Her zaman her yerde: Hamd ve şükür

Muvahhid1

Well-known member
Yasemin Hanım: “Hamd etmek ve şükretmek lâfızları arasında nasıl bir fark vardır? Hamd ile şükrün, derinliğine izahını yapar mısınız? Hangisinin daha geniş, hangisinin daha hususî kaldığının açılımını yapmanız mümkün mü?”


Hamd’in kısaca övgü ve takdir; şükr’ün de minnettarlık ve teşekkür hislerimize tercüman olduğunu dünkü yazımda işlemeye çalıştım. Kâinatın Sahibi ve Hâlık’ı olan Rabb’imizin, övülmeye de, takdir edilmeye de, minnettarlık duyulmaya da, teşekkür edilmeye de her şeyden çok lâyık olduğunu ve herkesten çok hakkı bulunduğunu da ifade etmeye çalıştım.

Hamd’de; Cenâb-ı Hakk’ın izzet ve azametini, ulviyet ve yüceliğini, büyüklük ve kemâlâtını, celâl ve kibriyâsını takdir ön plânda.

Şükür’de ise; eşref-ı mahlûkat ve ahsen-i takvim1 sûretinde yaratılmış insanın kâinatın bir meyvesi ve halifesi sıfatıyla Rabb’ine teşekkür hisleri ön plânda.
İçimize döndüğümüzde, hamd’i izzet ve onurumuz, şükr’ü kadirbilirliğimiz ve minnettarlık duygumuz; hamd’i şuur ve basiretimiz, şükr’ü kalbimiz; hamd’i kulluğumuz, şükr’ü insanlığımız; hamd’i imanımız, şükr’ü ibadetimiz; hamd’i aczimiz ve zaafımız, şükr’ü fakrımız ve ihtiyaç içinde oluşumuz gerekli kılarlar.

Dergâh-ı İlâhiyeye bağlılığımız açısından; hamd’i Cenâb-ı Hakk’ın her şeyden istiğnası, şükr’ü zenginliği ve sonsuz lütfu2; hamd’i hiçbir şeye ihtiyaç duymayışı, şükr’ü birliği; hamd’i eşsiz olgunluğu, şükr’ü ihsânları; hamd’i merhameti, şükr’ü rahmet’i; hamd’i yaratıcılığı, şükr’ü terbiye ediciliği; hamd’i rızık vericiliği, şükr’ü bağışlayıcılığı; hamd’i Celâlî sıfatları, şükr’ü Cemâlî sıfatları; hamd’i zatına mahsus sıfatları3, şükr’ü Fiilî sıfatları4 isterler.

Hamd ile şükür arasında bu ince ayırımların bulunmasına rağmen; temelde ve özde kulun Rabb’ine yönelişini ifade etmesi bakımından şükretmek hamd etmeyi; hamd etmek de şükretmeyi içine alır. Yani şükreden insan, eşsiz İzzet, İstiğna ve İkram Sahibi Rabb’ine hamd etmiş; hamd eden insan da, büyük ihsan, lütuf ve nimetlerle perverde eden Rabb’ine şükretmiş olmaktadır. Zaten Kur’ân’da şükür ifadesi olarak “hamd” terimi gündeme getirilmiştir. “Elhamdülillâh” kelimesinde hamd ve şükür kavramları birlikte temsil edilmiştir.

Esasen bizim yaptığımız ibadet ve taatlerden tutun da, tesbih, tehlil, tekbir, tazim, tahmid, zikir, fikir, şükür, hayır ve hasenatımıza kadar amellerimizin tamamında “hamd” mânâsı vardır.

Yani bütün bu ibadetler Cenâb-ı Hakk’ın azamet ve kibriyâsı önünde, hayranlık ve mahviyet içinde yapmakla mükellef olduğumuz muhtelif “secde” şekilleridir. Meselâ bir bardak su içen veya bir dilim elma yiyen birisi, bizzat tadarak, tanıyarak, hissederek, görerek ve yaşayarak bu nimetteki tat, koku, renk, vitamin, şifa... vs. ihsan ve ikram konusu bütün değerlerde Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz izzetinin cilvelerini, benzersiz istiğnasının izlerini, misilsiz azametinin ihtişamını, nazirsiz kibriyâsının gösterişini, denksiz samediyetinin imzalarını görür; üzerinde “Elhamdülillâh” der; hamd’ini de, şükr’ünü de böylece yerine getirmiş olur.

“Elhamdülillah kelimesi mizanı doldurur. Sübhân’allah ve’lhamdü-lillâh kelimeleri yerle gök arasını sevapla doldurur.”5 hadîs-i şerifinin verdiği, ihlâsla söylenmiş bir hamd kelimesinin bile, yerle gök arasını sevaba gark edeceği ve mahşerde mîzanı dolduracağı müjdesi aslâ unutulmamalıdır. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin (ra); “Bir elmayı yiyen ve ‘Elhamdülillah’ diyen adam, o şükür ile ilân eder ki; ‘O elma doğrudan doğruya Dest-i Kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir’ kaydı ve devamla; ‘Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükretse, o yediği nimet, o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur.’6 ifadeleri bu hadîs-i şerifi îzah ve tefsîr eder mâhiyettedir. Cennet nuru bâkî olduğundan; dünyada yerle gök arasını dolduracak ve mahşerde mizan terazisini sâlih ameller lehinde ağırlaştıracak kabiliyette oluşu yadırganmamalıdır.

Evet, şükre ve hamde doyum olmadığı gibi; şükrün ve hamdin sonsuz mükâfatına da doyum olmaz. Hazret-i Âişe (ra) anlatıyor ki: “Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) geceleri mübârek ayakları şişesiye kadar ibâdet için ayakta kalırdı. Ben kendisine:
“Yâ Resûlallah! Sizin geçmiş ve gelecek günahlarınız bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsunuz?” dediğimde, Allah Resûlü (asm):
“Çok şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.7


DUÂ
Ey ahdinde Vefâlı! Ey vefâsında Kuvvetli! Ey kuvvetinde Yüce! Ey yüceliğinde Yakın! Ey yakınlığında Latîf! Ey lütfunda Şerîf! Ey izzetinde Azîm! Ey azametinde Mecîd! Ey yüceliğinde Hamîd! Sen bütün kusurlardan, aczden, şerikten ve noksan sıfatlardan münezzehsin! Senden başka ilâh yok ki, bize imdat etsin! Eman ver bize, Senden eman istiyoruz! Bizi Cehennem azabından halâs et! Âmîn...

Dipnotlar: 1- Tîn Sûresi, 95/4., 2- Lem’alar, S. 104., 3- İşârât’ül-İ’câz, S. 23., 4- Mektûbât, S. 348, 349, 350., 5- R. Sâlihîn, 25., 6- Mektûbât, S. 350., 7- R. Sâlihîn, 1107.

Süleyman KÖSMENE
Yeniasya
 
Üst