Dârü’l-hikmeti’l-islâmiye

Kýrýk Testi

Well-known member
25 Şubat 1918 tarihinde resmen kuruldu. 5 Mart 1918’de kabul edilen 17 maddelik nizamnâmesi, Mûsâ Kâzım Efendi’nin Şeyhülislâmlığı döneminde, Sultan Reşad’ın iradesiyle 13 Mayıs 1918 tarihli Takvim-i Vekâyi’de neşredilerek yürürlüğe girdi.

Gerek teorik, gerekse uygulamalı olarak görevleri kendi nizamnâmesinde belirtilmiş olan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin yaptırım gücü yoktu. Ancak, halledilmesi gereken konuları Şeyhülislâmlığa, Adâlet Nezâretine ve polis müdürlüğüne bildirmek üzere yazışmalar yapıyor, dinî konuları açıklayıcı beyanlarda bulunuyordu. Bunların yanı sıra halkın dinî konularda karşılaştıkları çeşitli problemleri ilmî yollarla çözümlemeye çalışılıyor, özellikle yabancıların sorduğu dinî sorulara komisyonlarda görüşülmek suretiyle cevaplar hazırlanıyordu.

Bu dönemde Mehmed Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Muhammed Hamdi, Mustafa Sabri, Saadeddin Paşa gibi büyük âlimlerin bulunduğu bir İslâm Akademisi mahiyetindeydi.

Faaliyetleri süresince toplam 28 üyesi olan kuruma resmen tayin edilen üyeler arasında Üstad Bediüzzaman da vardı.

Kurum dokuz üye ve bir başkandan meydana geliyordu. Tayin edilecek kişilerde, kurumun üçer kişiden meydana gelen fıkıh, kelâm ve ahlâk komisyonlarında görev alabilecek yeterli ilmî seviyeye sahip olma özelliği aranıyordu. Komisyonlarda ele alınan konular, karara bağlandıktan sonra komisyon görüşü olarak kaleme alınıyor, daha sonra kuruluşun yayın organı olan Cerîde-i İlmiyye’de yayınlanıyordu. Ayrıca bu gazetede kurum üyelerinin müstakil görüşlerini yansıtan yazılara da yer veriliyordu.

Bediüzzaman, Rus esaretinden döndükten sonra 17 Haziran 1918 tarihinde İstanbul’a döndü. İstanbul’da üst seviyedeki devlet adamlarının ve ilim çevrelerinin büyük teveccühüyle karşılandı. Yaklaşık iki ay sonra, kendisini takdir eden Enver Paşanın teklifiyle, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyeliğine tayin edildi.

Bu devrede, resmî vazifesinden aldığı maaşla kaleme aldığı kitaplarını bastıran ve bunları parasız dağıtan Bediüzzaman, İstanbul’un İngiliz işgali sırasında neşrettiği Hutuvat-ı Sitte adlı broşürle özellikle işgâl kuvvetlerinin plânlarını bozmuştu. Kezâ, işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu’daki Kuva i Milliye hareketini “isyan” olarak vasıflandıran Şeyhülislâm fetvasına karşı, mukâbil bir fetva vererek millî kurtuluş hareketinin meşruiyetini ilân etti.

O sıralarda sürekli yanında bulunan yeğeni Abdurrahman, Bediüzzaman’ın o dönemde yaşantısı hakkında şu bilgileri verir:
“1334 senesinde esaretten geldikten sonra, amcam rızası olmadan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’ye âza (üye) tâyin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, bir müddet mezunen (izin alarak) vazifeye gidemedi. Çok defa istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat dostları bırakmadılar. Bunun üzerine Darü’l-Hikmet’e devama başladı. Haline dikkat ediyordum ki, zaruretten fazla kendine masraf yapmıyordu.”
 
Üst