Açıklamalı - 11. Lem'a- Yedinci Nükte - Sünnet-i Seniyye'ye İttiba

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,


Yedinci Nükte: Sünnet-i seniye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nûr, bir edeb bulunmasın. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
b531.gif
yani Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsân etmiş, edeblendirmiş. Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve sünnet-i seniyeyi bilen, kat'iyen anlar ki: Cenâb-ı Hak edebin envâını, Habîbinde(asm) cem' etmiştir.



Hayatımızın her safhasında bir usul bir şekil bir rukun vardır; misafir gitmek, misafir kabul etmek, evlenmek, aile reisi olmak, cocuk yetiştirmek, dostlarla konuşmak, duşmanlarla anlaşmak, eşimize karşı tutumumuz, yemek yemek, su içmek ve uyumak, eve girmek mescide girmek bir meclise girmek ve ya buralardan çıkmak, insanı sevindiren hadiseler veya vefat gibi uzen hadiseler ..vs bunlargibi hayatın içnde herzaman başımıza gelen hallerdir. Ve insan her daim kendi bilmesede Allahın huzurundadır yani Allah onu her an görmektedir. Hiç bir işci patronunun yanında iş kurallarına aykırı edebsizlik eder mi? Elbette etmez ve etmemeli patronu olsun veya olmasın. Ama kesin olan bir hakikiat var ki bizler daima Rabbimizin huzurundayız. Acaba bizim davranımışımız nasıl olmalı ki huzurunda olduğumuz zata karşı edebsizlik etmeyelim.


İşte burada ölçü sünnet-i seniyyedir. Sünnet-i seniyye bizlerin tavır ve davranışlarını edeb çerçevesine koyuyor ve bizlerin hayvanlara veya şeytanlara benzemesini engelliyor. Mesela biz sağ elimizle yer ve içeriz bu bir edebdir bize peygamberimizi hatırlatır ve Rabbimizi hatırlatır ve Rabbimizin hoşuna giden bir haraket olduğundan onun rızasına vesiledir. Ama eğer biz sol elimize içersek, şeytanlar sol elleriyle içtiklerinden biz bu sefer onlara benzemiş oluruz veya elimizi kullanmadan dilimizle içersek bu seferde hayvanlara benzemiş oluruz. Bu edebi terkdir edebsizliktir ve bize Peygamber Efendimizi asv. ı ve Rabbimizi hatırlatmak aksine bize başıboşluğu ihtar eder ve belkide başı boşluğu sevdirir.


Bu misal ile hayatımzın her safhasında bize bir ışık ve nur olan sunnet-i seniyyenin misalleri vardır. bilmek ve öğrenmek ve tatbik etmek lazımdırki bilmedende olsa şeytanlara benzemekten veya hayvanlara benzemekten kurtulalım.

Onun sünnet-i seniyesini terkeden, edebi terkeder.
b532.gif
kaidesine mâsadak olur, hasâretli bir edebsizliğe düşer.



Suâl: Her şeyi bilen ve gören; ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâmü'l-Guyûb'a karşı edeb nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler, ondan gizlenemez. Çünki edebin bir nev'i, tesettürdür; mûcib-i istikrâh hâlâtı setretmektir.


Bu soruyu az açarsak eğer; herşeyi birden gören ve herbir şeyin herşeyini gören; kainatı gördüğü gibi, bizim aklımızdan geçen nefsimizden geçen kalbimizden geçen fikir istek duşunce ne varsa aynı anda onlarıda göruyor ve biliyor. O zaman bizim elbisemiz ondan gizlenmemize sebeb olamaz bizim bazı azalarımızı ondan gizmememize yardımda olamaz.


Allâmü'l-Guyûb'a karşı tesettür olamaz. Halbuki edeb tesettür ister, yani çarşafda giysen, ondan gizlenemezsin o çarşıfıda görür onun içinide görür onun, içinin içinide görür. Acaba çarşaflı olduğu halde ince edebi arayanlar varken, açık saçık gezenleri edeb noktasındaki halleri nicedir..


Elcevab: Evvelâ, Sâni'-i Zülcelâl nasıl ki san'atını, kemâl-i ehemmiyetle güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve ni'metlerine, o ni'metleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celb ediyor. Öyle de mahlûkatını ve ibâdını, sâir zîşuûrlara güzel göstermek istiyor. Onların çirkin vaz'iyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Latîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı, bir nevi' isyan ve hilâf-ı edeb oluyor. İşte sünnet-i seniyedeki edeb, o Sâni'-i Zülcelâl'in esmâlarının hududları içindebir mahz-ı edeb vaz'iyetini takınmaktır.


Evet, Rabbimiz isim ve sıfatlarının tecellilierini güzel göstermek istiyor, bir çirkinlik olsa hemen onu temizliyor. Karıncaları kartalları kurtları ruzgarı vs. leri çabuk o çirkinlği gidermek için gönderiyor. Sanatına süs takıyor güzel koku sürüyor renk renk desenlendiriyor, ta ki şuur sahibleri güzel görsünler isim ve sıfatları zevkle mutalaa etsinler. İnsanlardaki kılık kıyafetten tut yukarıda zikr ettiğimiz hayatımızın her halindeki sünnete göre yaşantımız, bir süs bir renk bir desen ve isim ve sıfatların daha zevkli bir şekilde mutalaasına sebebdir. Eğer sünnet terk edilirse isim ve sıfatlara bakan tefekkür kalkar. Nefsani hal ve harket ve tefekkürler gelir.


Demek biz onkat elbisede giysek en mahrem yerimizi o zattan gizleyemeyiz ama eğer sünnete ve islama göre giymezsek o zaman nefis ve şeytanın maskarası oluruz. Rabbimize karşı tam bir edebsizlik etmiş oluruz, onun sanatını çirkinleştirmiş oluruz ve o güzel sanatları nefsi ve şeytanın oyuncağı yapmış oluruz.


Sâniyen: Nasıl ki bir tabîb, doktorluk noktasında bir nâ-mahremin en nâ-mahrem uzvuna bakar ve zarûret olduğu vakit ona gösterilir. “Hilâf-ı edeb!” denilmez. Belki, “Edeb-i tıb öyle iktizâ eder” denilir. Fakat o tabîb, racûliyet sıfatıyla veyahud vâiz ismiyle yahud hoca ünvanıyla o nâ-mahremlere bakamaz. Ona göstermesine, edeb fetvâ veremez. O cihette ona göstermek, hayâsızlıktır. Öyle de Sâni'-i Zülcelâl'in çok esmâsı var. Herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ: Gaffâr ismi, günahların vücûdunu; ve Settâr ismi, kusurâtın bulunmasını iktizâ ettikleri gibi; Cemîl ismi de çirkinliği görmek istemez. Latîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esmâ-yı cemâliye ve kemâliye, mevcûdâtı güzel bir sûrette ve mümkün vaz'iyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktizâ ederler. O esmâ-yı cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve rûhâniyâtın, cin ve insin nazarlarında güzelliklerini, mevcûdâtın güzel vaz'iyetleriyle ve hüsn-ü edebleriyle görmek isterler. İşte sünnet-i seniyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işârâtıdır ve düstûrlarıdır ve numûneleridir.


Elhamdülillah Rabbimiz bize sünnet-i seniyyeden nasibimizi ziyade et.


b457.gif


el Fatiha



 
Üst