İntihar

þifaa

Well-known member
bir bunalım sonrası olur.En büyük sebebi de kişinin gelecekten bir bekletisinin ve arzusunun kalmamasıdır.(yeis)

Böyle kişiler sen kafayı mı yedin?Cehenneme mi gitmek istiyorsun?..hee senin derdin ne kardeşimm? demek boşunadır..Uzman kişilerden yardım alınmalıdır derhal..
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Dinin intihara Bakışı

İslâm inancına göre vücudumuz kendi malımız değil, Allah’ın bizde bir emanetidir. Kendini öldürmek emanete hıyanet etmek anlamına gelir. Bu sebeple İslâm dini, değil insanın kendini yok etmesine, bir uzvunu kesmesine veya zarar vermesine bile müsaade etmemiştir. İslâm intiharı kesin olarak yasaklamış ve bu yasağı Kur’ân-ı Kerim, "Kendinizi öldürmeyin" (Nisa sûresi, 29) fermanıyla beyan etmiştir. Ayrıca Kur’ân, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu söyleyerek (Bkz.: Maide sûresi, 32) öldürme karşısındaki tutumunu açıkça ortaya koymuştur.

Allah Resûlü (s.a.s.) de intiharla ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştur. Bu meyanda, savaşta aldığı yaraların ızdırabına dayanamayıp bundan dolayı kendini öldüren Kuzman isimli şahsın cehennemlik olduğunu bildirmiştir (Buhari, Cihad 77; Meğazi 38). Bir başka hadis-i şerifte ise, intihar edenlerin ne ile ve nasıl intihar etmişlerse cehennemde sürekli olarak o şekilde cezalandırılacağını, hatta orada ebedi kalacağını söylemiştir (Buhari, Tıb 56). Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.s.), intihar eden birinin cenaze namazını kılmadığı da rivayet edilmiştir (Müslim, Cenaiz 107).

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) geçmiş kavimlerden intihar eden biriyle ilgili şu bilgiyi de vermiştir: "Geçmiş kavimlere mensup bir adamın bir yarası vardı. Adam ızdırabına dayanamayıp bileklerini bıçakla kesmiş ve kan kaybından ölmüştü, bunun üzerine Allah (c.c.); 'Kulum bana gelmekte acele etti ama ben ona cenneti haram kıldım.' buyurdu." (Buhari, Enbiya 50). Bu kudsi hadis de, Allah’ın (c.c.), dolayısıyla Efendimiz’in (s.a.s.) intihara bakışını göstermektedir.

Hanefi mezhebinin önemli imamlarından Ebu Yusuf, yukarıda zikrettiğimiz Hz. Peygamber’in (s.a.s.), intihar eden birinin cenaze namazını kılmadığı rivayetine dayanarak intihar edenlerin cenaze namazının kılınmayacağına dair fetva vermiştir. Ancak Ebu Hanife ve diğer fakihler intihar edenin cenaze namazının kılınacağını söylemişlerdir. Zira, Peygamber Efendimiz, Kendisi kıldırmamakla beraber sahabeyi intihar edenin cenaze namazını kılmaktan menetmemiştir. (Konuyla ilgili tartışma için bkz.: Hayati Hökelekli, "İntihar", DİA, XXII, 351-353). Ebu Hanife ve benzerlerinin yaklaşım biçimi aynı zamanda intihar edenin yakınlarını teselli edici mahiyettedir. Zira insanınbir yakınının sürekli cehennemde intihar ettiği vasıtayla cezalandırılmasını düşünmesi çok acı vericidir. Hem cenaze namazı bir duadır, ölüye bir faydası dokunur, belki kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca Efendimiz’in cenaze namazına katılmadığı kimsenin belki bizim bilmediğimiz, ama O’nun bildiği özel bir durumu vardır. Bir de bu fakihler, normal şartlarda insanın kendisini öldürmeyeceğini, bu işe ancak bir hezeyan, bir şok sebebiyle başvuracağını da düşünmüş olmalılar. Nitekim günümüzde beyin üzerine yapılan çalışmalar, vücuttaki kimyasal dengelerin çeşitli etkilerle bozulduğunu ve bu yüzden beyin veya sinir sisteminde meydana gelen arızaların, kişileri hezeyana ve intihara sürüklediğini göstermektedir. İnsanın kaldıramayacağı miktarda bir baskıya maruz kalması, aşırı sevgi, korku gibi hallere kapılması, herhangi bir işte, sınavda kendini başarıya odaklayıp bunu elde edememesi ya da ağır bir tecavüze uğraması, sevdiklerini kaybetmesi gibi psikolojik durumların bu tür sonuçlar meydana getirdiği görülmektedir.

İntiharın yasaklanması da tıpkı diğer emir ve yasaklarda olduğu gibi, insan hayatına Allah’ın (c.c.) verdiği değeri gösterir. İslâm’ın bütün hükümleri, insan hayatını korumaya yöneliktir. Allah, emir-yasak, helal-haram nevinden koyduğu hükümlerde insanın şahsi veya toplumsal varlığının, aklının, sağlığının, neslinin, malının, din ve inançlarının korunması gibi gayeleri gözetmiştir. Mesela alkol ve uyuşturucu kullanımı aklın ve sağlığın korunmasına yönelik olarak yasaklanmıştır. Hırsızlık, malın korunması için yasaklanmıştır. Zina neslin korunmasını temin için haram kılınmıştır. Zekât toplumsal varlığın korunmasına yönelik olarak farz kılınmıştır. Savaşa, hem toplumsal varlığın, hem de din ve inançların korunması doğrultusunda izin verilmiştir. Öldürme ve intihar da insan varlığının korunması yönünde yasaklanmıştır. Dolayısıyla İslâm’ın insanın ferdi hayatını ve sosyal yapıyı tehdit eden bütün kötülüklerle ciddi biçimde mücadele ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu dinin temel gayesi, toplumların yeryüzünde huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamaktır.

Bunalımı Önlemenin Yolu
İslâm fıkhının önemli dayanaklarından biri sedd-i zerâyi’dir. Bu terim, kötülüğün vasıtalarını ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. Bu noktada bunalımı önlemek, intihara giden yolu tıkamak anlamına geldiği için önemlidir. İnsanlığa huzur bahşeden Kur’ân-ı Kerim’in bu hususla ilgili önemli tahşidatı bulunmaktadır. Ancak biz Asr sûresinin verdiği mesajlar üzerinden giderek konuya yaklaşımda bulunacağız. Çünkü bu kısa sure, problemin çözümü için bize çok önemli ipuçları vermektedir. Yüce Rabbimiz bu surede "Asra yemin olsun ki; iman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışında bütün insanlar hüsrandadır." buyurmuştur. Hüsran, insanın beklentilerinin boşa çıkması, yaptığı ticareti kaybetmesi, mutsuz olması, dünyevi veya uhrevi sıkıntılı bir durumun içine düşmesi anlamlarına gelmektedir. (Hüsran kelimesinin anlamları için bkz.: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim yay. c. 9, s. 430). Dünyada beklentileri boşa çıkan, yaptığı işlerde başarısız olan kimse nasıl ki bir bunalım ve stres içine giriyorsa, dünyadayken ahiret adına yaptığı ticarette kaybeden de ahirette hüsrana uğrayacak, müthiş bir bunalımın içine düşecektir. Allah (c.c.) bu sûrede dört şeyi hüsrana düşmemenin çaresi olarak gösteriyor: iman etmek, salih amel işlemek, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmek. Âkif merhum bu hakikati şu şiirinde ne güzel tasvir etmektedir:

Hani ashab-ı kiram ayrılalım derlerken,
Mutlaka sure-i Asrı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede asâr-ı felâh,
Başta imân-ı hakiki geliyor, sonra salah,
Sonra hak, sonra sebat, işte hemen insanlık,
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran.
Bu sûrede zikredilen biri ferdi diğer toplumsal bu dört şeyi iki maddede toplayabiliriz: 1- Allah’a imanın her türlü kötülüğü parçalayıcı gücünden, salih amellerin ve ibadetlerin kötülükleri engelleyici özelliğinden istifade etmek. 2- Sosyal dayanışmaya önem vermek. Bu iki husus, vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) de toplumu kemiren olumsuzluklara karşı verdiği mücadelede onun başarılı olmasını sağlayan sebeplerdendir. İnsanlığın bir peygamber soluğuna ihtiyacı olduğu bir dönemde, görevlendirilen Efendimiz’in (s.a.s.), içinde zuhur ettiği toplum bir sürü kötülüklerin pençesinde mahvolmaktaydı. Ama o, 23 yıllık kısa bir süre içerisinde, kötülüklerin damarlarına kadar işlediği bir toplumda verdiği mücadeleden başarıyla çıkmıştır. Halbuki sigara gibi küçük bir alışkanlığı küçük bir toplumdan büyük bir idareci, büyük bir gayret sarf etmesine rağmen yok edemezken O, büyük ve inatçı bir toplumdan sigara gibi basit değil, daha büyük kötü alışkanlıkları az bir kuvvetle ve daimi olarak kaldırmıştır. (bkz.: B. Said Nursi, Mesnevi-yi Nuriye, Reşhalar, 8. Reşha). O’nun başarısı, diğer sebepler yanında, bu iki hususa önem vermesinde yatmaktadır.

1. İman ve Salih Amel
Allah’a iman etmek, O’na bağlanmak ve güvenmek, Ondan sakınıp çekinmek, insan hayatını olumlu yönde etkileyen en güçlü dinamiktir. Buna ilaveten dünyada yaptıklarının melekler tarafından kaydedilip ahirette bütün gizli yönleriyle ortaya konacağına ve iyi ya da kötü, bunların karşılıklarını göreceğine inanma, öncelikle istenmeyen durumlara düşmeyi ve kötülükleri önlemede en önemli destek noktasıdır.

İman insanda yaşama sevgisi, hayata bağlanma duygusu meydana getirir. İman eden insan, hayata ve varlığa hoş bakar, hayatın Allah’ın bir lûtfu olduğuna inanır, dahası sosyal ve tabiî çevresini Allah’ın sanat eserleri ve kendini de onları bütünleyen bir parça gibi görür. Dolayısıyla vazifesi bitinceye kadar hayatına devam etmeyi bir görev sayar ve hayatta kalmanın mücadelesini verir.

Müslüman toplumda hayatı düzenleyen en önemli manevî temellerden biri yine imandır. Allah’ın emir ve yasakları, iman eden insanda makes bulur. Bu açıdan bakıldığında intiharı önlemek üzere İslâm’ın yaptığı yasaklama elbette çok önemlidir. Çünkü hayatını Allah’ın emir ve yasaklarına göre tanzim eden bir mü’minin şuurunda bu yasaklama derin izler bırakacak ve sıkıntılı durumlarda onun böyle bir yola başvurmasını engelleyecektir.

Allah’a inanan bir insan aynı zamanda, hayatın bir imtihan, karşılaştığı sıkıntıların da bu imtihanın bir parçası olduğuna inanır ve bu noktada sıkıntılara göğüs germeyi, acı veren durumlara karşı sabretmeyi, hayatın zorluklarına karşı mücadele etmeyi temel karakteri haline getirir. Zira bunlar, Allah’a tam olarak inanmanın ve güvenmenin en önemli alametidir. Nitekim bunun en açık örneğini, geçen asrın en önemli siması Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatında görüyoruz. Eşref Edip Bey’in 1952 yılında kendisiyle yapmış olduğu röportajda söyledikleri çok ibret vericidir. "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde bir cani gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti." Evet, hayatın katı taraflarını yumuşatan, zorluklarını çekilir kılan, keskin taraflarına karşı insanı koruyan unsur, Allah’a imandır.

Ayrıca iman insana çok yüksek bir kanaat duygusu verir ve onun, dünya metaı ile mesafeli bir ilişki kurmasını sağlar. İmanın insanda kanaat etme duygusunu geliştirmesi, onun azla yetinmesine, ihtiyaçlarını üst seviyede olmasa bile asgari seviyede karşılamayla iktifa etmeye motive eder. Böylece kişiyi bunalıma itecek durumlara düşmekten kurtarır.

Bunalımın en çok yaşandığı hususlardan biri, ihtiyaçların en azından yeterli seviyede karşılanmaması durumudur. Her insan ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. İhtiyaçları karşılayamamak veya ihtiyaçlarla, bunları karşılayan vasıtalar arasında uyumsuzluk meydana gelmesi, insanı bunalıma sevk eder. Üstelik bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi varsa ve devam ettirmesi gereken bir müessesesi bulunuyorsa bu durum insanı çaresizliğe ve belki de son bir çare olarak kendini yok etmeye iter. Hatta bazıları geride perişan bir aile bırakmamak için ailesiyle birlikte topluca intihara teşebbüs etmektedir. Bu noktada aslında insanın bunalıma girmesine ve dolayısıyla intihara teşebbüs etmesine yol açan en önemli etken, onun dünyayı algılama ve dünya metaıyla kurduğu ilişki biçimidir. İnsan tabiatı icabı sadece ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir dünya metaıyla yetinmez. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.); "İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikincisini ister." (Müslim, Zekât 117) beyanında tespit ettiği gibi hep daha fazlasını ister. Belki de insan, bir duygu yanılması olarak bunun kendisini daha çok mutlu edeceğini, hatta ebedîleştireceğini zanneder. Ama öyle olmaz ve insan tıpkı deniz suyu içmiş gibi, arzularını tatmin etmek için çabaladıkça daha fazla açlık hisseder. Bu tatminsizlik onu sıkıntıya sokar. Bunun tam tersi de mümkündür. Yani insanın aşırı doyuma ulaşması da onda bir bunalım meydana getirir. Aşırı doyumun bir süre sonra bıkkınlığa, onun da, artık hayattan alacağı herhangi bir şey olmadığını düşünen kimselerde intihara neden olduğu görülmektedir. Refah seviyesi yüksek Avrupa ülkelerinde (örneğin İskandinavya ülkeleri) intihar olaylarındaki fazlalık bunun ifadesidir.

İman aynı zamanda insandaki yalnızlık duygusunu gideren bir hususiyete de sahiptir. İman vasıtasıyla Allah’ı dost edinen insan, sıkıntılı durumlarında Ona sığınarak yardımına müracaat eder. Zaten ihtiyacı olduğunda insana yardım edecek yegâne kudret sahibi, bütün varlığa hükmü geçen, biricik sığınılacak yer, Onun dergâhı değil midir? İşte imanın yalnızlık duygusunu gidermesi, onu bunalım ve intihara karşı koruyan bir unsurdur.

Salih amel ve ibadetler imanın kalbte yerleşmesiyle başlayan bir hareket, imanın bir meyvesidir, ancak kalpte imanı besleyen de bunlardır. İyilik yapmak, ibadet etmek insana huzur verir, iç dünyasındaki sıkıntıları yok eder, bunalıma düşmesini engeller. Ayrıca salih ameller insanı kötülük yapmaktan, hatta kötü işlerin içine düşmekten korur. Nitekim Allah (c.c.) "Şüphesiz ki namaz fuhşiyat ve münkerattan alıkor." (Ankebut sûresi, 45) buyurmuştur.

Dolayısıyla salih ameller insan üzerinde, bir taraftan imanı kuvvetlendirirken, diğer taraftan kişiye huzur bahşedip, kötülüklerin içine düşmesini engelleyerek çift yönlü bir etki meydana getirirler.

2. Sosyal Dayanışma (Hakkı ve Sabrı Tavsiye):
Sosyal ve ruhsal problemlerin çözümünde sosyal dayanışma önemli bir faktördür. Zira toplumsal bağların ve dayanışmanın zayıf olduğu durumlarda bazı bireylerin karşılaştıkları problemlerin üstesinden gelememeleri, sevinç ve kederlerini paylaşacak eş dost bulamamaları onları yalnızlığa iter. Yalnızlık duygusu hayatın anlamsızlığı düşüncesini doğurur ve insanı, kendini yok etmeye sevk eder. Sosyal dayanışmayı ve toplumsal ilişkileri güçlendirerek psikolojik ve ekonomik yardımlar sağlamak, özellikle siyasal ve ekonomik kriz zamanlarında fertlerin bunlardan olumsuz yönde etkilenmelerini giderecek ya da en azından asgari seviyeye indirecektir. Toplumu kemiren kötülükleri yok etmede en önemli çarelerden biri, sosyal dayanışmayı artırmaktır. Hiçbir kötülük sadece işleyene zarar vermekle kalmaz, onunla birlikte pek çoklarını da yakar. "Bana ne" mantığıyla yaklaşıldığında kötülükler yayılma imkânı bulur ve en başta umursamaz davrananları içine alır.

Sosyal dayanışma Asr sûresinde geçtiği gibi Kur’ân’ın bir emri olup bunalım ve intiharı önlemede en önemli dayanak noktalarından biridir. Zira her insan hakiki imanı elde edemez ve diğer insanların yardım ve desteğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim, mü’minleri kardeş ilan etmiş, bir arada olmalarını, aralarında geçen olumsuzlukları ıslah etmelerini (Hucurat sûresi, 10), birbirine destek çıkmalarını, hayır ve iyilikte yardımlaşmalarını, kötülükleri engellemede birbirlerine yardım etmelerini istemiştir. (Maide sûresi, 2) Peygamberimiz (s.a.s.) de, dayanışmanın bozulduğu durumlarda sahabesini ikaz etmiş, başkalarına yardım etmeyi öğütlemiştir.

"İnananlar birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat ve merhamet etmekte bir vücudun uzuvları gibidir. Nasıl ki vücudun bir organı rahatsızlandığında diğer organlar da bu rahatsızlığa ortak olur, onlardan birine bir zarar dokunduğunda diğerleri de onun acısını paylaşırlar." (Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66) hadisi bunu en güzel şekilde tasvir etmektedir. Allah Resûlü (s.a.s.) bir başka hadislerinde ise, sosyal dayanışmanın gerekliliğini bir benzetme yaparak şöyle ifade eder: İnsanlar aynı gemide yolculuk yapanlar gibidir. Gemide yolculuk yapanlardan bazıları su almak için geminin tabanını delseler, diğerleri de bunu umursamayıp onlara izin verseler, hepsi birden batarlar. Aynen bunun gibi bir toplumda kötülüklerin meydana gelmesine izin verenler de kötülükleri yapanlarla birlikte yok olurlar. (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30). Allah Resûlü (s.a.s.)'in bu örneklemesi, konuyu gerçekten çok çarpıcı biçimde anlatmaktadır. Efendimiz sadece teorik düzeyde bu meseleyi anlatmakla kalmamış, aynı zamanda pratikte de sosyal dayanışmanın örneklerini vermiştir.

Yalnız burada bir noktaya daha kısaca temas etmekte yarar görüyoruz. Bu nokta, hakkı ve sabrı tavsiyenin usulüdür. İnsanları gerek iyiliğe yönlendirme olsun, gerekse kötülüklerden vazgeçirme olsun; her ikisinde de mücadeleyi güzel bir yolla ve metotla yapmak gerekir. Bu çerçevede insan psikolojisini çok iyi bilmek ve ona göre davranmak, aklına ve hislerine birlikte hitap etmek lazımdır. Tıpkı Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) yaptığı gibi, muhatabı kırmadan, gönlüne bir hançer saplamadan, yaptıkları şeylerden dolayı kesinlikle toplum içinde rencide etmeden yapmalı ve latif davranışlarla gönlünü kazanmalıdır. Şu hadise bu konuyu anlatan çok güzel bir örnektir. İçkiden dolayı bir kaç defa cezalandırılmış olan Nuayman adındaki sahabiye, sahabeden bir başkasının kınayıcı mahiyette sözler söylemesi karşısında Peygamber Efendimiz (s.a.s.), "Ne yapıyorsun! Kardeşine karşı şeytan tarafında yer alıyorsun. Allah’a yemin olsun ki, o Allah’ı ve Resulullah’ı sever." buyurmuştur. (Tirmizi, Birr 55) Bu olay, Efendimiz’in, aksaklıkları gidermek için toplumda olumlu bir dayanışma sergilemenin gerekliliğine duyduğu inancı açık biçimde göstermektedir.

Sonuç
Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden ortaya çıkan şu ki, bunalımlar insanın doyumsuzluğundan, hadiselere karşı dayanma gücündeki zayıflığından, iman şuurundaki eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun yegâne çaresi, ferdi olarak tahkikî bir iman seviyesine, iman vasıtasıyla fikir ve duygu terbiyesine, dünya metaına karşı yüksek bir kanaat zenginliğine ulaşmaktır. Buna destek olacak unsur ise, toplumsal dayanışmayı sağlamaktır. Bu hususta devletin yapması gerekenler de vardır. Bunlar ise, millî ve manevî değerlerden hareketle sosyal dayanışmayı sağlamak, ahlakî çöküntüyü önleyecek tedbirler alarak toplumsal dejenerasyonu önlemek, sağlık tedbirlerini artırarak problemli kimselere yardımcı olmak, özellikle de psikolojik ve psikiyatrik yardımları yaygınlaştırmak, siyasi, hukuki, ekonomik konularda insanı merkeze alan kararlarla toplumu rahatlatmak, devlet kurumlarının insana hizmet mantığıyla hareket etmesini sağlamak, ekonomik durumu düzeltici ve işsizliği azaltıcı tedbirler almaktır. Bütün bunlar bunalımın azalmasında önemli bir etki meydana getirecektir.
 

Abidin1

Well-known member
Cevap: Dinin intihara Bakışı



Sonuç
Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden ortaya çıkan şu ki, bunalımlar insanın doyumsuzluğundan, hadiselere karşı dayanma gücündeki zayıflığından, iman şuurundaki eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun yegâne çaresi, ferdi olarak tahkikî bir iman seviyesine, iman vasıtasıyla fikir ve duygu terbiyesine, dünya metaına karşı yüksek bir kanaat zenginliğine ulaşmaktır. Buna destek olacak unsur ise, toplumsal dayanışmayı sağlamaktır. Bu hususta devletin yapması gerekenler de vardır. Bunlar ise, millî ve manevî değerlerden hareketle sosyal dayanışmayı sağlamak, ahlakî çöküntüyü önleyecek tedbirler alarak toplumsal dejenerasyonu önlemek, sağlık tedbirlerini artırarak problemli kimselere yardımcı olmak, özellikle de psikolojik ve psikiyatrik yardımları yaygınlaştırmak, siyasi, hukuki, ekonomik konularda insanı merkeze alan kararlarla toplumu rahatlatmak, devlet kurumlarının insana hizmet mantığıyla hareket etmesini sağlamak, ekonomik durumu düzeltici ve işsizliği azaltıcı tedbirler almaktır. Bütün bunlar bunalımın azalmasında önemli bir etki meydana getirecektir.

Selamın Aleyküm;
Allah razı olsun güzel anlatılmış.

Cana kıymak-Kendi Nefsini öldürmek büyük günahtır. Bu eylemin sonu ölüm olduğundan tövbe etmeye fırsatı olmayabilir demektir. (Yarattığının o anını ancak Allah (c.c.) bilir.) Karşılığı büyük ceza olan işlerden biridir. Bunu yapan insanlar bu dünyadaki dertlerden kurtulacaklarını düşünürken kabirde ve ahirette daha büyük ızdıraplara-iç çekişlere atıldıklarının farkında olmayabilirler. Bir insan Müslümansa bunu bilmesi ve böyle bir şeye yaklaşmaması gerek.

Yanlız ancak Yüce Allah tealanın bilebileceği bir ayrıntı var. Eğer yaşadığı sıkıntılar nedeniyle aklı örtüldüyse (akıl dengesini yitirdiyse) ondan sorumluluk kalkar. Ki genelde bu iş o raddeye gelmiş insanların yapabilecekleri bir iştir. Ve duruma göre değişir. Mesela şuan o Japon timleri nükleer yangını durdurmaya çalışıyorlar. (Onun benzeri gibi "müslüman toplumlar için" v.b. durumlar.)

Kötü örnek te Hitler olur. Miloseviç olur. Milyonlarca insanın ölümüne sebep ol sonrada intihar et. Sanıyor ki kurtulacak. Dur hele nereye kaçıyon Allah (c.c.)'ın kudretinden kaçacak yer mi var. :dft012:
 
Üst