Mele-i Âla ve Muheyyemun Melekleri

Kýrýk Testi

Well-known member
Öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerin bize Mele-i âla hakkında söyledikleri malumat kapasitemizin dışında bulunmaktadır. Biz bunların keyfiyetlerini değil, sadece varlıklarını biliyor ve buna iman ediyoruz.

Mesela; 'Mele-i âla (yüce topluluk) tartışırken aralarında neler geçtiği hakkında bir bilgim yoktu' (Sâd, 38/69) âyetinde görüldüğü gibi, Efendimizden, Mele-i âla'nın kendi aralarındaki tartışmadan haberi olmadığını söylemesi isteniyor. Halbuki, cihanın düzeni orada kararlaştırılıyor, kalemler orada oynuyor. Ama, bütün bunlar nasıl oluyor, biz bunları bilemiyoruz.

Ve yine mesela, Müheyyemûn melekleri var. Sessiz, tamamen lâhut ve vücûb âleminde müstağrak bu melekler, kendilerinden geçmiş bir vaziyette kendilerinden bile haberleri olmayacak şekilde sadece Cenab-ı Hakk'ı düşünürler. Aşk derdiyle dertlidirler. Yeryüzündeki bütün aşk ve şevkleri, Vedûd isminin bir cilvesi olarak bu melekler temsil ederler. Bildikleri tek şey Allah'tır. Veli, seyr-i sülûkunda o âleme ulaştığı zaman, o âlemin atmosferinin tesiriyle vahdet-i vücud sırrını vicdanında hisseder. 'Sadece Allah var, başka şey yok' der.
Mevlâna Mesnevi'sinde, insanın kendini de unuttuğunu ifade eden çok beyit vardır. Bu demde herşey birbirine karışır 'Ben' ve 'O' farkı ortadan kalkar.

Azeri lehçesiyle söylenen şu mısralar bu hâlin ifadesidir:

'Öyle bilmezdim ben kendimi
O ben miyim, ya ben o mi
Aşıkların budur demi
Yandıkça yandım bir su ver.'


Orada sağ-sola karışır, el-ayak birbirine girer, uzuvlar vazife değiştirir. Çünkü insan orada aslını idrâk eder, aslına ulaşır. Bu bir makamdır ve bu makamı Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda Müheyyemûn melekleri temsil etmektedir.

Cenâb-ı Hakk'ın arşının etrafında, emre âmade, O'nun cemâlini seyr aşkı ve iştiyakıyla yanıp tutuşan ve belki yaratıldıkları andan itibaren kendilerini dahi bilmeyen, bütün bilgilerini marifet-i İlâhî'ye teksif eden, bu mükerrem melekler hakkında da bizler, hadislerin anlattıklarından öte bir malumata sahip değiliz. Sadece bu meleklerin, bilginin son ufkuna ulaşmış olduklarını biliyoruz. Onlar ancak Allah'ı bilmekte ve O'nu tanımaktalar. Böylece de bizlere en önemli dersi vermektedirler. Keşke onlardan bu dersi istenen ölçüde alıp biz de sadece bilgimizi marifet-i İlâhî'ye hasredip O'nu bilmenin dışındaki bütün malumatın faydasız olduğu şuuruna uyanabilseydik.

Evet, kâinatı bilmekten gaye, O'nu yaratanı bilmektir. Eğer malumatımız bizi bu neticeye götürüyorsa bir mânâsı vardır. Yoksa, bizi O'ndan uzaklaştıran her malumat, hakkımızda zarardır.
 
Üst