Sünnet Nedir?

mihrimah

Well-known member
Genelde uzun yazılar okuyucunun gözünde büyüdüğünden bıkkınlık verir, fakat bu yazı okumaya değer..Hocamız tek kelimeyle mükemmel anlatmış..

Sünnet, lugat manâsı itibariyle, “gidişat, iyi ya da kötü takip edilen yol” demektir. Bu manâyı ifade eden bir hadîs-i şerifte: “Kim, İslâm’da güzel bir yol, bir çığır açarsa, onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri, yapanlardan eksiltilmemek üzere onundur. Kim de İslâm’da kötü bir yol, bir çığır açarsa, onun ve o yolda gidenlerin vebâli, yapanlardan eksiltilmemek üzere onun sırtına yüklenecektir”1 buyrulmaktadır.
Muhaddîsler, usûlcüler ve fukahâ ıstılâhı manâsı itibariyle sünneti, aşağıdaki ifadelerle tarif etmeye çalışmışlardır:
Muhaddîslere göre sünnet: “Ahkâma ve amele esas teşkil etsin etmesin, yaptıkları ve ictinâb ettikleriyle Allah Rasûlü’nden (sav) Hanefîler’in nokta-i nazarınca farz, vâcib, sünnet, müstehab ve âdâp bize intikâl eden her şeydir.” Yani, Allah Rasûlü’nün (sav) şemâilidir, hayat tarzıdır, sîretidir.
Usûlcülerin sünnet anlayışı biraz daha farklıdır. Onlara göre sünnet: “Rasûlullah’dan (sav) söz, fiil ve takrir olarak sâdır olan her şeydir.” Yani, Rasûlullah Efendimiz’in (sav) sözleri, davranışları ve ashâbında görüp de menetmediği, veya sükûtla tasvib buyurduğu hareketlerdir.
Fukahâ ise, sünnete bid’at mukabilinde ve teşrie, yani farza, vacibe, harama esas teşkil etmesi açısından bakarlar. Bu mânâda sünnet, hadîsin mürâdifi, ya da müterâdifi sayılır.
Hadîs; tahdis masdarlarından haber vermek ma’nâsına bir isimdir. Daha sonraları, Efendimiz’e (sav) nisbet edilen her söz, fiil ve takrire hadîs denmiştir. İbn Hacer: “Şeriat örfünde hadîsden maksat, Efendimiz (sav)’e isnat edilen her şeydir” der.
Bazı fuhûl-u ulemâ, hadîs sözünden, kadim, özlü ve ilahî olanı sezmişlerdir ki, Kur’ân-ı Kerim’le sünnetin ilk ayrılma noktalarına işaret etmesi bakımından oldukça önemli bir tevcihtir. Sünen-i İbn Mace’deki bir hadîs de bunu te’yid eder mahiyettedir. İbn Mes’ud, Efendimiz (sav)’in bir keresinde şöyle buyurduklarını nakleder: “Onlar başka değil ikidir: Biri kelâm, diğeri de hidayet buudlu yoldur. Kelâmın güzeli Allah (cc) kelâmı, hidayetin güzeli de Muhammed’in (sav) hidayetidir.”2
Evet Efendimiz (sav), kendi sözleri hakkında hadîs demeyi tercih etmiştir. Böyle demekle, kendine ait sözlerle, kendine ait olmayan sözleri birbirinden ayırdığı gibi, hadîs ıstılahı olarak ta, bu kelimenin nerede kullanılacağı hususunu hatırlatmada bulunmuştur.

1. Sünnetin Çeşitleri

Bütün bu tariflerden anladığımız hususları şu üç kısma irca’ edebiliriz:

a. Kavlî Sünnet
Sünnet, Allah Rasûlü’nün (sav) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitablarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, misal olarak şunları zikredebiliriz:
a. Efendimiz (sav): “Varise vasiyet yoktur”3 buyururlar. Yani, miras bırakan kimse, kendisine vâris olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz; şu vakfa veya bu hayır müessesesine vasiyette bulunabilir ama ayrıca kendi mirasçısına mirasından vasiyette bulunup da, “mirasımın şu kadarı ona verilsin” diyemez.
b. Yine, usûl-i fıkıhta, fıkhın prensipleri arasında yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sav): “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur”4 buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.
c. Allah Rasûlü’nün bir diğer mübarek sözlerinde ise şöyle buyurulmaktadır: “Yağmurların ve akarsuların suladığı arazide öşür (onda bir), hayvanlar ile sulanan arazide öşrün yarısı (yirmide bir) zekât vardır.”5
d. “Deniz suyuyla abdest alabilir miyim?” diye soran bir sahâbisine Allah Rasûlü, dünya kadar fetvalara esas teşkîl edecek şu mübarek sözüyle karşılık verir: “Onun suyu temiz, ölüsü de helâldir.”6

b. Fiilî Sünnet
Rasûl-ü Ekrem (sav)’in davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnetdir ki, Kur’ân’da sarihen zikredilmemiştir. Mesela; Kur’an-ı Kerim’de namaz emredilmiş olduğu ve bazı yerlerinde “rükû edin, secde edin” gibi emirler bulunduğu; hattâ umumi bazı vakitler zikredildiği halde, kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı.. namazın nasıl eda edileceği.. onun farzları, vacibleri.. ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır. Bütün bu hususlarda, sünneti nazara veren Efendimiz (sav): “Beni, nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın”7 buyurarak, sünnetin husûsî teşrî’ine işaret etmişlerdir. Yine, menâsik-i hacc mevzuundaki; pek çok âlimler bile bu hususda yanılırlar. Ve yanılmışlardır da. Hattâ, hac menasikine dair risaleler yazan âlimler dahi onu delilsiz, rehbersiz yerine getirememişlerdir. Hatta Hz. İmamu’l-Hümam’ın bile bu hususla alâkalı bir menkîbesini naklederler.. İşte, oldukça karışık haccın menâsiki de, tıpkı namaz gibi, yine Efendimiz’in uygulamalarıyla belirlenmiştir.

c. Takrirî Sünnet

Rasûlullah (sav), ashâbında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usûlünce tenkid buyururlardı. Meselâ minbere çıkar ve isim tasrih etmeden, perdeyi yırtmadan: “Cemaate ne oluyor ki, falan şöyle yapıyor?!”8 diye ikaz ve tembihde bulunurlardı. Şahsına karşı yapılan kötü muamelelerde son derece müsamahakâr olmasına rağmen, hakkın çiğnendiği yerde: Âişe Validemiz’in ifadeleriyle “Kükremiş arslan gibi, ihkak-ı hak edinceye kadar kendisini durdurmak mümkün olmazdı.”9 Bu arada, Efendimiz (sav), bazen de gördüğü davranışları menetmez ve sükûtuyla onları tasvib buyururlardı ki, bu da sünnetin takrirî kısmını teşkil etmektedir.
a. Meselâ; bir defasında iki sahâbi sahrada su bulamadılar ve teyemmümle namaz kıldılar. Bunlardan biri, daha sonra aynı namaz vakti içinde su buldu ve abdest alıp, yeniden namaz kıldı.. diğeri namazını iade etmedi. Sonra ikisi de gelip, durumu Rasûlullah (sav)’a anlattılar. Allah Rasûlü: “Suyu bulduğum halde, ben namazı iade etmedim” diyene: … “Tam sünnete göre hareket ettin”; “suyu bulunca, abdest alıp, namazı iade ettim” diyene de: “Sana da iki mükafat var”10 buyurdular. İşte bu, takrirî sünnete girmektedir.
b. Yine, Allah Rasûlü (sav) Benû Kureyza’yı te’dibe giderken: “Acele edin, namazı orada kılacağız” buyurdular. “Acele” sözünden bazı sahabî: “Allah Rasûlü (sav), acele edip Kureyzaoğulları yurduna varmamızı ve namazı orada kılmamızı istiyor” manâsını çıkarıp, hemen yola çıktılar ve namazı orada kıldılar. Diğer bir kısım sahabî ise, “Hayır, Allah Rasûlü (sav), acele etmemizi istiyor; yoksa namazı burada da kılabiliriz” ma’nâsını çıkararak, namazlarını kılıp da gittiler11. Mes’ele Allah Rasûlü’ne (sav) götürüldüğünde, her iki grubun yaptığını da tasvib buyurdular. İşte, bu ve benzeri hâdiseler de takrirî sünnete misâl olarak zikredilirler.

2. Kur’an’da Sünnet
Sünnet, hayatımızın hayatı ve ruhûmuz içre de bir ruhtur. Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyân da sünneti desteklemekte, desteklemekten de öte, onun İslâm’daki esaslı ve vazgeçilmez yerini tesbit ve tasrih buyurmaktadır. İşte, bu tesbit ve tasrihle alâkalı âyetler:
1. Kur’ân-ı Kerim’de birkaç yerde, birbirinin aynı veya çok az değişiği lâfızlarla şöyle buyurulur:
“O (Allah) ki, ümmîler içinde kendilerinden bir rasûl ba’s buyurdu. (O Rasûl), onlara Allah’ın âyetlerini okuyor, onları temizliyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor...”(Cum’a, 62/2)​


Hemen hemen büyük çoğunluğu itibariyle muhaddisîn ve müfessirîn-i kiram, ayette geçen ‘hikmet’ kelimesinden ‘sünnet’i anlamışlardır. Çünkü, mu’cize olan Kur’ân-ı Kerim’in içinde gelişigüzel sıkıştırılmış kelimeler, maksada kapalı ifadeler ve gereksiz itnâb, yani yok yere kelime dökme ve sözü uzatma olamayacağından, söz konusu âyet-i kerimede, hikmetten kasıt, kitab veya kitabın bir kısmı olamaz; zira o zaman, hikmet, kitab üzerine atıf yapılmazdı. Evet burada kitabdan maksat, çok âyetlerde de geçtiği üzere Kur’ân-ı Kerim’dir. Hikmet ise, kitabın icmâlini tafsîl, mübhemini tefsir, umûmî olanını tahsis ve mutlakını takyîd bâbında, Allah Rasûlü’nden şeref-südûr olan sünnet-i seniyedir.

2. Bir başka âyet-i kerimede, Allah (cc), peygamberlerini onlara itaat edilsin diye gönderdiğini ifade buyurur:
“Biz gönderdiğimiz her peygamberi, başka değil, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisâ, 4/64)​


Allah, kendisine itaat edilsin diye peygamber gönderir. Peygambere itaat ise, onun zatından dolayı değil, ferdî-içtimaî, maddî-manevî aydınlığa vasıta ve vesîle olması hasebiyle, Allah’ın memuru bulunması itibariyledir.

Evet:
“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve O’ndan yüz çevirmeyin.” (Enfal, 8/20)​


“Allah’a itaat edin; Rasûl’e itaat edin.” (Nisâ, 4/59; Nûr, 24/54...)
Âyetlerde ifade olunan Allah’a itaatle, Rasûlullah’a itaat aynı şeyler değildir. Allah’ın emir ve nehiylerinde Allah’a, Rasûlullah’ın emir ve nehiylerinde, yâni O’nun sözlerinde, fiillerinde ve takrirlerinde de O’na itaat açıkça Kur’ân-ı Kerim’in emridir. Çünkü, Allah’a itaat adına Kur’ân-ı Kerim’in ortaya koyup ve Rasûlullah’ın(sav) tebliğ buyurdukları emir ve nehiylerin dışında, bir de, müstakillen sünnet eksenli emirler-yasaklar, terğibler-terhibler, teşvîkler-tavsiyeler var ki, bütün bunları ifade sadedinde Allah Rasûlü (sav): “Şüphesiz, bana kitab ve onunla birlikte bir benzeri, bir misli verildi”12 buyurmaktadır.
Ayrıca, yukarıda misal olarak getirdiğimiz âyet-i kerimelerde, Allah’a ve Rasûlü’ne ayrı ayrı itaat emredildikten sonra: “Rasûlullah’tan yüz çevirmeyin” deniliyor ki, bu da, sünnete ittiba etmemenin, hatta onu hafife almanın ve sorgulamanın bir nev’î irtidad olduğunu ifham etmektedir.
3. Bu mevzuyla alâkalı olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetlerden bazıları da şunlardır:

a “Ey iman edenler; Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de (içinizden çıkan, inanç, duygu ve düşüncelerinizi paylaşan, acıda, sevinçte, kederde sizinle beraber olan büyüklerinize de) itaat edin” (Nisâ, 4/59).


Âyet, Rasûlullah’tan sonra gelen emir sahiplerine ve büyüklere itaati bile emrederken, insanlık adına büyükler büyüğü, kendilerine itaat edilmesi emrolunan büyüklerin de büyüğü, melcei, mencei, Rasûlullah’a itaat etmemek.. Kur’ân dışında O’nun sünnetini, yani mübarek sözlerini, fiillerini kâle almamak ve O’na ayrı bir emretme, yasaklama hakkı ve salâhiyetini vermemek, acaba hangi insafla te’lif edilir?

b. “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve nizâa düşmeyin. Aksi halde gevşer, za’fa dûçâr olursunuz; kuvvetiniz, nusretiniz, devletiniz gider; sabredin ha! ”(Enfal, 8/46)


Bu İlâhî beyan, Allah’a ve Rasûlullah’a itaati, nusretin, kuvvetin, birliğin ve devletin kaynağı saymaktadır. Rasûlullah’a itaattan uzaklaşıldığı zaman, yani imam bilinmediği veya kâle alınmadığı zaman, tıpkı namaz imamında olduğu gibi, kimin hangi kıbleye döneceği belli olmaz; o halde, nizâa düşmemenin yolu, Rasûlullah’a itaat ve iktidâdır; nitekim, bir başka âyette:
“Kendi aranızda nizâa düştüğünüz zaman, Allah’a ve Rasûlüne götürün!” (Nisâ, 4/59)​


buyrulmaktadır. Hakikat bu iken ve bizi birleştirecek, içtimaî vahdetimizi sağlayacak mercî O ve O’nun sünneti iken, O’nun kudsî âsârını sorgulamanın neye müncer olacağı acaba hiç düşünülmüş müdür?

c. “De ki: ‘Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin”(Al-i İmrân,3/31).


Allah’ı sevmek, Rasûlullah’ı sevmek; Rasûlullah’ı sevmek de Allah’ı sevmek demektir. Rasûlullah sevilmeden Allah sevilemez ve O’nun sünnetine ittibâ etmeden, Allah’ı sevme davasında bulunmak, boş bir iddiâdır.

ç. “Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredip, Allah’la irtibatını kavî tutan ehl-i imân için, doğrusu Rasûlullah misal alınacak insandır; O’nda, misâl edinme adına çok güzel şeyler vardır. ” (Ahzâb, 33/21)


Değişik yönlere giden yollarda istikameti bulabilmek ve sırat-ı müstakîmde istikamet üzere yürüyebilmek için, istikameti temsil eden insana ittiba etmek, O’nun sünnetine uymak, yapılması gerekli olan biricik iştir.

d. “Hayır, asla! Rabbine andolsun ki, aralarında nizâa bâdî her mes’elede seni hakem olarak kabûl etmedikten sonra, onlar iman etmiş olamazlar” (Nisâ, 4/65).


İşte, Peygamber’i en yakından tanıyan bir sahâbinin bu mevzudaki anlayışı! Bir gün bir kadın İbn Mes’ûd’a gelerek: “Sen, dövme yapıp yaptıran, yüz tüylerini yolan ve yolduran, dişlerini seyrekleştiren ve güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan ve Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara lânet etmişsin” der. İbn Mes’ûd Hazretleri de: “Bu Allah’ın kitabında var” buyurur. Kadın: “Yemin olsun ki, ben Mushaf’ın iki kabının arasında ne varsa okudum, böyle bir şey görmedim” deyince, İbn Mes’ûd (ra), Allah’ın:
“Rasûl size ne getirdiyse, onu alın ve sizi neden nehyettiyse, ondan kaçının” (Haşr, 59/7)​


buyurduğunu okumadın mı?” cevabını verir. Evet, Efendimiz: “Takma saç kullanan, saçına başkasının saçını ekleyen, vücuduna dövme yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir.”13

3. Hadîs-i Şeriflerde Sünnet
Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şeriflerinde de sünnetin yerine ve ehemmiyetine işaret olunmuş ve bu mevzû üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Meselâ, Buharî’nin Sahih’inde Hz. Ebû Hureyre’den (ra) rivayet olunan bir hadîs-i şerifte: “Bana itaat eden, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir; bana isyan eden de, hiç şüphesiz Allah’a isyan etmiştir”14 buyrulmaktadır.
Peygamber’in yolu, Allah’ın yoludur; Peygamber’in izinde bulunmak demek, İlâhî mesajların aydınlık ikliminde yürümek demektir. Dolayısıyla sünneti kabûl etmemek, onu hayattan dışlamak veya ona başkaldırmak, Allah’a isyanla aynı manâya gelir. Allah, insanlar içinden bir insanı seçiyor; ve her şeyi reşha gibi kusursuz ve arızasız aksettirecek nezih bir Ruh’u intihap edip, insanlara mesajını O’nunla gönderiyor; O da, getirdiği bu mesajı yorumlarıyla açıklıyor, önümüze seriyor. Buna karşılık bazı densizler kalkıp, o musaffâ Elçi’ye karşı tavır alıyorsa, o zaman bunun adı, ancak ve ancak Allah’a isyan, O’na başkaldırma ve cehenneme istihkak kesbetme olur. Çünkü, yine Buharî’nin rivayet ettiği bir başka hadîs-i şerifte Efendimiz bizzat: “Başkaldıran, serkeşlik eden müstesnâ, ümmetimden herkes cennete girer” buyurmuşlar. Ashâb-ı kirâmın: “Başkaldıran, serkeşlik eden kimdir, ya Rasûlallah?” diye sorması üzerine de: “Bana itaat eden cennete girer; bana isyan edense muhakkak başkaldırmış ve serkeşlik etmiş olur.”15 cevabını vermişlerdir.
Ebû Davud ve Tirmizî’nin, Irbad İbn Sâriye’den rivayet ettiği bir başka hadîs-i şeriflerinde ise Efendimiz (sav): “İçinizden benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilâf ve herc ü merc göreceklerdir. Siz sünnetime ve doğruya götüren râşid halîfelerin (yani, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin) sünnetine sarılın, yapışın. Bunlara dişlerinizle sımsıkı tutunun” buyurmuşlardır. Hadîsin devamında, yine sünnetin her şey olduğuna ve her şeyi aşan ehemmiyetine işareten: “Zinhar, sonradan ortaya çıkma işlerden (bid’at) sakının; çünkü, her bid’at dalâlettir”16 buyrulmaktadır.
Yine, Taberânî’nin rivayet ettiği meşhur bir hadîste: “Ümmetimin fesadı zama-nında†(dinin esaslarının sarsıldığı, ümmetin dağılıp parçalandığı ve İslamî düşüncenin hedmine çalışıldığı bir dönemde) sünnetime, (yol adına getirip ortaya koyduğum disipline) sımsıkı sarılan, hattâ onun esaslarından bir tanesini bile ihyâ eden şehit sevabı kazanır.”17 Hadîsin tenkide maruz rivayetinde ise “yüz şehid sevabı kazanır” buyrulmaktadır.

Kur’ân’ın ve Rasûlullah’ın apaçık ifadeleri karşısında hâlâ kendilerine başka yollar arayanlara, Kur’ân’ın dediği gibi desek, zannediyorum fazla bir şey söylemiş olmayız :
“Öyle ise nereye gidiyorsunuz?”(Tekvir, 81/26).​


M.Fethullah Gülen
 
Üst