inbisat etme: genişleme, yayılma</td></tr><tr><td>kamer: ay</td><td>kurbiyet-i İlâhiye: Allah’a yakınlık (bk. e-l-h)</td></tr><tr><td>küre-i arz: yerküre, dünya</td><td>mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>meratib-i külliyet: büyük mertebeler (bk. k-l-l)</td><td>mertebe-i aslî: asıl mertebe</td></tr><tr><td>mukabil: karşılık</td><td>mukayyet: kayıtlı, sınırlı</td></tr><tr><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td><td>nefs-i pürvesvas: çok vesveseli nefis (bk. n-f-s)</td></tr><tr><td>nevi: çeşit</td><td>nihayet: son</td></tr><tr><td>sırr-ı gâmız: anlaşılması zor mesele</td><td>taife: topluluk</td></tr><tr><td>takrip: yakınlaştırma</td><td>tecellî: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma</td><td>varid olan: söylenen</td></tr><tr><td>âhir: son (bk. e-ḫ-r)</td><td>âyine: ayna</td></tr><tr><td>şua: ışık, parıltı</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 278

Öyle de, o Celîl-i Pürkemâl, o Cemîl-i Bîmisâl, o Vâcibü’l-Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen Ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.

Saniyen: Meselâ, وَِللهِالْمَثَلُاْلاَعْلٰى
blank.gif
1 bir padişahın çok isimleri içinde Kumandan ismi çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar, geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellîsi vardır. Şimdi, bir nefer, hizmet-i askeriyesinde, onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı âzamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanla görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.

Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve—eğer o padişah, evliya-i abdaliyeden nuranî olsa—bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mâni olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicaplar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder; hilâf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder.

Öyle de, emr-iكُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
2
’a mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellîsinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip ta İsm-i Âzamına mazhar olan Arş-ı


[NOT]Dipnot-1 “En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Celîl-i Pürkemâl: sonsuz kemâl ve haşmet sahibi Allah (bk. c-l-l; k-m-l)</td><td>Cemîl-i Bîmisâl: benzersiz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; m-s̱-l)</td></tr><tr><td>Mûcid-i Küll-i Mevcud: bütün varlıkları yoktan var eden Allah (bk. v-c-d; k-l-l)</td><td>Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d) </td></tr><tr><td>Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)</td><td>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)</td></tr><tr><td>cilve-i isim: ismin cilvesi, görüntüsü (bk. c-l-y; s-m-v)</td><td>cüz’î: küçük, dar (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>daire-i külliye: büyük ve geniş daire (bk. k-l-l)</td><td>dekaik: incelikler</td></tr><tr><td>derecât-ı tecellî: yansıma dereceleri (bk. c-l-y)</td><td>ekvânî: varlıklarla ilgili (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>emirber nefer: emre hazır asker</td><td>esmâî: isimlerlehhhhh ilgili (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>evliya-i abdaliye: bir anda birkaç yerde görülebilen veliler (bk. v-l-y)</td><td>ferikiyet: generallik </td></tr><tr><td>fâsıl: ara, ayırıcı</td><td>hicap: perde</td></tr><tr><td>hilâf-ı âdet: kuraldışı olarak</td><td>hizmet-i askeriye: askerlik hizmeti</td></tr><tr><td>huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)</td><td>hâil: engel</td></tr><tr><td>kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)</td><td>küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)</td><td>mazhar: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>merci: kaynak, başvurulacak yer</td><td>mertebe-i külliye: büyük ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)</td></tr><tr><td>mâlik: sahip (bk. m-l-k)</td><td>mürur etme: geçme</td></tr><tr><td>mütedahil: birbiri içinde</td><td>müşiriyet: mareşallik</td></tr><tr><td>nefer: asker, er</td><td>nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>saniyen: ikinci olarak</td><td>serasker: ordu komutanı</td></tr><tr><td>sıfâtî: sıfatlarla ilgili (bk. v-ṣ-f)</td><td>tabakat-ı sıfât: sıfat tabakaları (bk. v-ṣ-f)</td></tr><tr><td>tecelli: yansıma, görünme (bk. c-l-y)</td><td>tedbir: idare etme (bk. d-b-r)</td></tr><tr><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td><td>tezahür: görünme (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>ziyade: çok, fazla</td><td>zuhur: görünme (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>zulmanî: karanlık (bk. ẓ-l-m)</td><td>İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)</td></tr><tr><td>Şems-i Sermed: Sonsuz Güneş; bu tâbir herşeyi nurlandıran Allah için bir benzetme olarak kullanılır</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 279

Âzamına uruc etmek, eğer cezb ve lütfu olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ, sen Ona Hâlıkismiyle yanaşmak istersen, senin Hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların Hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.

Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
1
olan Kadîr‑i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar sırf zahirîdirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubûdiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı Rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muîni değiller; şerik-i saltanat-ı Rububiyet olamazlar.

DÖRDÜNCÜ ŞUA

İşte, ey tenbel nefsim! Bir nevi mirac hükmünde olan namazın hakikati, sabık temsilde bir nefer mahz-ı lütuf olarak huzur-u şahaneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. Allahu ekber deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip, bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup,
blank.gif
2
اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına—herkesin kabiliyeti nisbetinde—bir mazhariyet-i azîmedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla Allahu ekber, Allahu ekber demekle kat’‑ı meratip ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına

[NOT]
Dipnot-1
“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2
“Yalnız Sana ibadet ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)</td><td>Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)</td></tr><tr><td>Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d; c-m-l; ẕü; c-l-l)</td><td>Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)</td></tr><tr><td>acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)</td><td>cezb: çekme</td></tr><tr><td>cilve: yansıma, görünüş (bk. c-l-y)</td><td>cüz’iyat: küçüklük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)</td></tr><tr><td>cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)</td><td>dellâl: ilan edici, duyurucu</td></tr><tr><td>devâir-i külliye: geniş ve kapsamlı daireler (bk. k-l-l)</td><td>ferik: general</td></tr><tr><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>harekât-ı salâtiye: namazın hareketleri (bk. ṣ-l-v)</td></tr><tr><td>hususiyet: özellik</td><td>huzur-u şahane: padişahın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r)</td></tr><tr><td>iftikar: fakirliğini gösterme (bk. f-ḳ-r)</td><td>ihtar: hatırlatma, ikaz</td></tr><tr><td>kat’-ı meratip: mertebeleri aşma</td><td>kayd-ı maddiyat: maddi kayıt, bağ</td></tr><tr><td>küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)</td><td>lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>mahz-ı lütuf: ikram ve iyiliğin tâ kendisi (bk. l-ṭ-f)</td><td>mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>mazhariyet-i azîme: büyük mazhariyet, nailiyet (bk. ẓ-h-r; a-z-m)</td><td>meratib: mertebeler, dereceler</td></tr><tr><td>mertebe-i külliye-i ubûdiyet: Allah’a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi (bk. k-l-l; a-b-d)</td><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td></tr><tr><td>mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkma (bk. a-r-c)</td><td>muîn: yardımcı</td></tr><tr><td>münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)</td><td>müstağni: ihtiyacı olmama (bk. ğ-n-y)</td></tr><tr><td>müşerref: şereflenme</td><td>müşir: mareşal</td></tr><tr><td>nefer: asker, er</td><td>nisbet: oran (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>perde-i izzet ve azamet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde (bk. a-z-z; a-ẓ-m)</td><td>sabık: önceki</td></tr><tr><td>saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)</td><td>sülûk etmek: yol almak</td></tr><tr><td>tecerrüd: sıyrılma</td><td>temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>temâşâger: seyirci</td><td>terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerleme, yükselme (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td><td>uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)</td></tr><tr><td>zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>zıll: gölge</td><td>şerik-i saltanat-ı Rububiyet: Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak (bk. s-l-ṭ; r-b-b)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 280

bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahu ekber bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte, şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

İşte, hacda pek kesretli Allahu ekber denilmesi şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmi de olsa, kat’-ı meratip etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk‑ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve meratib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rububiyet Allahu ekber, Allahu ekber ile teskin edilebilir. Ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir.

Hacdan sonra, şu mânâ-yı ulvî ve küllî muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husuf, küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.

سُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ خَزَاۤئِنُهُ بَيْنَ الْكاَفِ وَالنُّونِ
blank.gif
1
فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكوُتُ


[NOT]Dipnot-1 Kudretinin hazinelerini bir “Ol” emriyle var eden Zât-ı Zülcelâl her türlü kusurdan münezzehtir.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)</td><td>Rabb-i Azîm: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b; a-z-m)</td></tr><tr><td>aktâr-ı arz: dünyanın dört bir yanı</td><td>basamak-ı miraciye: mirac basamağı (bk. a-r-c)</td></tr><tr><td>bil’asale: bizzat</td><td>devâir-i ubûdiyet: kulluk daireleri (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>ferik: general</td><td>hacc-ı şerif: şerefli hac ibadeti</td></tr><tr><td>hakikat-i salât: namazın hakikati (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-l-v)</td><td>hararet: sıcaklık, ısı</td></tr><tr><td>haricinde: dışında</td><td>heybet-i Rububiyet: Allah’ın rububiyetinin heybeti (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>husuf: ay tutulması</td><td>kabil: gibi</td></tr><tr><td>kat’: aşma, yükselme</td><td>kat’-ı meratip etmek: mertebeleri aşmak, mânen yükselmek</td></tr><tr><td>kemâlât-ı kibriya: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mükemmelliği (bk. k-m-l; k-b-r)</td><td>kesretli: çoklukla (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>küsuf: güneş tutulması</td><td>lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>marifet: bilgi (bk. a-r-f)</td><td>mazhar olmak: erişmek, nail olmak (bk. ẓ-h-r) </td></tr><tr><td>mazhariyet: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)</td><td>meratib-i kibriyâ: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri (bk. k-b-r)</td></tr><tr><td>meratib-i külliye-i Rububiyet: Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri (bk. k-l-l; r-b-b)</td><td>meratib-i münkeşife-i meşhude: bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler (bk. k-ş-f; ş-h-d)</td></tr><tr><td>mertebe-i külliye: geniş ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)</td><td>miftah: anahtar</td></tr><tr><td>muhtelif: çeşitli</td><td>mutasavvere: hayalen, tasavvur ederek (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td><td>mânâ-yı ulvî ve küllî: yüce ve umumî mânâ (bk. a-n-y; k-l-l)</td></tr><tr><td>mücmel: kısa, öz (bk. c-m-l)</td><td>müteveccih: yönelmiş</td></tr><tr><td>müşerref: şereflenmiş</td><td>nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nefer: asker, er</td><td>saadet: mutluluk</td></tr><tr><td>sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)</td><td>tasavvuren: hayal ederek, düşünerek (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>teskin: yatıştırma, sakinleştirme</td><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) </td></tr><tr><td>ubûdiyet-i külliye: büyük ve umumî kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)</td><td>ufk-u tecelliyat: tecellilerin, yansımaların ufku (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>velev: hatta</td></tr><tr><td>velî: Allah dostu (bk. v-l-y)</td><td>yevm-i mahsus: özel gün</td></tr><tr><td>âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları (bk. a-z-m; e-l-h)</td><td>âmi: cahil</td></tr><tr><td>şeâir: işaretler (bk. ş-a-r)</td><td>şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler (bk. ş-a-r; s-l-m)</td></tr><tr><td>şuâ: ışık, parıltı</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 281

كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
رَبَّناَ لاَ تُؤٰاخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَاْناَ
blank.gif
3
رَبَّناَ لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَناَ وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
blank.gif
4
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ اْلاَ كْرَمِ مَظْهَرِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاِخْواَنِهِ وَاَتْباَعِهِ اٰمِينَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
5


endOfSection.gif
endOfSection.gif

Küçük bir zeyl

Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şuzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin harikalarıyla, tagayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe’nde, her şeyinde Ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü’l-Esbaba çevirir. Kur’ân’ın beyanatı şu esasa bakıyor.


[NOT]Dipnot-1 “Kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2
“(Ey Rabbimiz!) Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3
“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-4
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.

Dipnot-5
İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına, ihvânına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun. Âmin, ey Erhamürrâhimîn.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)</td><td>Müsebbibü’l-Esbâb: sebeplerin yaratıcısı olan Allah (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)</td><td>beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td><td>fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)</td><td>hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ihtilâfât: ihtilaflar, uyuşmazlıklar</td><td>ihtiyar: irade, seçim, istek (bk. ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>ilâm: duyurma, bilgilendirme (bk. a-l-m)</td><td>ins ve cin: insanlar ve cinler</td></tr><tr><td>intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)</td><td>iradet: istek, dileme, tercih (bk. r-v-d)</td></tr><tr><td>izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)</td><td>kanuniyet: kanun haline gelme (bk. ḳ-n-n)</td></tr><tr><td>kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)</td><td>meşiet: irade, dileme</td></tr><tr><td>münkad: boyun eğen</td><td>nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>nüzul: inme (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)</td><td>tagayyürat-ı sûriye: şekil ve suret değişiklikleri (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>tebeddül: değişme</td><td>teşahhusat: şahıslanmalar, belirlenmeler</td></tr><tr><td>yeknesak: monoton, aynı tarzda </td><td>zeyl: ilâve, ek</td></tr><tr><td>zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)</td><td>âdât: adetler, kurallar</td></tr><tr><td>şe’n: durum, hal (bk. ş-e-n)</td><td>şuzûzât-ı kanuniye: kanun dışılıklar (bk. ḳ-n-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Altıncı Söz - Sayfa 282

Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir. Yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor.

Hem meselâ, sair umur-u lâzımeye muhalif olarak, yağmurun evkat-ı nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ı hamsede
blank.gif
1
dahil olmuştur. Çünkü vücutta en mühim mevki hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için, elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicap olan yeknesak kaidesine girmeyecek. Belki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Mün’im, Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, perdesiz, elinde tutacak, ta her vakit dua ve şükür kapılarını açık bırakacak.

Hem meselâ, rızık vermek ve muayyen bir sima vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması, ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.

endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 Mugayyebat-ı hamse (beş bilinmeyen şey): “Kıyâmet vaktine dâir bilgi Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır.” Lokman Sûresi, 31:34.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Cenâb-ı Mün’im: varlıkları nimetlendiren yüce Allah (bk. n-a-m)</td><td>Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>Rahmân: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)</td><td>Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) </td><td>ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)</td><td>evkat-ı nüzul: iniş zamanı (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)</td><td>hicap: perde</td></tr><tr><td>ihsan-ı mahsus: özel iyilik ve bağış (bk. ḥ-s-n)</td><td>ihtiyar-ı Rabbâniye: Rab olan Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. ḫ-y-r; r-b-b)</td></tr><tr><td>kaide: kural</td><td>mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>menşe-i hayat: hayatın kaynağı (bk. ḥ-y-y)</td><td>meyvedar: meyveli</td></tr><tr><td>meşiet: irade, dileme</td><td>muayyen: belirli</td></tr><tr><td>mugayyebat-ı hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b)</td><td>mâ-i rahmet: rahmet suyu (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>mütehavvil: değişken</td><td>rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>sair: diğer</td><td>tasrif-i hava: havanın idaresi ve kullanılması (bk. ṣ-r-f)</td></tr><tr><td>teshir-i sehab: bulutların emre boyun eğdirilmesi</td><td>umur-u lâzıme: gerekli işler</td></tr><tr><td>yeknesak: monoton, aynı tarzda</td><td>âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>şuûnat-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın işleri ve icraatları (bk. ş-e-n; e-l-h)</td></tr></tbody></table>
 
Üst