Lemeât Mülahazaları - 3 "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Huseyni

Müdavim
[BILGI]Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder

Eser-i itkan-ı san’at, fıtratın her köşesinde bilbedâhe reddeder esbabının icadını.

Nakş-ı kilkî, ayn-ı kudret; hilkatin her noktasında bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.
[/BILGI]

Çok veciz bir ifadeyle daha karşı karşıyayız kardeşler. Evet katılımlarınızı bekliyoruz. Kopyala yapıştırsız, bu sözden neler anlıyoruz paylaşalım.


  • Kainatın her köşesine serpilmiş pürüzsüz ve hatasız sanat eserleri sebepleri nasıl reddeder ?

  • Birşeyin hatasız ve kusursuz olması sebeplerin reddini gerektirir mi ?

  • Kudret eserleri, sanat eserleri bunlar nelerdir ?

  • Birinci satırla ikinci satırda aynı şeyden mi bahsediyor yoksa ikisi satır da birbirinin farklı bir şekilde dizilmiş hali mi ?

  • Kısacası bu veciz ifadeden neler anlıyoruz ?
 

bizar

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

S.ALEYKUM Benim burda ilk aklıma gelen insan oldu insanın yaratılması için gerekli sebepleri düşündüğümüzde anne ve baba geliyor aklıma daha doğmadan bir sürü hazırlık yapılıyor bazen daha doğmadan ölüyor veya sakat doğuyor eğer sebepler gerçek yaratıcı olsaydı insanın bir iradesi olsaydı istemezdiki sakat olsun bir eksiği kusuru olsun imtihan gereği rabbim bir damla suyu insanların gözüne ,kudretine perde yapmış ve insanlar bu birdamla suda boğulmuşlar kalpleri bu gerçeği idrak edememiş .Rabbim bir damla sudan halkettiği insanı tüm kainatla ve kainatta cereyan eden hadiselerle güneşle ,ayla ,yıldızlarla kısacası insanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli bütün sebeplerle içiçe yaratmış. Kanunlar, kuralllar koymuş.Netice olarak kainatta nevarsa sanatla yapılmış bunlardaki canlılık,ve üzerlerindeki harika sanat yaratılmalarında ki kanunlar kurallar hepsinin verasında Allamul guyub olan Allahı (CC)gösteriyor.Basit sebepler bir çiçekteki ,böcekteki harika sanatlar insanın aklını hayrette bırakacak kadar hikmetlerle donatılmış bunları basit sebeplere vermek muhal içinde muhal.
Daha tafsilatlı açıklamaları inşallah kardeşlerimizden okuruz .s.aleykum..
 

Muvahhid1

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Kudret eserleri, sanat eserleri bunlar nelerdir ?

Yerler , gökler ve ikisi arasında olan en küçük bir zerre bile Allahın sanat eserıdir. Yaratılan en güzel eserlerden biri de insandır .. İman nazarı ile insanın simasına bakan birisi, bu simada önce insanı görür..ve insana bahşedılen gözün , burunun v.s Halıkını görebılmesi mümkündür .
İnsana küçük kainat da diyabılırz ..Yeryuzunde sadece ınsana akıl verilmiş , ve bu akılla necisin , nereden geliyor ve nereye giddiyosun sorularının cevabının bulunması istenmiş .. en önemlısı insana irade verilmiş .. Hayatın tek gayesı Allaha kulluk olduğunun farkına varılabilmesi ve iradesını de bu yönde kullanması istenmiş ..

Kainatın her köşesine serpilmiş pürüzsüz ve hatasız sanat eserleri sebepleri nasıl reddeder ?

Yaratılan herşey Allahı tesbıh eder , her bir zerrede Allahın sanat eserlerını görmek mümkün .Her eser ustasına delildir.. Nasıl kı Bir harf katıpsiz olmaz , Bu dunyanında var olması Yaratıcısız olmaz ..
bir kuş masnuysa , onun ötüşü ,uçuşu yaratıcının isim ve sıfatlarının tecellileridir ..İnsana , Allahın vahdet ve ehadıyet sırlarını göstermek için Yaratılan herşey bir vazıfe peşinde koşturuyor.., Yer, gök, insanlar, hayvanlar, melekler v.s hepside Allah'ın isim ve sıfatlarının manalarının yoğunluk kazanarak şekillenmiş halidr diyebılırz .
 

LEVLAK

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Kainatın her köşesine serpilmiş pürüzsüz ve hatasız sanat eserleri sebepleri nasıl reddeder ?

Bir sanatta bir hata, pürüz, eksiklik olmaması için san'atkârındada hata, pürüz ve herhangi bir eksiklik bulunmaması lazımdır. Zira hatadan ve kusurdan hali olmayan hatasız ve kusursuz bir sanat eseri yapamaz. Bir gül düşünelim, o gülü mükemmel ve kusursuz bir şekilde yapabilmek için san'atkârının birçok sıfata sahib olması lazım. Önce ilim sahibi olması lazım ki ne nereye konulacak? Gül mü üstte olacak kökü mü? Yaprak ne renk olacak? Sapının ne kadar kalınlıkta olması gerekir ki gülü taşıyabilsin? Veya bu gülün neşv ü nema bulması için neler gerekli? gibi hususiyetlere vakıf olsun. Fakat gülün nasıl yapılacağını bilmesi yetmez. Bir de gülü yapabilecek kudrete sahib olması lazım. Kara topraktan gövdesi yeşil, kendisi kırmızı (her ne renk ise) gülü çıkarabilecek kudrete sahib bir san'atkâr olması lazım. Sonra sözünün her şeye geçer olması lazım. Bir gülün neşv ü nema bulması için çeşitli sebepler gerekli. Hava, ziya, mâ, toprak gibi. Ve bir gülü yapan san'atkârın toprağa, güneşe, yağmura ve havaya sözünün geçip teshir edebilmesi gerekir ki gülü neşv ü nema buldurabilsin. Daha bunlar gibi birçok sıfata sahib olmak lazım bir gülü yapabilmek için. Şimdi sebeplere bakalım. Bir gülün neşv ü nemasında hava, ziya, mâ ve toprağın rolü var dedik. Toprağa bakalım mesela; bir çiçeğin sadece renklendirilmesinde hakiki fail olabilir mi? Bir çiçeğin renkleri toprağın aslında yok ki çiçeğe versin. Güneşe bakalım; toprağa, yağmura, havaya sözü geçebilir mi? Güneş kendisi emir alan bir memur ve kendi yapmış olduğu vazifelerde bir zata tabi. Emir alan bir şey ise emir veremez. Dolayısıyla güneşin diğer unsurlara sözünün geçmesi düşünülemez. Yağmura bakalım; hangi çiçeğin ne kadar suya ihtiyacı olduğunu biliyor olabilir mi? Veyahut hangi mevsimde daha çok yağması gerektiğini. Hava aynı şekilde çiçeğin kendine olan ihtiyacının farkında değil. Demek ki bu sebepler bir çiçeğin yapılması için gerekli olan sıfatları haiz değiller ve kusurları, eksikleri, pürüzleri var. Ve bu şekilde ilmi, kudreti eksik olan veya hikmetten bihaber olan san’atkâr tarafından yapılmış bir çiçeğin mükemmel olması mümkün değildir. İlmi olmayan bir san’atkârın yaptığı bir çiçeğin yaprağı doğru yerde olsa (o da olmaz fakat oldu diyelim) dikenin yeri yanlış olur. Kudreti olmayan bir san’atkâr farzedelim; çiçeğin toprağın üstünde olan kısmına teshir etse altında olan kısmına hükmedemez. Hikmetten bihaber olan bir san’atkâr düşünelim; yaptığı çiçek bir ağaç kadar uzayabilir. Fakat bir çiçeğe baktığımız zaman mükemmelliği ile bize alim, kadir, hakim bir San’atkâr tarafından yapıldığını haykırıyor. Sebeplerde ise bu sıfatlar bulunmadığı için elbette bu çiçeği sebeplere dahi hükmeden perde arkasında bir zatın yaptığına kanaat getiriyoruz. Ve sebeplerin sadece birer perde olduğunu anlıyoruz. Bu şekilde dünya üzerinde görmüş olduğumuz herbir mahluk mükemmel san'atıyla sebepleri reddiyor.
 

akna

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Benimde aklıma okuyunca Mesnevi'de geçen
"Ey dairei esbabtan zuhur eden işleri, esbaba isnad eden gafil cahil.." cümlesi ile başlayan bölüm geldi
daha öncede bu konuya değinmiştik
şekva ve isyanları engellemek için Allah cc'nun izzet ve azameti sebepleri iktiza ediyor ama
sebepler sadece vazifelidirler aracıdırlar
asıl yaratan Allah cc'dur

bazen bütün sebepler düzgün bir şekilde yerine gelir ya da getirilir ama o şey olmaz
demek o şeyi asıl yaratan, olmasını sağlayan Allah cc'nun Kudretidir, İradesidir

kardeşler çok güzel izah etmişler Allah cc razı olsun
bir tavuskuşuna baktığımız zaman Kudret Kalemi ile kusursuz yaratıldığını görürüz
adeta nakışlarla tezyin edilmiştir
hatta sadece kendisi değil yumurtası dahi aynı mükemmelliğe sahiptir
o da bütün mevcudat gibi Allah cc'nun isim ve sıfatlarının yansımalarını göstermekle vazifelidir
ve üzerindeki mühürler ile adeta ilan eder;
"beni yaratan aynı zamanda diğer bütün tavuskuşlarını, hayvanları yaratandır,
beni yaratan Kainatı yaratıp bu mükemmel dengeyi sağlayandır,
beni yaratan bana rızık verendir,
beni yaratan Bir'dir, çünkü ancak Bir olan bir Zat cc bu kadar kusursuz ve pürüzsüz ve sağlam ve hikmetli ve sanatlı.. yaratabilir...." der
ve bütün sebepleri, aracıları reddederek vazifesini yapar ve sadece kendini yaratanı gösterir, adeta birliğini ilan eder


Eser-i itkan-ı san’at, fıtratın her köşesinde bilbedâhe reddeder esbabının icadını.
Nakş-ı kilkî, ayn-ı kudret; hilkatin her noktasında bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.

benim anladığım iki satır da biririni teyid ediyor, destekliyor
netice itibari ile aynı kapıya çıkıyorlar
pürüzsüz sağlam sanat eserleri, Allah cc'nun her şeyi kuşatan, içine alan Kudret Kalemi ile ortaya çıkıyor ve
açıkça ve zarureten aracıların varlığını reddediyorlar deniyor
 

akna

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

evet biraz uzun bir bölüm
ama o kadar mükemmel izah edilmiş ki
bölmeye elim varmadı


Yirmi Yedinci Pencere

اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ1
blank.gif

Kâinatta, esbab ve müsebbebat görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki, en âlâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir; müsebbepleri yapan başkadır.

Meselâ, hadsiz masnuattan, yalnız cüz’î bir misal olarak, insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki, öyle bir câmi’ kitap, belki kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt‑i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki, o mu’cize-i san’at, öyle bir Zâtın san’atı olabilir ki, beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’mâlinden, muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet istinsah edip, yazıp, aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîmin san’atı olabilir.

İşte, beşerin kuvve-i hafızasına misal olarak, bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et. Ve bu câmi’, küçücük mu’cizelere, sair müsebbebatı da kıyas et. Çünkü, hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece harika bir san’at var ki, değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbab toplansa, ona karşı izhar-ı acz edecekler. Meselâ, büyük bir sebep zannedilen güneşi ihtiyarlı, şuurlu farz ederek, ona denilse, “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlıkımın ihsanıyla, dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dahilindedir.”

Hem nasıl ki müsebbebdeki harika san’at ve tezyinat, esbabı azledip, Müsebbibü’l-Esbab olan Vâcibü’l-Vücuda işaret ederek, 2
blank.gif
وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّه
sırrınca Ona teslim-i umur eder. Öyle de, müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faideler, bilbedâhe, perde-i esbab arkasında bir
Rabb-i Kerîmin, bir Hakîm-i Rahîmin işleri olduğunu gösterir. Çünkü, şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki, görüyoruz, vücuda gelen her mahlûk, bir gaye değil, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek, bir Rabb-i Hakîm ve Kerîm, o şeyleri yapıp gönderiyor, o faideleri onlara gaye-i vücut yapıyor.

Meselâ yağmur geliyor. Yağmuru zâhiren intaç eden esbab, hayvânâtı düşünüp, onlara acıyıp merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu malûmdur. Demek, hayvânâtı halk eden ve rızıklarını taahhüt eden bir Hâlık-ı Rahîmin hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ yağmura “rahmet“ deniliyor. Çünkü çok âsâr-ı rahmet ve faideleri tazammun ettiğinden, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.

Hem bütün mahlûkatın yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebâtat ve hayvânattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedâhe, perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel san’atlarla kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek, eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise, bilbedâhe, Vedûd, Mâruf bir Sâni-i Kadîrin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.

[DIKKAT] Elhasıl:Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbep ise gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîmin eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni-i Hakîme işaret eder.[/DIKKAT]

Ey esbabperest biçare! Bu üç mühim hakikati neyle izah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbab perdesini yırt, “Vahdehû lâ şerîke lehu” de, hadsiz evhamdan kurtul.



1-“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir.” Zümer Sûresi, 39:62.
2-“Bütün işler Ona döndürülür.” Hûd Sûresi, 11:123.
 

La-Tahzen

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

risalelerin çoğunda da sarihan isbat edildiği gibi akılsız bir böceğin elinden en ala ipeği sana giydirir zehirli bir böcekden bal gibi bir nimeti önüne sunar..

kainat-ı echahane-i kübra olarak halketmiş ki ne derdi derman ararsan git sor bul öğren..diyebilir miyiz ki kendiliğinden oldu yahut esbaplar birarayı geldi halketti..haşa..Sani-i Vacibül Vucuddan başkası bu kudretle haiz degildir..çendan sbebepleri halkeden zaten Rahman dır kendi kendilerine olmuş değillerdir..Rahman ol der olur yoksa hiç birşey hiçbirşeye karışamaz müdahele dahi edemez..

nasıl ki bir eczahanede edviyeler biraz ordan biraz burdan kendi kendine teşekkül edip kapağını kapatıp raflara dizildiğini akıl fikir ve mantık kabul etmiyorsa aynen öyle de sbebplerin bi külliye kendi başlarına hareket etmesi muhalattır..ancak Hakim-i Rahimin izni dairesinde hareket edebilirler...
misal kar yağarken çoğu ninelerimizin dediği gibi hava soğudu yağmurlar buz tuttu dolu oldu kar oldu:) yahut yağmur duası yaptık yağmur yağdı ..fesubhanallah bizde bu kudret varmı ki..Rabbim sebepleri yarattı insan başvurdu hayırlısıysa Dua karşılık buldu demek daha efdal..yoksa insan bulaşık eliyle sebepleri bile biraraya getiremez getirse de tesir ettiremez...

elhasıl..kainatı kim yarattıysa sebepleri de o halketmiş...sineği yaradan bil umum ecram ı da o halketmiştir...
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Kainat okunması gereken tevhid bürhanları ile dolu . Bize düşen onu hikmet nazarıyla bakabilmek ;Her bir Rahmani eserde cenabı Allahın [c.c] tevhid mühürünü görebilmek gerek..;

Tevhidini tasdikleyici milyonlarca örnek mevcut kainatta..
En büyük delil ve mühür kuranı kerimin varlığıdır biz ademoğluna..aradan 1400 yıl geçmesine rağmen hala bile kUran-ı Kerim tam anlamıyla tefsir edilememiştir...

Üstad hz'leri bu konuyu sözlerinde çok güzel ifade buyurmuşlar ;buyrun;

Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor, bir hâlette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular; birer hâkim-i mutlak Sûretini aldılar; âdeta herbir şey, bütün eşyaya hükmediyor. İşte bu yanımızdaki bu makineye bak; (Haşiye-6) güya emrediyor. İşte onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte oraya bak: O şuursuz cisim (Haşiye-7) güya bir işaret ediyor, en büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor, kendi işlerinde çalıştırıyor. Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Âdeta herbir şey, bütün bu âlemdeki hilkatleri müsahhar ediyor. Eğer o gizli zâtı kabûl etmezsen, bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahluklarda; o zâtın bütün hünerlerini, san'atlarını, Kemâlâtlarını, birer birer (o şeylere) vereceksin. İşte aklın uzak gördüğü birtek mu'ciznümâ zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu'ciznümâ, hem birbirine zıd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizâm bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar.

EVET YARADAN MEVLA HER BİR ESERİNDE ASLINDA ESMASINDAN BİR MÜHÜR VURMUŞTUR..GÖREBİLENE;

Şu inanmayan bedbahtlara örnek olarak ölümü ve haşr örnek verebiliriz..ölüm'den sonra o cesede tekradan et giydiren ,ruh veren Yüce Allah değilmidir..peki bu eşsiz bir sanat ve mutlak kuvvet değilmidir..Haşr başlı başına bir mucizedir..Toplasınlar bakalım dünyanın en büyük bilim adamları nı,ölen insanı tekraradan yaşatabilrlermi?ELBETTEKİ HAYIR..işte RAHMANIN KUVVETİ AMENNA...

kadiri mutlakın her yarattığında mutlaka bir iz bir nişane mevcuttur...O Ferman-ı âzam, güneş gibi O Zât-ı âzam'ı gösterir; kör olmayan görür..
 

DAVAMÞEHADET

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

1-imamı azamın cevapları aklıma geldi....basit bir kayık bile kendi kendine olamaz,bir odaya veya bir yere bir maymun bırak aaradan elli yıl geçsin hiç bir değişikliğe uğramaz,zavallı yaşlanır sonunda ölür gider...su verilmeyen çiçek kurur...bulsun bakalım bilim adamları demirin nasıl olduğunu...bulamazlar zira demir yeryüzüne indirilmiştir oluşmamıştır,başkalaşmamıştır...

2-gerektirir...zira yeryüzünün halifesi insanoğlu bile acizdir,noksandır,o bile en ileri teknolojiler kullanarak prüzsüz,hatasız bir şey yapamıyorken aciz canlı bile olmayan doğanın yapması akla idrake tersttir...

3-kudret eserleri de sanat eserlerinin en güzelleri de yüce mevlaya aittir...kudret eserleri tartışılmazdır lakin beşeri sanat eserlerine bakıp hayran kalanlar yaratıcının elinden çıkan bu sanat eserlerine bakarken tefekkür edemezler...kusursuz haliyle karşında duran dünya tablosu duruken beşerin elinden gerçeğin kopyalanarak yansıtıldığı basit bir tabloya hayranlık duyanlara şaşarım...

4-birbirini destekleyen iç içe girip sentez oluşturan harika tasavvurlar...
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder

Eser-i itkan-ı san’at, fıtratın her köşesinde bilbedâhe reddeder esbabının icadını.

Nakş-ı kilkî, ayn-ı kudret; hilkatin her noktasında bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.



  • Kainatın her köşesine serpilmiş pürüzsüz ve hatasız sanat eserleri sebepleri nasıl reddeder ?
Eşya kendine bir delil ise saniine binler cihetle delildir.
Bir eser kendini sadece ismiyle tanıtır ve kendine delil olur.
O eserdeki kusursuz tasarım, mükemmel nakışlar, süslemeler, güzelliklerin hepsi
onu yapanın ilmine, sanatına, kudretine, görmesine, güzelliğine, şekil vericiliğine vs delildir.
Bir şeyde güzellik varsa elbette o bir güzelden südur eder.
Bazen çirkinliklerde vardır ki bunlar da güzelliklerin derecesinin ortaya çıkması içindir. Bu konu bahsimizden hariçtir.

Yine birşeyde birçok fayda varsa onu yaratanın o faydaları biliyor olduğuna delildir.
Şekil bakımından en uygun ölçülerde bir sanat eseri ise yine onu vücuda getirenin ilminin bir delilidir.
Sadece yeşil bir ota dahi bakıcak olsak
o otun insanlar ve hayvanlar tarafından yeniyor veya ilaç olarak kullanılıyor
veya o toprak üzerinde birçok vazifesinin gerçekleşiyor olması ihatalı bir ilme, hikmete delildir.
Zahirde o otun vücuda gelmesine sebep olan ne toprak, ne hava, ne su, ne ışık hiçbirisi;
ne insanı, ne hayvanı ve ne de o otun faidelerini biliyor değildir.

Farzı muhal olarak bu unsurların şuurlu olduklarını varsaysak dahi
hepsinin bir ot için bir araya gelmesi, ittifak etmesi ve bunu sadece bir ot için değil de
tüm mevcudatta yapması muhal içinde muhaldir ve düşünülemez.
Öyle ise bu unsurların herbirini idare eden, irade eden, terbiye eden,
evirip çeviren ve emirlerine boyun eğdiren bir zat kabul edilmeli ki O da Allahtır.
Bir emriyle güneşi, havayı, rüzgarı, suyu, toprağı o küçücük ota hizmetkar yapabilir, emrine itaat ettirebilir.

Üzümün sebebi gerisindeki çubuğudur zahirde.
Çubuk kuru, üzüm ise içi tatlı şerbet ile dolu.
Demek ki o çubuk o üzümün hakikatte sebebi değildir.
O üzümün vücuda gelemsinde rol alan belki milyonlarca sebepten biridir.
Bir sütün geldiği yer kan ile fışkı arasıdır.
Sütü oluşturan gerçek sebep olsaydı kan ile fışkı bilim dediğimiz şey elbette onu da tesbit ederdi.
Bebeğin vücuda gelmesinde sebep anne babadır görünüşte.
Aynı anne babalar neden çocuğumuz olmuyor diye yıllarını buna çare aramakla geçirir ki o zaman ?
Bilim hiç bir sebep bulamıyor çocuğun olmaması için ama çocukta olmuyor.
Demek zahirde görünen sebeplere emrini geçiren başka bir sebep var.
ASIL SEBEP, sebeplerin kaynağı, Müsebbibül Esbab olan var.
OLMAYACAK dediği zaman bütün sebepleri bir araya kendi elinizle getirseniz yinede olmuyor.
O kadar çok örnek vardır ki bu konuda biraz incelemek, tefekkür etmek kafidir.



  • Birşeyin hatasız ve kusursuz olması sebeplerin reddini gerektirir mi ?
Gerektirir, çünkü birşey hatasız ve kususrsuz ise onu yapanda elbette kusursuz olacaktır.
Mükemmel tasarlanmış ve mükemmel dizayn edilmiş bir ferrariyi hiç mühendislik okumayan,
bilmeyen, bir oto tamircisinden beklemek ne kadar doğru olur ?
Ya da çok ilmi konular içeren bir kitabı hiç kitap okumamış,
ilmi bir ortama girmemiş bir şahıstan beklemek doğru olur mu ?
Madem kusursuzluk kusursuzun bir alametidir.
O zaman vücuda gelmesine zahirdeki sebeplerin hakiki bir tesiri yoktur.



  • Kudret eserleri, sanat eserleri bunlar nelerdir ?
Her sanat eseri bir kudret eseridir aynı zamanda.
Her kudret eseride bir sanat eseridir diyebiliriz.
Bazı varlıklarda ise kudret daha çok öne çıkar,
bazılarında ise sanat daha ön planda görünür.
Bunların sebebi de Celali ve Cemali isimlerin tecelliyatından olsa gerektir.
Mesela güneşe ve güneşlere baktığımızda
Allahın Kudret sıfatı daha çok aklımızı meşgul eder ve haliylede Celali isimleri aklımıza gelir.
Yine bir çiçeğe baktığımızda onda kudretten ziyade bir sanat göze çarpar.
Cemali isimleri akla getirir.



  • Birinci satırla ikinci satırda aynı şeyden mi bahsediyor yoksa ikisi satır da birbirinin farklı bir şekilde dizilmiş hali mi ?
Gördüğüm fark ilk satır sanat eserlerine,
ikinci satırda kudret eserlerine dikkati çekiyor
ve Allahın Celali ve Cemali isimlerini iki satırda tefekküre vesile oluyor.
Allahu alem.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder

Kısacası bu veciz ifadeden neler anlıyoruz ?

herşeyi aynı kudret yaratmıştır...

bir elmayı yaratan kimse,bütün elmalarıda yaratan O'dur.

Bir insanı yaratan kimse,bütün insanları da yaratan O'dur.

elma ve insan ve bitki ve hayvanı yaratan kimse dünyayı yaratan da O'dur.çünkü hepsi dünyada yaşıyor.

Dünyayı yaratan kimse,on iki gezegeni yaratanda O'dur.

on iki gezegeni yaratan kimse güneşi yaratanda O'dur.çünkü hepsi güneşe bağlıdır.

ve böyle gider...

ve görülüyor ki bütün bunlar aynı kudretin,aynı anda yaptığı iştir.

o halde tevhid ortaya çıkıyor..Sadece Birisi var ki Bunları yaratıyor..iki kişi olsaydı hercü merç olurdu.
 

akna

Well-known member
Cevap: Lemeât Mülahazaları - 3 "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Bismillahirrahmanirrahim
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.
Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin." (Bakara Sû: 2/32).


Ya Rabbi derse katılan tüm kardeşlerimden ebeden razı ol
Baktıkları herşeyde Sen'i gören
Gördükleri herşeyin neticesinde Sen'i zikreden halis kullarından eyle
Hayırlı ilim öğrenebilmeyi
O ilim ile ihlasla amel edebilmeyi nasip eyle
İmanla kabre girebilmeyi nasip eyle
amin amin amin
 

ruhani

Member
Cevap: Güncel Risale Dersimiz: "Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder."

Risalei nurdaki bu tür cümlelerin bir çok mana içermesi kuranı kerimin kerameti ve bereketi olsa gerek. Peygamberimizin duasının bereketiyle az bir yiyeceğin bir orduyu doyurması misali risale nurlardaki az bir cümle bir orduyu doyuracak kadar mana içeriyor.Aynen bir çekirdeğin küçüklüğüne rağmen devasa çam ağacının manasını, tarihçei hayatını, planını, programını taşıdığı gibi risalei nurdaki cümlelerde bir cümlede bir kitap saklarcasına okuyanların fıtratlarına, akli kalbi ve ruhi hallerine göre manalar içeriyor. Yeterki önyargısız insaflı ve talepkar susamış bir gönülle nurlara sarılalım. Sarılırken de üstadın tabiriyle aklımız kirlenmemiş kalbimiz paslanmamış olsun. Zaten iman mahiyetinde bir tubai cennet çekirdeği taşımıyormu . Bu cümlelerden çıkardığımız manalarla aslında kalbimizde kurmaya çalıştığımız cennetin saraylarına bir tuğla eklemiş ve taşımış olmuyormuyuz.


Bu girizgahtan sonra cümlenin uyandırdığı manalar kalbde şu şekilde aksediyor. Hüve nüktesinde havadaki zerrenin ısıyı, ışığı ve sesi taşıdığından yaydığından ayrıca kör sağır ve şuursuz bir insanın avrupadaki fabrikalara gidip çalışması gibi , aynen öyle de havadaki her bir zerre solunum yoluyla girdiği her bir bitkinin, hayvanın ve insanın hücrelerinin mahiyetini; hücre zarından çekirdeğe kadar çalışma sistemini dna'sındaki dizilimi biliyormuşcasına oralarda uygun yerde ve zamanlara görev ve vazife alması gösteriyor ki BU SEBEP BU SONUCU VERMEZ. Yani kör sağır şuursuz olan havadaki zerre sonsuz bir ilim irade ve kudret gerektiren bu işlerin vazifelerin altından kalkamaz. Adeta her bir zerre kainata bakıp adımını öyle atıyor. Sanki mahkum bir pozisyonda eko sisteme ve kainattaki nizam intizam uyum cevaplaşma ve dayanışmaya bakıp bu ahengi bozmamak için şu an şu mekanda şu vazifeyi elim mahkum yapmam gerekir diyor ya da hakim pozisyonda durup kainattaki bütün zerrelere diyor ki ben şu hareketi yapıyorum sizde bana göre hareketinizi ayarlayın ve konumunuzu belirleyin kainatın ahengi bozulmasın. Bütün bu işler ilmi iradesi kudreti olmayan zerrenin haddini ve takatini aşan işler. Zerrelere Allahın itaatkar memurları nazarıyla bakmadan sadece sebeplerle kainattaki hadiseleri açıklamamız mümkün gözükmüyor.


Zerreler örneğin ana rahmindeki sperm ve yumurtanın birleşiminden oluşan hücre bölünerek çoğalıyor ve bu çoğalma esnasında bir saray hatta bir şehir bir memleket hükmünde ikinci bir hücre inşa ediliyor. Bir şehirdeki hayatın sürmesinde arabalar ve üretim makineleri için elektrik, mazot, benzin doğalgaz gibi enerji kaynakları gerekiyor ve rızık kaynakları için bağlar bahçeler bulunuyor. Bu enerji ve rızkın gerekli yerlere ulaşması için yollar caddeler bulunuyor ve bunların hepsi plansız programsız olmuyor. Plansız şehirlerde kaos ve çarpık kentleşme doğuyor. Şöyle ki: Bir şehri yeni kuruyor olalım ve bu şehrin ayakta ve hayatta kalabilmesi için yol bağ bahçe fabrika trafo herşeyi planlamamız lazım. Ancak biz böyle yapmıyoruz ve şehri kurmak için birbirlerinden haberi olmayan bin tane ustayı veya mühendisi şehrin muhtelif yerlerine serpiştiriyoruz ve işe başlamalarını istiyoruz ellerinede hiç bir plan vermiyoruz. Sonuç ne olur tabiki karışıklık ve kaos. Birinin yaptığı yol diğeriyle birleşmeyecek nereye ne yöne gittiği belli olayan binlerce işe yaramaz yol ortaya çıkacak. Burada yaşayacak insanların nüfusunu bilmediğinden hangi ürünü ne kadar üreteceklerini bilemeyecekler. Hangi yol yaya yolu hangisi bisiklet hangisi araç yolu bilmediklerinden veya yollardaki trafik yoğunluğunu kestiremediklerinden yolların genişliklerini şerit sayılarını bile şaşıracaklar. Hangi araç ne taşıyacak ne kadar taşıyacak nereye götürecek ne zaman taşıyacak hangi hızda taşıyacak sorularının cevabı da plana dahil edilmesi gerekir. Ayrıca o şehirde yaşayan insanların sağlıklı ve kaliteli ürünler tüketebilmesi için bir standartlar enstitüsü lazım. Ürünlerin belli standartlara göre seçilmesi ve üretilmesi lazım şimdi bütün bunlardan sonra bir hücreyi bir şehre benzetirsek bu hücrenin hayatiyetini devam ettirebilmesi için bu hücreye rızık girişi olması gerekir ancak bu rızık hücreye girerken belli standartları olan ürünler ancak hücre zarından geçebilir hücre zarı burada bir standartlar enstitüsü gibi çalışıp gerekli ürünü içeri alır. Bu erzak endoplazmik retikulum denilen hücrenin her yanını sarmış nakliyat yollarıyla hücrenin gerekli yerlerine dağıtılır. Bu dağıtma işinde ve daha bir çok işte proteinler görevlidir. Örneğin ikinci hücrenin yaratılmasında motor proteinler sırtına yükledikleri erzakları bu ikinci hücreye yürüye yürüye taşır tabi bu arada bu motorun çalışması için ve sentezlerin reaksiyonların gerçekleşmesi için gerekli enerji mitokondride üretilir. Hücreye giren erzaklar proteinler hücrenin midesi hükmünde olan lizozom tekrar kullanılmak üzere aminoasitlerine parçalarına ayırır. Endoplazmik retikulumdan kopan parçalar golgi aygıtıyla birleşip burada bir takım işlemlere tabi tutulduktan sonra lizozom ve stoplazma şeklinde hücreye dağılır. Bütün bu sistemin planı programıda sebepler dairesinde hücre çekirdeğine ve onun icindeki dna'ya dayanır. 10 katrilyon zerreden oluşan hücre ülkesinin meclici hükmünde olan çekirdek ve milletvekilleri hükmünde olan 30 bin gen bulunduğu konum gereği bir isanın vücudunun inşası sürecinde hangi atom hangi atomla birleşecek, hangi elektriksel kuvvetlerin etkisinde birleşecek, birleşirken sonzuz ihtimaller arasında tereddütteyken hangi faydalı ve gayeli yönü seçecek, kaç adet hangi oranda bilreşecek, hangi amino asitlerden kaç tanesi birleşip işe yarar bir protein meydana getirecek, adeti milyonları bulan hangi reaksiyonlar ve sentezler olacak ve bütün bunlar bir sonraki adımı biliyormuşcasına bir nizan ve intizam içinde olacak. Hücre zarı, endoplazmik retikulum, stoplazma, derken her biri başlı başına devasa bir sistem olan mekanizmalar uyumlu bir şekil bir arada bulunup sadece ikinci bir hücreyi oluşturacaklar ve hücreler birleşerek organları oluşturacak. Ancak gözün hücresi midedeki hücreden oda kalb hücresinden farklı yapıda olacak. Ve bütün bu ilim DNA daki temeli hidrojen oksijen azot karbona dayanan dört çeşit amino asitin değişik sıralanmasında saklı olacak. A-C-T-G amino asitleri. Sizce bu dört harfin Dna sarmalındaki değişik şekilde sıralanmaları yukarıda özetlemeye çalıştığımız devasa bilgileri ve sistemleri harekete geçirmeye yararmı. Bu sebep bu sonucu verirmi. Bu dört harfin sıralanması bu devasa ilmi içerebilirmi. Bütün bunlar alemi gaybdaki alemi manadaki imamı mübinde yazılı ve Allahın alim hakim rahman rahim rezzak gibi isimleri tecelli ediyor. Mühendislik ilmi gerektiren bu vazifeler kaderin mühendisliğinde bir kalıbın içine dökülüp şekil alıyormuşcasına her hücre bölünüp çoğalacağı yere kadar çoğalıp organımız uzvumuz gerekli şekle ve büyüklüğe kavuşunca adeta oradaki bir sınır bekçisi tarafından hücrelerin bölünmesi durduruluyor ve allahın musavvir ismiyle ellerimiz ayaklarımız dilimiz dudağımız yaratılıyor.


Hakeza insandaki Allahın isimlerinin tecellisi olan şefkat, merhamet kızma üzülme sevme ebed duygusu gibi bir çok duyguda beyindeki nöron hücrelerine veya onlardaki eletro kimyevi aktivitelere verilemez. Cansız şuursuz katı olan bu atomlar veya hücreler bu duygulara kaynaklık edemez. Buradanda anlaşılıyor ki onlar ancak aklın nazarında ki perdelerdir. Ayrıca hardal tanesi kadar kuvvei hafızada bütün bir ömrü ve tarihçei hayatımızı hücrelerin içine saklanma şeklinde açıklanamaz
vesselam.


Bugün dünyanın herhangi bir yerinde dünyaya yeni gelen bir çocuk için deseler ki doğar doğmaz konuşmaya hoplamaya zıplamaya başladı hatta okuma yazma ve matematik işlemlerini de yapabiliyor herhalde bütün dünya medyası haftalarca çevirip çevirip bu haberi ekranlara taşır. Ne hikmetse bundan daha ilginci ve binlercesi hergün etrafımızda gerçekleşmesine rağmen pek de ilgimizi çekmez ve farkına da varmayız. Şöyle ki: Bütün hayvanlar doğar doğmaz adeta başka bir alemde eğitilmiş de gelmiş gibi hayatını sürdürebilmesi için gerekli yeteneklerle yaratılmıştır. Aslında bu sebepler dairesinde mümkün değildir çünkü aklı ve şuuru olan kabiliyetlerininde önü açık olan insan bile doğduğunda gayet aciz ve fakir doğar ve hayatını sürdürebilmesi annesinin ve babasının merhametiyle gerçekleşmektedir. Bazı yeteneklerini geliştirebilmesi hayatını idame ettirebilmesi için gerekli gerekli şeyleri öğrenmesi 15-20 yıl hatta daha fazla bile alabilmektedir.
 
Üst