Risale-i Nurdan Cümle ve Kelime Açıklamaları

ademyakup

Well-known member
Lemaat ta geçen aşağıda ki parça da 'iki deha' dan kastı nedir Üstadımızın ve bu örnek ne için verilmiştir...

Simdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunan'in iki dehasi vardi; bir asildan tev'emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti.
Su içinde yag gibi imtizac olamadi. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladi. Hristiyanlik da çalisti, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadi.
Herbiri istiklalini filcümle hifzeyledi. Hattâ el'an âdeta o iki ruh, simdi de cesedleri degismis, Alman Fransiz oldu.
 

ademyakup

Well-known member
Eski Roma’nın dehâsı, hukuk, medeniyet, idâre ve cumhuriyetti. Yunan’ın dehâsı ise, felsefe, düşünce, fikir ve sefahat idi. Her iki dehânın da ortak özelliği, çok tanrılı dinlere inanıp, putlara tapmak idi.

Eski Roma devleti asırlarca, insanları adaletle, medeniyetle, ahlakla ve cumhuriyetle idâre etmiştir. Her ne kadar putlara tapsalar da, kontrol mekanizması olarak günah kavramı yerine, kusur, hata ve yanlış kavramlarını ikâme etmişler, kanunlarıyla asırlarca örnek bir hukuk devleti olarak kalmışlardır.

Yunanlılar ise, felsefi dehâlarıyla, fikir ve düşünce bazında gelişmişler, fikir ve düşüncelerini Romalılara yaymışlardır.

Roma idârecileri bidâyette bu felsefik akıma tedbirler almışlar ise de, neticede engel olamayıp serbestiyet tanımışlardır.

Neticede; Yunan’ın ahlaksız olan nefsi ve felsefi fikirleri, Roma’nın insanlarını bozmaya başlamış ve sonuçta o koca Roma devleti, sefâhate ve ahlaksızlığa dayanamayarak çöküp gitmiştir.

Gerek Roma ve gerekse Yunan dehâsının tevem (ikiz) olan özelliği, her iki dehânın insan fikrinin mahsulü olduğu ve çok tanrılı dinlere inanma özellikleridir.

Bidâyette bu iki ortak özellikle ortaya çıkan iki dehâ, daha sonra ayrılmıştır. Hatta Hristiyanlık dahi bu iki dehâyı birleştirememiş, tarih boyu bazen inançlarda, bazen medeniyetlerde, bazen kültürlerde, bazen idari sistemlerde bazen de mücâdelelerde farklılıklar göstermiş, ihtilâf ederek zamanımıza kadar gelmiştir.

Üstadımızın, bu iki dehânın mücessem örneği olarak nazara verdiği Alman ve Fransız tabirleri bir örnektir ve bir semboldür.

Çünkü dünyada bazı milletler kanunun, hukukun ve bilimin temsilcileri olmakla beraber, bazıları da felsefenin, sefâhatin ve malâyaniyatın önderleri ve temsilcileridir.

İşte burada Almanlar disiplinde, bilimde ve hukukta, Roma dehâsını temsil ediyorlar. Fransızlar ise, ahlaksızlığı, sefâhati ve malâyaniyatı kendilerinde gösterip, bu ruhun yayılmasına hizmet ediyorlar.

Bu nokta-i nazardan Almanlara maddeperest, Fransız’lara ise hayalperest nazarıyla bakılabilir.

Buradaki maddeperestlik, putperestlik anlamında değildir. Çünkü hayalperestliğin zıt anlamı kastedilmektedir. O ise disiplin ve kurallara, itibar ve itâat demektir.

Sorularla Risale
 

ademyakup

Well-known member
Ülfet nedir?Ülfetten Nasıl Kurtuluruz?

İ'lem eyyühe'l-aziz!

İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telakki etmeleridir. Yani melüfları olan şeyleri kendilerince malum bilirler. Hatta, ülfet dolayısıyla adiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki, ülfetlerinden dolayı malüm zannettikleri o adi şeyler, birer harika ve birer mucize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im'an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli, deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garip halatına bakmayarak, yalnız rüzgarla husule gelen dalgalara ve şemsin şuaatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Malikü'l-Bihar olan Allah'ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.

mesnevi nuriye
 

ademyakup

Well-known member
İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri; ülfeti ilim telâkki etmeleridir.

Ülfet, şu muhteşem kâinatta sergilenen ve her biri bir kudret mûcizesi olan mükemmel eserleri üstünkörü bir nazarla geçiştirme, onları bildiğini zannetme ve derinlemesine düşünmekten hassasiyetle kaçınma hastalığıdır. İnsanın fikrini yanlış yollara sevk eden vehimlere ve zanlara sürükleyen bir marazdır.

Süleymaniye’ye ne zaman gitseniz, o muhteşem mâbedi hayran hayran seyreden bir grup insana rastlarsınız. Bu insanlar, o sanat âbidesini niçin uzun süre temaşa ederler? Bu soruya çeşitli cevaplar verilebilir. Bu sorunun en güzel cevabı şu olsa gerektir: “Diğer yapılarda san’at olmadığı için.”

Başka menzillerde ayrı şeyler konuşan bu insanlar, Süleymaniye’ye geldiler mi artık Sinan’dan söz etmeye başlarlar. Daima onu yâd eder, onu takdir ederler. Şimdi, hayâlimizde her şeyiyle Sinan’ın eseri olan bir şehir canlandıralım. Câmilerini de o yapmış olsun, dükkânlarını da, evlerini de, yollarını da. Böyle bir şehirde doğan, büyüyen bir insan için iki şık söz konusudur:
Ya, her adımda Sinan’ı hatırlayacak; yahut, ülfet dediğimiz alışkanlık belâsıyla, bu harika eserleri görmeden yaşayacak, onun yapıp çattığı bu beldede ondan gâfil olarak ömür tüketecektir.

Büyüklüğüne sınır biçilemeyen ve sanat inceliklerine hakkıyla vâkıf olunamayan bu kâinat şehri de Allah’ın mülkü. Sinan’ın varlık programını bir katre su içinde O çizmiş. O katreyi câmiler, köprüler, hanlar, hamamlar yapan büyük bir mimar hâline O getirmiş. Sinan O’nun olduğu gibi, Süleyman da O’nun. Hepimiz O’nunuz. Bir gramında milyarlarca bakterinin oynaştığı şu toprak tabakası da O’nun, her damlasında trilyonlarca mikrobun kaynaştığı şu su damlası da... O, arz ve semânın yegâne Hâlıkı ve Mâliki. Arzdakiler de O’nun, semâdakiler de. Kimde ne güzellik varsa O’nun ihsanı, kimde ne kuvvet varsa O’nun ikramı.

Hiç bir insanın bu diyarda Allah’tan gâfil olmaması beklenir, ama bu çoğu kez gerçekleşmez. Dünyaya imtihan için gönderilen bu insanlar, hakikate erebilmek için nice perdeleri yırtmak ve nice engeli aşmakla karşı karşıya kalırlar. Nefis, şeytan, ihtiyaç, hırs, çevre, mevki, makam, servet ve daha niceleri.

Çoğu insanın şu mûcizeler diyarında gaflete düşebilmesi, biraz da onların bu âleme geliş biçimleriyle ilgilidir. İnsanlar, bu beldeye Yıldız Sarayı’na girer gibi girmiyorlar. Kapıda saray muhafızlarınca karşılanmıyor, içerileri teşrifat memurları nezdinde gezmiyorlar.

Onlar bu sarayın içinde yaratılıyorlar. Sarayda doğuyor, sarayda büyüyor, sarayda ölüyor, saraya defnediliyorlar. İşte bu saray hayatının verdiği umursamazlık ve vurdumduymazlık hastalığına “ülfet” diyoruz. Bu hastalıkla fikirler uyuşur, ruhlar donuklaşır. Ne bakışlarda hayat, ne kalplerde seziş kalır. Bu derde müptelâ olanlar, her zerresi sonsuz hikmetler taşıyan bu âlemde ömürlerini, ‘O mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler’ mısraında ifadesini bulan bir garip ruh hâleti içinde geçirir dururlar.

Yokluğunu hiç çekmedikleri nimetler onların nazarlarından saklanır. Dünyanın güneş etrafındaki harika seyahatini hiç hatırlamazlar. Zira bir an inmeksizin hep onun sırtında gezmişlerdir. Baharın geldiğine yeterince hamdetmezler. Çünkü baharsız yıl geçirmemişlerdir. Hava nimetine şükretmek hatırlarına gelmez. Çünkü hiç havasız kalmamışlardır. Misaller çoğaltılabilir. Ve bütün bu nankörlükler çoğu kez ülfetten kaynaklanır.


sorularlarisaleinur
 

ademyakup

Well-known member
Kur'ân-ı Hakîm ile felsefe ulûmunun mahsül-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini muvâzene etmek istersen, şu gelecek sözlere dikkat et!
İşte, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânı, bütün kâinattaki âdiyât nâmiyle yâd olunan, hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olan mevcudât üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyânâtıyla yırtıp, o hakâik-ı acîbeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazîne-i ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mu'cizât-ı kudreti âdet perdesi içinde saklayıp, câhilâne ve lâkaydâne üstünde geçer.

Yalnız hârikulâdelikten düşen ve intizam-ı hilkatten hurûc eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nâdir ferdleri nazar-ı dikkate arz eder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder.

Meselâ, en câmi' bir mu'cize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden hurûc etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder.

Meselâ, en latîf ve umumi bir mu'cize-i rahmet olan bütün yavruların hazîne-i gaybdan muntazam iâşelerini âdi görüp, küfran perdesini üstüne çeker.

Fakat, intizamdan şüzûz etmiş, kabîlesinden cüdâ olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecellî eden lûtuf ve keremle bütün balıkçıları ağlatmak ister.

13.söz
 

ademyakup

Well-known member
Kuran ülfeti dağıtıyor.
İnsanlar çevresinde gördüğü arı,deve,karınca,sinek,inek,hurma gibi canlılardaki mucize harika sanatı görmezler.

İşte kuran bunlarda misal getirerek insanı ülfetten kurtarıyor...örnek verelim..ta aydınlansın iş.
 

ademyakup

Well-known member
Birincisi:
Rabbin balarısına ilhâm etti: 'Dağlardan, kendine evler edin. (Nahl Sûresi: 16:68.)...............(ilâ âhir-i ayet).

Evet, balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mucize-i kudrettir ki(KUDRET MUCİZESİDİRKİ), koca Sûre-i Nahl(NAHL SÜRESİ), onun ismiyle tesmiye edilmiş(ARININ İSMİYLE İSİMLENDİRİLMİŞ.YANİ NAHL MANASI ARI DEMEK) NEDEN?. Çünkü, o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat(CANLILARIN) âzâları tahrip etmek ve öldürmek hâsiyetinde(ÖZELLİĞİNDE) bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek, nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam(DÜZEN) ve muvazene(ÖLÇÜ) ile olduğundan, şuursuz(AKILSIZ,İLİMSİZ), intizamsız(DÜZENSİZ), mizansız(ÖLÇÜSÜZ) olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.

İşte, bu üç cihetle mucizeli bu san'at-ı İlâhiyenin(ALLAHIN SANATININ) ve bu fiil-i Rabbâniyenin(RAB İSMİNİN FİİLİ OLAN ARILARDAKİ İŞLEMLERİN) bütün zemin(YER) yüzünde, hadsiz(SONSUZ) arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihâtası(YANİ YERYÜZÜNDE NE KADAR ARI VARSA HEPSİNDE AYNI ANDA BAL İŞLEMİ YAPILIYOR,KARIŞMADAN,KARIŞTIRILMADAN TAM ÖLÇÜLÜ BİR ŞEKİLDE AMA AYNI ANDA ..İŞTE BU), bedahetle(AÇIKCA) vahdeti(BİRLİĞİ YANİ BÜTÜN ARILARDAKİ İŞLEMLER AYNI ANDA OLDUĞUNDAN TEK BİR ELİN İCADI OLDUĞUNU) ispat eder.
ŞUALAR..7.ŞUA
 

ademyakup

Well-known member
Kolaymı bir arıya bal yaptırmak.

Şİmdi bilimadamları bir arı makinesi yapıp ona bal yaptırabilirler mi?

Bütün bilim adamları son teknoloji ile bir araya gelseler arıyı yapamazlar.balı yaratamazlar.hele bir zehiri arıya zarar vermeden süngücüğünde yerleştiremezler.

Ama Allah öyle bir yerleştirmiş ki zehir arıya zarar vermiyor..işte mucize..işte harika-i sanat..işte kudret mücizesi.

.Bilimadamları yapamayınca akılsız,ilimsiz,düzensiz tabiat ve tesadüf ne halt EDEBİLİR...

SÖYLERMİSİNİZ..
 

ademyakup

Well-known member
Mesela abi devenin yaratılışı gözler önünde olduğu halde Ku'ran-ı Kerimde devenin yaratılışına dikkat çekilmesinde ki hikmet tabi ki ülfet perdesini dağıtmaktır...(hüsnü hazan kardeşten)

Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup–kuruldu? Yere; nasıl yayılıp–döşendi? Artık sen, öğüt verip –hatırlat. Sen, yalnızca öğüt verici bir hatırlatıcısın."(Gaşiye Suresi,
 

ademyakup

Well-known member
İkinci âyet -

Ehlî hayvanlarda da sizin için birer ibret vardır. Onların karınlarında, kan ile fışkı arasından çıkan ve içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir sütle sizi besleriz." (Nahl Sûresi: 16:66.)-.......

âyeti, ibret-feşan bir fermandır.

Evet, başta inek ve deve ve keçi ve koyun olarak, süt fabrikaları olan validelerin memelerinde, kan ve fışkı içinde bulaştırmadan ve bulandırmadan ve onlara bütün bütün muhalif olarak hâlis, temiz, sâfi, mugaddî(GIDALI), hoş, beyaz bir sütü koymak ve yavrularına karşı o sütten daha ziyade hoş, şirin, tatlı, kıymetli ve fedakârâne bir şefkati kalblerine bırakmak, elbette o derece bir rahmet, bir hikmet, bir ilim, bir kudret ve bir ihtiyar ve dikkat ister ki, fırtınalı tesadüflerin ve karıştırıcı unsurların ve kör kuvvetlerin hiçbir cihetle işleri olamaz.

İşte, böyle gayet mucizeli ve hikmetli bu san'at-ı Rabbâniyenin ve bu fiil-i İlâhînin umum rû-yi zeminde, yüz binlerle nevilerin hadsiz validelerinin kalblerinde ve memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkatle tecellîsi ve tasarrufu ve yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti ispat eder.7.şua
 

ademyakup

Well-known member
üLFETİ DAĞITMAK İSTEYEN..RİSALEDEKİ tefekkürü hakikatları buraya ekleyebilir...

Ülfet kalkarsa insan ,düşünen insan olur..düşünen insan ,yeryüzünün halifesi olur.

Düşünen insan, hakikatları kolay anlar.Düşünen insan da hikmet gelişir.Dolayısıyla Hakim esmasına mazhar olur,ayna olur.

Zaten risalei nur hakim ve rahim esmasının tezahürüdür.Kime hikmet verilmişse,ona hayır verilmiştir deniliyor kuranda bu manada...

Bu mananın bizde açığa çıkmasını istiyorsan..Düşünelim herşeyi..Çünkü herşey Allahın sanatıdır.
 

ademyakup

Well-known member
DEMEKKİ ÜLFETLE AYETE BAKTIĞIMIZDAN AYETTEKİ HAKİKATLARI ZEVK EDEMİYORDUK....

inşaallah..düşünen insan olmakla zevk edeceğiz...

zaten insanı ,diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği ona DÜŞÜNME YETENEĞİNİN VERİLMESİDİR.

DİĞER CANLILAR TEFEKKÜR EDEMEZ..İNSAN EDER..

insan tefekkür etmezse diğer canlıların seviyesine gelir,günah işlemekle onlardan aşağı düşer.

ama tefekkürle KAİNATIN SULTANI..ARZIN HALİFESİ OLUR.
 

ademyakup

Well-known member
Dünyaya gelmeden önce yok olduğunuzu ve yokken bir anda var olduğunuzu hiç düşündünüz mü?Salonunuzda her gün gördüğünüz çiçeğin kapkara, çamurlu bir topraktan, nasıl olup da mis gibi bir kokuyla ve rengarenk çıktığını hiç düşündünüz mü? Çevrenizde uçup sizi sürekli rahatsız eden sivrisineğin, nasıl olup da kanatlarını bizim göremeyeceğimiz kadar hızlı hareket ettirdiğini hiç düşündünüz mü? Muzun, karpuzun, kavunun, portakalın kabuklarının kaliteli birer ambalaj görevi gördüğünü, bu meyvelerin tatlarının ve kokularının korunması için özellikle bu ambalajların içine paketlendiklerini hiç düşündünüz mü?Geceyarısı siz uyurken, ansızın meydana gelebilecek bir depremin bulunduğunuz şehri, evinizi, işyerinizi yerle bir edebileceğini, dünyada sahip olduğunuz herşeyi birkaç saniye içinde kaybedebileceğinizi hiç düşündünüz mü? (harunyahya)
 

ademyakup

Well-known member
Hain demek nankör demektir.

Birisi size bir hediye verse,siz teşekkür etmesseniz nankörlük etmiş olursunuz.

değil mi?

Namazda şükrün fihristesidir.

Namaz kılmayanda Allahın ona her an verdiği hava,su,ekmek,insan olarak yaratılması vb.nimetlerine teşekkür etmesiği için nankördür yani haindir.

Nimetleri veren Allaha şükretmek vacipdir.

şükür demek,teşekkür et demektir.

teşekkür de Allaha namaz şeklinde yapılır.

şimdi namazını nu manada kılarsak,

çok hoş oluyor değil mi?

daha demeyiz ki of bu namaz niye bitmiyor..

çünkü her zaman niye ekmek su hava nimeti veriliyor,artık yemem diye bıkan var mı?

o halde şükür manasında olan namazda bıktırmaz..devamlı Allaha teşekkür ediyoruz demektir.
 

ademyakup

Well-known member
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz... Cümlesini açıklar mısınız?

Yazar: Sorularla Risale, 15-5-2009

Allah’ı tanımayan ve onu sevmeyen, gerçek saadete, gerçek sevince, gerçek nimete, gerçek ve saf lezzete ulaşamaz, demektir. Demek gerçek saadet, sevinç, nimet ve lezzet, Allah’ı tanımak ve O'nu sevmek ile mümkündür.

Mesela; kainatın şefkatli ve hikmetli bir Allah tarafından tedbir ve terbiye edildiğini düşünmekte büyük bir lezzet ve saadet vardır. Zira bütün aciz ve zayıf yavruların rızıklarını mükemmel bir şekilde ve vakti vaktine temin edilmesini ve onların güzelce terbiye edildiğini bilmek, elbette tesadüf ve tabiat fikrinden daha hoş, daha mantıklı ve daha güzel bir düşüncedir.

Şayet Allah yok deyip, bütün her şeyi tesadüfe ve tabiata havale etsen, kalbin ve ruhun sürekli endişe ve karanlık içinde kalır. Zira milyonlarca yavrunun şefkatli bir şekilde terbiye edilmesini ve hikmetli ve güzel bir şekilde rızıklandırılmasını tesadüfe ve tabiata havale etmek ve bundan emin olup telaşlanmamak mümkün görünmüyor. Halbuki insan, ancak emin olup telaşlanmadığı zaman mesut ve bahtiyar olur.

Ölümün içyüzü ancak marifet ve muhabbet ile çözülür. Ölüm kafir için ebedi bir yok oluş, sonsuz bir hiçlik iken; Allah’ı tanıyan ve ibadet ile onu sevdiğini gösteren bir mümin için, ebedi bir alemin kapısı, sonsuz bir saadetin başlangıcıdır. İşte ölümün hakikati ancak marifet ve muhabbet ile çözümlenebiliyor. Küfür ve inkar ise; bir kördüğüm gibidir, insanı karamsarlığa ve dehşete atıyor. Daha bunun gibi yüzlerce örnek Risale-i Nur'larda geçiyor.
 
Üst