Nur Cemaatinin Ana Özelliği

topraktoprak

Well-known member
Kimi çevreler, cemiyet, kulüp gibi seküler kuruluşları meşrû kabul ederken; sosyal hayatın en tabiî sonucu olan cemaat, tarikat ve dinî ekoller gibi gönüllü kuruluşları hâlâ illegal kabul etme ilkelliği ve bağnazlağından kurtulabilmiş değil. Bu bağlamda, özellikle medya dünyasında da, “Nurculuk bir cemiyet mi, bir tarikat mi, yoksa bir cemaat mi?” tartışmaları yapılıyor.

Bunun temel sebebi; resmî ideolojinin bekçiliğini üstlenen bazı aydınlar ile bir kısım odakların, toplumu ve değerlerini tanımamasının yanında inançlara saygı duymamasıdır. Oysa, sekülarizm ve komünizmin resmen uygulandığı Rusya’da bile dini yok sayma fikri geride kaldı.

Cami, kilise ve havranın yer aldığı Moskova Zafer Parkında her gün 500 kişiyi buluşturan Ramazan çadırındaki iftara katılan Rusya Ortodoks Kilisesi Dış İlişkiler Sekreteri Vsevolod Çaplin, “Güçlü toplumlar ancak dinî özgürlüklerle, karşılıklı saygı ve anlayış içinde oluşturulabilir. Müslümanlarla birlikte aynı sofrayı paylaşmaktan sevinçliyiz. Birbirimizin inanç ve geleneklerine saygı içinde yaşıyoruz. Bu, Rusya’nın dinler arasındaki ilişkilerinin en önemli boyutunu oluşturuyor” şeklinde bir değerlendirmede bulundu.

Rusya Hahambaşı Yardımcısı Zinoviy Lvoviç de, “Biz kardeşiz. Allah bu günlerde Müslüman kardeşlerimize Kur’ân’ı gönderdi. Farklı dinler olsa da birbirine çok benzeyen doğrular peşinde gidiyoruz.”1 dedi.

Aslında, cehalet, taassup ve garazdan kaynaklanan dine ve dindarlara saygısızlığın kökeni derinlere dayanır. 19-20. asırların seküler/pozitivist hayat felsefesinin hedefi; dini, sosyal hayatın bütün katmanlarından çıkarıp vicdanlara hapsetmekti. Bu anlayışa göre, 20. asrın başlarında yapılanan müstebit rejim ve çarpık devlet sistemi tek tip insan yetiştirmeye göre dizayn edilmiş, toplumun mânevî değerlerini “yasaklama” üzerine kurulmuştu. (Baştan ayağa yasaklarla örülü bugünkü anayasa da aynı zihniyetin mahsulü değil mi?) Böylece, din toplumdan soyutlanmak istemiş; dindarlar, dolayısıyla tarikat, cemaatler de illegal kabul edilerek amansız bir takibata maruz bırakılmıştı.

İşte Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur isimli muhteşem eseriyle meydana getirilmek istenen dinî boşluğu doldurmuş, bütün seküler felsefik akımların hücumlarını durduran Nur hareketini oluşturmuş. Ne var ki, Nur cemaati de, yukarıda bahsi geçen çevrelerce, hiçbir belgeye dayanmaksızın dünyevî maksatları güden, iktidarı ele geçirmeye çalışan ve dışardan destek alan siyasî bir cemiyet veya teşkilât olarak lanse edilmek istenmişti. Kimi zaman da, sistemce illegal kabul edilen tarikat ile irtibatlandırılmış. Hatta, Şeyh Said ile Said Nursî, maksatlı olarak karıştırılmış…

Oysa, Bediüzzaman ve talebelerinin hem sosyal, hem de özel hayatlarında, hem resmî makamların, hem de halkın gözü önünde, gizli hiçbir yönleri olmadığı gibi yapılanmalarında “cemiyet ve tarikat” özellikleri görülmez.

Öyle ise Nur hareketi nedir?

Bediüzzaman, “Evet, biz bir cemaatiz.2 Meselemiz imândır”3 diyerek Nur cemaatinin özelliğini şöyle açar:

* Hedefi ve programı, evvelâ kendilerini, sonra milletimizi îdam-ı ebedîden (sonsuz yokluktan) ve daimî/berzahî haps-i münferitten (süresiz yalnız başına kabirde kalma hapsinden) kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşîlikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesîle olan zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un çelik gibi hakîkatleriyle kendimizi muhafazadır.4

* Nur cemaatinin özel görevi, “Kur’ân’ın îmanî hakîkatlerini tahkîkî bir sûrette (araştırıp/inceleyerek) ehl-i îmâna bildirip, onları ve kendimizi îdam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.”5


Dipnotlar: 1- Moskova/ 30.09.2007.; 2- Şûâlar, s. 305.; 3-Tarihçe-i Hayat, s. 201.; 4- Şuâlar, s. 305.; 5- Şuâlar, s. 320.


Ali FERŞADOĞLU
 
Üst