En evvel

heysem

Well-known member
yesil_ravda1.jpg


İşe nasıl girelim, nereden başlayalım.

Ay'dan mı, güneşten mi, semadan mı, yıldızdan mı?
Zamandan mı, mekândan mı? Zamanın hangi ucundan ve mekânın hangi köşesinden?
Ebedilik ırmağı ne zaman ve nasıl çağladı? Bunu biliyor muyuz? Öyleyse, ilk önce işe oradan başlayalım.
İlk yaratılan nedir, kimdir?
İşte bu suali, Allah'ın Sevgilisine sahabelerden biri soruyor, O da cevap veriyor.
Nasıl mı? şöyle:
Cabir İbn-i Abdullah El Ensari(r.a) den rivayet olunmuştur. O dedi ki:
- Ey Allah'ın Resulü, dedim. Anam babam sana feda olsun, Allah u Teâlâ her şeyden önce ilk olarak neyi yaratmıştır? Bana haber veriver...

Nebiler nebisi(s.a.v) buyurdu:
- Ey Cabir! Allah u Teâlâ her şeyden önce kendi nurundan senin Peygamberinin Nurunu yarattı. Ve o nur, Allah'ın kudreti ile Allah'ın dilediği zamana kadar dönüp durdu. Ve o zamanlar (yani o nur yaratılmadan) Levh, kalem, cennet, cehennem, melekler, gökler, yerler, güneş, ay, cinler ve insanlar yoktu. Allah u Teâlâ kâinatı yaratmak istediği zaman o nuru dört parçaya böldü.

Birinci parçadan kalemi yarattı.
İkinci parçadan levhi yarattı.
Üçüncü parçadan da Arş'ı yarattı.
Sonra, dördüncü parçayı da yine dört parçaya böldü.
Birinci parçadan Arş'ı taşıyan melekleri yarattı.
İkinci parçadan kürsüyü yarattı.
Üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı.
Dördüncü parçayı yine dört parçaya ayırdı.
Birinci parçadan gökleri yarattı.
İkinci parçadan yerleri yarattı.
Üçüncü parçadan ise cennet ve cehennemi yarattı.
Dördüncü parçayı yine dört parçaya böldü.
Birinci parçadan müminlerin gözlerinin nurunu yarattı.
İkinci parçadan gönüllerinin nurunu yarattı. (Ki bu nur ile Allah bilinir.)
Üçüncü parçadan ise müminleri ünsiyetlerinin nurunu yarattı.( Ki bu nur, Lailahe illallah Muhammedür Resulullah şeklinde olan Tevhid kelimesidir.)

Nihayetsiz olan mülkün seyyidi, Kevser havuzunun sahibi ve insanoğlunun Tâcı Cenabı Muhammed (s.a.v) aziz ümmetini yetiştirmek için sual ve cevap usulünü koymuşlardı. Ve buyurmuşlardı ki:


- İlim hazinedir, anahtarı ise sualler (sorular) dir.
Allah'ın Resulü kendileri birçok hususlarda muazzez sahabelerine sualler sorarlardı. Onlara, bilmediklerini bu yoldan öğretirlerdi. Çünkü sualler insanı düşünmeye sevk eder. Üzerinde düşünülen bir mevzu daha güzel anlaşılır. Hatırda kalır ve unutulmaz...

Peygamberimizin güzide ashabı da, O'na sualler sorarlardı. Merak ettikleri her şeyi (varlığın sebebi olan) Cenabı Peygamberden sorarak öğrenirlerdi.


Abdullah İbni Cabir Hazretleri de "Cenabı Hakkın ilk defa neyi yarattığını" merak etmişti... Bunu (İnsanlığın Efendisinden) sordu. Sevgili Peygamberimizde yukarıda ki cevabı verdi...

Bu hadisi şeriften anlıyoruz ki, kâinatta ilk önce, hem de her şeyden önce yaratılan, Sevgili Peygamberimizin (mübarek) nurudur. Bütün kâinat O'nun nurundan yaratılmıştır. O olmasaydı hiçbir şey olmazdı.


Zira O, Allah'ın biricik Sevgilisidir. Kâbe Kavseyn tahtının padişahıdır. Kevser çeşmelerinin malikidir. Nihayetsiz olan mülkün de seyyididir. Evet, O olmasaydı, hiçbir şey olmayacaktı...


Zaten Cenabı Hak Kuran-ı Keriminde,
"BİZ SENİ( HABİBİM) ÂLEMLERE(BAŞKA BİR ŞEY İÇİN DEĞİL) ANCAK RAHMET İÇİN GÖNDERDİK."
RAHMET: Karşılıksız vermek, sevgi ile tecellide bulunmak demektir. Kâinatın Efendisinin sevgisidir ki, Âlemlerin yaratılmasını hazırlamıştır. Ve onun bir adı da "Habib" dir. "Sevgili" demektir. Zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın Peygamberi Cenabı Ahmed, "Habibullah" dır. Yani "Allah'ın Sevgilisi" dir...


Allah O'nu öyle sevmiştir ki, onun yüzüsuyu hürmetine âlemleri yaratmıştır.
Ve şânı pek yüce olan Allah(c.c) buyuruyor:
"Sen ne kadar yüce bir yaradılışa sahipsin!.." İşte bu pek yüce yaratılıştan kâinat zuhur etmiştir...
 

heysem

Well-known member
Sular, küçük derecikler halinde dağlardan çıkarlar. Bir dağdan çıkan su, başka dağlardan çıkan sularla birleşir. Küçük bir derecik olarak akarlar. Aktıkça büyürler, nihayet denizlere dökülürler...

Suyun denizlere dökülüşü her şeyin aslına dönüşü demektir. Aşıkın maşuka kavuşması ve orada yok olması demektir. Aslında bu, yok oluş değildir. Büyük varlığın içinde belirsiz olmak, ama ebediyen var olmak demektir.

İşin kökünü arayacak olursak, suyun aslıda denizdir. Çünkü denizlerden buharlaşarak göklere çıkan sular, dağlara ve ovalara dökülür. Oralara lazım gelen hayatiyeti canlılığı verdikten sonra tekrar süzülerek aslına döner.


Cenab-ı Hak da kendi nurundan bir nur meydana getirmiştir. Bu nur, nurların en güzelidir. Çünkü Allah'ın kendi nurundandır. Yüce yaratıcı bu nuru sevmiştir. Çünkü, kendinden zuhur etmiştir. Aziz ve Celil olan Allah, bu nurun adına "MUHAMMED" demiştir. Çünkü Cenab-ı Hak bu nuru sevmiş, övmüş ve güzelleştirmiştir. Zaten Muhammed, övülmüş, sevilmiş ve güzelleştirilmiş... demektir.

(Kerim Mevla) sonra o nuru safha safha bölerek parçalara ayırmıştır. İlk defa dört parçaya ayrılan nurdan sıra ile Kalemi, Levhi ve Arşı yaratmıştır. O bir şeye "Ol" deyince, o şey oluverir!

KALEM: Kudret kanunlarını ve nizamlarını yazmıştır. Onun için mübarektir... Çünkü Allah Sevgilisi Cenab-ı Muhammed (s.a.v)'in mübarek nurundan ilk yaratılan vasıta Kalemdir. Kalemin bu şerefi kıyamete kadar devam edecektir.
(Kalem o kadar ulvi, o kadar mübarek, o kadar şereflidir ki, Âlemlerin Rabbi olan Allah) onun üzerine yemin etmiştir:

"Hokka ile Kaleme ve (erbab-ı Kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsun."(Kalem Suresi / 68)
Buyurmuştur. Ve galiba bu kadar büyük iltifata mazhar olduğu için kalem, sevincinden yarılmıştır!
Bir Allah dostu,
"Kalem Muhammed kelimesinin mimini yazarken sevincinden yarıldı."
Bu ne kadar güzel bir sözdür.

Gönüller sultanı Hazret-i Mevlana da şöyle demiştir:
"Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki, O, meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim!.."
Pakistan'ın ünlü şairi Muhammed İkbal de:

"Ey zuhuru ile hayata gençlik getiren Hazret-i Muhammed! Senin tecellin hayat rüyasının tabiridir. Yeryüzü, senin barigâhına saha olduğu için kıymet kazanmıştır. Gökler, senin karargahın damını öpebildikleri için yücedir!... der...

LEVH: Kâinatın planıdır. Cenab-ı Hakkın kurduğu nizam, koyduğu kanunlar orada yazılıdır. Allah burada yazılı olanları, Âleme Rahmet olarak gönderdiği Hazreti Muhammed(s.a.v) vasıtası ile kullarına bildirmiştir...

ARŞ: Üzerinde oturulmaya yarayan taht, köşk demek olur. Bu taht'ta Cenab-ı Hak Sevgilisini, Hazreti Muhammed Mustafa'yı oturtmuştur. Bu, Peygamberlik tahtıdır... Buraya ondan başka kimse oturamazdı zaten...

Gerçi Allah'ın başka Peygamberleri de vardır. Bunların hepsi de mübarektir. Sevilmiş ve seçilmiş insanlardır. Ama onların bu şerefi de yine (sonsuzlık Nebisi, Kâinatın Efendisi) Hazreti Muhammed Mustafa'ya aittir. Ay, ışığını nasıl Güneşten alıyorsa onlar da şereflerini (Yüce yaratıcının Muhterem Peygamberi Cenabı Ahmed'ten) almışlardır. Zaten onların asıl vazifesi, onu müjdelemekti. İlahi bayrağı elden ele dolaştırarak onu, (esas sahibine) ulaştırmaktı. Onlar da bu vazifeyi yaptılar. Hepsine de selam olsun...

Nurun diğer taksim şekilleri hadis-i Şerifte bildirilmiştir.
Dikkat edilirse en sonunda dörde bölünen nurun dördüncü parçasının ne olduğu bildirilmemiştir.

İşte o dördüncü parça; (Allah'ın Sevgilisi, topyekûn zaman ve mekânın ve bütün mahlûkatın Peygamberi) Hazreti Muhammed Mustafa'nın kendisidir. (Allah'ın bütün yeryüzünü ayaklarının altına, bütün gökyüzünü de mukaddes başının üstüne çekip kendisine topyekûn bağışladığı Hazreti Muhammed(s.a.v) baştanbaşa nurdur. Kâinat, ışığını bu nurdan almıştır. Hatta Kâinatın kendisi o nurdan zuhur etmiştir. İşte bütün hakikat bundan ibarettir.
 
Üst