Birinci Söz - On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın
İkinci Makamı

(Makam münasebetiyle buraya alınmıştır.)

Bismillâhirrahmânirrahîm’in binler esrarından altı sırrına dairdir.
İHTAR: Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için, nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmekle avlamak ve zaptetmek arzu ettim. Fakat, maatteessüf, şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi otuzdan beş altıya indi.

“Ey insan!” dediğim vakit nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münasebettar ve nefsi nefsimden daha huşyar zatlara, belki medar-ı istifade olur niyetiyle, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı olarak, müdakkik kardeşlerimin tasviplerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar; delilden ziyade zevke nâzırdır.
besmele.jpg



قَالَتْ يَاۤاَيُّهَا الْمَلَؤُا اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
1


ŞU MAKAMDA birkaç sır zikredilecektir.

BİRİNCİ SIR
Bismillâhirrahmânirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki:


Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında, birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.


[NOT]Dipnot-1 “(Hz. Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ Kraliçesi Belkıs:) ‘Değerli danışmanlarım! Bana çok önemli bir mektup gönderildi. Mektup Süleyman’dandır ve Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla) diye başlıyor.” Neml Sûresi, 27:29-30.
[/NOT]


Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)arz: yer, dünya
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)esrar: sırlar, gizli gerçekler
has: özelhuşyar: uyanık
ihtar: hatırlatma, uyarıkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
maatteessüf: ne yazık kimakam: yer
medar-ı istifade: faydalanma vesilesimurad etmek: kastetmek (bk. r-v-d)
muvaffak: başarılımüdakkik: dikkatli, araştırıcı
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nota: bildiri
nur: ışık (bk. n-v-r)nâzır: bakar, yönelik (bk. n-ẓ-r)
nümune: örnekrahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sikke-i rububiyet: Rablık mührü; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının işareti, mührü (bk. r-b-b)sima: yüz
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sır: gizem, gizli gerçek
tasvip: uygun bulmazaptetmek: tutmak
zikretmek: hatırlatmak, belirtmekziyade: çok, fazla

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 31

Biri, kâinatın heyet-i mecmuasındaki teâvün, tesanüd, teânuk, tecâvübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyettir ki, Bismillâh ona bakıyor.


İkincisi, küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyettir ki, Bismillâhirrahmân ona bakıyor.


Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki, Bismillâhirrahmânirrahîm’deki er-Rahîm ona bakıyor.


Demek, Bismillâhirrahmânirrahîm, sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur.


İKİNCİ SIR
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vasıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber, ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve

Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)Bismillâh: Allah’ın adıyla (bk. s-m-v)
Bismillâhirrahmân: Rahmân olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)Rahîm: sonsuz rahmet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
akis: yansımacilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i zâtî: zâtının görüntüsü (bk. c-l-y)dekaik-i şefkat: şefkatin incelikleri (bk. ş-f-ḳ)
ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)eşya: şeyler, varlıklar
ferş: yerhadsiz: sayısız
hararet: sıcaklıkhassa: özellik
hayt: bağ, iphayvanât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)ihata etmek: kuşatmak, kapsamak
insanî arş: insanın mânen yükselebileceği en yüce makam (bk. a-r-ş)insicam: düzgünlük, uyumluluk
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)kesret-i mahlûkat: yaratılmışların çokluğu (bk. k-s̱-r; ḫ-l-ḳ)
kudsî: kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)küre-i arz: yerküre, dünya
letâif-i refet: şefkat ve merhametin güzellikleri (bk. l-ṭ-f)lûtuf: iyilik, ihsan, yardım (bk. l-ṭ-f)
mahiyet-i câmia: genel yapı ve özellik (bk. c-m-a)mecmu-u ziya: ışığın tamamı (bk. c-m-a)
mülâhaza: düşünme, akla getirmenazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkilernüsha-i musağğara: küçültülmüş nümune
nüzûl: inmek (bk. n-z-l)sahife-i âlem: kâinat sayfası (bk. a-l-m)
satır-ı nuranî: parlak ve nurlu satır (bk. n-v-r)semere-i kâinat: kâinatın meyvesi (bk. k-v-n)
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren işaret, mühür (bk. v-ḥ-d)sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyet: Allah’ın merhamet ediciliğinin en büyük işareti (bk. k-b-r; r-ḥ-m)
sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyet: Allah’ın ilâhlığının en büyük mührü (bk. k-b-r; e-l-h)sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyet: rahmeti herşeyi kuşatan Allah’ı gösteren yüce işaret (bk. r-ḥ-m)
sima: yüzsıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r)teavün: yardımlaşma
tecavüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme (bk. c-v-b)tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
tenasüp: uygunluk (bk. n-s-b)terbiye: besleme, yetiştirme (bk. r-b-b)
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)tezahür eden: görünen (bk. ẓ-h-r)
teânuk: birbirine sarılmateşabüh: birbirine benzeme
teşkil: meydana getirmeukûl: akıllar
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)ziya: ışık
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)şuâât-ı merhamet-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın merhametinin parıltıları (bk. r-ḥ-m; e-l-h)

<tbody>
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 32

hararet ve ziyadaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyatlarının herbirisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de,
blank.gif
1
وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰىtemsilde hata olmasın, ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi, vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudatla alâkadar herbir ismi, bütün mevcudatı ihata ediyor.

İşte, vâhidiyet içinde ukulü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdesi unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir.


ÜÇÜNCÜ SIR
Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.


Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir. Bismillâhirrahmânirrahîm de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle, şefaatiyle ve şuââtıyla o Sultana muhatap ve halil ve dost ol.


Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp, bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyetle koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir:


[NOT]Dipnot-1 “En yüce sıfatlar Allah’a aittir.” Nahl Sûresi, 16:60.
[/NOT]

Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Sultan-ı Ezel ve Ebed: hüküm ve egemenliği ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah (bk. ḳ-d-s)bilbedâhe: ap açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)cazibedar: cazibeli, çekici
cihet: yöncilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
elem: acı, sıkıntıelvân-ı seb’a: yedi renk
envâ: çeşitler, türleresmâ: isimler (bk. s-m-v)
ezelî ve ebedî Zât: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Zât, Allah (bk. e-z-l; e-b-d)feza: uzay
fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat-i mahbube: sevimli hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-b-b)
halil: dosthararet: sıcaklık
heyet: genel, bütünhikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
hususan: özelliklehâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hâlet: hal, durumhâli: boş
ihata etmek: kuşatmakihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
irâe etmek: göstermekkemâl-i intizam ve inâyet: tam ve mükemmel düzenlilik ve yardım (bk. k-m-l; n-ẓ-m; a-n-y)
keyfiyat: özellikler, niteliklerkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahiyet: asıl, nitelik, özellikmahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
medetkâr: yardım edenmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muavenet: yardımmukabil: karşılık
müteveccih: yönelmişnamzet: aday
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)nurlandırmak: ışıklandırmak, aydınlatmak (bk. n-v-r)
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)samediyet-i İlâhiye: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d; e-l-h)
sikke: mühür, işaretsikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)
taht: makamukde: düğüm, çözümü zor iş
ukul: akıllarumum: genel
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vahşet-i mutlaka: tam bir yalnızlık ve ürküntü hali (bk. ṭ-l-ḳ)
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)âyine: ayna
şefaat: af için aracılık (bk. ş-f-a)şuâât: parıltılar, ışıklar

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 33

Ya kâinatın herbir nev’i, kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor—bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intaç ediyor; insan gibi bir âciz-i mutlakta en kuvvetli bir sultan-ı mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmiyle bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envâı, insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.
Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?
Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir‑i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.
Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte, o hâlis şükrün ve o sâfî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan Bismillâhirrahmânirrahîm’i de, o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmânın dergâhında şefaatçi yap.
Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hâsıl oluyor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrâsında bin bir ism-i İlâhînin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat simasında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i Rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nescediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.

Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)daire-i kübrâ: en büyük daire (bk. k-b-r)
dergâh: makam, huzurenvâ: türler, çeşitler
envâ-ı mahlûkat: bütün yaratılmış varlık türleri (bk. ḫ-l-ḳ)fakir-i mutlak: sınırsız ihtiyaç sahibi (bk. ṭ-l-ḳ)
fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)hakikat-i rahmet: rahmet gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; r-ḥ-m)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hâlis: samimi, saf, temiz (bk. ḫ-l-ṣ)hâsıl olmak: meydana gelmek
hâtem-i Rahîmiyet: Allah’ın rahmetini gösteren mühür (bk. r-ḥ-m)hâtem-i inâyet: yardım mührü (bk. a-n-y)
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)imdad: yardım
intaç etmek: netice vermekintizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)
inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)ism-i İlâhî: Allah’ın ismi (bk. s-m-v; e-l-h)
kat’iyen: kesinliklekudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
lebbeyk: “buyurun, emredin efendim”mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
muavenet: yardımmuhâlât: imkansız, akla uzak şeyler
musahhar etmek: boyun eğdirmekmüteveccihen: yönelmiş olarak
nakş-ı şefkat: şefkat nakşı (bk. n-ḳ-ş; ş-f-ḳ)nescetmek: dokumak, örmek
nev’: tür, çeşitnuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)sikke-i rahmet: rahmet mührü (bk. r-ḥ-m)
sima: yüz, çehresultan-ı mutlak: herşeye hükmeden, mutlak egemenlik sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ṭ-l-ḳ)
sâfî: duru, katıksız, temiz (bk. ṣ-f-y)tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tazammun eden: içine alanvusul: kavuşma, erişme
vücud: varlık, var oluş (bk. v-c-d)zaif-i mutlak: son derece zayıf (bk. ṭ-l-ḳ)
zâhir: açık, âşikar (bk. ẓ-h-r)âciz-i mutlak: son derece güçsüz (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)
şefaatçi: af için aracılık eden (bk. ş-f-a)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 34

Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtat ve hayvânâtı, bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvânî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, Bismillâhirrahmânirrahîm de, o şefaatçiyi bul.

Evet, zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebâtâtın ve hayvânâtın taifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemâl-i intizamla, hikmet ve inâyetle terbiye ve idare eden ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden, bilbedâhe, belki bilmüşahede, rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın simasındaki mevcudatın vücutları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var.

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzmâ-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.

Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu simayı veren ve o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zât, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan


Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Rahmân-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
anâsır: unsurlar (hava, su, toprak, ateş)belki: aslında, işin doğrusu
bilbedâhe: ap açık bir şekildebilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)câmiiyet: genişlik, kapsayıcılık (bk. c-m-a)
fedakârâne: fedakârcaharekât: hareketler
hayat-ı insaniye: insan hayatı (bk. ḥ-y-y)hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvânî: hayvansal (bk. ḥ-y-y)hikmet: fayda (bk. ḥ-k-m)
hâdim: hizmetçihâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
hâtem-i rahmet: rahmet mührü (bk. r-ḥ-m)ihtiyac-ı mutlak: sınırsız ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; ṭ-l-ḳ)
inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)istiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
izhar eden: gösteren (bk. ẓ-h-r)kamer: ay
kat’î: kesinkemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küre-i arz: yerküre, dünya
mahiyet-i mâneviye: mânevî nitelik, özellik (bk. a-n-y)makbul: kabul gören
maâdin: madenlermevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhtelif: çeşitlimusahhar eden: boyun eğdiren
müteveccih: yönelmişnakş-ı âzam: büyük nakış (bk. n-ḳ-ş; a-ẓ-m)
nebâtat: bitkilernebâtî: bitkisel
nokta-i mihrakiye: odak noktasırahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
sikke-i merhamet: merhamet mührü (bk. r-ḥ-m)sikke-i rahmet: rahmet mührü (bk. r-ḥ-m)
sikke-i uzmâ-yı rahmet: rahmetin en büyük mührü (bk. r-ḥ-m)sima: yüz, çehre
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)taife: topluluk, grup
tanzim eden: düzenleyen (bk. n-ẓ-m)umum: bütün
valide: anavaz’ etmek: koymak
vücud: varlık (bk. v-c-d)zemin: yeryüzü
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
şefaatçi: af için aracılık eden (bk. ş-f-a)şems: güneş
şuâ: ışık, parıltı

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 35

bütün kâinatı abes yapsın; hilkat şeceresini, meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vech ile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!
Ey insan! Bil ki, o rahmetin arşına yetişmek için bir mirac var. O mirac Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve bu mirac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın yüz on dört sûrelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidâlarına ve umum mübarek işlerin mebde’lerine bak. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki, İmam-ı Şâfiî (r.a.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: “Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur’ân’da yüz on dört defa nâzil olmuştur.”
blank.gif
1


DÖRDÜNCÜ SIR
Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyeti mülâhaza edip
blank.gif
2
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُdemeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamından,


[NOT]Dipnot-1 Eş-Şâfiî, el-Ümm 1:208; el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, 1:8; el-Gazâlî, el-Müstasfâ 1:82; İbnü’l-Cevzî, et-Tahkîk fî ehâdîsi’l-hilâf 1:345-347; ez-Zeylaî, Nasbu’r-râye 1:327.

Dipnot-2 “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

[/NOT]

Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
Zât-ı Ehad: herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)abes: boş ve faydasız
arş: en yüce makam (bk. a-r-ş)azamet-i kadr: kıymetin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m)
binaen: –dayanarak, dolayıcihet: yön
cüz’iyat: küçük şeyler (bk. c-z-e)daire-i âzam: en büyük daire (bk. a-ẓ-m)
hadsiz: sınırsızhikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
hilkat şeceresi: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)hâtem-i Rahmâniyet: Allah’ın rahmet ve merhametini gösteren mühür (bk. r-ḥ-m)
hâşâ: asla, öyle değilhüccet: delil
iptidâ: başlangıçkat’î: kesin
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)külfetsiz: zahmetsiz
küre-i arz: yerküre, dünyamebde’: başlangıç
mecmu: bütün, hepsi (bk. c-m-a)mirac: yükseliş, basamak (bk. a-r-c)
mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k)mülâhaza: düşünme, akla getirme
müteveccih: yönelmişmüçtehid: âyet ve hadisler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
nevi: türnoksaniyet: noksanlık, eksiklik
nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)umum: bütün
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)vech: şekil, yön
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)vüs’at: genişlik
ziya: ışıkzâhir: açık, âşikar (bk. ẓ-h-r)
İmam-ı Şâfiî: (bk. bilgiler)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>

 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 36

meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder, tâ ki zâhir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve simasındaki dekaik-i nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mâbûdunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ,
blank.gif
1
وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ
âyeti, mezkûr hakikati mucizâne bir surette gösteriyor.

Evet, hadsiz mahlûkatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedahil daireler gibi, en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envâı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet, ne kadar olsa, yine kesret içinde bir vahdettir; hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır—tâ ki kesreti hatıra getirmesin, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese karşı kalbe yol açsın.

Hem, sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celb etmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemâlve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve Rahîmiyet hâtemini koymuştur. Evet, o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celb eder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine isal eder ve Zât-ı Ehadiyeyi mülâhaza ettirir ve ondan,
blank.gif
2
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hakikî hitaba mazhar eder.

İşte, Bismillâhirrahmânirrahîm, Fâtiha’nın fihristesi ve Kur’ân’ın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı Rahîmiyeti ve şefkati görür.

[NOT]Dipnot-1 “Onun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de; gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır.” Rum Sûresi, 30:22.

Dipnot-2
“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.[/NOT]

Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)Mâbûd: kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
Rahîmiyet: Allah’ın rahmet ediciliği (bk. r-ḥ-m)Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
Zât-ı Ehadiye: tek olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)arz: yer
cazibedar: cazibeli, çekicicelb etmek: çekmek
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
dakik: ufak, incedekaik-i nimet ve hikmet: nimet ve hikmet incelikleri (bk. n-a-m; ḥ-k-m)
ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)envâ: türler, çeşitler
envâr-ı Rahîmiyet ve şefkat: Allah’ın merhamet ve şefkatinin nurları (bk. n-v-r; r-ḥ-m; ş-f-ḳ)esrar-ı rahmet: rahmetin sırları (bk. r-ḥ-m)
hadsiz: sayısızhakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)halâvet: tatlılık, hoşluk
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)hilkat-i insan: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)
hilkat-i semâvat ve arz: göklerin ve yerin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; s-m-v)hâtem: mühür, damga
hâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)hülâsa: özet
isal etmek: ulaştırmak, eriştirmekkesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mazhar: eriştirmek (bk. ẓ-h-r)
mezkûr: sözü geçenmu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
mücmel: özetlenmiş (bk. c-m-l)mülâhaza: düşünme, akla getirme
mütedahil: iç içe, birbiri içindenazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuzrahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)sima: yüz, çehre
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)
tabakat: tabakalar, derecelervahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
zâhir: görünen, açık (bk. ẓ-h-r)zîşuur: şuur sahibi (bk. ẕî; ş-a-r)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı - Sayfa 37

BEŞİNCİ SIR

Bir hadis-i şerifte vârid olmuş ki:
blank.gif
1
اِنَّ اللهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ(ev kemâ kàl.) Bu hadis-i şerifi, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imaniyeye münasip düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı mânevîsine bir suret-i Rahmân nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarikatın ekserinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhalif telâkkilerinde belki mâzurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren, onların esas-ı akaide münâfi olan mânâlarını kabul edemez. Etse hata eder.

Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlâhînin şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmadığı gibi,
blank.gif
2
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُsırrıyla, sureti, misli, misali, şebîhi dahi olamaz. Fakat,
وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ اْلعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3
sırrıyla, mesel ve temsil ile şuûnâtına ve sıfât ve esmâsına bakılır. Demek, mesel ve temsil, şuûnât nokta-i nazarında vardır.

Şu mezkûr hadis-i şerifin çok makàsıdından birisi şudur ki:

İnsan, ism-i Rahmân’ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın simasında bin bir ismin şuâlarından tezahür eden ism-i


[NOT]Dipnot-1 “Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân sûretinde yaratmıştır.” Buharî, İsti’zân: 1; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.

Dipnot-2
“Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür.” Şûrâ Sûresi, 42:11.

Dipnot-3
“Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; Onun hikmeti herşeyi kuşatır.” Rum Sûresi, 30:27.[/NOT]

Zât-ı Akdes-i İlâhî: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s; e-l-h)acip: ilginç, hayret verici
akaid-i imaniye: iman esasları (bk. e-m-n)beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
ehl-i aşk: aşk ehli, Allah aşıklarıehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar (bk. ṭ-r-ḳ)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)esas-ı akaid: iman esası
esmâ: isimler (bk. s-m-v)ev kemâ kàl: söylendiği gibi
hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)iltibas: karıştırma
ism-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu bildiren ismi (bk. s-m-v; r-ḥ-m)istihdam eden: çalıştıran
istiğrak: Allah aşkıyla kendinden geçmekâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)mesel: örnek
mezkûr: sözü geçenmuhalif: zıt, aykırı
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)mâzur: özürlü
münasip: uygun (bk. n-s-b)münâfi: zıt, aykırı
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nazîr: benzer, eş
nidd: denk, misilnokta-i nazar: bakış noktası (bk. n-ẓ-r)
sabıkan: bundan öncesekir: mânâ alemindeki sarhoşluk
sima: yüz, çehresima-yı mânevî: mânevî görünüş (bk. a-n-y)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)suret-i Rahmân: Cenab-ı Allah’ın sureti, görünüşü (bk. ṣ-v-r; r-ḥ-m)
tefsir etmek: yorumlamak (bk. f-s-r)telâkki: anlayış, kabul ediş
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tezahür eden: beliren, görünen (bk. ẓ-h-r)
vârid olmak: ulaşmak, erişmekzerre: atom
zerrât: zerreler, atomlarşebîh: benzer
şerîk: ortakşuâ: ışık, parıltı
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>


 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı Sayfa 38

Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün simasında rububiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahmân’ın cilve-i etemmini gösterir demektir.

Hem işarettir ki, Zât-ı Rahmânü’r-Rahîmin delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda delâletleri kat’î ve vâzıh ve zâhirdir ki, güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten “O âyine güneştir” denildiği gibi, “İnsanda suret-i Rahmân var” vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i vahdetü’l-vücudun mutedil kısmı Lâ mevcude illâ Hû bu sırra binaen, bu delâletin vuzuhuna ve bu münasebetin kemâline bir ünvan olarak demişler.

اَللّٰهُمَّ يَا رَحْمٰنُ يَا رَحِيمُ بِحَقِّ « بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » اِرْحَمْناَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحِيمِيَّتِكَ وَفَهِّمْنَاۤ اَسْرَارَ « بِسْمِ
اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَانِيَّتِكَ اٰمِينَ
blank.gif
1

ALTINCI SIR

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:

O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle—beraber—ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o

[NOT]Dipnot-1 Ey Rahmân ve Rahîm olan Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, Rahîmiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize “Bismillâhirrahmânirrahîm”in sırlarını anlamayı temin et.[/NOT]


Sultan-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; ẕü; c-l-l)Zât-ı Rahmânü’r-Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah (bk. r-ḥ-m)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)acz: güçsüzlük, âcizlik (bk. a-c-z)
akis: yansımabinaen: -dayanarak
biçare: çaresizcilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i etemm: tam yansıma ve görüntü (bk. c-l-y)delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i vahdetü’l-vücud: her yerde ve herşeyde yalnızca Allah’ı kabul ederek, diğer varlıkları bir nevi gölge gibi kabul edenler (bk. v-ḥ-d; v-c-d)fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
hadsiz: sınırsızkat’î: kesin
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)kemâl-i intizam ve itaat: tam ve mükemmel bir düzen ve itaat (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i münasebet: tam münasebet, ilgi (bk. k-m-l; n-s-b)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kıymettar: kıymetli, değerlilâ mevcude illâ Hû: Ondan başka hiçbir varlık yok (bk. v-c-d)
makbul: kabul görenmazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
mikyas: ölçekmutedil: ölçülü, aşırıya kaçmayan
münasebet: bağlantı, ilgi (bk. n-s-b)rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)
rububiyet-i mutlaka-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ; e-l-h)sima: yüz, çehre
suret-i Rahmân: Cenab-ı Allah’ın sureti, görünüşü (bk. ṣ-v-r; r-ḥ-m)suret-i câmia: kapsamlı suret ve şekil (bk. ṣ-v-r; c-m-a)
tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)timsal: görüntü, yansıma (bk. m-s̱-l)
vuzuh: açıklıkvuzuh-u delâlet: delil olmanın ve işaret etmenin açıklığı
vâzıh: açık, âşikarzemin: yer
zerrat: zerreler, atomlarzâhir: görünen, açık (bk. ẓ-h-r)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âyine: ayna
şefaatçi: af için aracılık eden (bk. ş-f-a)

<tbody>
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı Sayfa 39

Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Ale’l-Itlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Ale’l-Itlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.
İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.

Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.
blank.gif
1
Öyle ise, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri,


[NOT]Dipnot-1 Peygamber Efendimiz’e (a.s.m.) salât ü selâm getirmenin faziletine dair bk. Ahzâb Sûresi, 33:56[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Ganiyy-i Alel’ıtlak: her cihetle sınırsız zenginlik sahibi Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
Müstağnî-yi Alel’ıtlak: her cihetle sınırsız zenginlik sahibi olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)Rahmeten li’l-Âlemîn: âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (bk. r-ḥ-m; a-l-m)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)Sultan-ı Ezel ve Ebed: hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
Sultan-ı Sermedî: hükümdarlığının sonu olmayan Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ)Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
Zât-ı Zülcelâl: haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)abd: kul (bk. a-b-d)
akis: yansımaazamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)celâl: haşmet, heybet, yücelik (bk. c-l-l)
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)dellâl: rehber, yol gösterici
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)hadsiz: sınırsız
hazine-i nur: nur hazinesi (bk. n-v-r)heybet: hürmetle beraber korku hali
istiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmayış (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)istiğnâ-yı zâtî: kendi zâtına ait zenginlik (bk. ğ-n-y)
ittihaz: edinme, kabullenmekesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lisan: dil
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mücessem: cisimleşmiş
mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)nihayetsiz: sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)rahmet-i Rahmân: yarattıklarına şefkat ve merhametle muamele eden Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i mücesseme: cisimleşmiş rahmet (bk. r-ḥ-m)salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik dileme (bk. ṣ-l-v)
sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)taht-ı emir ve idaresinde: emir ve idaresi altında
tebaiyet: tabi olma, uymatesmiye edilen: isimlendirilen (bk. s-m-v)
tezellül: alçalmaumum: bütün
vüsul: kavuşma, erişmeziya: ışık
ziya-yı rahmet: rahmet ışığı (bk. r-ḥ-m)zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âyine: aynaçendan: gerçi
ümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenlerŞems-i Ezel ve Ebed: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan ve herşeyi nurlandıran Ezelî Güneş, Cenâb-ı Hak (bk. e-z-l; e-b-d)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı Sayfa 40

rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.

Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ « بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » صَلِّ وَسَلَّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْناَ رَحْمَةً تُغْنِيناَ بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2


endOfSection.gif
endOfSection.gif

<hr width="200">

[BILGI]Dipnot-1 Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmetle merhamet et.

Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm ve Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/BILGI]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)
elhasıl: özetle, sonuç olarakhazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hediye-i İlâhiye: Allah’ın hediyesi (bk. e-l-h)kıymettar: kıymetli, değerli
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan (bk. r-ḥ-m)salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik dileme (bk. ṣ-l-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, kişiliği (bk. ḥ-m-d)

<tbody style="margin: 0px; padding: 0px;">
</tbody>
 
Son düzenleme:

harp

Well-known member
Cevap: On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı Sayfa 39

Allah razi olsun İnŞ. Abİm.....selametle....kalin..........
 
Üst