Ruhun ebediyeti

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ruhun ebediyeti



Kâinatta yaratılan en nâdide, en kıymetli, en değerli cevherlerden birisi, belki de Ruh-u Muhammedî (a.s.m.) itibariyle birincisi insan ruhudur. Ruh doğrudan Allah’ın emri ile işleyen, kendisine takılan cismânî vücut, hisler, duygular, hassalar, özellikler ve arzular nedeniyle bütün kâinat ile bir irtibat peyda etmiş, külliyet kazanmaya müsait insanın en önemli bir cevheri ve cüz’üdür.

Hayat ruh ile devam eder. Ceset ruha istinat ederek yaşar. İnsan bedenini çalışan ve işleyen ve üreten bir fabrikaya benzetirsek, ruh onun elektriği olur. Elektriğin kesilmesiyle fabrikanın bir nevî hayatını sona erdirmesi gibi, ruh da bedeni terk ettiği zaman hayat sona erer.

Ceset ruh ile kaimdir, ama ruh yaşamak için cesede ihtiyaç duymaz. Ruh ebedîdir. Yaratıldıktan sonra daha ölmeyecektir. Ebedî olarak yaşamaya devam edecektir. 29. Söz’de bu meseleye şöyle dikkat çekilir:

“Hem, hads-i katî ile vicdânen hissedilebilir ki, insan öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkîdir. O esas ise ruhtur. Ruh ise, tahrip ve inhilâle mâruz değil. Çünkü, basîttir, vahdeti var. Tahrip ve inhilâl ve bozulmak ise, kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir. Sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevî bekaya sebebiyet verir. Demek, vahdet ve bekâ, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirâyet eder.

“Rûhun fenâsı, ya tahrip ve inhilâl iledir. O tahrip ve inhilâl ise, vahdet yol vermez ki girsin, besâtet bırakmaz ki bozsun. Veyahut idâm iledir. İdâm ise, Cevâd-ı Mutlak’ın hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu bırakmaz ki, verdiği ni’met-i vücudu, o ni’met-i vücuda pek müştak ve lâyık olan ruh-u insanîden geri alsın.”

Ruh cisimle birlikte tekrar diriltileceği zamana kadar, haşirden sonra da yine cesetle birlikte ebed yolunda izn-i İlâhî ile hayatını sürdürür. Demek ki, insanın şu dünyadaki cismânî ölümünden sonra da ruh yaşamaya devam eder. Zira, ruh tahrip ve inhilâle, yani çözülmeye, dağılmaya, ayrışmaya, parçalara bölünmeye uğramaz. Çünkü basittir, terkip edilmemiştir, mahiyetinde birlik vardır. Buradaki ‘basitlik’ değersizlik mânâsında değil, cevherin ve özün bir, kıymetli, terkip edilmemiş, çeşitli cevherlerden bir araya getirilmemiş, tek olan mânâsındadır.


Bu haliyle ruh bir ölçüde kimyadaki soy gazlara benzer. Kimya ilminde soy gazlar diye tanımlanan elementler vardır. Ve bu elementler tam olarak kararlı bir yapıya sahip oldukları için, başka elementlerle tepkimeye girmezler. Bu elementler asla parçalanamazlar da. Tam bir kararlı yapıdadırlar. İşte ruh da parçalanamayan, tekliğe sahip bir cevherdir. Bu sebeple tahrip ve bozulma söz konusu değildir.

Bozulan maddelere bakıldığı zaman, genellikle ayrışmanın temel bir etki olduğu görülür. Meselâ bir hücrenin ölümü için hücre çekirdeğini, plazmasını ayrıştırmak yeterlidir. Bir insan ve hayvan gibi canlının ölümü için de bir iki azasını birbirinden koparmak yeterli olur. Demek ki, terkip edilmiş şeylerin ölümü bir ölçüde terkip edildiği azâların ayrılması ile meydana geliyor.

Ruhta, böyle bir durum söz konusu değil. Zira ‘tahrip ve inhilâl’, yani ayrışma için, vahdet ve besatet yol vermez. Demek ki, şu kâinatta ruhu tahrip edecek, öldürecek bir sebep yok. Allah kâinatta ruhun hayatına son verecek bir sebep yaratmamış. Bu nedenle bıçak ruhu kesemez, ateş ruhu yakamaz, su ruhu boğamaz, kurşun ruhu delip geçemez. Cehennem ruhu yakıp yok edemez. Hiçbir maddî ve manevî sebep, ruhun hayatını sona erdiremez.

Ruhu, ancak ve ancak Allah’ın kudreti yok eder, idam eder, hayatına son verir. Başka hiçbir sebep yok. Buna da “Cevâd-ı Mutlakın hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu bırakmaz ki, verdiği ni’met-i vücudu, o ni’met-i vücuda pek müştak ve lâyık olan ruh-u insanîden geri alsın” diyor Üstad Bediüzzaman.

Âmennâ ve saddaknâ…

Halil Akgünler
 
Üst