Ah Nice bir uyursun? Uyanmazmısın? -GAFLET-

Derin Uyku Gaflet
Derin Uyku Gaflet
Gaflet,’ı unutmak, nefsin hevâ ve hevesine uymak demek olup nîmetin elden gitmesine ve pişmanlığa sebep olur. Hak Dostlarından Hamdun Kassar, gafleti şöyle tarif eder:

“Kulun, Rabb’ının işini bırakıp nefsinin idâresine düşmesidir.” (H. Kâmil Yılmaz, Gönül Erleri, c.1, s.206)
Kur’ân-ı Kerîm uyanık olmayı, dâima Teâlâ’yı anmayı ve gâfillerden olmamayı öğütler:
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma!” (el-A’râf, 205)

Gafletten kurtulmanın tek çaresi, Teâlâ’yı gönülden anmaktır. Bu sayede kalb, gafletten uyanır ve îmân nûru ile dolar. ’ı zikretmekten gâfil olanlara şeytan musallat olur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Kim Rahmân (olan ’ı) zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (ez-Zuhruf, 36-37)

Kalbî huzûrun muhâfazası için, gâfil ve fâsıklarla ünsiyetten şiddetle sakınmalıdır. Sâlih insanlardan gönüllere huzûr ve ferahlık aksettiği gibi, gâfil kimselerden de huzursuzluk ve kasvet akseder. Bu bakımdan gönül erbâbı, hallerini muhâfaza için mümkün olduğu kadar gâfillerden uzak durmalı; sâlih, mâneviyatlı kimselerle ülfet etmeli ve onların meclislerinde bulunmalıdır. Hazret-i Dâvûd -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’a zaman zaman şöyle ilticâ ederdi:

“ım, beni gâfillerin meclîsine yönelmiş görürsen, daha oraya varmadan ayaklarımı kır ki, onların yanına gidemeyeyim. Böyle yapman, benim için büyük bir lütuf olur.” (Osman Nûri Topbaş, Tasavvuf, s.458)

Gafletin en büyüğü; kulun Rabb’ından ve O’nun emirlerinden gafletidir. İbni Atâ der ki:
“Kalbini zikir ehlinin meclislerine yakın tut ki, bu sûretle gafletten kurtulasın!”

Gaflet hâlinin eşyâya bile sirâyet ettiğini gösteren şu olay ne kadar ibretlidir:

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri birgün, içinde bir huzursuzluk hâli hissetmiş ve bir türlü kendisini bu halden kurtaramamıştı. Meclisinde bulunanlara:
“-Hele bir bakın, aramızda yabancı biri var mı?” dedi.
Araştırdılar, kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezîd-i Bistâmî israr etti:
“-Hele iyi araştırın! Asâların olduğu yere de bakın!” dedi.

Tekrar araştırdılar ve gâfil birinin asâsını buldular. O asâyı dışarı çıkardılar; Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin gönül huzûru da yerine geldi. (Osman Nûri Topbaş, Tasavvuf, s.214)

Gafletten korunmanın şartlarından biri de dünyaya gönül vermemek ve az yemeğe dikkat etmektir. Ebû Süleyman Dârânî Hazretleri buyurur:

“Mide dolu olunca, kalbi gaflet basar. İnsan, Rabbini unutur.” (Evliyâlar Ansiklopedisi, c.5, s.270)

Gaflet uykusu, uykudan daha kötü ve zararlıdır. Zîra uyayan kimse üzerine kalem işlemez. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-; uykuyu, gaflet uykusuna tercîhle şöyle buyurur:

“Gâfiller arasında bulunup onların in’ikâsını almaktansa, uyumak daha evlâdır. Cenâb-ı Hakk Ashâb-ı Kehf’i, fâsıkların arasından ayırarak onların kalblerini gafletten korumuştur.” (Osman Nûri Topbaş, Nebîler Silsilesi, c.3, s.99)

Mevlânâ Ebû Yezîd -kuddise sirruh- buyurur:
“Avâm(halk tabakası) için günahtan kaçmak nasıl vâcib ise, havâs(yüksek tabaka) için de gafletten kaçmak öyle vâcibdir. Avâm, nasıl günahlardan sorguya çekilirse, havâs da gafletten suçlandırılır.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c.6, s.47)

Gâfilâne bir hayat; çocuklukta oyun, gençlikte şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü çırpınış ve nedâmetten ibârettir.

Sâlihlerden biri, rüyâsında hocasını görür ve ona:
“-En çok neden pişmansınız?” diye sorar. Hocası da ona:
“-En büyük pişmanlığım, gafletimdendir.” diye cevâp verir. (İmâm Gazalî, Kalblerin Keşfi, s.33)

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, gafletin büyük bir pişmanlık sebebi olduğunu ne güzel ifâde eder:

“Aç gözün gafletten uyan,
“Nâdim olur nefse uyan,
“Bâtılı kor Hakk’ı duyan,
“Nic’olur hâlin ey gâfil!” (Azîz M. Hüdâyî, Dîvân-ı İlâhiyât, s.457)

Ebû Saîd Harraz Hazretleri anlatıyor:

Bir gün sokağa çıktım. Yolda kalabalığın bir deli etrafında kümelendiğini gördüm. Deli kaçmaya çalışıyor, onlar da kovalıyordu. Deli kızıp onlara dönünce, bu sefer onlar kaçmaya başlıyordu. Ben de yaklaştım:
“-Dur ey deli!” dedim. Adam dönüp baktı:
“-Deli kime derler biliyor musun?” dedi.

“-Hayır…Bilmiyorum.!” dedim. Şaşkın bakışlarıma adam şu cevâbı verdi:
“-Deli ona derler ki, attığı her adımda Teâlâ’yı anmaz ve gâfil gezer.” (Evliyâlar Ansiklopedisi, c.5, s.259)

İnsanların çoğu gaflet uykusunda olup ölünce hakîkatı görüp uyanacaklar, fakat iş işten geçmiş olacaktır.

Abdülkadir Geylânî -kuddise sirruh- buyurur:
“Ey gaflet uykusunda uyuyanlar! İyi biliniz ki, sizi Yaratan uyumuyor.” ( Dostları, c.7, s.58)

Sultân Dördüncü Murâd Hân, gaflet ehlini şöyle uyarır:
“Bu dünya fânîdir sakın aldanma,
“Mağrûr olup tâc ü tahta dayanma,
“Yedi iklim benim deyu güvenme,
“Uyan ey gözlerim gafletten uyan!”

’ı yakînen bilerek yapılan az ibâdet, gâfilâne yapılan çok ibâdetten daha kıymetlidir. Bu sebepten ibâdetlerin büyük bir uyanıklık içerisinde îfâ edilmesi gerekir. Bilhassa namazın, insanı gafletten alıkoyan tesiri büyüktür. Zîra namaz, bir zikirdir. Gaflet hâli ise, zikirle (yani ’ı hatırda tutma ile) aslâ bağdaşmaz. Namazın bu özelliğinden dolayı Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:

“…Beni anmak için namaz kıl!” (Tâhâ, 14)

Gafletlerinden dolayı namaza aldırış etmeyenler yahut namaz vakitlerini geciktirenler hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar, namazlarından gâfildirler.” (el-Mâûn, 4-5)

Gâfil insan, sisli bir havada önünü iyi göremeyen kimse gibidir. Hakkı bâtıldan ayırt edemez, gözleri perdeli olur, hakîkatı göremez, görse bile umursamaz. Günahlar, nefsine hoş gelir. Yaptığı hatalar, kendisini rahatsız etmez. Hesapsız, ölçüsüz, duygusuz ve mânâsız bir hayat yaşar. Ölümü, âhireti, hesâbı ve azâbı hiç düşünmez. Bütün bu hakîkatlar ona masal veya hikâye gibi gelir. Beş vakit namazı, hattâ cuma namazını bile kılmaz. Halbuki cumayı terk edenler hakkında hadîs-i şerîfte ne acı bir îkaz vardır:

“Bir takım kimseler, yâ cuma namazını terk etmekten vazgeçerler, yâhut Teâlâ, onların kalblerini mühürler de artık gâfillerden olurlar.” (Müslim, Cum’a, 40)

Gafletle yapılan duâların bile kabûl edilmediği hadîs-i şerîfte şöyle ifâde buyurulur:

“’a, kabûl edileceğine yakînen inanarak duâ ediniz! Zîra Teâlâ, gâfil bir kalble yapılan duâyı kabûl etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)

Tasavvufî hayatın zirvesine erenler, devamlı bir uyanıklığa kavuşmuşlardır. Hoca Alaaddîn -kuddise sirruh- buyurur:

“Kendimi bildim bileli, bir serçe kuşunun başını suya sokup çıkaracağı zaman içinde bile bana uykuda veya uyanıklıkta gaflet yol bulmamıştır.” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c.1, s.78)
Müslüman, her ânının ’ın murâkabe ve müşâhedesi altında olduğunu, ’ın kendisini her an gördüğünü, her işlediğini bildiğini, her söylediğini duyduğunu, hatta kalbinden geçen her şeyden ânında haberdar olduğunu bilmelidir. Kâinatta her zerre, kendine mahsûs bir lisân ile Teâlâ’yı tesbîh ederken, mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılan insanın, yaratanından gâfil olarak yaşaması ne hazindir! Evet, insanoğlu birgün gelir, o derin gaflet uykusundan uyanır, fakat eldeki bütün fırsat ve imkânları yitirmiş olduğundan, artık elinden hasret ve nedâmetten başka bir şey gelmez.
 
Üst