Neden Dört Mezhep vardır ?

teblið

Vefasýz
Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Mademki hepimiz islam dini üzere ve sünnettullah yolunda isek mezhep farklılığı neden ve niçin olmuştur?

sebeb-i hikmeti nedir ?sizce..
 

alaim-ussema

Well-known member
"Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki:

Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi

muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur.

Diğer birisine,zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne

menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır.

Sen diyebilir misin ki:"Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur."

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre

değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur."


Sözler
 

heysem

Well-known member
mezheplerin farkliligi konusunu okudugum bir bölümdeki misalle cevap vermek isterim

mezhep farkliliklarini bir su misali ile izah etmeye calisirsak eger ;
su icmesi bazi insanlar icin farz gibidir yani susuzluktanölecek durumda olanlar icin ,
bazilari icin vacip gibidir su icmediginde vücudunu sakatlama ihtimali vardir ,
bazilari icin sünnettir susamistir , icmesede dayanabilir ama vucudunun ihtiyaci icin icer
bazilari icin mübahtir , icsedeolur icmesede
bazilari icin haramdir , yani ameliyattan yeni ckan lar icin yasaktir icitigi taktirde risk vardir

aynen bu bes farkli durumdakilerin hepside haktir bes farkli kimse icin bes farkli hüküm alinmistir .
iste mezheplerde böyledir insanin durumuna göre Alimlerimiz Kur'andan ve hadisten hükümler cikarmislar , türlü cografya ve türlü sartlarda yasayan dünya insani icin kolaylik saglamislardir .

Sedefte birden fazla inci oldugu gibi Kuran ayetlerinden ve hadislerden türlü türlü incileri insanligin faydasina sunmuslardir .

mezhep kelimesi arapcada zehebe (gitti) fiilinin muzari cekimi yezhebu (gidiyor) filinin ismi mef'uludur . Gidilen yol takip edilen yol manalarina gelir ki HAKKA ulasmak icin sadece tek bir yol yoktur öyle degilmi ?
 

heysem

Well-known member
"Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki:

Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi

muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur.

Diğer birisine,zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne

menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır.

Sen diyebilir misin ki:"Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur."

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre

değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur."


Sözler

ALLAH razi olsun kardesim orjinal metni ile sunmus , farketmemisim :)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dünyanın her tarafına yayılmış olan milyonlarca müslüman, İslam tarihinin ilk asırlarından zamanımıza kadar ibadet ve hukuk meseleleri hususunda dört büyük müctehidden birine bağlana gelmişlerdir. Bu dört müctehid şu zatlardır:

1- İmam-ı Azam Ebu Hanife: Adı Numan'dır. Babasının adı da Sabit'dir. Hicretin 80. yılında Kûfe'de doğmuş ve 150 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
Sabit, İmam Hazret-i Ali'nin hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duasını almıştır.

İmam-ı Azam'ın annesi, babası Sabit öldükten sonra, İmam Caferi Sadık ile evlenmişti. İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında yetişmişti. Ashab-ı Kiram'dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
İmam-ı Azam'a uyanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyü'l Mezheb denir. Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından imamımız, İmam-ı Azam'dır.

İmam Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört büyük müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince yalnız bu hatıra gelir. İlmi, zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından benimsenmiştir.

İmam-ı Azam'ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler vardır; fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebinin fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer'dir.

İmam Ebû Yusuf'un adı Yakub İbni İbrahim El-Ensarî'dir. Dedesi Sa'd ashab-ı Kiram'dandır. Hicretin 113 yılında Kûfe'de doğmuştur. 182 veya 192 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Harunürreşid'in Kadılar Kadısı (Kadı'l-Kudat'ı) olarak görev yapmıştı.
İmam Muhammed, Hasan Şeybanî'nin oğludur. Babası Şamlıdır. Hicretin 135. yılında Vasıt'da doğmuş olup Kûfe'de yetişmiştir. 189 tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Din ilimleri üzerinde doksan dokuz kitab yazdığı rivayet ediliyor. El-Mebsut, El-Ziyadat, El-Camiu's-Sağır, El-Siyeru'l-Kebir, El-Siyeru'l-Sağir adlı kitablar bunlardan bazılarıdır. Bu kitablardaki meselelere "Zahirü'r-Rivaye" denir. Kitablara da "Zahirü'r-Rivaye Kitabları" denir.

Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler de bunlardır. İmam Muhammed, İmam Malik'den ders okumuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e İmameyn (İki imam) denir.
İmam Züfer İsfahan'da ve Basra'da valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur. İmam-ı Azam'ın Züfer'e verdiği değer büyüktü. Hicretin 110 yılında doğmuş ve 158 tarihinde Basra'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce İmam-ı Azam'ın sonra İmam Ebû Yusuf'un, sonra İmam Muhammed'in, sonra İmam Züfer'in görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan yalnız bazı meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.

2- İmam Malik İbni Enes: Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 tarihinde Medine'de vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. İmam Malik, müslümanların haklı olarak kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında benimsenmiş bulunmaktadır.

3- İmam Muhammed İbni İdris El-Şafiî: Hicretin 150. yılında Askalan'da veya Şam beldelerinden Gazze'de doğmuş, 240 tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
İmam Şafiî soyca Kureyş kabilesindendir. Büyük dedesi Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize kavuşma şerefine ermişti. Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı'nda İslamiyeti kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi.
İmam Şafiî, dört büyük müctehidin üçüncüsüdür. Büyük bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb ilminde şiir ve edebiyatta da ehliyeti vardı. Mezhebi doğu ve batı yönlerine yayılmıştır.

4- İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad'da doğmuş ve 241 tarihinde yine Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört büyük müctehidin dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi. Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. "Müsned" adındaki kitabında otuz bin hadis vardır. Büyük alim Kuhistanî'nin sözüne göre, hadislerin sayısı elli bin yedi yüzdür. Zühd ve takvası, yüksek ahlakı her türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslam aleminin diğer bazı yerlerine yayılmıştır.
Bu yetkili dört büyük imamın mezhebleri, kitab, sünnet, ümmetin icmai ve fukahanın kıyası üzerine kurulmuştur.

Kitab'dan maksad Kur'an-ı Kerîm'dir. Sünnet'den maksad, Peygamberimizin mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını görüp de yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimizin evvelce yasaklamadığı bir şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir.

Ümmet'in icmaından maksad, bir asırda bulunan bütün müctehidlerin bir olayın şer'î hükmü hakkında birleşmeleridir. Peygamber Efendimiz: "Ümmetim (sapıklık) üzerinde toplanmaz," buyurmuştur. Bir hadis-i şerifte de: "Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah yanında da güzeldir," buyurulmuştur. Onun için müslümanların din varlıklarını temsil eden bütün müctehidlerin bir mesele üzerinde aynı görüş ve fikirde bulunmaları, o meselede şer'an geçerli bir delil, bir hüccettir.

Kıyas-ı Fukahaya gelince: Bundan maksad da, bir olayın kitab, sünnet veya icma-i ümmet ile sabit olan hükmünü, aynı illet ve sebebe, aynı hikmete bağlayarak o olayın tam benzerinde de göstermekten ibarettir. Bu ikinci olay üzerinde varılan hüküm de güzel düşünülünce, anlaşılır ki, yine hüküm, kitab, sünnet ve icma-i ümmet ile sabit olmuştur. Müctehid yaptığı kıyas ile bu hükmü yeniden meydana çıkarmış oluyor.

Kıyas-ı Fukaha, bir ictihad meselesidir. Bunun meşru ve makbul olması şeriatça sabittir.
"Ey akıl ve düşünce sahibleri! İbret alınız" mealindeki Kur'an emri buna delildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetinin fıkıh alimleri için böyle bir içtihadı caiz görmüş ve övmüşlerdir.

Bir örnek gösterebiliriz: Peygamberimiz ashab-ı kiramdan Muaz İbni Cebel'i (radıyallahu anh) kadı tayin etmişti. Peygamberimiz ona: "Ey Muaz, ne ile hükmedeceksin?" diye sorunca:

- Kitab ile hükmedeceğim, onda bulamazsam sünnet ile hükmedeceğim, onda bulamazsam ictihadımla hükmedeceğim cevabını vermişti.

Peygamber Efendimiz de bu cevap üzerine: "Yüce Allah'a hamd olsun ki, peygamberinin görevlendirdiği elçisini, peygamberinin razı olduğu şeye kavuşturmuştur," buyurarak memnuniyetini açıklamıştı.
Bu bakımdan yetkili alimlerin kıyas yolu ile ictihad yapmaları da şeriatça pek güzel bulunmaktadır.

Kitab, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha'ya Edille-i Erbaa, Usul-i Erbaa (dört delil, dört esas) denir. Bütün müctehidler tüm olarak bu dört delili kabul etmişler ve bütün şer'î hükümleri bu dört delilden birine veya bir kaçına dayamışlardır. Artık bu delillerin hepsini kabul etmek de bir vecibedir. Bu deliller, insanların hak ve vazifelerini bildiren İslam hukukunun gelişmesini sağlayan birer yüksek feyiz ve hikmet kaynağıdır. Müslümanların dinî hayatı, bu feyizli hikmet ve ihtiyaç kaynağından asla uzak kalamaz.
Yukarda adlarını yazdığımız dört büyük İmam, müslümanlar için Allah'ın bir rahmetidir. Bunlar dört delilden dinî hükümleri çıkarmışlar ve müslümanlara izleyecekleri yolu göstermişlerdir. Artık bunlardan herhangi birinin mezhebine uyan kimse, hak bir mezhebe bağlanmış, peygamberimizin yolunda bulunmuş demektir.

Bu saygıdeğer büyük müctehidlerin hepsi de dinî meselelerin esasında birleşmişlerdir. Bu bakımdan aralarında ayrılık yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım meseleler üzerinde ayrılık göstermişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların çoğu görünüşte olan bir ayrılıktan başka birşey değildir. Çünkü bu meselelerin bir çoğunda bu büyük zatlardan biri "Azimet-Takva" yolunu, diğeri de bir "Ruhsat-Müsaade" yolunu seçmiştir. Böylece mü'minlerin önüne geniş bir rahmet sahası açılmıştır. İşte: "Ümmetim arasında bulunan görüş ayrılıkları bir rahmettir", hadis-i şerifi ile buna işaret buyurulmuştur.

Düşünelim: Müslümanlıkta ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara ait ne kadar çok mesele vardır. Bunların hükümlerini Kur'an'dan, Sünnet'ten ve Ümmetin icmaından bulup meydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay bir şey değildir. Bu çok büyük bir ilim ve dirayet işidir. İşte bu büyük müctehidler yalnız Allah rızası için, müslümanlara gerekli olan bütün meseleleri açıkça bildirmişlerdir. Her asırda milyonlarca müslümana ışık tutmuşlardır. Artık bu büyük zatların müslümanlık alemine ne büyük hizmetlerde bulunduklarından, ne kadar teşekküre hak kazandıklarından kim şübhe edebilir?!..

Bu kıymetli alimler, büyük bir ihlas ve ciddiyetle ve çok güzel bir niyetle ictihad alanında çalıştıkları içindir ki, doğruyu buldukları meselelerden dolayı ikişer kat, hata ettikleri meselelerden dolayı da birer kat sevab kazanmışlardır.

Şunu da ekleyelim ki, bu dört müctehide ait dört mezhebden her birinin bağlıları, kendi mezheblerinin daha doğru, daha isabetli, sünnet ve maslahata daha uygun ve daha elverişli olduğuna inanır. Aksi halde o mezhebi seçmelerinin bir manası kalmaz. Bununla beraber diğer mezheblerin kıymetini azaltmak da akıllarından geçmez. Bu dört mezhebin dördüne de saygı duyarlar. Bu saygı Ehl-i Sünnet'in bir alametidir.
Bilindiği gibi, İslam hukukuna ait ilme "Fıkıh" denir. Fıkıh, lügat anlamında bir şeyi olduğu şekilde tam olarak bilmek ve anlamak demektir. İbadetlere, muamelelere ve cezalara dair dinî hükümleri bildiren ilme de "Fıkıh İlmi" adı verilmiştir. Yazdığımız "İlmihal" bu fıkıh ilminin bir bölümüdür.
Dinî hükümleri ayrıntılı delillerden, yukarda yazdığımız dört delilden anlayıp çıkarmaya yetkisi olan İslam alimlerinden her birine "Fakih", çoğuluna da "Fukaha" denir. Müctehidler ise, fukahanın en yüksek tabakasını teşkil ederler.

Dinî hükümleri göstermek ve açıklamak yetkisi, bu ehliyetli Fukaha'ya aittir. Ezberlerinde binlerce hadis-i şerîf, binlerce ilmî mesele bulunan nice insaflı alimler, dinî hükümleri belirlemek hususunda sözü Fukaha'ya bırakmış, bu çok ince ve zor görevi yerine getirmek için kendilerinde yetki görmemişlerdir.

Gerçek şu: Mübarek isimleri ile sayfalarımızı süslediğimiz dört büyük imamdan ve muhterem müctehidden her birine uyan zatlar arasında öyle derin ve geniş muhtelif ilimlere sahib kudretli alimler vardır ki, her biri üstün ilim ve irfana sahib iken, ictihad yapmaya cesaret göstermemiş, bu imamdan birine uymayı şeref kabul etmiştir.
Artık dar bilgili kimselerin kendilerinde böyle bir yetki görmeye nasıl hakları olabilir?

Kabul etmeliyiz ki, dinî meselelerle ilgili olayların hükümlerini öteden beri herkes tarafından kabul edilen bu büyük müctehidlerden öğrenmek zorundayız. İctihad gücünde olmayan kimselerin dinî konular üzerinde, müctehidlerin mezhebine aykırı olarak, kendi anlayışlarına göre hüküm vermeleri, kendi düşüncelerine göre cevab vermeleri, Allah katında çok büyük bir sorumluluğa sebeb olur. Bu şekilde bir kimse vereceği cevabda doğru olsa bile, bilmeksizin cevab vermiş olacağından yine sorumluluktan kurtulamaz. Bu konuda bir hadis-i şerîfin meali şöyle: "Sizin ateşe atılmaya en cesaretliniz, fetvaya (dinî meselelere) cevab vermeye en çok cesaret göstereninizdir."

Bir düşünelim: Bir kimse tababet, matematik veya astronomi ilmine dair bilgisi olmadığı halde, bunlar üzerinde söz söylemeye ve yazı yazmaya cesaret edemez. Cesaret edecek olursa, büyük hatalara düşmüş ve kendini çok küçük düşürmüş olur. Artık bu ilimlerden çok daha önemli ve geniş olan, üstelik sorumluluğu büyük olan dinî ilimler üzerinde yeterince bilgisi olmayanların söz söylemeye ve cevab vermeye cesaret göstermeleri nasıl doğru olabilir? Böyle bir cesaret, büyük sorumlulukları gerektirmez mi? Bunun benzeri, insanların yapmış oldukları kanun maddelerini bilmeyen kimselerin bu maddeler konusunda gelişi güzel söz söylemeleri, bunların nelerden ibaret olduğunu ve nasıl uygulanacağını açıklamaya kalkışmaları asla doğru görülmez. O halde Allah kanunu olan yüce dinin yüksek hükümleri hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanların söz söyleyip cevab vermeye kalkışmaları nasıl doğru olabilir? İnsan bunun manevî sorumluluğunu düşünüp titremelidir. Maddî çıkarlar, hiç bir zaman manevî sorumlulukları karşılayamaz.

Eğer din konusunda herkes, müslümanlar tarafından kabul edilen muhterem bir müctehide uymaz da kendi düşüncesine göre söz söyleyecek olursa, hak dinin yüce aslını kaybetmiş ve büyük bir sapıklık içine düşmüş olur. Nitekim böyle karanlık bir durum, geçmiş ümmetlerden bir çoğunun başına gelmiştir. Bu sebebden dolayı, müslümanlar böyle bir sapıklığa düşmemek için, öteden beri bu dört büyük müctehidden birine uymuşlar ve onu yol gösterici kabul etmişlerdir. Bu sayede de manevî sorumluluktan kurtulmak çaresini elde etmişlerdir.

Sonuç: Bu dört müctehidin büyüklüğü üzerinde ve onların mezheblerinin hak olduğunda müslümanlar çoğunluğunun birliği vardır. Bu dört mezhebden başkasına uyulmaması konusunda da yine bütün müslümanların sanki bir birlik anlaşmaları olmuştur. Çünkü bu dört mezhebi kuran dört müctehidden her biri, Hazret-i Peygamberimizin devrine çok yakın bir zamanda yetişmiş, büyük bir ilim ve güzel amellerle vasıflanmışlardı. Üstün bir zekaya sahib olan, eserleri zamanımıza kadar ulaşan ve bütün müslümanların takdirini kazanan kimseler olmuşlardır. Böylece müslümanlar arasında fazla ayrılık kapısı kapanmış, tam yetki sahibi olmayanların içtihada kalkışmalarına meydan kalmamıştır.

Ara sıra meydana çıkacak bazı mesele ve olayların hükümlerini belirlemek için bu dört müctehidden birinin uygulamış olduğu esasa ve benimsemiş olduğu usule başvurmak yeterlidir. Bunlara uyarak din ilimlerinde yetki ve faziletleri kabullenilmiş olan kimseler tarafından, bu gibi mesele ve olayların hükümleri çözümlenip belirlenebilir.

Bu saygıdeğer dört müctehide, Eimme-i Erbaa (Dört İmam) denir. İmam-ı Azam'dan başka üçüne de, Eimme-i Selâse (Üç İmam) denir. Yüce Allah hepsinden razı olsun. Amîn...

Ömer Nasuhi Bilmen
 

faris

Well-known member
Allah (c.c) razı olsun cümlenizden çok faydalı açıklamalar;

Pekiala şöyle bir soruyla gelsem ;cevabınız ne olur acaba?

Her hangi bir mezhebe bağlanmadan ibadet yapamazmıyız?

..Bir başka deyimle ,biz müslümanlar bir mezhebe bağlanmak zorundamıyız?

O ilme ve istidada sahibsen mümkündür. Mezhepler farz değildir sadece gereklilik ve ihtiyactan doğmuştur. İslam dini kolaylık dini olduğundan fıkhi meseleler kolaylaştırılmıştır. Tabi kolaylaştırma her önüne gelenin yaptığı gibi mezhepler kurmak değildir. Sapık mezheplerde vucu bulmuştur. Ancak Ehli sünnet vel cemaat mezhepler hak kabul edilmiştir. Çünkü fıkhi meseleler beşeri düşünceye göre değil Kuran, sünnet, icma ve kıyas ile tespit olunmuştur. Eğer bir müslüman Kuran, sünnet, icma ve kıyasa muktedir bir ilme sahipse bir mezhebe tabi olmak zorunda değildir. Ama burada şu husus peyda edecektir ki o da kolaylaştırma olan mezhepleri terk ederek zorlaştırma yoluna girmiş olmasıdır. Hatta şu da unutulmasın ki zamanın mühim alimleri dahi islam akaidlerini bilmelerine rağmen o hak mezheplere tabi olmuşlardır. Bunun nedeni ise eğer bu alim kırsal kesimde yaşıyorsa zati şafii mezhebine göre hareket edecektir. Çünkü islamın kaynakalarında böyle fıkıh ediliyor. Hem unutulmasın ki bir nevi o mezheplere tabi olmayı Allah işaret ediyor. Nisa süresinde :

83. Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu yayarlar.Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.Eğer Allah'ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.
 

teblið

Vefasýz
O ilme ve istidada sahibsen mümkündür. Mezhepler farz değildir sadece gereklilik ve ihtiyactan doğmuştur. İslam dini kolaylık dini olduğundan fıkhi meseleler kolaylaştırılmıştır. Tabi kolaylaştırma her önüne gelenin yaptığı gibi mezhepler kurmak değildir. Sapık mezheplerde vucu bulmuştur. Ancak Ehli sünnet vel cemaat mezhepler hak kabul edilmiştir. Çünkü fıkhi meseleler beşeri düşünceye göre değil Kuran, sünnet, icma ve kıyas ile tespit olunmuştur. Eğer bir müslüman Kuran, sünnet, icma ve kıyasa muktedir bir ilme sahipse bir mezhebe tabi olmak zorunda değildir. Ama burada şu husus peyda edecektir ki o da kolaylaştırma olan mezhepleri terk ederek zorlaştırma yoluna girmiş olmasıdır. Hatta şu da unutulmasın ki zamanın mühim alimleri dahi islam akaidlerini bilmelerine rağmen o hak mezheplere tabi olmuşlardır. Bunun nedeni ise eğer bu alim kırsal kesimde yaşıyorsa zati şafii mezhebine göre hareket edecektir. Çünkü islamın kaynakalarında böyle fıkıh ediliyor. Hem unutulmasın ki bir nevi o mezheplere tabi olmayı Allah işaret ediyor. Nisa süresinde :

83. Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu yayarlar.Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.Eğer Allah'ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.

Allah (c.c) razı olsun hocam..Güzel bir cevap teşekkürler;

islam toplumlumlarında mezhep konusunda bir çok soru sorulup cevap aranmakta;Bazıları gerçekten fayda bulmak adına ,bazılarıda kasıtlı sorup zamanın alimlerini sözüm ona yaralama peşinde;ama bilinmelilerki doğru duvar asla yıkılmaz inşl;

Yorumunuzu mubarek bir ayeti celileyle noktalandırıp kuvvet kazandırmışsınız ne güzel ,

Şu noktada ben şu ayetin biz müslümanlara mesajı ve emri ne doğrultudadır..Açıcası anlamakta( tefsir ) zorlandım;

Ayeti celilede Cenab-ı Hakk şöyle buyurur;

bismillah;

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ihtilafa düşmeyin, bölünüp parçalanmayın."

Efendim bu ayrılık ve parçalanmayı biz nasıl algılamalıyız ???

son bir soru sahabiler mezhep üzeremi ibadet yaptılar?
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Allah razı olsun tebliğ kardeşim yine çok ehemmiyetli bir konu paylaşmışsınız,teşekkürler;

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ihtilafa düşmeyin, bölünüp parçalanmayın."

bu aytin sebebi nuzuluna bakmak gerek diye düşünüyorum ,
http://www.risaleforum.net/egitim-v...ne-simsiki-sarilin8221-evs-ve-hazrec-aral.htm bu linkte izahı verilmiş ve çıkarılması gereken çok ders var.
efendimiz "ümmetimin ihtilafı rahmettir"“İhtilâf üç çeşittir. Birincisi ve ikincisi Allah’ın zat ve sıfatındaki ihtilâftır ki, birisi küfür, diğeri bid’attir. Bir de vecihleri bulunan fıkha ait fer’i meselelerdeki ihtilâftır. İşte buradaki ihtilâf ümmet için rahmettir.”hak mezheblerdeki ihtilaf rahmettir.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
son bir soru sahabiler mezhep üzeremi ibadet yaptılar?



Mezheb’ kelime anlamı itibariyle ‘gidilen yol’, ‘mecra’ anlamları taşır. Dini ıstılahta ise içtihat (rey; görüş; hüküm) derecesine ulaşmış olan alimin dini meseleleri bir bütün sistem halinde ortaya koyması,

Asr-ı Saadette her meselede hükmü Allah ve Resulü bildirdiği için, Resulullah hayatta iken farklı mezheplere ihtiyaç yoktu.
Peygamberimizin vefatından sonra İslâm alemi genişledi.

Sahabiler, kendilerine sorulan suallerde evvela, Kur’an’a müracaat ediyorlardı. Sualin cevabını Kur’an’da bulamadıklarında hadislere bakıyorlardı. Hadislerde de bulamazlarsa, Kur’an ve hadise dayanarak kendileri içtihad yapıyorlardı.

Çünkü bu sahabiler aynı zamanda Resulullah (sav)’in yanında uzun süre kalmalarından dolayı, Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarabilme anlayışına sahiptiler. Yani müçtehit idiler.


Bir yandan Müslümanların dini meselelerine çözüm bulan, fetva veren bu Sahabiler, diğer taraftan dini ilimler sahasında pek çok talebe yetiştirdiler. Böylece Peygamberimizin bırakmış olduğu ilim ve hikmet mirası, Sahabiler yoluyla kendilerinden sonraki nesil olan Tâbiin’e intikal etti.


Sahabilerden ders alan ve kendilerine Tabiin denilen zatlar, çeşitli İslam merkezlerinde bulunuyorlardı.


Mesela Medine’de Salim bin Abdullah bin Ömer, Zühri, Yahya bin Said, Mekke’de Atâ bin Rabah, Kûfe’de İbrahim en-Nehai, Basra’da Hasan el-Basri, Şam’da Mekhul bin Muslim el-Huzelî, Yemen’de Tavus bin Keysan (rahmetullahi aleyhim ecmain) bu zatlardan bir kaçı idi.


Bu imamların her biri kendisinden ders aldığı sahabinin rivayet ettiği hadisleri ve çeşitli meselelerdeki fetvalarını derlediler, bir araya topladılar. Bunlar da kendilerine sorulan suallerin çoğunu evvela Kur’an’da, sonra da hadislerde ararlar, cevabını bulamadıkları meselelerde, kendi içtihatları ile verdiler.


Tabiin imamları da Sahabiler gibi bir yandan Müslümanların suallerini cevaplandırırken, bir yandan da talebe yetiştirmekle meşgul oluyorlardı. Çevrelerinde halkalanan talebelere İslam ilimlerinden ders veriyorlardı. İslam hukukunun temelini kurma, karşılaşılan yeni meseleleri enine boyuna inceleyip hükümlerini açıklama hususunda talebelerine rehberlik ediyorlardı.


Tabiinin yetiştirdiği bu talebelere “Tebe-i Tabiîn” denir ki, meşhur olanları şunlardır:
İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Evzaî, Leys Bin Sa’d, İmam Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Süfyan-ı Servi, Süfyan bin Uyeyne (rahmetullahi aleyhim).


Bu zatlardan bazıları, mesela İmam-ı Azam, her ne kadar birkaç sahabiyi görmüşse de ilmi hüviyet itibariyle Tebe-i Tabiinden sayılır.


Tabiin alimleri Sahabilerin fetvalarını topladıkları gibi Tebe-i Tabiin alimleri de Tabiinin fetvalarını topladılar. Ayrıca kendileri de fetva verdiler. Yeni karşılaşılan meselelerde fikri çalışmalarda bulundular ve belli esaslar ortaya koydular.


Tebe-i Tabiin devri, başta tefsir ve hadis olmak üzere bir çok ilmin tahsil edildiği münbit ve bereketli bir zamandı.


Müçtehid derecesinde pek çok imam vardı. İşte fıkhi-ameli mezheplerin teşekkülü Tebe-i Tabiin zamanına rastlar. Gerek sahabilerin, gerekse Tabii’nin temel meselelerinin dışında kalan teferruatla ilgili meselelerde, Kur’an ve Sünnet ışığında yaptıkları içtihatlar neticesinde, aynı konuda farklı fetvalar ortaya çıktı.


Müslümanlar, kendi bölgelerinde yaşayan imamın fetvalarını biliyor, onu tercih ediyor ve onunla amel ediyordu. İşte bu tercih ve taraftarlık, zamanla yerini “gidilen yol” manasına gelen “Mezhepleri” ortaya çıkardı.

bu kısım alıntı

sonuç olarak diyebilirizki sahabi efendilerimiz döneminde yaygınlaştı mezhebler...
 

teblið

Vefasýz
Yapılan açıklamalar mezhebin önem ve gerekliliğini izah etmiştir ..Allah (c.c) razı olsun;İhtiyac dahilinde İslamda kolaylık vardır sünnetine binaen hakk mezhebler ,müslümünaların ibadette kolaylık ve takva sağlamıştır;

Peki madem mezhepler bizler için gerekli ve gereken kolaylığı sağlamışsa;Biz müslümanlar hangi ihtiyaca binaen MEŞREP'ede ihtiyaç duymuşuzdur;

Her hangi bir meşrebe bağlamak müslümana ne kazandırır,dünya ve ahiret hususunda?

en kısa söylemle;

meşrep nedir ?dahil olmak zorundamıyız,?kazancımız nedir ?
 

Nesl-i Cedid

Well-known member
Meşrep gerek sosyal çevre,gerek fıtratların meydana getirdiği bir sonuçtur.Dikkat edilirse bir toplulukta insan sayısı kadar fikir çıkabiliyor ki bu da o insanların geçmişte heybelerine ne yüklediklerine,hangi kültürlerde etkilendikleriyle alakalıdır.

Efendimiz bir hadisinde "Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmeyecektir" diye buyurmuştur.Bediüzzaman hazretlerine göre"mesleklerde ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir"...
 

teblið

Vefasýz
Meşrep gerek sosyal çevre,gerek fıtratların meydana getirdiği bir sonuçtur.Dikkat edilirse bir toplulukta insan sayısı kadar fikir çıkabiliyor ki bu da o insanların geçmişte heybelerine ne yüklediklerine,hangi kültürlerde etkilendikleriyle alakalıdır.

Efendimiz bir hadisinde "Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmeyecektir" diye buyurmuştur.Bediüzzaman hazretlerine göre"mesleklerde ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir"...

peki ozaman bizde şöyle bir açıklama getirsek gerek hadislere dayanara ,gerekse Üstad Hz.'lerinin nasihatlerinden ışık alarak;

Her Müslüman, İslam ve ehlisünnet dairesinde olmak kaydı ile kendi mizacına ve fıtri haline yatkın ve münasip bir meslek, meşrep ve mezhep seçme hakkına sahiptir. İslam bu genişliği ve zenginliği Müslümanlara sunmuştur. Bu manaya işaret eden Peygamber Efendimiz (asv)'in şu hadisi rivayet edilmiştir:

“Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.”

Burada meslek ve meşreplerin farklılığı, kolaylık ve Müslümanların rahatı içindir. Malum olduğu üzere herkesin bir kalıba, bir mizaca girmesi mümkün değildir. Bu yüzden İslam farklı mizaç ve karakterde olan insanları bir kalıbın içine girmeye zorlamamış, bilakis herkese uygun yolları ve meslekleri içtihat ve yorum yolu ile Müslümanlara sunmuştur. Yoksa her meslek ve meşrep sahibi bir diğerini inkar etsin, yabani baksın, niza çıkarsın diye sunulmamıştır.

Üstad Hazretleri bu manayı “ 'Mesleğim haktır veya daha güzeldir.' demeye hakkın var. Fakat 'Yalnız hak benim mesleğimdir.' demeye hakkın yoktur”(1)şeklinde veciz bir şekilde ifade etmiştir. Bu prensiple de Müslümanlar içinde farklı hak meslek ve meşrep sahiplerinin, kardeşlik ve birlik manasını bozacak adımlardan ve davranışlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
 
Üst